Dünya ekonomisinin krizi derinleştikçe, emperyalist güçler, pazarları ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşmak amacıyla yeni savaşları gündeme getiriyorlar; emperyalist sistem daha da kudurganlaşıyor. Kapitalist sistem insanlığı her zamankinden çok daha fazla tehdit ediyor. 1990’da başlayan yerel savaşlarda milyonlarca insan öldü ve sakat kaldı. İsrail, Filistin halkını yok ediyor; Afganistan’da bombalar patlıyor; Hindistan ile Pakistan nükleer savaştan söz ediyor; ABD ikinci Körfez Savaşına hazırlanıyor. İşte bir kez daha emperyalist paylaşım savaşıyla karşı karşıyayız.
ABD, sarsılan hegemonyasını yeniden güçlendirip pekiştirmek istiyor. Afganistan’la birlikte yeni bir savaş dönemi başlatan ABD emperyalizmi, şimdi de gözünü Irak ve Ortadoğu’ya dikmiş bulunuyor. “Terörizme karşı mücadele”, “küreselleşme”, “sonsuz kapitalizm” masallarının yanına şimdi de Irak’ta “kitle imha silahlarının yok edilmesi” masalını ekliyor.
Dünyanın en ölümcül kitle imha silahlarını üreten ABD emperyalizmi, şimdi Irak’ın da bu silahlara sahip olduğunu gerekçe göstererek Saddam rejimini devirmek istiyor. Oysa zamanında Saddam rejimine bu silahları ve onları üretecek teknolojiyi verenler, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerdir. Ve bu silahlarla Halepçe’de binlerce Kürt katledilirken, “uygar” ABD ve Avrupa, istikrarın korunması “yüce amacı”yla bu katliama sessiz kalıyorlardı.
ABD’nin ve İngiltere’nin, kendi işlerine geldiğinde kullandıkları halde biyolojik ve kimyasal silah tehdidinden bahsetmeleri ikiyüzlülüğün daniskasıdır. 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’de yüz binlerce insan atom bombalarıyla katledilmedi mi? 1960 ve 70’lerde Amerikan emperyalizmi masum Vietnam halkının üzerine napalm ve kimyasal madde yağdırmadı mı?
Ama diyorlar, bizimki gibi demokratik rejimlerde bu silahların olmasıyla, diktatörlüklerde olması arasında bir fark vardır. Sözde Irak’a demokrasi getireceklermiş! ABD’nin dünyaya ihraç edemeyeceği tek şey demokrasidir! ABD emperyalizmi, İran Şahından tutun Filipinler’de Markos’a, Pakistan’da Ziya Ül Hak’tan Türkiye’deki 12 Eylül cuntasına, bugün düşman ilan ettiği Irak’taki Saddam diktatörlüğünden en sıkı dostu olan gerici Arap rejimlerine, Şili’nin Pinochet’sinden Venezuela’daki darbeci generallere kadar bütün kana susamış diktatörlükleri destekledi. Şimdi kalkmış demokrasi havarisi kesiliyor!
Ama ABD yalnız değildir, İngiltere de onun peşinden savaşa koşuyor. Ortadoğu’da yapılmak istenen yeni düzenlemede İsrail ve Türkiye de masada bir belirleyen olarak bulunmak istiyor. ABD Irak’a, Türk ordusuyla birlikte müdahale etme niyetinde. Türk burjuvazisi, binlerce emekçi gencin kanı pahasına, içinde bulunduğu ekonomik krizi hafifletmenin bir aracı olarak gördüğü dolar yardımlarını ve Musul ve Kerkük’ü alma hayalleri peşinde. Türkiye’de egemen güçlerin savaşa sıcak bakmasının nedeni yalnızca ABD’nin dayatmaları ya da Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığı değil. Türk burjuvazisi de bölgede etkili bir güç olmak istiyor, yani emperyalist ailenin küçük de olsa bir üyesi olma peşinde.
Avrupa Birliği ise ABD’yle çıkarları çatıştığı ölçüde bu savaşa sözde karşı çıkıyor. Gerçekte bölgedeki paylaşım kavgası emperyalist güçler arasındaki hegemonya yarışıdır ve AB de bunun bir bileşenidir. Ama bugün kendilerini doğrudan ABD’nin karşısına çıkma gücünde hissetmeyen Avrupalı emperyalistler oyalama taktiklerine başvuruyorlar. Birleşmiş Milletler’i devreye sokarak emperyalist paylaşıma daha “insani” bir görüntü verme amaçlarının arkasında, ABD’nin tek belirleyici güç olmasının önüne geçme niyetleri var. Günü gelip savaş patlak verdiğinde, hele bu savaş ABD lehine geliştiğinde, hiç şüphesiz onlar da pastadan paylarını almak için gerçek emperyalist yüzlerini göstereceklerdir. Tıpkı Afganistan’daki gibi. Durduramıyorsan, ortak ol! İşte yaklaşımları budur.
Bugün savaşın muhatabı olarak görünen Irak bir sömürge ülke değildir; Irak onyıllardır bağımsız bir ulus devlettir. Onun başındaki Saddam rejimi, Irak burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden despotik bir diktatörlükten başka bir şey değildir. Gerek Irak işçi sınıfının gerekse de Iraklı Kürtlerin başında yıllardır bir karabasan olarak iktidar sürmektedir. Geçmişte ABD’nin gözdesi olan Saddam rejiminin, bugün onun düşmanı görünmesi, bizi Irak rejimi hakkında yanılsamaya sürüklememeli. Bir burjuva diktatörlüğünün, kendi çıkarlarına aykırı düştüğü için büyük bir emperyalist güçle kapışması, hiçbir şekilde emperyalist sisteme karşı tutum almak anlamına gelmez. Bu olsa olsa büyük bir kapitalistle küçük bir kapitalist arasındaki rekabet ve paylaşım kavgasıdır.
Evet, Irak halkı Saddam rejiminden kurtulmalıdır, ama diğer tüm ülkelerde de işçi sınıfı ve emekçiler kendi burjuva egemenlerinden kurtulmalıdır. Saddam’ı olduğu gibi diğer burjuva rejimleri de ancak işçi sınıfı devirebilir. Saddam’ı devirmek şu ya da bu emperyalistin işi değil, ancak ve ancak Irak işçi sınıfının işidir. Bugün Irak işçi sınıfı hem emperyalist saldırganlığa karşı direnmek, hem de Saddam rejimini devirmek gibi zorlu bir görevle karşı karşıyadır. Irak halkının bu tür paylaşım kavgalarının kurbanı olmaktan kurtulmasının tek yolu, Irak işçi ve emekçilerinin iktidarı ele geçirmesidir.
Ama emperyalist savaş tehlikesi karşısında en büyük görev, aslında saldırgan emperyalist ülkelerin işçi sınıfına düşmektedir. Bugün ABD gibi bir süper askeri gücü durdurabilecek tek güç Amerikan işçi sınıfıdır. Amerikan işçi sınıfı, ABD’nin bu saldırısını engellemek için seferber olmalı, savaş başladığında açıkça kendi ülkesinin yenilgisi doğrultusunda tutum almalıdır. Bu savaşın doğrudan unsuru haline getirilmek istenen İngiliz ve Türk işçileri ve tüm dünya işçi sınıfı da aynı görevle yüz yüzedir. Emperyalist saldırganlığı bizzat kendi evinde yenilgiye uğratmayı hedeflemeyen hiçbir tutum, işçi sınıfının tutumu olamaz.
Bunun ne denli zor bir görev olduğu ortadadır. Ama işçi sınıfı örgütlenip devrimci sınıf bilinciyle harekete geçtiği ölçüde tüm bu zorluklar kolayca ortadan kaldırılabilir.
Bugün Irak, yarın bir başkası ... Savaş, emperyalist sistemin anarşik doğasından kaynaklanan ve tekrar edip duran bir olgu olarak kendini gösteriyor. Bu bağlamda küçük-burjuva “barışseverlerin” genel olarak “savaşa hayır” demeleri, ne yazık ki savaşın insanlığı yok edecek bir gerçeklik oluşunu ortadan kaldırmıyor, engellemiyor. Emperyalist savaşlar, emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşmasından kaynaklandığına göre, onu durdurmanın ya da engellemenin yolu da bellidir: Emperyalist savaşı burjuva düzene karşı bir savaşa çevirmek! İşçi sınıfının iktidarı ele alması!
Görevimiz “savaşa hayır” sloganlarıyla yetinmek değil, emperyalist savaşa karşı sınıf savaşımını yükseltmektir. Kapitalist sistem ortadan kalkmadan savaşlar asla son bulmayacaktır. Dünya işçi sınıfı, insanlığın kurtuluşu mücadelesine girişmek zorunda. Tüm insanlık kültürü ve birikimi, geleceğin sınıfsız ve sömürüsüz toplumunu hazırlayan üretici güçler, emperyalist sistemin mantıksız, çılgın, anarşik yapısına kurban edilemez. Dünya işçi sınıfının ve dünya komünistlerinin omzuna insanlığın kurtuluşunun ağır sorumluluğu binmiştir. O halde emperyalist savaş çılgınlığına karşı sınıf mücadelesini yükseltmek için ileri!
· Emperyalist Savaşa Değil, Sınıf Savaşına Katıl!
· Kapitalizm Yıkılmadan Savaşlar Son Bulmaz!
· Kahrolsun İşbirlikçi Kapitalist Gerici Diktatörlükler!
· Kürt ve Filistin Halklarına Kendi Kaderini Tayin Hakkı!
· Irak’ta da Özgürlük İşçiler Savaşırsa Gelecek!
· Sınır Ötesi Operasyonlara Son!
· Emperyalistlerin Çıkarları İçin Dökecek Kanımız Yok!
· Yaşasın Ortadoğu İşçi ve Emekçilerinin Sovyetler Federasyonu!
· Yaşasın Sosyalist Dünya Devrimi!
Marksist Tutum
link: Marksist Tutum, Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Mücadelesini Yükselt!, 25 Kasım 2002, https://marksist.net/node/291
Ekonomik Kriz ve Latin Amerika’daki Devrimci Yükseliş
1 Aralık Eyleminin Ardından