25 Haziran 1950’da başlayan Kore Savaşının üzerinden 74 yıl geçti. “Savaş, ulusal bağımsızlığı elde etme yolunda mücadele eden kuzeydeki ulusal kurtuluşçu güçler tarafından, esasen ABD emperyalizminin böldüğü ülkenin birliğini sağlamak üzere başlatılmış ve geniş halk desteğinin de yardımıyla güneydeki işbirlikçi rejim birkaç gün içinde yenilgiye uğratılmıştı. Ancak Çin’den sonra Kore’nin de bütünüyle emperyalist sistemin kontrolünden çıkması tehlikesi karşısında paniğe kapılan ABD emperyalizmi hemen devreye girerek 3 yıl sürecek vahşi bir katliam başlattı.”[1]
Yüzlerce savaş uçağı, tank ve 200 bine yakın asker ile işe başlayan ABD diğer ülkeleri de yanına çekerek devam ettiği bu kanlı savaştan sadece Koreliler değil dünya halkları da derinden etkilendi. Güney Koreli yönetmen Jang Hoon’un 2011 yapımı Ön Cephe filmi, ABD emperyalizminin müdahalesiyle harlanan savaşın dehşetengiz boyutunu, Kuzeyli ve Güneyli askerlerin bir tepe etrafında yürüttükleri siper savaşı üzerinden gözler önüne seriyor. Bunun yanında Kuzey Koreli askerlerin savaşı kısa sürede bitirip Kore’yi Güneylilerle birlikte yeniden inşa edeceklerini söylediği bir sahne bu savaşın Koreli emekçiler açısından haklılığını ortaya koyarken, film ABD komutasında savaşan Güney Koreli askerler açısından savaşın nasıl içinden çıkılmaz bir hâl aldığını da gösteriyor. Öyle ki filme isim olan ön cephede ABD tarafından “timsahlar” ismi verilen Güney Koreli askerler savaşır. ABD’nin bu takıma “timsahlar” ismini vermesi ise timsah yumurtalarının ve yavrularının çok azının hayatta kalması nedeniyledir. Yani ABD emperyalizmi kendi emellerini hayata geçirebilmek için Koreli emekçileri ve daha nicelerini öldürmek ve öldürülmek üzere savaş ateşinin içine atmıştır.
Cephede insan kalabilmek
Film emperyalist emelleriyle hareket eden ABD’nin kışkırtmalarına, çarpıtma ve yalanlarına rağmen cephede gerçeklerle yüzleşen askerleri gösterir. Kuzey’le işbirliği yapan bir “casusun” bulunması göreviyle cepheye harekât merkezinden bir subay gönderilir. Aslında bu subayı göndermelerinin bir nedeni de Güney’in politikalarını eleştirmesi ve bulunduğu birimi hedef haline getirmesidir. Komuta merkeziyle cephenin birbirine hiç benzemediğini siperlere gidince anlar subay. Cephede savaşın başında öldüğünü düşündüğü eski arkadaşını görür, askerlerin yıllar süren savaş sürecinde nasıl değiştiklerini düşünür. Pohang Limanında Güneyli askerlerin gemiye sığmaması üzerine, boğulmaktan kurtulmak için kendi ordularından Güneyli askerleri vurduklarını öğrenir mesela. Tüm bu nedenlerden savaş alanı üç yılın sonunda aklını yitirmiş askerler, uzuvlarını kaybetmiş kayıp çocuklar, bitmek bilmeyen çatışma ve ölümlerle doludur.
Ateşkes görüşmeleri sürerken 38. kuzey paralelindeki tepelerde devam eden çatışmalarda Aerok Tepeleri sürekli el değiştirmektedir. Öyle ki her iki tarafta da savaş komuta merkezleri tepeyi Kuzey’in mi Güney’in mi aldığının takibini yapmakta zorlanırlar. Aerok Tepelerindeki siperde askerlerin toprağın altına gizledikleri bir kutu vardır. Bu kutu ilk etapta Kuzey ve Güney askerlerinin birbirlerine hakaret ettikleri mesajlar bıraktıkları bir yerken, daha sonra Kuzeyli askerlerin attığı adımla, yiyecek ve içeceklerin, hediyelerin, fotoğraf ve mektupların bırakıldığı bir aracıya dönüşür. Kuzey’in askerleri Güney’e ailelerine göndermek üzere mektuplar bırakırlar. Çünkü ortasından bölünen ülkede Kuzey’de savaşan bazı askerlerin aileleri Güney’de yaşamaktadır, Güney’deki bazı askerlerinse Kuzey’de! Buradan da anlaşılır ki aslında ortada bir “casus” falan yoktur. Olay, asker üniforması içindeki Koreli emekçilerin masum mesajlaşmasından ibarettir.
Filmde cepheye savaşmaya gönderilen Güneyli bir gencin kısa sürede gerçeklerle yüzleşmesini izleriz. Savaşın gri ve soğuk yüzünü unutmak için askerler yeni genç askere şarkı söyletirler. Bu gencin askerlere söylediği şarkı onu Kuzey cephesinden duyan askerlerin de hoşuna gider, birbirlerine kutu aracılığıyla gönderdikleri mektuplarla şarkı sözleri paylaşılır. Kuzeyli askerler ise şarkı sözlerine teşekkürlerini sunmak için hediyeler yollarlar. Askerlerin insan öldürmekten usanmış, kendi ifadeleriyle insanlıktan çıkmış bedenleri bu kutunun başında heyecanla toplandıkları anda adeta bir ritüelde yeniden hayat bulur. İnsanlıklarını hatırladıkları, savaşın dışındaki hayattan bir parçaya temas ettikleri an paha biçilmezdir onlar için. Hediye gelen gözlük gibi, ailelere gönderilen fotoğraflar gibi… Şarkının her iki cepheyi duygulandıran sözlerine gelecek olursak, bu sözler eve, aileye yani silah seslerinin olmadığı bir hayata özlemlerini ifade eder: Yapraklar dökülüyor cephede, gece vakti/ Yapraklar sessizce düşüyor/ Çiy damlası bile üşüyor/ Uzaktan duyuluyor/Silah seslerinin gürültüsü/ Sanki ninni gibi/ düşlerimde beni eve götüren/ Evim, güzel evim/ Bir tas sudan önce/ Anam canım için dua eder/ Parıldayan kır saçları gözlerimi yaşlarla doldurur…
“Ateşkes”i beklerken
Nihayet iki tarafın da beklediği gün gelir, ateşkes müzakereleri sonuç vermiş ve 27 Temmuz 1953 günü ateşkes imzalanmıştır. Koca üç yılın barutla, kanla, toprakla karışmış havasından kurtulup sıradan hayatlarına dönme ümidi askerleri ferahlatır. Nehirde karşılaşmalarına rağmen Kuzeyli ve Güneyli askerler birbirlerine kurşun atmadan geçerler ilk kez. Bir taraf “elveda, iyi savaştınız” derken, diğer taraf “sanırım bu sefer gerçekten bitti” diye gülümser. İşte bu gülümsemeler yine ve son kez soldurulur ABD ve Güneyli egemenlerin kışkırtmasıyla. Sabah saat 10:00’da imzalanan ateşkes antlaşmasının yürürlüğe girme saati akşam 22:00’dır. Ve akıl almaz biçimde, savaşın o saate kadar süreceği söylenir askerlere.
İşte tam bu noktada, yaşama bu kadar yaklaşmışken tekrar ölüme ve öldürülmeye gönderilmek askerlerin dilinde de “delilik”ten başka bir şey değildir. Güney’in askerleri “düşmanımız komünistler değildi, savaşın kendisiydi” diye düşünürken, ABD uçaklarının bombardımana devam edememesi için havadaki sisin kalkmamasını dilerler. Pek çok asker artık savaşmak istemedikleri için çocuklar gibi ağlayarak gider siperlere. Nihayetinde ateşkes anonsu yapılana kadar, saatler önce savaş bitti diye sevinç çığlıkları atan askerlerden geriye Aerok Tepelerini dolduran cesetler kalır.
Filmin son sahnesinde Kuzeyli komutan ile Güneyli subayın konuşması aktarılır. Güneyli subay “Neden savaştığımızı bildiğini söylemiştin, söylesene neden savaşıyoruz?” sorusunu sorar. Kuzeyli komutan ise “biliyordum ama çok uzun zaman geçti, unuttum” cevabını verir. Filmin bu sahnesi kuzeydeki ulusal kurtuluşçu güçlerin Kore’yi emperyalizmin esaretinden kurtarmak ve birleştirmek üzere yürüttükleri haklı savaşla, ABD’nin kendi topraklarından binlerce kilometre uzaktaki topraklarda yürüttüğü katliamı “eşitlemek” ister gibidir. Oysa gerçek böyle değildir. Gerçek, ABD ve Güney Koreli egemenler tarafından savaşa sürülen Güneyli emekçiler, hatta aralarında Türkiye de olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden adını bile bilmedikleri topraklara savaşmaya giden binlerce emekçi açısından bu savaşın anlamsız oluşudur.
Üç yıl süren savaş öncesinde Kuzeyliler ülkeyi ikiye bölünmekten kurtarmışken, ABD’nin başlattığı savaşla Kore parçalanmış ve Güney kısmı ABD’nin nüfuz alanı haline gelmiştir. Kore’de üç yılda dünyanın pek çok ülkesinin savaşa sürülen emekçilerine yaşamı unutturan savaşın ardından, 1953 Temmuzunda imzalanan ateşkes antlaşmasına göre ülke 38. paralelden Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölünmüştür. Üstelik bu antlaşma “yarımada üzerinde tam bir barış sağlanana kadar” notuyla imzalanmıştır. Fakat beklenen bu “barış” iki ülke için de hiçbir zaman gelmemiştir.
Savaşlar devam ederken…
ABD emperyalizmi Kore topraklarını 3 yıl boyunca kanla suladı. “Bu 3 yıl içinde ABD tüm İkinci Dünya Savaşı boyunca dünyanın her yerinde attığı bombalardan daha fazlasını Kore’ye attı ve bu savaşta 2 milyon insanın canına kıydı. Bu rakam ABD’nin daha sonraki 12 yıl süren Vietnam savaşı sırasında ancak ulaşılan bir rakamdı.”[2] İki büyük dünya savaşının ve milyonların ölümünün ardından kana ve kâra doymayan emperyalistler çeşitli bahaneler yaratarak kıyımlara devam ettiler, ediyorlar.
Tıpkı Kore’de, Vietnam’da olduğu gibi bugün de ABD emperyalizminin başını çektiği katliamlar devam ediyor. Ortadoğu’da savaş ateşi harlanarak büyürken, Ukrayna’dan Afrika’ya, Asya-Pasifik’e kadar dünyanın çeşitli bölgelerinde devam eden Üçüncü Dünya Savaşı yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği yeni cephelerle daha da şiddetlenerek sürüyor. Halklar acılar çekiyor, emekçi kitleler savaşın tarafı olmaya zorlanıyor, göçmen düşmanlığı ve ırkçılık sistematik olarak körükleniyor, çünkü kapitalizmin ve burjuvazinin çıkarları bunu gerektiriyor. Kapitalizm var oldukça haksız ve emperyalist savaşların sona ermesi mümkün değildir.
Öte yandan, kapitalizmin yaşlı ve hasta bedeninin yarattığı kötülüklere, insanlığın yüzde 1’lik kesimiyle yüzde 99’u arasında giderek büyüyen eşitsizlik uçurumuna, sefalete, açlığa, hastalıklara ve emperyalistlerin dünyayı cehenneme çeviren savaşlarına son verecek olan da bir savaştır: Dünyanın tüm işçilerinin topyekûn atıldığı bir sınıf savaşı! Nasıl ki savaş kahramanlık türküleri söylemeye benzemiyorsa, dünyaya gerçek barış da ıslık çalarak değil işçi sınıfının kapitalizmi yıkmak üzere verdiği sınıf savaşıyla gelecektir.
link: Başak Güler, Savaş, Emekçiler ve Kardeşleşmeye Dair Bir Film: Ön Cephe, 29 Ağustos 2024, https://marksist.net/node/8341
Ücret Artışları ve Enflasyon
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /13