8 Mart, Emekçi Kadınların Kapitalist Düzene Karşı Başkaldırı Sembolüdür!


168 yıllık bir mücadele geleneğine dönüşen 8 Mart’ı, egemenler tüm uğraşlarına rağmen unutturmayı başaramıyorlar. Ancak, onun içini boşaltmak ve dünya işçi sınıfına ait bir mücadele günü olduğunu unutturmak istiyorlar. Bu saldırıya karşı, 8 Mart’ın sınıfımıza ait bir mücadele günü olduğunun her fırsatta altını kalınca çizmemiz bugün büyük önem taşıyor. Bunu yaparken, 8 Mart’ı işçi sınıfının kadınlarının mücadele gününe, başkaldırı ruhunun sembolleştiği bir güne dönüştüren geçmiş kuşaktan devrimci kadınları hatırlamak ve kararlılıkla savundukları sınıf çizgisinden kopmamak son derece önemli. Ve 8 Mart denilince akla gelen ilk isimlerden biri Clara Zetkin’dir. Clara gibi devrimci kadınların yaşamı, inatla sürdürdükleri devrimci çalışmaları ve sınıfa olan güvenleri, bugünün genç kuşaklarına ilham olmalıdır.
Annesi ve çevresi feminist hareketin bir parçası olan Clara, burjuva feminizminin baskın olduğu bir ortamda büyüdü. Ama daha genç yaşlarında kadınların kurtuluşunun yalnızca kadın ve erkek işçilerin birlikte, burjuvaziye karşı mücadelesiyle mümkün olduğunu kavradı. Devrimci yaşamında en çok emekçi kadınların eğitimi ve örgütlenmesiyle ilgilenen Clara, kadın sorununun çözümü noktasında bu sınıfsal netliğini şu sözlerle ortaya koyuyordu: “Tüm kadınların bütünsel kurtuluşu, sonuç olarak emeğin toplumsal kurtuluşuna bağlıdır; bu ancak sömürülen çoğunluğun sınıf savaşıyla gerçekleştirilebilir. Bu nedenle, sosyalist kadınlarımız, tüm sınıflardan kadınların yalnızca kadın hakları için çabalayan politik olmayan, tarafsız bir hareket içinde bir araya gelmesi gerektiği yönündeki burjuva kadın hakları savunucularının inancına şiddetle karşı çıkmaktadır.”
Kadın sorununu sadece kadın-erkek karşıtlığına indirgemek ve sorunun gerçek çözümü olan toplumsal kurtuluş mücadelesini göz ardı etmek isteyen burjuva ideolojisine karşı, Clara ve onun gibi devrimci kadınlar çok tutarlı ve net bir tutum aldılar. Burjuva feminist hareketin karşısında, gerçek kurtuluşun ancak sınıf savaşıyla mümkün olduğunu vurguladılar.
Ayrıca Clara ve diğer devrimci kadınlar 8 Mart’ı yalnızca acıların ve sorunların konuşulduğu bir gün olmaktan çıkarıp, emekçi kadınların birliğinin, dayanışmasının ve mücadelesinin büyütülmesinin bir çağrısı olarak görmemiz gerektiğini belirttiler. Bunun için Clara, 8 Mart’ın ilanında bu vurgusunu şöyle ifade ediyordu; “Emekçi KadınlarGünü, sadece kadınların sorunlarını gündeme getirmek değil, aynı zamanda dünya çapında kadınların eşitlik mücadelesini birleştirecek bir çağrıdır. Kadın işçilerin hakları için vereceğimiz mücadele, sadece ulusal değil, uluslararası bir sorundur. Kadın işçilerin eşit haklar için savaşmaları, dünya çapında bir emekçi kadın dayanışması yaratacaktır.”
Clara Zetkin denilince akla gelen bir diğer konu da, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ile birlikte emperyalist savaşa karşı verdikleri mücadeledir. Kendi örgütleri dahi savaşa destek verirken, vatan haini ilan edilmek ve tutuklanmak pahasına, “Bu emekçilerin savaşı değil, işçi ve emekçiler emperyalist savaşa karşı sınıf savaşını büyütmeli” diyerek emekçilere ulaşmaya çalıştılar. Clara, emekçi kadınlara şu sözlerle çağrı yapıyordu, “Ancak kadınlar da «Savaşa karşı savaş» şiarını benimser, kararlılıkla savunursa, o zaman halklar için barış güvence altına alınabilir; ve kadınların büyük çoğunluğu bu şiarın ardında saf tuttuğu gün, ona karşı durmak mümkün olmayacaktır.”
8 Mart’ın bugünlere miras bırakılmasında payı olan başta Clara Zetkin olmak üzere geçmiş kuşaktan devrimci kadınların bize bıraktığı miras şunu gösteriyor: Eşitsizliğe, yok sayılmaya, yoksulluğa ve haksız savaşlara karşı emekçi kadınlar olarak işçi sınıfının saflarında mücadelemizi büyütmek; 8 Mart’ın mücadele ruhuyla, kapitalist düzene karşı başkaldırmak, bu sistemin saçtığı zehirden ve yarattığı yıkımdan kurtulabilmek için toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası olmak; 8 Mart’ın içini boşaltmak isteyenlere karşı tarihsel mirasımıza sahip çıkmak! 8 Mart emekçi kadınlarla sembolleşmiş işçi sınıfının, bizim sınıfımızın mücadele günüdür!
Yaşasın 8 Mart! Yaşasın Kapitalist Sömürüye Karşı Mücadelemiz!

link: İstanbul Avrupa yakasından emekçi kadınlar , 8 Mart, Emekçi Kadınların Kapitalist Düzene Karşı Başkaldırı Sembolüdür! , 11 Mart 2025, https://marksist.net/node/8468
8 Mart’ın İzinde Kötülüğe Savaş Açalım


Yıllardır olduğu gibi kapitalist egemenler 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününün içini boşaltmaya ve bugünü yalnızca çiçek veya hediye alınan bir gün haline getirmeye çalışıyorlar. Oysa sınıf bilincini kuşanan gençler olarak bizler, egemenlerin türlü oyunlarına ve aldatmacalarına kanmayarak mücadele tarihimizi iyi biliyor ve bu mücadeleyi sahipleniyor, yaşatıyoruz. İşçi sınıfının mücadelesinin sembollerinden biri olan 8 Mart’ın anlam ve önemini bir kez daha hatırlayalım.
8 Mart’ın kökleri, tekstil fabrikasında daha iyi koşullar talep eden emekçi kadınların mücadelesine dayanır. 1857 yılında New York’ta bir tekstil fabrikasında çalışan binlerce kadın işçi, daha iyi çalışma koşulları, daha kısa çalışma saatleri ve eşit işe eşit ücret talepleriyle greve çıktılar. Fakat polisin saldırısıyla karşılaşan kadın işçilerden 129’u gece saatlerinde fabrikada çıkan yangından dolayı yaşamını yitirdi. Çünkü fabrika sahibi, greve çıktıkları için kapıları kadın işçilerin üzerine kilitlemişti. 1910 yılındaysa Danimarka’nın Kopenhag şehrinde Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı gerçekleştirildi. Bu konferansta Almanya’nın işçi önderlerinden biri olan Clara Zetkin, 1857 yılında tekstil fabrikasında yaşamlarını yitiren emekçi kadınları anmak için 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olmasını önerdi. Bunun üzerine oybirliğiyle 8 Mart işçi sınıfının bir mücadele günü ilan edilirken, bu gün zamanla bir sembol haline geldi. Bugünse patronlar sınıfı bizlere bu mücadele tarihini unutturmaya ve kendi emelleri için algımızı çarpıtmaya çalışıyorlar.
8 Mart, işçi sınıfının bugün sahip olduğu birçok hakkın nasıl zorlu mücadelelerle kazanıldığını simgeler. Kadınıyla erkeğiyle bir bütündür işçi sınıfı. Bu hakları yan yana durarak, zorluklara beraber göğüs gererek kazanmıştır. Kapitalizmin eli kanlı tarihi, o tekstil fabrikasında yaşananlar gibi nice acı dolu gerçeklerle doludur. Bugün de dünyamızda kapitalist sistemin yarattığı yıkımlar, acılar yaşanmaya devam ediyor. Sorunlar çığ olup işçi ve emekçilerin üzerine çöküyor. Baskılar, kadına yönelik taciz ve şiddet, ayrımcılık artarken, emperyalist savaşlardan en çok kadınlar etkileniyor. Tüm bunların yanında sermayenin kirli ideolojisi insanları karanlığa boğuyor, umutsuzluğa sürüklüyor. Fakat yaratılan korku iklimine, kasvetli havaya rağmen haksızlığın karşısında susmayanlar, geçmişten bugüne süregelen mücadelenin bir parçası olmayı seçenlerin sayısı da artıyor.
Bu toprakların ezilenlerden yana kalemi olan Yaşar Kemal, eşi ve yol arkadaşı Tilda’nın ölümü üzerine, onunla yaptığı veda konuşmasında şu sözleri söyler: “Tildacığım,yaşadığımız bu güzel hayat için sana teşekkür ederim. Sevgilim sakın korkma! Biz namuslu bir hayat yaşadık.” Kemal’in dudaklarından dökülen “namuslu bir hayat”, tarafını ezilenlerden, emekçilerden yana seçerek zulmedenlerin karşısında konumlanabilmek demekti. İyiden, güzelden yana olmak, tüm kötülüklere karşı savaş açmak demekti. Kıyım, zulüm, şiddet, yoksulluk, savaş gibi birçok kötülüğüyle dünyayı karanlığa boğan kapitalizm çıkışsızdır. Usta yazarın da dediği gibi kapitalizmi ancak işçi sınıfının haklı ve namuslu mücadelesi durdurabilir. Bu mücadele kadın ve erkek işçilerin omuz omuza yürüyüşüyle büyüyecektir. Selam olsun bu uğurda yaşamlarını yitirenlere, selam olsun dünyanın dört bir yanında bu mücadeleyi büyütenlere!

link: İstanbul’dan bir üniversite öğrencisi, 8 Mart’ın İzinde Kötülüğe Savaş Açalım, 9 Mart 2025, https://marksist.net/node/8466
8 Mart’ın Mücadele Ruhuna Sahip Çıkalım!


Dünya işçi sınıfı ve emekçi kadınlar olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Dünyada yayılan emperyalist savaş, buna bağlı olarak yaşanan göç krizi, ekonomik krizin derinleştirdiği yoksulluk, her geçen gün artan baskı ve şiddet, hayatımızı yaşanmaz hale getirip bizleri nefessiz bırakıyor. Yaşadığımız kentler yerle yeksan edilip doğamız talan ediliyor. Sınıf kardeşlerimiz bir bilinmezlikle göç yollarına düşürülüyor. Çığ gibi büyüyen yoksulluk işçilerin, emekçi kadınların, çocuklarımızın geleceğini, hayallerini çalıyor. Bizleri nefessiz bırakıp, çıkışsızlığa sürüklüyor. Tarihsel sistem krizinin yarattığı sorunları okula giden çocuklar, evlerinde emek veren emekçi kadınlar, tezgâh başındaki işçiler olarak hayatımızın her alanında hissediyoruz.
Miadını doldurmuş, tarihin çöp sepetine gönderilmesi gereken kapitalist sistemin yarattığı sorunlar tüm emekçilerin sırtına yüklenirken, kadınlar için bu durum daha da katlanılmaz hale geliyor. Kapitalist erkek egemen zihniyet ve onun saçtığı zehrin tesirine kapılanlar, kimilerimize “sen kadınsın, sus otur, evinle ilgilen, çocuklarına bak” derken kimimizi sokaklarda katlediyorlar. Kapitalistler bizi ucuz işgücü olarak görüp emeğimizi sömürüyorlar. Bizlerden savaşlarda, makine kayışları arasında kurban edilen çocuklar yetiştirmemizi istiyorlar. Ama biz örgütlü kadınlar olarak bizlere biçilen bu rolleri kabul etmiyoruz. Emeğimizi sömüren, çocuklarımızı çürümüş düzene kurban etmemizi bekleyen egemenlere karşı 8 Mart’ın mücadeleci ruhuyla kuşanıyoruz.
8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü yalnızca kadınların kutladığı bir gün değil, kadınıyla erkeğiyle kapitalist sisteme, emperyalist savaşlara, cinsiyet ayrımcılığına, sömürüye karşı verilen mücadelenin simgesidir. Böylesi zor süreçlerden geçerken 8 Mart’ı sahiplenmek, gelecek nesillere aktarmak bizler için daha da büyük bir anlam ifade ediyor. Bu sebeple emekçi kadınlar olarak bizleri sindirip, sesimizi boğmaya çalışan bu düzene artık “defolup gidin yeter!” diyebilmek için işçi sınıfının mücadele saflarında yer almak zorundayız. Çocuklarımızın ölmediği, emeğimizin sömürülmediği bir dünyayı ancak 8 Mart’ı bizlere miras bırakanların mücadeleci ruhuyla inşa edebiliriz.
Yaşasın 8 Mart! Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

link: İstanbul’dan MT okuru bir kadın işçi, 8 Mart’ın Mücadele Ruhuna Sahip Çıkalım!, 9 Mart 2025, https://marksist.net/node/8465
8 Mart’ın Mücadele Ruhuyla Birliğimizi Büyütelim!


Bizler tekstil, metal, eğitim sektöründe çalışan kadın işçileriz. Sınıf mücadelesiyle tanıştıktan sonra diyebiliriz ki hayata ve tarihe bakışımız kökten değişti. Öncesinde sınıf siyasetiyle ilgilenmeyen, mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği hakkında fikri olmayan, deyim yerindeyse kendi kabuğunda yaşayan işçilerdik. Bugün ise artık sınıf bilincine sahip, mücadeleci işçileriz. Marksist Tutum’dan okuduğumuz makaleleri tartışıyor, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin nasıl olması gerektiğini, sınıfımızın mücadele tarihini öğreniyoruz.
İlk öğrendiğimiz konulardan biri de 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününün anlamıydı. Doğrusunu isterseniz bu konuda o kadar bilgisizdik ki 8 Mart’ı kadınlara çiçek alınan sıradan bir gün zannediyorduk. Ne 8 Mart’ın doğuşuna kaynaklık eden tekstil işçilerinin mücadelesini, ne de bu günü işçi sınıfına armağan eden Clara Zetkin’lerin mücadelesini biliyorduk. Mesela 1917 Ekim Devrimine giden sürecin ilk kıvılcımının 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününde çakılması ne kadar anlamlı değil mi? O gün sokaklara çıkan emekçi kadınların grev çağrısı üzerine kadın-erkek tam 90 bin işçi iş bırakarak protesto gösterilerine katılmıştı. Bunları öğrendiğimizde, sınıfımızın ne kadar muazzam bir mücadele tarihi olduğunu gördüğümüzde, geçmişten bugüne gelen bu mücadele zincirini geleceğe aktaran neferlerden biri olmanın gururuyla dolduk.
Ne var ki girdiğimiz sendikal eğitimlerde kadın işçilerin mücadelesinin erkek sınıf kardeşleriyle bir bütün olduğunun, 8 Mart’ın mücadele tarihinin de tam da bu bütünlüğün bir örneğini verdiğinin anlatılmadığını üzülerek görüyoruz. Ne yazık ki kadın işçilere yönelik yapılan eğitimler feminist bir bakış açısıyla veriliyor ve sınıf bilincinden zaten yoksun olan kadın arkadaşlarımız bu eğitimlerden erkek işçi arkadaşlarına neredeyse düşmanlık besleyerek ayrılıyorlar. Emekçi kadınlar olarak çifte ezilmişliğimizin, her alanda uğradığımız şiddetin kaynağının kapitalist sömürü düzeni ve onun erkek egemen zihniyeti olduğunu öğrenemiyorlar. Biz, bulunduğumuz yerlerde kadın arkadaşlarımıza elimizden geldiğince doğruları anlatmaya çalışıyoruz.
Evet, emekçi kadınlar olarak çok fazla sorunumuz var, değiştirmemiz gereken çok şey var. Ama sorunlarımızın kaynağını ve asıl düşmanımızı görmezsek doğru bir mücadele yürütemeyiz. Sorunlarımızın kaynağı kapitalist sömürü düzenidir ve bu düzen yıkılmadıkça ne kadının, ne çocuğun, ne doğanın kurtuluşu olabilir. Kapitalizme karşı mücadele ise kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfının mücadelesi olmak zorundadır. Bu bilinçle tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını kutluyor, kadın-erkek tüm işçi kardeşlerimizi 8 Mart’ın mücadele ruhuyla birlik olmaya çağırıyoruz.

link: İstanbul/Sancaktepe’den MT okuru kadın işçiler, 8 Mart’ın Mücadele Ruhuyla Birliğimizi Büyütelim!, 8 Mart 2025, https://marksist.net/node/8462
Kenetlensin Ellerimiz, Mücadeleyi Büyütelim!


8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun! Örgütlü mücadeleyle tanışmadan önce bizler de 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak biliyorduk. Annelerimize hediye aldığımız, yaşımız ilerledikçe kendimiz için de bir hediye, bir gül beklediğimiz bir gündü 8 Mart. Ancak mücadeleyle tanışınca 8 Mart’ın gerçek anlamını ve mücadele ruhunu öğrendik. Birlik ve dayanışma demektir 8 Mart. Geçmişten bugüne daha güzel bir dünyayı kurma mücadelesinin günüdür, kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfının günüdür.
Egemenler 8 Mart’ın gerçek anlamını gizlemek, emekçi kadınların sınıfımızın mücadelesinde bir araya gelmesini engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Her türlü yalan ve çarpıtmayı, baskı ve zoru kullanıyorlar. Biz genç sosyalist kadın işçiler olarak emekçi kadınların mücadele tarihini merakla araştırıyoruz, okuyoruz, öğreniyoruz. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde sayısız emekçi kadın fedakârlıkla ter akıttı. 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak anılması ve kutlanması için öncülük eden Clara Zetkin’in yaşamı baştan sona zorluklarla doluydu. Ancak o da tüm mücadeleci kadınlar gibi zorluklar karşısında yılmadı. Emekçi kadınların özgürleşmesi, dünyanın kapitalizmin boyunduruğundan kurtulması için var gücüyle çalıştı. O ve onun gibi mücadeleci kadınlar bize 8 Mart’ı miras bıraktı.
Bugün kapitalist çürümenin sonuçlarını hayatımızın her alanında yaşıyoruz. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile kadın ikinci sınıf insan olarak, ucuz işgücü olarak görülüyor. Ataerkil zihniyet hayatlarımızı zorlaştırıyor, bizlere bir rol dayatılıyor. Kadına şiddet, taciz ve tecavüz sürüyor, suçlular serbest dolaşıyor. Artık insanlığa iyi olan hiçbir şey vaat edemeyen kapitalizm çürüdükçe insanlığı da çürütüyor. Bu düzen yıkılmalıdır. Emekçi kadınlar sosyalizm mücadelemizin ön saflarında yer almalıdır. Bugüne kadar hep elimize çiçeklerin ne kadar çok yakıştığı söylendi bizlere. Evet yakışıyor, ama birbirimize kenetlenen ellerle, sıkılı yumruklarımızla mücadeleyi büyütmek daha çok yakışıyor!

link: Ankara’dan MT okuru genç kadınlar, Kenetlensin Ellerimiz, Mücadeleyi Büyütelim! , 6 Mart 2025, https://marksist.net/node/8460
Rosa Kızıl Kanatlı Bir Kartaldı ve Hep Öyle Kalacaktır…


Rosa Luxemburg’a dair Marksist Tutum’da başta Elif Çağlı’nın Kızıl Kanatlı Rosa çalışması olmak üzere pek çok yazıda, genç devrimciler, Rosa’nın o cüretiyle “vardım, varım, var olacağım” demeye çağrılır. Rosa gibi mücadeleyi aşkla sevebilmek ve bu uğurda bir yaşam sürebilmek ne büyük bir bahtiyarlık…
Rosa kendi çağında, yani Avrupa’da dahi kadınların hesaba katılmadığı yıllarda, keskin bir kılıç gibi zihninin, yüreğinin ve bileğinin hakkıyla Alman devriminin kadın lideri olmuştu. Onun ve Clara Zetkin’in duruşları öylesine cüretliydi ki reformist SPD’nin yöneticileri bile korkuya kapılıyordu. Sözde Marksist, özde düzenin adamı Bernstein “etekli erkekler” diyerek aklınca Rosa’yı küçümsüyordu. Ama onun çağdaşı ve büyük Ekim Devriminin, dünya işçi sınıfının lideri Lenin, Rosa için “o bir kartaldı ve kartal olarak kalacak…” diyecekti. Lenin bu sözü, 1919 yılının Ocak ayında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, dünya işçi sınıfının kızıl kanatlı önderleri olarak aramızdan ayrıldığında söyleyecekti.
Rosa Luxemburg, 1870 tarihine dünyaya geldiğinden kısa süre sonra çocuk felci geçirdiğinden bir bacağı kısa yani topal bir kız çocuğu olarak büyüdü. Açık bir ifadeyle hayata bir-sıfır geriden başladı. Ama Rosa ta çocukluğunda ele avuca sığmayan ateş gibi bir kızdır. Rosa, daha lise yıllarında içine doğduğu sömürücü düzene karşıdır ve arayış içine girer. 18 yaşına geldiğinde doğup büyüdüğü Polonya’da sosyalist fikirlerle tanışır. Ama burada asıl aradığını bulamaz. İlerleyen yıllarda Almanya’ya gider ve 28 yaşındayken Alman vatandaşlığına geçer. İşte Rosa’nın Marksist fikirlerle gerçek manada tanışması o zamandan sonra başlar. Rosa Luxemburg’un en kadim yoldaşları ve sadık dostları Karl Liebknecht, Leo Jogiches ve Clara Zetkin olur. Mücadelede her daim yan yana ve omuz omuza ömürlerinin sonuna dek birlikte yürürler.
Dünyaya geldiğinde hayata bir-sıfır geride başlasa da yenilgiyi kabullenmek ve kaderine razı olmak Rosa’ya göre bir şey değildi. Rosa bir avuç kordu. Ele avuca sığacak, kenara itilecek bir kadın değildi. Zehir gibi bir zihne sahipti. Düşman karşısındaki duruşu ve tutumu o denli dik ve netti ki, ölümünden kısa bir süre önce dahi şunları haykırmıştı: “Sizi budala zaptiyeler. Yarından tezi yok, kıyamet günü kopmuşçasına, tüm tantanasıyla, en ummadığınız yer ve anda devrim karşınıza yeniden çıkacak ve haykıracaktır: Vardım, varım, var olacağım!”
Özetle Rosa komünist mücadeleyi tutkuyla ve tam anlamıyla aşkla severek yaşadı. Leo Jogiches’i de yoldaşı ve hayat arkadaşı olarak mücadelenin içerisinde tutkuyla sevdi. Ve uğruna her şeyini adadığı mücadele içerisinde aramızdan kanat çırparak sonsuzluğa gitti. Ama her an da mücadelede yanı başımızda hissederiz Rosa’yı.
Korkak burjuvazi Rosa ve Karl Liebknecht’i katlederek yok edeceğini sandı, ama yanıldı. Aramızdan ayrılışlarının üzerinden 106 yıl geçtiği halde onlar dünya işçi sınıfının komünist bir dünya kurma mücadelesinde capcanlı yaşıyorlar. Rosa’nın kendi sözleriyle ifade edersek “bir buçuk asır değil binlerce asır da geçse” sınıfsız, sınırsız yani komünist bir dünya mücadelesi içerisinde, Rosa ve Ocak ayında yitirdiğimiz yiğit komünist liderlerimiz yanı başımızda mücadelemizde yaşayacaklar.

link: İzmir’den MT okuru bir işçi, Rosa Kızıl Kanatlı Bir Kartaldı ve Hep Öyle Kalacaktır…, 21 Ocak 2025, https://marksist.net/node/8425
Ekim Devrimi İlk Kızıl Şerittir…


1917 Ekim Devriminin mimarı ve önderi Lenin’dir. Devrimin öncüsü örgütlü işçi sınıfıdır. Devrimi yapansa tüm ezilenlerdir. Ekim Devrimine sınıf temelinde ve sınıf bilinciyle bakıldığında Bolşeviklerin nasıl bir devrimci işçi sınıfı örgütü olduğu doğru kavranabilir. 7 Kasım 1917 tarihi Ekim Devriminin sömürenleri yendiği ve alaşağı ettiği gündür. Bugünden geriye baktığımızda Lenin ve Bolşevik kadroların birer köstebek gibi çalıştıklarını anlıyoruz. Özellikle 1905’te ve sonrasında, 1917 Şubatında ve 7 Kasıma kadar geçen sürede. O yıllar arasında, bir kartopunun devasa büyüklükte bir çığa dönüşmesi gibi büyümüşler. Bolşevik kadroların nasıl ağır sınavlardan geçerek piştiklerini sadece tahmin edebiliriz. Bugünün işçi sınıfı devrimcileri olarak, gerçekten çelik kadar sert ve keskin bir iradeye sahip olduklarını anlayabiliriz.
1917 Ekim Devrimi, emperyalist güçler dünyayı aralarında paylaşma savaşını tam gaz sürdürürken patlak vermişti. Bolşevikler 1914-17 arasında savaş cephelerinde hem Rus askerlerine hem de diğer uluslardan askerlere “bizler sizlerle düşman değil, kardeşiz. Bu savaş bizlerin savaşı değil. Asıl düşman sömürücü efendilerdir” diye sesleniyorlardı. Başlarda gerek Rus askerleri gerekse diğer uluslardan askerler Bolşevik askerlerin sözlerinin doğru olduğuna, savaşın biteceğine inanmıyordu. O günlerde bombardımanların altındaki askerlerin aileleri de buna inanmıyordu. Ama bugünden tarihe baktığımızda 1917 Ekim Devrimi sömürücülerin tutuştukları birinci emperyalist paylaşım savaşının bıçakla kesilmiş gibi bitmesini sağlamıştı. Devrimin hemen akabinde emperyalistlerin temsilcileri savaşı bitirdiklerini ilan edivermişlerdi. Elbette asıl büyük korkuları Rusya’da başlayan işçi devriminin kızıl bir şerit gibi Avrupa ve diğer kıtaları sarmasıydı.
1917 Ekim Devriminin üzerinden bir asırdan fazla bir zaman geçmiş. Üstelik devrim yani proletarya iktidarı Stalinist karşı-devrimle çalınmasına rağmen büyüğünden küçüğüne dünyanın tüm sömürücü egemenleri hâlâ Ekim Devriminin o kızıl şeridinden ölesiye korkuyorlar. Korkmakta da çok haklılar. Burjuvazi kendi sınıf bilincine sahip olduğu gibi, sömürülenlerin yani işçi sınıfının tarihini ve tarihteki kalkışmalarını da çok iyi bilmektedir. Asıl korkuları dünya işçi sınıfının Bolşevik tarzda örgütlenmesidir. Bugün dünyanın pek çok yerinde ve Türkiye’de işçilerin sürdürdükleri grevler, direnişler ve bilumum hak arama mücadeleleri de yarının büyük mücadelelerinin küçük kartoplarıdırlar. Bundandır burjuvazinin ve sermayenin bekçisi devletlerin grevci ve direnişçi işçilere saldırıları.
Devrimci işçi sınıfının büyük ustaları Marx ve Engels’in ortaya koydukları “bütün dünyanın işçileri birleşin” şiarı ilk günkü gibi capcanlıdır. Onların açtıkları yoldan yürüyen Lenin’in “bütün iktidar sovyetlere” şiarının yeniden yükseldiği günler de gelecektir. Bolşeviklerin ön açtıkları ilk muzaffer işçi devrimi de ilham veren, yürünecek yolu gösteren sönmeyen kızıl bir meşaledir. Bugünün sınıfının devrimcileri olarak Bolşevikler gibi mücadelemize dört elle sarılmalıyız. İşçi sınıfının arasındaki öncü işçileri sınıf temelinde devrimci mücadeleye kazanmak ilk görevimizdir. Ekim Devriminin kızıl şeridini geleceğe taşımak için mücadelemiz sürüyor.

link: İzmir’den bir MT okuru, Ekim Devrimi İlk Kızıl Şerittir…, 16 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8382
Ekim Devriminin Işığıyla, Üstesinden Geleceğiz!


Ekim Devrimi 107 yaşında! Her daim canlı, kavgamızda, yanı başımızda! Yolumuza dünden bugüne ışık tutan şanlı meşalemiz! Onun ışığıyla yürümek, eşsiz mirasına sahip çıkmak ne büyük onur! Ekim Devrimi denilince tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir büyük olayı anmak gelmiyor aklımıza. Aksine tam da bugünümüze seslenen, çağın yakıcı sorunlarının devrimci ve yegâne çözümünü bağrında taşıyan capcanlı bir mücadele rehberi görüyoruz karşımızda.
Ne çok zorlukla karşılaştı Bolşevikler. Baskılar, yasaklar, sürgünler, kıyımlar, savaşlar… Halklar hapishanesi diye nam salmış dönemin Çarlık Rusya’sındaki koşulları getirelim aklımıza bir de. Her türlü baskı ve zorluğa rağmen mücadeleyi nasıl da kesintisiz bir biçimde ileriye götürmeyi başardı Bolşevikler. Gericiliğin şaha kalktığı günlerde dahi Lenin’in önderliğinde nasıl da ilmek ilmek örmüşlerdi Ekim Devriminin zaferini. Sadece Çarlığın zulmü değildi karşılaştıkları. Savaşın alevleri tüm dünyayı sarmış, dünya sosyalist hareketi ezici bir biçimde savaşın karanlığına esir olmuştu. İşçiler milliyetçilik zehriyle körleştirilmiş, sınıf kardeşlerine düşman kesilmişti. Tüm dünyada işçiler egemenlerin çıkarları uğruna birbirini boğazlamaya girişmişlerdi. Hava alabildiğine kasvetli, koşullar zorluydu. Ama yılmadı Bolşevikler. Her türlü gericiliğe rağmen devrimci Marksizmin ilkelerine sımsıkı sarılıp kendi yollarında yürümekte bir an olsun tereddüt etmediler.
Peki, neydi onların iradesini bileyen? Yılmaz Seyhan’ın devrimimizin dört kutup yıldızı için kaleme aldığı yazıda ifade ettikleri Lenin’in parti okulunda yetişmiş Bolşeviklerin iradesine de ayna tutuyor. Biz genç devrimcilerin bugünkü gericilik koşullarında Ekim Devriminden edineceği düstura da işaret ederek zor günlerde kavganın niteliğine dair şunları aktarıyor Seyhan: “Zor günlere teslim olmak bir yana, böylesi koşulların suların durgun olduğu dönemlere nazaran çok daha öğretici ve dönüştürücü olduğunu berrak biçimde kavradılar. Şartlar ve güç dengesi ne olursa olsun, ters akıntılara karşı yüzmek pahasına o büyük güne, kaçınılmaz saate hazırlandılar. Dosta da düşmana da bir fikrin, haklı bir davanın insanı olmanın ne demek olduğunu gösterdiler.”[i]
Ters akıntılara karşı yüzmek, zorluklara göğüs gerebilmek elbette kolay değil. Bugün de zorlu, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler bir kez daha tüm dünya işçilerini birbirine boğazlatmak için emperyalist paylaşım savaşını körüklüyorlar. Ortadoğu başta olmak üzere dünyamız savaşın alevleriyle kavruluyor. Her yerde gericilik boy gösteriyor. İşçiler bir kez daha milliyetçilik ve militarizm tuzağıyla körleştirilmeye, asıl düşmanlarının yanında saf tutmaya zorlanıyor. Türkiye’de bu ağır tabloya bir de faşizmin karanlığı eşlik ediyor. Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen hem Türkiye’de hem de dünyada mücadele nehri akmaya, büyümeye devam ediyor. Emperyalizmin merkezlerinde ve pek çok ülkede savaşa, milliyetçiliğe, ekonomik krizin ağır sonuçlarına karşı protestolar ve eylemler yapılıyor. Kimi yerlerde sınıf kavgası o denli keskinleşiyor ki süreç devrimci durumlara kadar ilerleyebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda İran’da, Latin Amerika’da, Arap coğrafyasında yaşananları hatırlayalım… Türkiye’de grev-direniş örnekleri artıyor, mücadele her alanda yaygınlaşıyor. İşçiler, köylüler, kadınlar hakları için mücadele ediyor. Dünyada ve Türkiye’de sınıf mücadelesinin ilerleyişine dair yaşanan bu umut verici gelişmeler, Elif Çağlı’nın her defasında vurguladığı üzere içinden geçtiğimiz gericilik döneminin geçici niteliğini ve taşıdığı devrimci potansiyeli de ortaya koyuyor.
Koşullar ne denli zor olursa olsun, inancımızdan ve umudumuzdan asla ödün vermiyoruz. Ekim Devriminin umudu ve coşkusuyla kavgamıza cesaretle sarılıyoruz. Tıpkı Bolşeviklerin yıllar önce yaptığı gibi. En koyu gericilik dönemlerinde dahi dönemin geçici niteliğinin bilincinde olan Lenin ve partisi, aslolanın her daim devrime hazırlanmak olduğunu mücadeleleriyle tarihe kazıdı. İnatla kendi yollarında yürüyerek işçi sınıfını iktidara taşıdılar. Yıllar içinde edindikleri devrimci tecrübe eşliğinde öncüyü devrime hazırlarken, izledikleri yol ve uyguladıkları yöntemlerle bugüne paha biçilmez bir miras bıraktılar. Marksist Tutum sayesinde bu mirasla tanışan bizler, Bolşeviklerin iradesi, direnci ve azmiyle, enternasyonalist bilinçle yarına hazırlanıyoruz. Ekim’in rehberliğinde her türlü zorluğun üstesinden geleceğimize en ufak bir kuşkumuz yok. Tıpkı UMUT’un (UİD-DER Müzik Topluluğu) “Zorlu Yolumuz” adlı şarkısında söylendiği gibi: Omzumuzda büyük bir yük var/ Karanlıkta taşıyoruz/ Üstesinden geleceğiz/İnancımız, umudumuz var!
Ekim Devrimimizin 107. Yaşı Kutlu Olsun!
Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi İçin Mücadelemiz!
[i] Yılmaz Seyhan, Zor Günlerde Bir Fikrin ve Eylemin İnsanı Olmak, 26 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8178

link: Ankara’dan genç işçiler, Ekim Devriminin Işığıyla, Üstesinden Geleceğiz!, 8 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8378
Ekim Devriminin Şanlı Yolu


Toplumun dünü bugünden ve bugünü de yarınından daha “iyiyse” aslında işler kötüye gidiyor demektir. Geçmiş tarihte de toplumların yarınından endişe duyduğu dönemler oldu. İşte böylesi dönemlerden biri şanlı Ekim Devriminin hemen öncesindeki Birinci Dünya Savaşı dönemiydi.
Savaşın başladığı kritik 1914 yılıyla birlikte insanlık için işler geri döndürülemez bir şekilde süratle kötüye gitti. Emperyalist güçler dünyayı bitmek bilmeyen bir açgözlülükle sömürüyor, emekçileri birbirine boğazlatıyordu. Ekonomik, siyasi, toplumsal düzen altüst olmuş; dünya coğrafyası kana bulanmıştı. 20 milyon insan bu emperyalist paylaşım savaşında canice katledildi.
Tarihin sayfalarında mutlak olarak olumsuz durumlar olmadığını biliyoruz. Küçücük imkânları büyük bir azimle kullanan tarihin yeni inşacıları tam da böylesi dönemlerde imdada yetişiyor. Spartaküslerden Bolşevik Devrimine bu mucize dolu anlar yaşandı, yaşanacak.
7 Kasım 1917 tarihi “insanlığın yıldızının parladığı anlar”ın doruğuydu. Lenin’in başında olduğu Bolşevik Parti adeta imkânsızı başardı. İmparatorlukların çatırdadığı, savaşın yakıp yıktığı dünya tam bir kaos içindeydi. Bu öyle bir kaos durumuydu ki kimse ne yapacağını bilemiyordu. Krallar, çarlar, diktatörler, oligarklar ve burjuva hükümetler can çekişiyordu. Burjuva dünya çaresizlik içinde bocalıyor, krizini aşmaya çalışıyordu. Yönetememe boşluğu ayları, yılları alıyordu. Örneğin savaştan yenilgiyle çıkıp, parçalanan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda Avusturya’nın yönetimini üstlenecek siyasi bir güç uzun süre çıkmadı. Almanya’da aynı belirsizlik sürdü ve koca ülke on üç yıl sonra faşizme teslim oldu. Böylesi bir dönemde cesaretle yeni bir düzen örgütlenme işini sadece işçi sınıfının devrimci, komünist güçleri üstlendiler. İnsanlığın içine düştüğü bu cehennem çukurundan dünyayı çıkaracak tek güç onlardı. Yüzölçümü itibariyle dünyanın altıda birini kaplayan Rus İmparatorluğunun tepesindeki Çarlığı devirmek üzere harekete geçen Bolşeviklerin düşüncesi son derece berraktı: Dünya devrimi için ileri!
Lenin ve Bolşevikler işçi sınıfının öncülerini kazandılar. 1900’lerin başından itibaren fabrikalardan cephelere işçileri haklı bir mücadelenin taraftarı yaptılar. Tüm olumsuzlukları, imkânsızlıkları aşarak toplumun kaderine yön verecek güce ulaştılar. Onlar tarihin karanlığı içinden küçük küçük kıvılcımlardan koca bir meşale yaktılar. İşçi sovyetleri eliyle iktidarı alabileceklerini, emperyalist savaşa son vereceklerini ve dünya devrimi için çalışacaklarını tereddütsüz gösterdiler. 1917 Büyük Ekim Devrimine öncülük eden Bolşevik Parti yeni bir dünyanın kapılarını araladı. Sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya inşa edilebileceğini gösterdi.
Bu devrimle gelen her şey yeniydi. Dünya işçi sınıfını bu çabaya ortak olmaya, destek olmaya çağırıyorlardı. Adeta insanlık için yeni bir çağ başlıyordu. Egemen sınıfların elindeki baskı ve şiddet aygıtı olan “devlet” parçalanıyor, işçilerin temsil edildiği sovyetler yönetim aygıtına dönüşüyordu. Sovyet işçilerin eviydi, kararlar birlikte alınıyor ve uygulanıyordu. İstenmeyen temsilci veya temsilciler geri çağrılıyordu. İşçi ve emekçilere ölüm kusan ordu dağıtıldı. Kadın ve erkek işçilerin oluşturduğu silahlı halk kitleleri sınıf düşmanlarına karşı gönüllü savaştı. Polis, ordu ve bürokrasi lağvedildi. Mahkemeler, duruşmalar, yargılamalar halka açık yapıldı. Suç, suçlu kavramı değişti. Hukuk sistemi yeni baştan yazıldı. Sömürü, vurgunculuk, kâr peşinden koşmak suç sayıldı. Halklar hapishanesi olarak adlandırılan Çarlık yıkıldığında halklara kendi kaderini tayin hakkı tanındı. Gençlere bütün alanlarda seçme ve seçilme hakkı tanındı. Devrimden üç gün sonra yayınlanan kararnamede çocukların çalışması yasaklanıyor, tüm çocuklara parasız eğitim, beslenme, sağlık ve barınma hakkı tanınıyordu. Bolşevikler ezilen insanlığa şu mesajı veriyordu: Havası, doğası, üretimiyle bu dünya hepimizin. Çalışan, üreten insanların ruh hali bugünden çok farklıydı: Bu işi güzel yaptık, yarın daha da güzelini yapacağız diye düşünüyorlardı.
Tüm dünya Ekim Devriminin yarattığı şaşkınlığı konuşuyordu. Nasıl oldu da ayaktakımı olarak görülen işçiler baş olmuştu? Ekim Devrimi, ömrü birkaç ay ile sınırlı bir çılgınlık hali olarak değerlendiriliyor, kısa sürede yok olacağı öngörülüyordu. Fakat egemenlerin beklentileri boşa çıktı. Devrim tüm imkânsızlıklara rağmen yoluna devam etti. Büyük bir özveriyle işçi ve emekçiler kendilerine yeni bir yol açan devrime sahip çıktılar. Ekonomik, siyasi ve kültürel kazanımlar Ekim Devrimini dünya çapında büyük bir çekim merkezi haline getirdi. Bolşevikler mutluluğun, huzurun, eşitliğin, özgürlüğün, bolluğun ve bereketin fışkıracağı yeryüzü sofrası inşa etmeye giriştiler. Yepyeni bir temel üzerine insanlığın kadim düşünü gerçekleştirecek ilk adımlar atılıyordu.
Kısa sürede Asya’dan Amerika’ya, Ekim Devriminin dostları ve düşmanları oluşmaya başladı. Ekim Devriminin düşmanları onu yenmek için dünya çapında bir koalisyon kurdu. Emperyalist güçler faşizm sopasını kullanarak karşı-devrimi güçlendirdiler. Böylece Ekim Devrimi yalnız kaldı, yalıtıldı ve bürokratik hastalıklar bünyeyi ele geçirdi. Ekim Devrimi bürokratik karşı-devrimle ezildi. İşçi ve emekçilerin kazanımları teker teker yok edildi. Fakat sonu ne olursa olsun tarihin yiğitleri attıkları bu koca adımla insanlığı fersah fersah ileriye taşıdı.
İşçi sınıfı 20. yüzyılda yeni bir Ekim Devrimi örgütleyemedi. Kapitalistler fırsatları değerlendirdi, tereddüt eden işçi sınıfı örgütlerini ezdi. Enternasyonal dayanışma parçalandı. Sosyalist devrimci mücadele zayıflayınca, dünya işçi sınıfının kazanımları da emperyalist kapitalist güçler tarafından gasp edildi. Bugünümüzün dünden, yarınımızın bugünden kötü olmasının işçi sınıfının uluslararası mücadele ve örgütlenmelerinin güçsüzleşmesiyle doğrudan bağı vardır.
Biz, Marksist Tutum’un ifade ettiği “Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık” şiarını benimsemiş, Ekim Devriminin güncelliğini asla unutmayan komünist işçileriz. Çürüyen emperyalist-kapitalist sistemin toplumu bir adım ileriye taşıyamayacağını biliyoruz. Verdiklerinden kat kat fazlasını alarak insanlığı uçurumdan aşağı fırlatan bu sisteme karşı tek seçenek Ekim Devriminin açtığı yoldan ilerlemektir.
Yaşasın Büyük Ekim Devrimi!
Yaşasın onun sönmeyen ve söndürülemeyecek ateşi!

link: Gebze’den MT okuru bir işçi, Ekim Devriminin Şanlı Yolu, 8 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8377
Ekim Devriminin Verdiği İlhamla Mücadelemizi Büyütelim!


Her ne kadar burjuvazinin saldırılarıyla tırpanlanmış olsa da, dünyanın dört bir tarafındaki emekçiler bugün bazı haklara sahiplerse, ister farkında olsunlar ister olmasınlar bunda Ekim Devriminin büyük payı vardır. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten siyasal haklara kadar pek çok konuda emekçilerin kazanımı olarak sayılabilecek ne varsa, bunların hepsi diğer işçi mücadeleleri ile birlikte Ekim Devriminin açtığı yolun ve yarattığı etkilerin doğrudan ya da dolaylı sonucudur. İşçi devrimiyle birlikte Rusya’da yaşanmaya başlayan başdöndürücü değişimin etkileri tüm dünyada hissedilmiştir. İşçi sınıfı adına olumlu bu değişimlerin her birinin önemi ayrıdır.
Bunlar Marksist Tutum’un sayfalarında da çok değerli yazılarla ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Hepsini uzun uzun burada anmanın imkânı yok elbette. Sadece emekçi kadınların Ekim Devrimiyle birlikte elde ettiği kazanımları anmak bile bu dönüşümün etkilerinin muazzam olduğunu anlamak için yeterli olur diye düşünüyorum. Ekim Devriminin başarıya ulaşmasının ardından, Rusya’da, emekçi kadınların haklarına yönelik olarak, gelişmiş kapitalist ülkelerin hiçbirinin yanına bile yaklaşamadığı düzeyde bir program uygulanmaya başlanmıştı. Bolşevikler, kadınların eşit yurttaş olduklarını, kadın işçilerin de erkek işçilerle aynı haklara sahip olduklarını tereddütsüz ilan ettiler. Hızlı bir şekilde, tüm siyasal haklarla birlikte eşit ücret, boşanma, doğum kontrolü, kürtaj gibi hakları tanıdılar. Evlilik kilise ve devletin pençelerinden kurtarıldı. Ev işlerinin toplumsallaşması, komünal mutfakların, çamaşırhanelerin ve kreşlerin yaygın biçimde hayata geçirilmesiyle sağlandı. Çocuk bakımının kamusal bir hizmet haline getirilmesinden aile planlamasına, yüksek öğrenim imkânlarına kadar pek çok uygulamayla emekçi kadının özgürleşmesinin nesnel dayanakları işçi devrimi sayesinde oluşturuldu. Burjuva feminizminin ufkunu fersah fersah aşan bu gelişmeler Rusya’daki emekçi kadınların hayatının bir parçası oldu. Sovyet iktidarının verdiği bu ilhamla pek çok emekçi kadın, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin bir parçası olmaya yöneldi. Bugün de bütün mücadeleci işçilerin Ekim Devriminin verdiği ilhamla hareket etmeye, mücadelelerini büyütmeye ihtiyaçları var.
Ekim Devrimi tarihin akışında öylesine önemli bir değişikliğe yol açmıştır ki, işçi sınıfının özyönetim organları olan sovyetlerin Rusya’da tüm iktidarı eline aldığı 7 Kasım 1917’den bu yana tüm dünyada egemen sınıfın kâbusu olmuştur. Burjuvazi bu yüzden, Ekim Devrimini karalamak, yok saymak, mümkünse de unutturmak için her zaman sistematik bir çaba içinde olmuştur. İşçi sınıfı devrimciliğinin örgütlü gücünün zayıflamasının bir sonucu olarak da Ekim Devriminin hem önemi, hem de emekçi sınıf için sağladığı kazanımlar yeni işçi kuşaklarına layıkıyla aktarılamaz olmuştur. Oysa bugünün işçileri, devrimcileri için tüm bunları kavramak ve Ekim Devriminden alınan ilhamla mücadeleyi ilerletmek çok önemlidir. Burjuvazinin, sömürülen sınıfların bu en büyük tarihsel eylemini unutturma gayreti mutlaka boşa çıkarılmalıdır. Çünkü Ekim Devrimi, işçi sınıfının dünyayı değiştirme cüretinin bugüne kadarki en somut, en değerli eylemidir.
Yaşasın Ekim Devrimi!
Yaşasın Sınıfsız, Sömürüsüz Bir Dünya Kurma Mücadelemiz!

link: Mersin’den bir MT okuru, Ekim Devriminin Verdiği İlhamla Mücadelemizi Büyütelim!, 7 Kasım 2024, https://marksist.net/node/8374
1 Mayıs’ın Gerçek Sahipleri Bir Gün Onu Geri Alacak


1 Mayıs Amerikan işçi sınıfının dünya işçi sınıfına tarihsel mirasıdır. Yaşadığımız topraklarda ise bu tarihsel miras 70’li yıllarda yükselen sınıf mücadelesinin etkisiyle Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde çok daha sembolik bir anlama büründü. Türkiye işçi sınıfı 60’lı yıllardan itibaren giderek yükselen sınıf mücadelesini 1976’da yüz binler olup Taksim Meydanına çıkarak taçlandırmıştı. 1977 1 Mayıs’ında yapılan katliam ise Taksim Meydanını işçi sınıfı için sembolik bir miting alanı haline getirdi.
1980 askeri faşist darbesinden sonra ne Türkiye eski Türkiye, ne de işçi sınıfı eski işçi sınıfı oldu. 60’lı ve 70’li yılların şanlı sınıf mücadeleleri unutturulduğu gibi, o yıllar işçi sınıfının zihnine kaos yılları olarak nakşedildi. Ne var ki 1 Mayıs işçi sınıfının meydanlara çıkarak taleplerini ve egemenlere karşı öfkesini dile getirdiği önemli bir mücadele günü olarak, inatçı bir gelenek olarak varlığını belli oranda korudu. Dünyanın çeşitli coğrafyalarının aksine Türkiye’nin sanayi kentlerinin yanı sıra küçük şehirlerinde dahi 1 Mayıs mitinglerinin organize ediliyor olması bunun bir göstergesidir.
İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarının hayati derecede derinleştiği böylesi bir süreçte öfkesini, umudunu, enerjisini akıtabileceği, meydanlarda bir araya gelerek güç bulabileceği önemli bir gün 1 Mayıs. Ancak Türkiye işçi sınıfının kalbi olan İstanbul’da kitlesel ve birleşik bir miting organize etmek, işçi ve emekçileri, gençleri, kadınları meydanlarda bir araya getirmek için ter akıtmak yerine yıllardır sendika bürokratları ve küçük-burjuva sol tarafından alan tartışmalarına sıkıştırılıyor bu önemli mücadele günü. Bu sene ise geçmiş senelerden daha vahim olarak bir burjuva parti olan CHP ile el ele adeta 1 Mayıs sabote edilmiş oldu. İstanbul’da bırakalım birleşik ve kitlesel olmasını, bir miting dahi yapılmadı.
İşçi ve emekçilerin bir araya gelmesini ve örgütlenmesini her alanda engellemeye çalışan faşist rejim Taksim Meydanı yasağını sürdürüyor. Taksim Meydanı’nın tarihsel anlamının arkasına sığınarak işçi sınıfının mücadele günü 1 Mayıs’ı kendileri için bir şova dönüştürmek isteyen CHP ve başta DİSK olmak üzere sendika bürokratları bu yasağı aşacaklarını iddia ettiler. Evdeki hesap çarşıya uymayınca binlerce insanı polis saldırısıyla baş başa bırakarak buluşma noktasından kaçarak uzaklaştılar. Türkiye solunun büyük bir kısmı da olacakları öngörmesine rağmen çeşitli sebeplerle CHP’nin ve DİSK üst bürokrasisinin oynadığı oyunun peşinden sürüklenmeyi tercih etti. Sonuç olarak örgütlü işçi sınıfının kitlesi ve gücü olmadan, entrikalarla, hesap kitaplarla, küçük-burjuvaca kahramanlıkla girişilen sözde Taksim Meydanını geri alma girişimi bir kez daha fiyaskoyla sonuçlandı.
Sınıf devrimcileri olayları, durumları değerlendirirken en çok da sınıf mücadelesini nasıl etkileyeceğini, katkılarını ve zararlarını göz önünde bulundururlar. 1 Mayısların alan tartışmasına sıkıştırılmasının, kitlesel ve birleşik 1 Mayısların organize edilememesinin işçi sınıfının siyasetine en ufak bir faydasının olmadığı ortada. Tersine, unutturulamayan bu önemli mücadele gününün örgütsüz işçi ve emekçiler için burjuva medya tarafından marjinalleştirilmesine sebep oluyor bu tartışmalar ve yaşananlar. Halbuki 1 Mayıs ne sendika bürokratlarının, ne de küçük-burjuva solundur. 1 Mayıs dünya işçi sınıfının mücadele günüdür. Faşist rejimin barikatlarını yıkıp geçebilecek kudrete sahip olan da örgütlü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı içinde sabırla çalışmadan, ter akıtmadan, işçi sınıfının bağımsız siyasetini yaratmadan, 1 Mayıs’ı ve Taksim Meydanını işçi sınıfının bir talebi haline getirmeden yasaklar, anti-demokratik uygulamalar aşılamaz.
Bizler işçi sınıfının bağımsız siyasetinden yana tutum alarak çalışıyoruz. Bıkmadan, usanmadan mücadele tarihimizi sebatla hayatına dokunduğumuz sınıf kardeşlerimize hatırlatarak, sabırla çalışarak yol alabileceğimizi biliyoruz. Faşist rejimin yasakları ancak bu kararlı mücadeleyle aşılabilir! 1 Mayıslar da, meydanlar da, dünyanın bütün zenginlikleri de ancak bu mücadeleyle gerçek sahibine, yani dünya işçi sınıfına ait olabilir.

link: İstanbul’dan MT okuru bir emekçi kadın, 1 Mayıs’ın Gerçek Sahipleri Bir Gün Onu Geri Alacak, 11 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8260
İlk Adım


Tarih boyunca yazılmış sayısız roman, destan, şiir, bestelenmiş sayısız müzik, çizilmiş sayısız resim ve insan emeğinin ürünü olan her şey… Onları üreten insanların eyleme geçme fikri, yani o ilk adım olmasaydı nasıl ortaya çıkardı? Mesela Nâzım şiirleri için kalemi eline hiç almasa, Kapital Marx için kendi kafasındaki fikirlerden ibaret olarak kalsa ya da Amerikan işçi sınıfı 8 saatlik işgünü için meydanlara çıkıp o ilk adımı atmasa ve insan merakını, heyecanını yok sayıp, önyargılarını kıramayıp o ilk adımı atmasa muhtemelen dünyamız bugünkünden çok daha kötü bir halde olacaktı.
Önümüzde işçi sınıfının bir araya gelip taleplerini haykırması için yılın diğer 364 gününden farklı, paha biçilmez olan 1 Mayıs, yani işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü var. Faşist rejimin grevleri yasakladığı, greve çıkan insanlara polis şiddetiyle karşılık verdiği, ekonomik krizin tüm bedelinin işçi sınıfına ödetildiği şu günlerde işçi sınıfı olarak 1 Mayıs meydanlarına akın edip birlikte taleplerimizi haykırmalı, bu diktatörlüğe hep birlikte karşı koymalıyız. Fakat işyerinden, okuldan veya mahalleden insanları 1 Mayıs’a davet ettiğimizde veya bununla ilgili bir konu açtığımızda genel olarak insanların korkularıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Ömründe hiç 1 Mayıs’a katılmadığı için o insanın 1 Mayıs hakkındaki bilgisi, medyanın ona sunduklarıyla sınırlı kalıyor. Medya ise egemenlerin kontrolünde olduğundan 1 Mayıs’ı “olayların çıktığı” ve polisin eylem yapan insanlara saldırdığı bir gün olarak yansıtıyor. Kısacası medyada gösterilmek istenen gösteriliyor. İşte tam olarak burada bize büyük bir görev düşüyor: Korku ve önyargıyla sarmalanmış o insana doğru yolu gösterebilmek, o ilk adımı atmasını sağlayabilmek bizim için çok önemli.
İşte o ilk adımı atan kişi kendini büyük bir dayanışmanın ve sınıf mücadelesinin içinde buluyor. Yaşadığı sorunları o meydanda korkusuzca diğer işçi kardeşleriyle birlikte haykırıyor ve en önemlisi de örgütlü bir mücadelenin nasıl olduğunun farkına varıyor. İşte bu yüzdendir ki insanları 1 Mayıs’a davet ederken bir elinden siz tutun, gerekirse o ilk adımı birlikte atın ama yeter ki o adımı atın, attırın. Sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya dileğiyle, hepinizin 1 Mayıs’ı kutlu olsun.

link: Gebze’den MT okuru bir işçi-öğrenci, İlk Adım , 29 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8252
Gelin Sesimizi 1 Mayıs Alanlarında Duyuralım!


Cumhurbaşkanının kabinesiyle yaptığı toplantı sonrası, işçilerin ve emekçilerin merakla beklediği açıklama, Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan tarafından yapıldı. Asgari ücrete ara zam yok! Emeklilere de ara zam yok, sadece enflasyon farkı var. Orta Vadeli Program (OVP) taviz verilmeden, işçiler ve emekliler için sert bir şekilde uygulanmaya devam ediliyor. Siyasi iktidar sandıktan çıkan seçim sonuçlarından güya ders aldığını söylediğinde kimileri bir yumuşama beklentisi içine girmişti, gelişmeler bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor.
Dünya işçi sınıfının önderleri kapitalizmi anlatırken, verili durum değişse de değişmeyen tek şeyin sınıflar olduğunu tespit etmiş, bu sınıfların da birbiriyle mücadele içinde olduğunu ortaya koymuştur. Bir tarafta üretim araçlarının özel mülkiyetini elinde bulunduran sermaye sınıfı, yani patronlar ve onların siyasi temsilcileri var. Diğer tarafta yaşamak için mücadele eden, karın tokluğuna çalıştırılan ve emeği çalınan işçi sınıfı var.
Bugün de Türkiye’ye baktığımızda sınıf mücadelesinin nasıl cereyan ettiğini görüyoruz. Ekonomik kriz sadece işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmış durumda. Başta Saray olmak üzere bakanlarından vekillerine kadar Hazine’nin muslukları onlar için sonuna kadar açılıyor. Ne diyorlar, itibardan tasarruf olmaz! Patronlar için teşvikler, ucuz ve hatta geri ödemesiz krediler veriliyor, vergi afları getiriliyor. O da yetmiyor bize ait İşsizlik Sigortası Fonu sözde istihdam projeleri adı altında yağmalanıyor. Ballı ihaleler, Kur Korumalı Mevduatlar ve daha neler neler... OVP programından şikâyetçi olan bir patron duydunuz mu? Kısacası iktidar ve sermaye sahipleri bir olup krizin faturasını işçi sınıfına ödetmek istiyor.
Kardeşler, olup bitenlere sessiz kalıp 2028’deki seçimleri mi bekleyeceğiz? İşçi sınıfının asıl kurtuluşu örgütlü mücadeleye katılmasıyla olacaktır. Önümüz 1 Mayıs, yani işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Bütün işçileri 1 Mayıs’a davet ediyorum. Ekonomik krizin faturasını ödememek için haydi işçi kardeşim, omuz omuza haykıralım. Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

link: İstanbul/Avcılar’dan bir emekçi, Gelin Sesimizi 1 Mayıs Alanlarında Duyuralım!, 29 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8251
Sermayenin Heveslerini Kursağında Bırakmak İçin Mücadeleye!


31 Mart seçimleri sürecinde, siyasi iktidarın akıllarda kalan söylemlerinden birisi de şuydu: “Oy yoksa hizmet de yok!” Baştan sona tehdit, şantaj, devletin bütün olanaklarını kullanma, emekçileri yapay temellerde kutuplaştırma... Tüm bunlara rağmen siyasi iktidarın 22 yıldır yalanından, kibrinden, tepedenliğinden bıkan kitleler bu defa tepkisini ortaya koydu. Ya sandığa gitmemeyi tercih etti ya da muhalefet partilerine oy verdi. Şüphesiz ki işçi sınıfının sorunları sandıkta çözülemez. Fakat aynı sorunlar hiçbir şey yapmadan, evde oturarak da çözülemez.
Her türlü dalavereye rağmen AKP’nin büyük hilelerle kapatılamayacak bir oy kaybına uğradığı bir gerçek. Dolayısıyla neredeyse her seçim sonrası büyük bir zafer sarhoşluğu yaşayan rejim sözcüleri, 31 Mart gecesi büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Bu durumu sindiremeyen rejim göz göre göre Van’da DEM Partinin kazandığı belediyeyi gasp etmeye çalıştı.
Öte yandan yerel seçimlerde belediyelerin önemli oranda muhalefet partilerine geçmesiyle birlikte, yıllara yayılan vurgunun tüm çıplaklığıyla ortaya saçıldığı görülüyor. Neredeyse bütün belediyeler yağmalanmış, kasaları tam takır olduğu gibi hepsi tam bir borç batağına sürüklenmiş. Görüyoruz ki bir taraftan lüks ve şatafattan, görgüsüzlükten, şımarıklıktan en ufak bir taviz vermeyen rejim unsurları, toplumun paralarını har vurup harman savurmaktan da imtina etmemiş.
Biz işçiler, emekçiler ağır çalışma koşullarında kazandığımız üç kuruşun en az yarısını vergi olarak ödüyoruz. Onlarsa paraya endeksli itibarlarından gram tasarruf etmiyorlar. Biz madenlerde, sanayide, rutubetli ortamlarda ömür tüketiyoruz. Onlarsa bizlerden gasp edilen paralarla günlerini gün ediyorlar. Kıt kanaat yaşayan işçi sınıfını utanmazca nankörlükle suçlayanlar, dünyanın en güzide yerlerinde lüks içinde yaşıyorlar. Sermaye sahiplerine, iktidar yandaşlarına sular seller gibi akan kaynak, sıra işçilere, emeklilere gelince birden buhar olup uçuyor. Dolayısıyla ay sonunu getiremeyen işçilere gelince Çalışma Bakanının açıklaması “işçi ve emeklilere ara zam düşünmüyoruz” şeklinde oluyor. Tabii bu zatı muhteremlere sormak lazım; kimin parasını kime vermiyorsunuz? Neredeyse hemen her gün her şeye zam gelirken işçilere ve emeklilere yılda iki defa komik düzeylerde yapılan zamları da bir lütuf mu sanıyorsunuz?
Keyfi bir şekilde kalem hileleriyle, enflasyon yalanlarıyla zaten kuşa çevrilen ücretlerimiz ayın sonunu görmeden eriyip gidiyor. İşçi kardeşler, sermaye temsilcileri krizin ağır faturasını bize ödetmektedirler. Bir taraftan dünya zenginler listesine yeni zenginler eklenirken, diğer taraftan biz işçilerin boğazındaki lokmalara göz dikilmiştir. Boşaltılan Hazine’nin, belediye kasalarının biz işçilere fatura edilmesine izin vermemeliyiz.
Bizler sermayenin saldırılarına örgütlü bir şekilde karşı durup geri püskürtmezsek yeni saldırılar çorap söküğü gibi gelecektir. İşte bu nedenle hak gasplarına karşı işçi sınıfı olarak 1 Mayıs alanlarında yerimizi almalıyız. Sermayenin saldırılarına karşı ortak taleplerimizi haykırmalı, krizin faturasının işçilere değil patronlara kesilmesini dayatmalıyız. Kıdem tazminatı hakkımız, sendikalaşma hakkımız gibi kazanılmış haklarımızı koruyabilmek için, saldırıları püskürtüp sermayenin heveslerini kursağında bırakmak için harekete geçmeliyiz.

link: İstanbul/Avcılar’dan bir metal işçisi, Sermayenin Heveslerini Kursağında Bırakmak İçin Mücadeleye!, 27 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8249
Okurlarımızdan: Yaşasın 1 Mayıs!
Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Savaşını Yükseltelim!
Ankara’dan MT okuru işçiler
Emperyalist güçlerin hegemonya kapışması dünyamızı adeta bir ateş topuna çeviriyor. Ukrayna’dan Gazze’ye savaş ateşi harlanmaya devam ediyor. İsrail’in Gazze saldırıları altıncı ayına girerken bu saldırılarda çoğunluğu çocuk ve kadın 33 bin Filistinli hayatını kaybetti. Evinden yurdundan edilen 2 milyon insan ağır saldırılar altında yaşama tutunmaya çalışıyor. Burjuva egemenler zalim savaşlarını haklı çıkarmak, dünya halklarının barış ve kardeşlik arzusunu susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçmişten bugüne halkların, emekçilerin arasına düşmanlık ve nefret tohumları ekiyorlar.
Savaş topların, bombaların patlamaya başladığı andan çok önce başlar. Yıllar boyunca milliyetçilik ve ırkçılıkla zehirlenen kitleler savaşa böyle ikna ediliyorlar. Ama onların her türlü çabalarına karşın dünyanın tüm emekçileri, ezilenleri kardeştir. Bu yüzden İtalya’dan Japonya’ya, İngiltere’den Türkiye’ye, Amerika’dan İsrail’e dünya işçileri savaşı protesto ediyor, “Filistin’e Özgürlük” sloganlarıyla meydanlara çıkıyor. Yılmadan, usanmadan “savaşa hayır” diye haykırıyorlar. Egemenler bu dayanışmayı boğmak için Filistinli emekçilerle dayanışma eylemlerine, savaş karşıtı gösterilere saldırıyor, barış sesini boğmak istiyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bu seli durduramıyorlar. Dünya işçi sınıfı dostlarına kardeşlik elini uzatmaktan vazgeçmiyor. İşte 1 Mayıs bu seli daha da güçlendireceğimiz gündür.
1 Mayıs “Emperyalist Savaşlara Hayır!” diyen sesimizin en güçlü çıkacağı gündür. Geçmişten bugüne işçi sınıfının mücadelesinin sönmeyen ateşini temsil eden 1 Mayıs, barış ve özgürlük mücadelemizin en görkemli temsilidir.1 Mayıs dünya işçi sınıfının talepleri ve sloganlarıyla alanları doldurduğu bir mücadele günüdür. Dünya işçilerinin, ezilen halkların tüm özlem ve hayalleri 1 Mayıs’ta coşkuyla yankılanır. Dünyamızı cehenneme çeviren kapitalist zorbalığa karşı 1 Mayıs’ta barış ve özgürlük talebimizi daha da yükseğe çıkartalım. Her ulustan egemenlerin, emperyalist savaştan çıkarları olanların karşısına örgütlü işçi sınıfı olarak dikilelim. Emperyalist savaşa karşı sınıf savaşını yükseltelim! Sınıfsız, savaşsız, eşit ve özgür bir dünya için haykıralım:
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
Yürüyelim!
Adana’dan MT okuru işçiler
Kapitalizm 21. yüzyılda, onu savunan tüm burjuva yazar ve çizerlerin hayalini kurduğu bir yükselişi ve refahı getirmedi. Tam aksine, kapitalizm bugün çok daha derin bir sistem krizi içinde debelenip duruyor. Bu sistemsel kriz kapitalizmi bir çıkışsızlıkla karşı karşıya getirmiş durumda. Bu çıkışsızlık kendini emperyalist savaşlarla da tarih sahnesine sürmüş bulunuyor. Artan işsizlik, gelecek kaygısı, savaşlarla yok olan insanlar… Bu barbarlık değil de nedir? Kapitalist sistem içinde kalarak, insanlığın bir geleceği yok. Daha çok kan, daha çok yıkım ve gözyaşları. Dünyamız bugün bunları yaşıyor.
Biz işçilerin kapitalist sömürü ve yıkıma karşı mücadele etmekten başka bir çıkış, bir kurtuluş yolu bulunmuyor. Bu 1 Mayıs’ta da milyonlar sokaklara akacak. Kapitalizme ve savaşlara karşı öfkelerini haykıracaklar. Yani umut var. Umudumuz var. Umut örgütlü işçi sınıfının kapitalizme karşı uluslararası mücadelesinde. Bu mücadelemiz biz işçileri dünyanın her yerinde sınıf kardeşlerimizle yan yana getiriyor. Sınıf kardeşlerimizle omuz omuza bu ortak mücadelenin ateşini büyütelim. Daha kararlı adımlarla çoğalarak kendi kurtuluşumuza yürüyelim!
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesi!
Yaşasın 1 Mayıs!
Bıjı Yek Gulan
Kahrolsun Emperyalist ve Haksız Savaşlar!
Yaşasın Sosyalizm!
Haykıracağız Bir Ağızdan!
Sefaköy’den bir eğitim işçisi
Adına sınıflar savaşı denen savaşın içine doğan kuşaklarız. Bu savaşı biz başlatmadık ama bir gün mutlaka bu savaşı kazanacağız. Buna inancımız tam! Bizler ya da bizim yolumuzdan gelenler, bu savaşın galipleri olacaktır. Bugün için düşman çok acımasız ve çok örgütlü. Nicelerimizi türlü şekillerde aldı aramızdan. Hayat tüm çelişkileriyle devam ediyor. Mücadelemiz de sürmekte ve sürecek.
1 Mayıs düşmana korku, dostlara güven veren bir gündür bizim için. Düşmanımız dünyanın bugünkü tüm egemenleri yani burjuvazi, dostlar ise dünya işçi sınıfı. Farklı milletlerden, dillerden, dinlerden dünyanın tüm mülksüzleri. Düşmanlar korksunlar, mezarlarını kazıyoruz gece gündüz! Bizden çaldıklarının hesabını soracağız bir bir! Dostlar görsünler, duysunlar meydanlarda bizi… Dünyanın bütün meydanlarında olacağız o gün ve haykıracağız hep bir ağızdan özgürlük türkülerimizi…
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!

link: okurlarımızdan, Okurlarımızdan: Yaşasın 1 Mayıs!, 24 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8247