1848 değerlendirmeleri ve dersleri
Engels Londra’ya gelir gelmez, Marx’ın yeniden toparlanması için büyük bir çaba harcadığı Komünist Birliğin Merkez Komitesine dâhil edildi. 1848 devrimleri esnasında politik göçmenlerin gelişen devrimlere katılmak üzere Avrupa’ya dağılmaları, sonrasında tutuklamalar ve sürgünlerin yaşanması, Komünist Birliğin örgütlülüğünü alabildiğine zayıflatmıştı. Bunun için dağınık unsurları toparlama ve yeniden örgütlenme çalışmalarına hız vermek gerekiyordu. Öte yandan politik bir yayın çıkarmak da elzemdi. Daha Engels’i İsviçre’den Londra’ya çağırdığı ilk günlerden itibaren Marx’ın kafasında Neue Rheinische Zeitung’u yeniden faaliyete geçirme fikri vardı. Fakat bu, devrimin sıcağında yapılan günlük siyasi değerlendirmelerle harekete acil müdahalelerde bulunmak ve onu yönlendirmek bakımından çok önemli bir işlevi olan günlük bir gazete olmayacaktı. Komünistlerin şimdi daha geniş bir perspektif sunacak, daha derinlikli politik değerlendirmelere ve buna uygun bir teorik yayına ihtiyacı vardı. Yeni Neue Rheinische Zeitung işte bu ihtiyaca binaen, aylık bir dergi formunda tasarlanmıştı. Bu yeni derginin alt başlığı da eskisinden farklı olarak “Demokrasi Organı” değil “Politik Ekonomi Dergisi” idi. Marx’ın da Engels’in de çok önemli yazıları buradan okurlarına ulaşacaktı. Bunlar, içinden geçilen dönem nedeniyle ağırlıklı olarak 1848-49 devrimlerine ilişkin değerlendirmeleri ve dersleri içermekteydi.
Neue Rheinische Zeitung’un hazırlıkları devam ederken, Engels 1849 sonu ve 1850’nin ilk aylarında The Democratic Review adlı Çartist gazete için bir dizi makale kaleme almıştı. “Almanya’dan Mektuplar” ve “Fransa’dan Mektuplar” başlığını taşıyan bu makalelerde, Almanya’da monarşiye karşı başkaldıran burjuvazinin daha sonra işçi sınıfından duyduğu korkuyla karşı-devrim safına geçişini ve bu gerici ittifakın yükselttiği saldırı dalgasını ele alıyordu. Fransa’daki siyasi tablo da ortaya seriliyor, iktidarı ele almakla birlikte halen kralcı unsurların önemli bir yer tuttuğu burjuvazi içindeki yarılma ortaya konuyordu. Küçük köylülüğün artan huzursuzluğunun onu işçi sınıfıyla ittifak noktasına getirdiği belirtilirken, bu hızlı gelişmeler proleter devrimlerin ayak sesleri olarak yorumlanıyordu. Fakat bu, nesnel ve öznel koşulların henüz olgunlaşmamış olması nedeniyle gerçekçi bir beklenti değildi. Engels, 1848 devrimlerine ilişkin daha sonraki değerlendirmelerinde, o dönemki kimi beklentilerinin bir yanılsama olduğuna işaret ederken bu önemli noktanın altını şöyle çizecekti:
“Bu devrim her yerde işçi sınıfının eseri olmuştur; barikatları kuran ve bunu hayatıyla ödeyen işçi sınıfıydı. Hükümeti devirmekteki niyeti, açıkça, burjuva rejimini devirmek olanlar yalnızca Paris işçileriydi. Ama, kendi sınıfları ile burjuvazi arasındaki onmaz uzlaşmaz karşıtlığın bilincinde olsalar bile, gene de, ne ülkenin ekonomik gelişmesi, ne de Fransız işçi kitlesinin zihinsel gelişmesi, henüz toplumsal bir yeniden kuruluşu olanaklı kılacak aşamaya ulaşmış değildi. Bu nedenle, devrimin meyvelerini toplayan, son tahlilde, kapitalist sınıf oldu.”[1]
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ne yazdığı “Giriş”te de (1895) bu gerçekliği “tarih bizi de yanlış çıkardı, bizim o zamanki görüşümüzün bir yanılsama olduğunu ortaya koydu. (…) Tarih gösterdi ki, Kıta Avrupa’sı üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman, kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamıştır”[2] diyerek dile getirecekti.
Aslında o dönemde, yakın bir devrim beklentisi Komünist Birliğin tüm yöneticilerine hâkimdi. Nitekim bu düşünce, 1850 Martında Marx ve Engels tarafından kaleme alınan “Merkez Komitenin Komünist Birliğe Çağrısı”nda çok daha açık biçimde ortaya konmuştu. Dağılan örgütü toparlamak üzere Birlik üyelerine seslenilen bu metinde, “yeni bir devrimin yaklaşmakta olduğu ve eğer 1848’de olduğu gibi burjuvazi tarafından tekrar istismar edilmesi ve yedeğe alınması istenmiyorsa işçi partisinin mümkün olan en örgütlü, en uyumlu ve en bağımsız biçimde hareket etmesinin gerektiği” söyleniyordu.[3] 1848’de Alman liberal burjuvazisinin halka karşı oynadığı hain rolü, yaklaşan devrimde bu kez demokratik küçük-burjuvazinin üstleneceği belirtilirken, devrimci işçilerden uyanık olmaları isteniyordu. 1848 yenilgisinden sonra kendisini “cumhuriyetçi” ya da “kızıl” olarak niteleyen demokratik küçük-burjuvazi, kendi çıkarları için proletaryanın desteğini almaya çalışıyordu. Marx ve Engels ise devrimci işçi partisinin bunlara karşı tutumunu, “devirmeyi amaçladığı kesime karşı onlarla birlikte ilerlemek; kendi çıkarları uğruna konumlarını pekiştirmeye çalıştıkları her şeyde onlara karşı çıkmak” olarak özetliyorlardı. Demokratik küçük-burjuvazinin talepleri işçi partisi için asla yeterli olamazdı. Tam da bu noktada, Marksizmin önderlerinden sürekli devrim şiarı yükseliyordu:
“Demokratik küçük-burjuvazinin devrimi olabildiğince çabuk ve olsa olsa yukarıdaki istemlerin gerçekleşmesiyle sonuçlandırmayı arzulamasına karşılık, az çok mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele geçirinceye ve yalnızca bir tek ülkedeki değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış olduğu ve hiç değilse belli başlı üretici güçlerin proleterlerin ellerinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşıncaya dek, devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve bizim görevimizdir. Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir değişikliğe uğratılması değil, olsa olsa yok edilmesidir; sınıf karşıtlıklarının üzerinin örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır; mevcut toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır.”
“Çağrı”da, yaklaşmakta olan devrimde ayaklanma aşamasından başlayarak işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak neler yapması gerektiği oldukça ayrıntılı bir şekilde ortaya konuyordu. İşçi sınıfının yeni ihanetlere etkin bir şekilde karşı koyabilmek için silahlanıp örgütlenmesinin yakıcı önemi dile getiriliyordu. Savaş naraları “Devrimin Sürekliliği” olmalıdır! “Çağrı” işte bu cümleyle son buluyordu. Bu metinde açımlanan pek çok husus, proletarya için bugün gerçekleşecek bir devrim açısından da yaşamsal önemdeki tavsiyeler ve hatta yol haritası niteliğindedir.
O günlerde yeniden örgütlenmeye çalışan Komünist Birliğin, en az bu kadar büyük bir çaba gerektiren pek çok pratik işin de üstesinden gelmesi gerekiyordu. Çok sayıda siyasi mülteci, karşı-devrimin zulmünden kaçarak İngiltere’ye sığınmıştı. Bunlar arasında pek çok Alman sürgün de vardı. Bunların hayatta kalmalarını sağlamak için Marx ve Engels’in de içinde olduğu beş kişilik bir Sosyal Demokrat Yardım Komitesi oluşturulmuştu. Bağış toplama ve Almanya’daki ilişkileri sağlama göreviyse büyük ölçüde Engels’e düşmüştü. 1850 yazında bağışlar iyice azaldığında ve kaçakların sefaleti dayanılmaz bir hal aldığında, Komite küçük bir yurt kiralayıp, bir ortak mutfak ve daha sonra da iş bulamayanlar için bir üretim kooperatifi kuracaktı.[4] Marx da Engels de masa başı teorisyenleri değil, proleter devrimcilerin sorumluluğunu sırtlarında hissederek hareket eden komünist önderlerdi. Diğer pek çok niteliklerinin yanı sıra bu özellikleri de onları, keskin nutuklar atan, komplocu görüşlerle kitleleri çıkmaz bir sokağa sürükleyip binlerce işçinin, devrimcinin hayatını tehlikeye atan, sorumsuz küçük-burjuva önderlerden ayırmaktaydı.
Bu pratik işlerin ve örgütlenme çalışmalarının arasında, Neue Rheinische Zeitung’un ilk sayısı 1850 Martında yayınlanmıştı. Marx’ın editörlüğündeki bu dergi Hamburg’da basılıyor, Alman politik göçmenlerin olduğu bütün Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de dağıtılıyordu. Toplamda altı sayısı çıkacak olan Neue Rheinische Zeitung’da ağırlıklı olarak Marx ve Engels’in yazıları yer almaktaydı. Marx’ın Fransa’daki devrim sürecini son derece önemli değerlendirmeler eşliğinde ele aldığı Fransa’da Sınıf Mücadeleleri adlı kitabını oluşturan yazılar ilk kez bu dergide yayınlanacaktı. Engels ise Neue Rheinische Zeitung’da yayınlanan iki kapsamlı çalışmasıyla Almanya’ya yoğunlaşacaktı. Bunlardan ilki “Alman İmparatorluk [Reich] Anayasası İçin Kampanya”, ikincisi “Almanya’da Köylü Savaşı” başlığını taşımaktaydı.
Alman İmparatorluk Anayasası İçin Kampanya
Neue Rheinische Zeitung’un ilk üç sayısında yayınlanan Alman İmparatorluk Anayasası İçin Kampanya, 1849 Ağustosuyla 1850 Şubatı arasında tamamlanan yazılardan oluşuyordu. Engels bu yazılarda devrimci savaşı çeşitli yönleriyle anlatırken, farklı sınıfların devrim karşısındaki tutumunu da çarpıcı bir şekilde değerlendiriyordu. Elberfeld’de barikatların kurulduğu 1849 Mayısında Engels de bu silahlı ayaklanmaya bizzat katılmıştı. “Ben 11 Mayıs günü Elberfeld’e vardığımda silahlı adamların sayısı en azından 2500-3000 idi. Ama bu savaşçılar içinde ancak, yabancı takviyeler ile birkaç silahlı Elberfeld işçisine güvenilebilirdi” diyerek, karşılaştığı manzarayı anlatıyordu. “Daha ilk anda kurulan Güvenlik Komitesi sayesinde, küçük-burjuvazi işlerin idaresini eline almıştı. Ama iktidara gelir gelmez, ne kadar entifüpten olursa olsun, kendi özgücünden korkuya kapıldı” diyen Engels, harekete damgasını basan bu ara sınıfın çelişkilerini, tereddütlerini ve korkularını sergiliyordu:
“Eğer kendi haline bırakılsaydı, küçük-burjuvazi, yasal, barışçıl ve erdemli mücadelenin hukuksal çerçevesinin dışına çıkmaz ve manevi silahlar denilen silahları tüfeklerle ve kaldırım taşlarıyla değişmezdi. Almanya’da 1830’dan bu yana tüm siyasal hareketlerin tarihi, Fransa ve İngiltere’de de olduğu gibi, bu sınıfın hep kuru gürültü yaptığını ve itiraz halinde olduğunu, hatta hiçbir tehlike görmediği sürece lafazanlığı aşırılığa vardırdığını; en küçük bir tehlike ortaya çıkar çıkmaz korkak, ihtiyatlı ve hesapçı hale geldiğini; kendi başlattığı hareket başka sınıflar tarafından benimsenip ciddiye alınır alınmaz şaşırdığını, kaygılandığını ve duraksadığını; bir silahlı mücadele sorunu ortaya çıkar çıkmaz, kendi küçük-burjuva varlığı uğruna tüm harekete ihanet ettiğini; ve sonunda da, kararsızlığı yüzünden, gerici kesim zafer kazanır kazanmaz, her zaman aldatılıp kötü muamele gördüğünü gösterir.”
Engels, hareketi kendi çıkarları için başlatan küçük-burjuvazi (bunlar avukatlar, doktorlar, öğretmenler ve bir kısım küçük ticaret erbabında temsiliyet buluyorlardı) olsa da, ilerleyen günlerde ona daha kararlı ve enerjik bir karakter verenin ve mümkün olan her yerde onun yönetimini ele geçirenin proletarya ve köylülük olduğunu belirtiyordu. Bunlar bir süreliğine küçük-burjuvazinin ilerici kesimiyle birleşmişti. Büyük ve orta burjuvazinin en kararlı kesimi de başlangıçta feodalizme karşı burjuva cumhuriyet talebiyle küçük-burjuvaziyle ortak hareket etmişti; ama hareket daha radikal boyutlara evrilmeye başlayınca korkudan titreyerek sahneden çekilmişti. Bu noktada Alman burjuvazisinin İngiliz ve Fransız burjuvazisinden çok daha pısırık olduğunu söylüyordu Engels.
Elberfeld’de devrimci ayaklanma başladığında küçük-burjuvazi tarafından bir Güvenlik Komitesi oluşturulmuş, ama kendi güçlerinden korkuya kapılan küçük-burjuvaların ilk işi burjuvaziyi de buraya dâhil etmek olmuştu. Böylece her türlü radikal çıkışın önüne geçilmeye, öfke yatıştırılmaya, silahlanma önlemlerinin gelişmesi engellenmeye çalışılmıştı. Proletarya ise yeterli güce sahip değildi ve son derece örgütsüzdü. “Bu koşullar içinde, sadece bir çözüm kalıyordu: Harekete yeniden hayat vermek ve ona yeni savaşkan güçler çekmek için bazı çabuk ve enerjik tedbirler almak, hareketin iç düşmanlarını kötürümleştirmek ve son olarak hareketi elden gelen en sağlam biçimde örgütlemek” diyordu Engels:
“İlk iş, Elberfeld kent muhafızının silahsızlandırılması ve silahların işçilere dağıtılması ile, böylece silahlandırılmış emekçilerin bakımı için zorunlu bir verginin konması idi. (…) Elberfeld’de Mayısta tutuklanan ve hâlâ da hapiste olan işçilerin güvenliği bakımından, bu önerilerin benden ve sadece benden geldiklerini açıklamalıyım. Güvenlik komitesinin parasal araçları azalmaya başladığı andan itibaren, ben, kent muhafızının silahsızlandırılmasını istedim. Bununla birlikte, saygıdeğer güvenlik komitesi, kendini hiç de bu türlü «terörcü tedbirler»e başvurma zorunluluğunda görmedi. (…) Kentin daha iyi savunulmasını gözeten tüm önerilere, bu güvenlik komitesi bayları, bütün bunların yararsız olduğu, Prusyalıların gelmekten sakınacakları, kendilerini dağlarda tehlikeye atmayacakları vb. gibi yanıtlar veriyorlardı.”
Sadece Engels’in özel çabası ile belediye deposu basılarak 80 kadar tüfek elde edilmiş, ama onlar da düşüncesizce dağıtılmaları nedeniyle işçilerin değil lümpenlerin eline geçmişti. İşçi sınıfının henüz son derece zayıf olduğu o dönemde, diğer tüm sınıf kesimleri aslında tarihsel rollerini oynamış ve nihayetinde Elberfeld’deki ayaklanma Prusya ordusu tarafından ezilmişti. Engels’in Haziranda Willich’in gönüllü birlikleri içinde bizzat yer aldığı Baden ve Pfalz ayaklanmalarında da sonuç aynı olmuştu. Yazısının sonunda, Engels, Fransa’daki Haziran bozgunundan sonra Avrupa’nın uygar bölümünün karşısına çıkan sorunun şu olduğunu söylüyordu: “Ya devrimci proletaryanın ya da Şubattan önce hüküm süren sınıfların egemenliği. Bir orta yol artık olanaklı değil.” Burjuvazi halk üzerindeki egemenliğini soyluluğa ve bürokrasiye boyun eğerek sürdürme yoluna gitmiş, küçük-burjuvazi belirleyici çatışmayı erteleyen olanaksız bir uzlaşıya girişmişti. Yenilgiye rağmen, bu mücadele, sınıf karşıtlıklarının iyice belirgin hale gelmesinde önemli bir rol oynamıştı. Engels, Almanya’da devrimin bundan böyle ancak proletaryanın iktidarı ele almasıyla tamamlanabileceğini belirtiyordu. Aynı dönemde Marx da Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde, işçi sınıfının Haziran devriminde burjuvazinin diktatörlüğüne karşı şu sloganla ayağa kalktığını belirtiyordu: “Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfının diktatörlüğü!” Marx “proletarya diktatörlüğü” ifadesini ilk kez bu yapıtında kullanmıştı.
Almanya’da Köylü Savaşı
Engels’in 1850 Kasımında Neue Rheinische Zeitung’un son sayısında yayınlanan bir diğer kapsamlı eseri Almanya’da Köylü Savaşı idi. Almanya’da 16. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan ve tüm ülkeye yayılan köylü savaşlarının tarihsel varoluş koşullarını, bu savaşlara katılan farklı sınıfsal kesimlerin tutumunu, bunu gerekçelendirirken kullandıkları siyasal ve dinsel argümanları irdeleyen Engels, yaşananın aslında açık bir sınıf mücadelesi olduğunu ortaya seriyordu. Burjuva tarihçilerin “sert dinsel çekişme”lerden başka bir şey görmeyip “din savaşları” olarak niteledikleri bu savaşlar gerçekte maddi sınıf çıkarlarının ifadesiydi. “Bu sınıf mücadelelerinin o çağda dinsel nitelik işareti taşımaları, çeşitli sınıfların çıkarları, ihtiyaçları ve taleplerinin dinsel perde ardına gizlenmesi, işin aslından hiçbir şey değiştirmez ve çağın koşullarıyla kolayca açıklanabilir” diyordu Engels.[5]
“Ulusun bölündüğü üç büyük safın ilki olan tutucu-katolik saf var olan düzenin korunmasıyla ilgili bütün unsurları, imparatorluk iktidarı, rahipler sınıfı, laik prenslerin bir bölümü, zengin soyluluk, yüksek din adamları ve kentlerdeki patricileri bir araya getirirken, ılımlı Lutherci burjuva Reform bayrağı altında muhalefetin mülk sahibi bütün unsurları, küçük soylu kitlesi, burjuvazi ve hatta, kilise mallarına el koyulmasıyla zengin olmayı umut eden ve İmparatorluk karşısında daha büyük bir bağımsızlık elde etme fırsatından yararlanmak isteyen laik prenslerin bir bölümü toplanıyordu. Nihayet, köylüler ve halk, talepleri ve öğretileri en açık biçimde Thomas Münzer tarafından ifade edilen devrimci safı oluşturuyorlardı.”
Materyalist tarih anlayışından hareket eden Engels, “proletaryanın ilk unsurlarının temsilcisi” olarak nitelendirdiği Münzer’in sezgisel olarak komünizm fikrine vardığını, ama onun temsil ettiği sınıfın, yani proletaryanın o dönemde daha yeni doğmakta olduğunu, hayal ettiği toplumsal dönüşümün temelinin ise çağın maddi koşulları açısından henüz çok güçsüz olduğunu vurguluyordu. Mevcut toplumsal koşullar, Münzer’in yerleştirmeyi düşlediği toplumsal düzenin tam tersi olan bir toplumsal düzeni, kapitalizmi hazırlıyordu. Ama Almanya açısından düşünüldüğünde, bu bile henüz başlangıç aşamasında olan bir hazırlıktı. Bu yüzden de, “çağın Protestan burjuvalarını alabildiğine korkutan toplumsal devrim, gelecekteki burjuva toplumunu zamanından önce kurmaya yönelen güçsüz ve bilinçsiz bir girişimin” ötesine geçemeyecekti. Daha otuzlu yaşlarına bile varmayan Münzer ise, feodal soylulara ve diğer bir sömürücü odak olan Katolik kilisesine karşı verilen bu savaşta isyancı köylülerin müttefiki olarak boy gösteren prenslerin huzurunda işkence edilip kafası kesilerek öldürülecekti. Bu savaşın tek kazananları prensler olacaktı.
Sınıfların davranışları açısından, 1525 Alman devrimi ile 1848-49 devrimi arasındaki benzerliklere de dikkat çeken Engels, daha sonra kitap olarak yayınlanan bu eser için yazdığı 1870 ve 1874 tarihli önsözlerde de bu bağlamda çok önemli noktalara dikkat çekiyordu. Burjuvazinin, kendisinin yarattığı ve hızla büyüttüğü proletarya karşısında, siyasal egemenliği tek başına uygulama gücünü hızla yitirdiği için müttefiklere ihtiyaç duyduğunu, Almanya’da 1848 devriminin bu açıdan kritik bir dönemeç noktası olduğunu belirtiyordu:
“Ve bu anda, Alman burjuvazisi, Alman proletaryasından çok Fransız proletaryasından korktu. Paris’teki Haziran 1848 çarpışmaları, kendisini bekleyenin ne olduğunu gösterdi ona. (…) ve o günden sonra burjuvazinin siyasal eylemi canlılığını yitirmişti. Kendisine müttefikler aradı (…) Bu müttefiklerin hepsi gerici niteliktedir: ordusu ve bürokrasisi ile krallık, büyük feodal soylular, küçük soylular ve hatta papazlar takımı. Burjuvazi kendi değerli postunu kurtarmak için, elinde artık satacak hiçbir şey kalmayana dek bütün bu kalabalıkla anlaştı ve birleşti. Ve üstelik proletarya geliştikçe kendisini bir sınıf olarak hissetmeye, bir sınıf olarak davranmaya başlıyordu ve burjuvalar da gitgide daha korkak oluyorlardı.”
Proletaryanın da vereceği savaşta müttefiklere ihtiyaç duyduğuna değinirken, bu bağlamda küçük-burjuvazi, lümpen proletarya, küçük köylülük ve tarım işçilerini çeşitli yönleriyle ele alıyor, ilk üç grubun çelişkilerine, güvenilmez yönlerine vb. dikkat çekiyor, fakat burjuvazinin ezip yok oluşa sürüklediği bu kesimlerin tümünün çıkarlarının proletaryayla ittifaktan geçtiğini belirtiyordu. Son gruba gelince, şöyle diyordu Engels:
“Tarlalardaki proletarya, ücretli tarım işçileri, büyük kitle olarak, hükümdarların ordularının devşirildiği yerdir. Genel oy hakkı sayesinde, şimdi parlamentoya bütün o feodaller ve toprak soyluları kalabalığını yollayan sınıf budur; ama bu, aynı zamanda da, kentlerdeki sanayi işçilerine en yakın, onunla aynı varoluş koşullarını paylaşan, hatta ondan daha derin bir sefalet içinde bulunan sınıftır. Bu sınıf, ufalandığı ve dağıldığı için güçsüzdür; ama hükümet ve soylular ondaki gizli gücü öylesine iyi bilirler ki, cahil kalsın diye kasten okulları çalışmaz durumda bırakırlar. Alman işçi hareketinin en ivedi görevi bu sınıfı canlandırmak ve hareketin içine sürüklemektir.”
Neue Rheinische Zeitung’un son sayısı 1850 Kasımında çıkmıştı. Marksizmin önderleri, orada yayınlanan bir değerlendirme yazısında, bir süredir ciddi bir yol ayrımına geldikleri Willich ve Schapper’in görüşlerini eleştirirken, “yeni bir devrimin ancak yeni bir bunalım sonucunda mümkün olacağı” öngörüsünde bulunuyorlardı. Yaşanan ekonomik yükseliş ve sınıf mücadelesindeki geri çekilme, onları devrimin yakın zamanda gerçekleşeceği düşüncesini değiştirmeye itmişti. Ne var ki Komünist Birlik içinde Willich ve Schapper’in başını çektiği bir grup bu konuda onlardan tümüyle farklı düşünüyordu. Onlara göre, devrim açısından ihtiyaç duyulan tek şey bir avuç gözüpek insan ve paraydı; devrim yakındı ve bu noktada küçük-burjuva demokratlarla örgütsel yakınlık zorunluydu! Basit bir politik kestirim sorunu gibi görünen bu sorunun temelinde aslında köklü bir anlayış farklılığı yatmaktaydı. Bu farklılık Komünist Birliğin fiilen bölünmesine yol açacak, Neue Rheinische Zeitung’un yayın hayatı da bu süreçte son bulacaktı. Fakat 1848 devrimlerinin doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve gerekli derslerin çıkarılması, devrimci işçi hareketi açısından büyük bir önem taşımaya devam ediyordu. Proletaryanın yeniden ayağa kalktığında güçlü bir örgütün yanı sıra teorik temelleri yetkinleşmiş bir mücadele kılavuzuna ihtiyacı vardı. Marx ve Engels’in tüm çabası işte bu ikili göreve odaklanmıştı. Bu açıdan her ikisi de 1848 devrimlerinin deneyimlerinden süzülen teorik genelleştirmeleri çok önemli görmekteydi. O dönemde Marx Fransa’ya yoğunlaşırken, Engels çalışmalarını Almanya üzerinde derinleştiriyordu.
Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim
Engels’in bu bağlamda en kapsamlı eseri, on dokuz makaleden oluşan Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim olacaktı. Taşıdıkları bu başlıkla sonradan kitaplaştırılacak olan söz konusu makaleler, 1851-52 döneminde, ilerici bir Amerikan gazetesi olan New York Daily Tribune’de yayınlanmıştı. ABD’deki Alman devrimcilerin de okuru oldukları bu gazetenin ütopik sosyalist editörü, Marx’tan Londra muhabiri olmasını istemiş, geçim sıkıntısı içindeki Marx da buna olumlu yanıt vermişti. Engels Marx’ın isteğiyle, Alman devrimini değerlendiren bu makaleleri kaleme almıştı. Fakat bunlar gazetenin resmi muhabiri olan Marx’ın imzasıyla yayınlanacaklardı. Engels’in ölümünün ardından 1896’da ilk kez kitaplaştırıldıklarında da söz konusu kitabın yazarı Marx görünüyordu. Çünkü Engels asıl yazarın kendisi olduğunu sağlığında kimseye söylememişti. Gerçek çok sonradan keşfedilecek ve ancak 1913 sonrasındaki baskılar Engels’in adını taşıyacaktı.
1851 Ekiminde kaleme almaya başladığı Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim’de Engels, tıpkı Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ve Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı eserlerinde yaptığı gibi, 1848’in devrimci hareketlerini yaratan ve bunların başarısızlığına yol açan nedenleri irdeliyor, buradan önemli sonuçlar çıkarıyordu. Politik olayları bunlara zemin hazırlayan ekonomik temellerle birlikte açıklarken, çeşitli sınıfların toplumsal gelişmeler karşısında takındıkları tutumların kökenini de yine bu temellerde arıyordu. Devrimlerin arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri toplumsal ihtiyaçların yattığını, bu ihtiyacı zorla bastırmaya dönük tüm girişimlerin onu daha şiddetli hale getirmekten başka bir sonuç vermeyeceğini belirtiyordu. “Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey baştan başlamaktır” diyen Engels için, bu dinlenme aralığında yapılması gereken şey, hem son patlamayı hem de yenilgiyi kaçınılmaz kılan nedenleri irdelemekti. Bunun tarihsel açıdan çok büyük bir önem taşıdığını vurgulayarak şu çok önemli hususa parmak basıyordu: “Bu nedenler, bazı liderlerin tesadüfi eğilimleri, yetenekleri, kusurları, yanlışları ya da ihanetleri içinde değil, genel toplumsal durum ve sarsılan ulusların her birinin varlık koşulları içinde aranmalıdır.”
Engels, devrim patlak verdiğinde mülk sahibi sınıfların ve emekçi sınıfların genel durumunu tasvir ederek başlamaktadır bu yazı dizisine. Burjuvazinin ve proletaryanın Fransa ve İngiltere’ye oranla son derece sınırlı bir gelişmişlik düzeyinde olduğu Almanya’da, köylülük ve kent küçük-burjuvazisi çok büyük bir nüfussal ağırlık teşkil etmektedir. Küçük-burjuvazi ara konumu nedeniyle politik açıdan da iki sınıf arasında gidip gelir. Daha zengin sınıfın saflarına girme umudu ile proleterlerin durumuna düşme korkusu arasında; devlet işlerinin yürütülmesinden pay kaparak çıkarlarını genişletme umudu ile, zamansız bir muhalefet yüzünden egemenlerin öfkesini uyandırıp elindekinden de olma korkusu arasında salınıp durur. Elbette politik görüşleri de öyle. “Güçlü bir feodal ya da monarşik hükümet altında aciz ve sinik bir itaatkârlık içinde bulunan bu sınıf, burjuvazi yükseliş halindeyken liberalizm safına geçer; burjuvazi kendi üstünlüğünü sağlar sağlamaz ateşli demokrasi nöbetleri geçirir, fakat altındaki sınıf, yani proletarya bağımsız bir harekete girişmeye görsün, sefil bir korku ve umutsuzluk içine düşer.”
Sadece küçük-burjuvazinin değil, burjuvazinin, proletaryanın ve köylülüğün bu devrimde oynadığı rolü, hem güncel olaylar hem de bunu güdüleyen tarihsel-toplumsal koşullara dayanarak açıklamaktadır Engels. Farklı tabakalardan oluşan ve dolayısıyla çıkarları da farklı olan köylülerin, bunun yanı sıra geniş bir alana yayılmış olmaları nedeniyle de başarılı bir kurtuluş hareketi gerçekleştirme yeteneğinden yoksun olduklarını, kentlerin daha yoğun, daha uyanık ve daha kolay harekete geçen halkının, onlara ilk itişi vermesi gerektiğini belirtmektedir.
Almanya’da devrime ilerleyen süreçte, feodal ve bürokratik despotizmin zincirlerine artık tahammülü kalmayan burjuvazi, her yolla işçi sınıfının desteğini sağlamaya çalışmıştır. Öyle ki, “1847 yılı sonlarında, proletaryanın sempatisini kazanmak için, burjuvazi arasında, kendini «sosyalist» ilan etmeyen tek bir ünlü siyasetçi” kalmamıştır. Ne var ki, Fransa’daki Haziran ayaklanmasında “anarşik” işçi sınıfının doğrudan burjuvaziyi hedef alması, Alman burjuvazisini de korkuya sürüklemiş ve nihayetinde devrime ihanet ederek feodal soylularla uzlaşmaya itmiştir.
“Her durumda isyancıların gerçek dövüşken gücü, o ilk olarak silaha sarılan ve askerlerle savaşa girişen çekirdek, kentlerin işçi sınıfından oluşuyordu. Kırların yoksul nüfusunun bir bölümü, tarım işçileri ve küçük çiftçiler de, çatışmanın patlak vermesinden sonra, genellikle onlara katıldılar. Kapitalist sınıfın altındaki tüm sınıflardan gelen gençlerin çoğunluğu, hiç değilse bir zaman için, isyancı ordular saflarında bulunuyordu; ama işler gitgide daha ciddi bir biçim aldıkça, gençlerin bir hayli karışık topluluğu hızla seyreldi. Özellikle öğrenciler, o kendi kendilerine takmaktan hoşlandıkları adla «zekâ temsilcileri», çoğu kez kendisi için gerekli hiçbir niteliğe sahip bulunmadıkları subaylık rütbesine yükseltilmekle alıkonulmadıkları sürece, kaçanların ilkleri oldular.”
Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim proleter sınıf savaşının strateji ve taktikleri açısından olduğu kadar, “ayaklanma sanatı”na ilişkin de çok önemli tespit ve değerlendirmeler içeriyordu. Tıpkı savaş gibi ayaklanmanın da bir sanat olduğunu ifade eden Engels, bu silaha başvurmadan önce tüm güçlerin ölçülüp tartılması gerektiğini belirtiyordu. 1848 deneyimi Almanlara ayaklanmanın kurallarını iyice öğretmişti: “Birinci olarak, oynadığın oyunun sonuçlarını göğüslemeye tamamen hazır olmadan, asla ayaklanmaya kalkışma. (…) İkinci olarak, bir kez ayaklanma yolunu tuttun mu, son derece kararlı davranacaksın ve saldıran taraf olacaksın. Müdafaa her türlü silahlı ayaklanmanın ölümü demektir; böylesi, daha düşmanla boy ölçüşmeden dövüşü kaybetmek olur. Güçleri dağınık olduğu sürece, karşındaki kuvvetleri şaşırtacaksın, küçük de olsa her gün yeni başarılar elde edeceksin; başkaldırının sağladığı ilk başarının sana verdiği moral üstünlüğünü sürdüreceksin; daima en güçlü dürtünün peşinden giden ve daima daha emin olan tarafa yatan, kendi yanındaki kararsız unsurları toparla; senin karşında kuvvetlerini toparlama fırsatı bulamadan düşmanlarını geri çekilmek zorunda bırak…” Bunlar bugün de proletaryanın uzun devrim yolculuğunda asla unutmaması gereken kurallar olmaya devam etmektedir.
1850’ye gelindiğinde, Almanya ve İtalya’da devrim yenilmiş, Fransa ise karşı-devrimin girdabına sürüklenmişti. Louis Bonaparte’ın 2 Aralık 1851’deki darbesi bütün Avrupa’da uzun bir gericilik döneminin başladığına işaret edecekti. Burjuvazinin azgın bir saldırıya giriştiği bu gericilik dönemi, Komünist Birlik için de bir tarihsel dönemin kapanışı anlamına gelmekteydi. 1850 Eylülündeki bölünmeden iki yıl sonra Almanya’daki üyeleri tutuklanan Komünist Birlik, Köln’deki yargılamanın ardından gelen hapis cezalarıyla birlikte ölümcül bir darbe almıştı. Londra grubunun Almanya’yla ilişkilerinin kopması anlamına da gelen bu darbenin ardından fiilen dağılan Birlik, nihayetinde Marx’ın önerisi üzerine 1852 Kasımında kendisini feshetmişti. Fakat Elif Çağlı’nın da vurguladığı gibi,
“Marx ve Engels açısından, bu karar asla örgütlü mücadelenin ve örgütlenme faaliyetinin son bulması anlamına gelmiyordu. Tam tersine, onlar gelecek dönemin görevlerini üstlenebilecek yeni bir örgütü yaratmak amacıyla eskiye nokta koymuşlardı. Devrimci parti faaliyeti, mücadelede önderlik edecek proleter devrimci kadroların yaratılması, işçi sınıfının örgütleri arasındaki bağların pekiştirilmesi ve bilimsel komünizme dayalı politik görüşlerin yayılması amacıyla yeni koşullara adapte edilmiş şekilde yürütülmeliydi.
“Komünist Birlik, proleter devrimci bir çekirdeğin yaratılmasında büyük bir rol oynamıştı ve onun olumlu deneyim ve kadro birikimi yeni bir örgütlülüğe temel oluşturacaktı. Nitekim bu doğrultuda sarf edilen çabalar neticesinde, 1864 yılında Uluslararası İşçi Birliği (Birinci Enternasyonal) kurulabildi. Engels’in de belirttiği gibi, Komünist Birlik devrimci mücadelenin kadrolarını yetiştirmek bakımından tarihsel önemde bir okul olmuştu.”[6]
Marx ve Engels’in 1848 deneyimlerinden süzdükleri dersler ise daha sonra Paris Komününden çıkarılacak paha biçilmez derslerle birleşerek, Marksizmin devrim ve devlet öğretisinin temellerini oluşturacaktı.
(devam edecek)
[1] Komünist Manifesto, “1893 Tarihli İtalyanca Baskıya Önsöz” , Yordam Yay.
[2] Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Engels’in “Giriş”i, Sol Yay., 4. bsk, s.11-14
[3] Marx-Engels, “Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı”, Seçme Yapıtlar, c.1
[4] Friedrich Engels Biyografi, Sorun Yay., s.148
[5] Alıntılar için bkz. Engels, Köylüler Savaşı, Payel Yay.
[6] Elif Çağlı, Bu Dünyaya Marx Geldi/3, marksist.com
link: İlkay Meriç, Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /4, 17 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7150