Marx’ın mirasını gün ışığına çıkarma çabasıyla dolu günler
Marx’ın ölümünün ardından Engels öncelikli iş olarak Kapital ciltlerini tamamlayıp baskıya hazır hale getirmeye yoğunlaşmıştı. Engels aylar süren hastalık sürecine rağmen bu zorlu işe soyunduğunda yüz yüze olduğu şey sadece Marx’ın okunması son derece zor olan elyazmalarının çözülüp temize çekilmesinden ibaret değildi. Bu iş aynı zamanda Engels’ten başka kimsenin beceremeyeceği zorlu ve yaratıcı bir çalışma gerektiriyordu. Zira elyazmaları ayrıntılı bir şekilde işlenmiş bölümlerin yanı sıra taslak halinde kalmış bölümleri de içeriyordu. Elde çok sayıda, çoğu bölük pörçük çalışma bulunuyordu. Tüm bunlara ek olarak bir de Marx gibi kılı kırk yaran bir yazar söz konusu olduğunda, üstesinden gelinecek iş daha da zorlaşıyordu. Ama bütün bunlar Engels’i, “madem eski yoldaşıma böylece yeniden kavuşacağım, işi seveceğim demektir”[1] diyerek kolları sıvamaktan alıkoyamadı. Ve nihayetinde, arzu ettiği gibi, “editörünün değil tümüyle yazarının olacak” bir yapıt ortaya çıkarmayı başardı.
Kapital’in ikinci cildini yoğun bir çabanın ardından 1885’te tamamlayarak baskıya veren Engels, hayatının Marx’sız geçen on iki yıllık son döneminde, sosyalist hareketin ve işçi hareketinin ihtiyaçları doğrultusunda zengin bir konu çeşitliliği gösteren çok sayıda eser de kaleme alacaktı. Makalelerinin daha hacimlice olanlarına, “Almanya’da Sosyalizm” (1891), “Avrupa Silahsızlanabilir mi” (1893) ve “İlk Dönem Hıristiyanlığın Tarihi Üzerine” (1894) adlı çalışmaları örnek olarak verilebilir. Yine 1894’te yazdığı “Fransa’da ve Almanya’da Köylü Sorunu” adlı broşürü ise Marksizmin küçük, orta ve büyük köylülük karşısındaki tutumunu özlü bir şekilde sergilemesi bakımından özellikle önemlidir. Bu tutum, Ekim Devriminde Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin sergileyeceği doğru tutuma kılavuzluk edecekti.
Engels’in hiç de azımsanmayacak kısmı broşür hacminde olan çok sayıda makalesinin yanı sıra Marx’ın ve kendisinin daha önce yayınlanan kitaplarının yeni baskılarına ya da çevirilerine yazdığı güncel önsözler de ufuk açıcı bir öneme sahiptir. Keza çeşitli ülkelerdeki yoldaşlarıyla gerçekleştirdiği yazışmalar da onun politik-teorik mirasının önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlar Engels’in tarihsel materyalizmden güncel politik değerlendirmelere, örgütsel sorunlardan daha kişisel gibi görünen meselelere, sayısız önemli konudaki düşüncelerini, açılımlarını, tavsiyelerini içermektedir.
Eserlerini “okumuşlar”dan ziyade işçilere sunmaktan her zaman büyük bir mutluluk duyan Engels’in birbirinden önemli çalışmalarının tümünü bu yazı kapsamında ele almak mümkün değildir. Ancak bunların bazılarını burada anmadan geçemeyiz. Bu bağlamda, en önemli eserlerden biri kuşkusuz Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı broşürüdür. Engels bu broşürü, Neue Zeit gazetesinin yazı kurulunun, Feuerbach konusundaki bir kitaba yönelik bir eleştiri yazısı yazmasını istemesi üzerine kaleme almıştı. Klasik Alman felsefesinin Batı Avrupa’da yeniden ilgi odağı olduğu o dönemde, Hegel felsefesinden kopuşları üzerine kısa ve sistematik bir inceleme yazısının yararlı olacağını düşünmüştü. Engels, bunu, Hegel sonrası dönemde üzerlerinde başka herhangi bir filozoftan daha fazla etkisi olan Feuerbach’a bir onur borcu olarak da görüyordu. 1886’da bu gazetede iki bölüm halinde yayınlanan bu eser, idealizm, materyalizm ve diyalektiği ele alan bölümleriyle öne çıkacaktı. Her iki filozofun da tarihsel önemini göz ardı etmemek gerektiğini, ama düşüncenin gelişimi açısından Hegel’in idealist diyalektiği kadar Feuerbach’ın metafizik materyalizminin de aşılmasının şart olduğunu belirten Engels, Marksist felsefenin diyalektik materyalizmle bu dar kalıpları nasıl aştığını ortaya koyuyordu. Bu eser, tarihsel materyalizmin de sergilendiği en güzel örneklerden biriydi.
Engels bu eseri baskıya yollamadan önce, elyazmalarından oluşan eski çalışmalarına bakarken bir sürprizle de karşılaşacaktı: Marx’ın eski bir defterinde yer alan Feuerbach üzerine on bir tez! “Bunlar, sonradan işlenmek üzere çabucak kâğıt üzerine çiziktirilivermiş, hiç de baskı için hazırlanmış olmayan yalın notlardır, ama yeni dünya anlayışının dahiyane tohumunun atılmış olduğu ilk belge olarak ölçülemeyecek bir değer taşıyorlar.” Engels’in bu şekilde söz ettiği bu tezler, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı broşürün ekler bölümünde yerini alarak, Marksist literatürün ölümsüz metinleri arasına girecekti.
Engels’in bu dönemdeki parlak öngörüleri de onun Londra’da olmasına rağmen Almanya ve çok daha uzak olan Rusya da dâhil olmak üzere uluslararası politik gelişmeleri nasıl yakından takip ettiğinin ve tarihsel incelemeleri eşliğinde son derece doğru bir şekilde yorumladığının güçlü kanıtlarıdır. 1887 Aralığında kaleme aldığı şu satırlar bunun çarpıcı bir örneğidir:
“Prusya-Almanya’nın yürüteceği tek savaş, bir dünya savaşı, üstelik hayal bile edilemeyecek ölçüde ve şiddette bir dünya savaşı olacaktır. Sekiz on milyon asker birbirinin boğazına sarılacak ve bu süreçte Avrupa’yı bir çekirge sürüsünden daha açık bir şekilde soyacaklardır. Otuz Yıl Savaşının yarattığı yıkımın üç dört yıla sıkıştırılmış ve tüm kıtaya yayılmış bir şekilde yaşanması; kıtlık, hastalık ve şiddetli bir sefaletin ardından hem orduların hem de halkların genel ölçekte barbarlığa gömülmesi; eski devletlerin ve onların geleneksel politik bilgeliğinin, düzinelerce tacın hendeklere yuvarlandığı ve hiç kimsenin onları yerden kaldıramayacağı noktaya dek çökmesi; tüm bunların nasıl sonuçlanacağını ve savaştan kimin galip çıkacağını öngörmenin mutlak imkânsızlığı. Yalnızca bir sonuç tümüyle kesindir: genel tükeniş ve işçi sınıfının nihai zaferi için koşulların yaratılması.”[2]
Bu satırlar, Avrupa’nın dört büyük imparatorluğunda (Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı) taçların büyük bir gümbürtüyle sokaklarda yuvarlanmasıyla neticelenen Birinci Dünya Savaşından 27 yıl önce yazılmıştır. Engels’in Avrupa gericiliğinin son kalesi olarak nitelendirdiği Rus Çarlığına ilişkin yazılarındaki öngörüleri ve tespitleri de aynı çarpıcılıktadır. Örneğin Rus Marksistlerin isteği üzerine kaleme aldığı “Rus Çarlığının Dış Politikası” adlı kapsamlı analiz yazısında (1890), Çarlığın dış politikasının iç politikayla sıkı bağlantısını tahlil ederken, onun giderek nasıl zayıfladığını da ortaya koyuyor ve devrimin kapıda olduğunu dile getiriyordu. Rus Çarlığının düştüğü gün Avrupa’da da çok farklı bir rüzgârın eseceğini belirten Engels bunun ötesinde, devrimle yaklaşan savaş arasında da bağ kuruyordu: “Avrupa bir eğik düzlemde, şimdiye dek duyulmamış genişlik ve gaddarlıkta bir topyekûn savaşın uçurumuna doğru artan bir hızla kayıyor. Bunu sadece bir şey durdurabilir; Rusya’da bir sistem değişikliği.”[3]
Topyekûn bir savaşa doğru gidildiğinin en önemli işaretlerinden biri olarak burjuva devletlerin silahlanmayı doludizgin arttırdığı bu dönemde, Engels çok sayıda makale ve yazışmada bu tehlikeye dikkat çekti. O, pasifistlerden farklı olarak, barış mücadelesini sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görmekteydi. Bu, işçi sınıfının ulusal ve uluslararası örgütlerinin en önemli görevlerinden biriydi.
Bu dönemde Avrupa’da işçi hareketi canlanmaya başlamış ve işçi partileri de geçmişe göre belirgin bir şekilde güç kazanmıştı. Konjonktürdeki bu değişim, Engels’in o zamana kadar “henüz vakti gelmedi” diyerek sıcak bakmadığı yeni bir Enternasyonal örgütlenmeyi artık zorunluluk olarak değerlendirmesine yol açmıştı. Fransa’da Possibilistlerin[4] 1889’da Paris’te uluslararası bir işçi kongresi düzenleme hazırlığına girişmeleri, devrimci temellerde bir Enternasyonalin bir an önce kurulmasını acil bir görev haline getirmişti. Aksi takdirde uluslararası işçi hareketinin önderliği reformistlere kaptırılacak ve devrimci mücadele büyük bir darbe alacaktı. Bu nedenle Engels pek çok yazışmanın yanı sıra bilfiil koşturarak Alman ve Fransız Marksistleri harekete geçirdi. Bu sayede, Fransız ve İngiliz reformistlerin düzenlediği kongrede sadece 9 ülkeden temsilciler bulunurken, Marksistlerin 14 Temmuz 1889’da Paris’te düzenledikleri kongreye 22 ülkeden 407 delege katılacaktı. İkinci Enternasyonalin kurulması doğrultusunda ilk adımın atıldığı bu kongrenin, 1789 Fransız Devriminin sembolü olan Bastille baskınının yüzüncü yıldönümüne denk gelmesi ayrıca anlamlıydı.
Paris Kongresinde, 8 saatlik işgünü mücadelesinin ve işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının sembolü olarak 1 Mayıs’ın her yıl dünya ölçeğinde kutlanması da kararlaştırılmıştı. İşçi sınıfı bu kararı bağrına basarak karşıladığını bir yıl sonra Avrupa ve Amerika’da sel olup meydanlara akarak gösterecekti. Nitekim 4 Mayıs 1890’da 250 binden fazla işçinin katıldığı Londra’daki mitingde kürsüden meydandakileri selamlayan Engels de bu coşkuyu bizzat yaşamıştı. Birkaç gün önce Komünist Manifesto’nun 1890 tarihli Almanca baskısına önsözünün altına 1 Mayıs tarihini atarken de coşkusunu milyonlarca işçiyle paylaşmıştı:
“«Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!» Bundan kırk iki yıl önce, proletaryanın kendi taleplerini öne sürerek ortaya atıldığı ilk Paris devriminin arifesinde biz bu sözleri dünyaya ilan ettiğimizde pek az yerden ses alabilmiştik. (…) bugün, ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası ilk kez tek bir ordu halinde, tek bayrak altında, tek bir ilk amaç için –Enternasyonal’in 1866 Cenevre Kongresinde ve sonra tekrar 1889 Paris İşçi Kongresinde ilan edildiği üzere sekiz saatlik normal işgününün yasalaşması için– seferber olmuş savaş güçlerini teftiş ediyor. Bugünkü görkemli manzara bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak sahiplerine, bütün ülkelerin işçilerinin bugün sahiden birleşmiş olduklarını gösterecektir. Keşke Marx bunu kendi gözleriyle görmek için şimdi yanımda olsaydı!”
Her ne kadar yönetiminde yer almasa da kurulması için büyük emek verdiği İkinci Enternasyonal, Engels’in iş yükünü de bir o kadar arttırmıştı kuşkusuz. Yeni kurulan Enternasyonalin devrimci bir hatta ilerlemesi için elinden geleni yapan Engels, Anti-Sosyalist Yasanın kalkmasıyla birlikte legale çıkmaya hazırlanan Alman partisine de yardımcı oluyordu. İşçi hareketindeki yükselişin kendini kitlesel grevlerle ortaya koyduğu ülkelerden biri olan Almanya’da, burjuvazisinin bir bölümü sosyalist hareketi artık devlet terörüyle bastıramayacağını kavramıştı. Böylece, 1890 yılının başlarında, süresi 1 Ekimden itibaren uzatılmak üzere parlamentoya gelen olağanüstü hal yasası, yeterli oyu alamayarak reddedilmişti. Bu Engels için bile sürpriz olmuştu. Birkaç hafta sonra yapılan seçimlerde ise Alman Sosyal Demokrat Partisi 1,5 milyona yakın oy alarak asıl büyük sürprizi geçekleştirecekti. Bu zaferin ilk sonucu, “demir şansölye” Bismarck’ın istifa etmek zorunda kalması olacaktı.
Ne var ki koşullardaki bu hızlı değişime uyum sağlayamayanlar da vardı. Bu süreçte, parti içinde, kendilerine “gençler” denen yarı-anarşist bir kesim ortaya çıkmıştı. Gençlerin, akademisyenlerin ve gazetecilerin başını çektiği bu unsurlar, partinin parlamenter olanaklardan yararlanmasına karşı çıkan sekter bir tutum içindeydiler. Üstelik editörlüğünü üstlendikleri yayın organında (Sächsische Arbeiter-Zeitung) çıkan bir yazıda, bu tutumlarını meşrulaştırmak için Engels’i de kendilerine alet etmeye kalkmışlardı. Engels, “tayin edici gerçekler konusunda her aşamada büyük bir cehalet sergilerken kendilerini teorik olarak ölçüsüzce üstün gören, parti mücadelesinin gerçek koşullarını vahim biçimde görmezden gelen, partinin parlamento grubu hakkındaki şikâyetlerinde pireyi deve yapan, engelleri küçümseyen bu küstahlık” karşısında bu editörlere hitaben bir yanıt kaleme alacaktı. Bu yanıtta, gerçek bir devrimci işçi partisinde mevki-makam düşkünü okumuşların yerinin olamayacağını da tüm açıklığıyla dile getirecekti:
“[Bu beyler] «akademik eğitim»lerinin (…) kendilerine partide bir memuriyet makamı, talebe uygun bir mevki sağlamadığını, partimizde herkesin daha iyi mevkilere ulaşmak için kendini ispat etmesi gerektiğini, partide pozisyonların basitçe edebi yetenek ve teorik bilgiyle –her ikisinin de olduğunu varsaysak bile– kazanılmadığını, aynı zamanda parti mücadelesinin koşullarına yatkın olmayı, kendini bu mücadelenin biçimlerine uyarlamayı, kanıtlanmış kişisel güvenilirlik ve karakter sağlamlığını, ve nihayetinde savaşçıların saflarına katılmaya istekli olmayı da gerektirdiğini, özetle, «akademik olarak eğitilmişler»in genel olarak işçilerden öğreneceklerinin, işçilerin onlardan öğreneceklerinden fazla olduğunu anlamalıdırlar.”[5]
Engels, bu tür unsurlara prim verilmemesi konusunda parti liderliğini uyarırken, reformizme ve oportünizme karşı da aynı kararlılıkla mücadele etmekteydi. Onun bu doğrultudaki çabalarının en önemlilerinden biri de Alman partisinin yeni programının hazırlanması sürecindeki müdahaleleri olacaktı. Almanya’nın değişen politik ikliminde on binlerce işçi sosyalizme yöneliyor, sendikalara ve kooperatiflere katılıyordu. Bu, onları Marksist düşüncelere kazanma ve bu temelde eğiterek sınıf mücadelesine hazırlama görevini de yakıcı hale getiriyordu. Ama bunun için fikirsel netlik ve ilkesel sağlamlık olmazsa olmazdı. Engels’in program konusundaki titizliğinin ardında da bu bakış açısı yatmaktaydı.
Nitekim “1891 Sosyal Demokrat Program Taslağının Eleştirisi” başlığını taşıyan notlarında, program taslağına yönelik eleştirilerini ve önerilerini ayrıntılı bir şekilde dile getirecekti.[6] Bu metin, daha sonra nihai hali verilen Erfurt Programına (1891’de Erfurt kentinde yapılan parti kongresinde kabul edildiği için bu adla anılmaktadır) önemli katkılarda bulunurken, aslında kendi başına da programatik bir belge niteliğini taşımaktaydı. Burada, bugünkü toplumun yavaş yavaş sosyalizme doğru geliştiğini savunup barışçıl bir geçişi mümkün gören reformist görüşlerin eleştirisi de yer alıyordu. Geçici başarılar uğruna temel düşüncelerin unutulmasını, hareketin geleceğinin feda edilmesini “namuslu” nedenler sıralayarak meşrulaştırmaya girişen anlayış karşısında Engels, bunun oportünizm olduğunu belirtmekte ve “«namuslu» oportünizm belki de oportünizmlerin en tehlikelisidir” diyerek parti yöneticilerini uyarıyordu. Fakat Engels’in tüm uyarılarına ve müdahalelerine rağmen, gerek Alman Sosyal Demokrat Partisinde gerekse İkinci Enternasyonalde reformist eğilimin baskın çıkmasının önüne geçilemeyecek, bu gerçeklik kendini Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının patlak vermesiyle birlikte olanca yıkıcılığıyla ortaya serecekti.
1890’a gelindiğinde Engels 70 yaşını geride bırakmıştı, ama tüm bu çabalarından da görüldüğü üzere, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin başarıya ulaşması için canla başla çalışmaya devam ediyordu. Eleanor, onun 70. yaş günü vesilesiyle kaleme aldığı bir yazıda, bu yaşına rağmen vücudunun da ruhunun da çok canlı olduğunu belirtiyor ve Marx’ın ölümünün ardından yeri doldurulamaz bir rol oynadığını şu sözlerle dile getiriyordu:
“O tarihten beri Engels’in neler yaptığını herkes biliyor. Zamanının çoğunu babamın yapıtlarının yayımlanmasına verdi; yeni baskıların provalarını okudu ve en önemlisi Kapital’in çevirilerini denetledi. Kendi yapıtları ile yine kendi orijinal yazılarından hiç söz etmiyorum: Engels’in günlük çalışmalarının oylumunu ancak onu yakından tanıyanlar bilir. İtalyanlar, İspanyollar, Hollandalılar, Romenler (Engels bunların dillerini adamakıllı bilirdi) –İngilizleri, Almanları, Fransızları hiç saymıyorum– hepsi de ona yardım ve akıl danışmak için başvururdu.
“Ustamızın bahçesinde çalışan bizler, bir güçlükle karşılaştığımızda hemen Engels’e başvururduk. Ve bu başvurularımız hiç boşa gitmezdi. Son yıllarda bu insanın tek başına yaptığı işlerin üstesinden bence bir düzine adam zor gelirdi. Engels hâlâ çalışmakta; çünkü o, –ve elbette bizler de– biliyoruz ki, Marx’ın ardında bıraktığı şeyleri dünyaya ancak ve ancak kendisi ulaştırabilir. Engels’in bizler için yapacağı hâlâ çok şeyler var, ve o bunları mutlaka yapacaktır!”
Yaptı da… Üstelik ilerleyen yaşına ve çok yoğun bir tempoyla çalışmasına rağmen enerjisini ve neşesini hiç yitirmeden... Pazar günleri dostları ve yoldaşlarıyla yemek yiyip sohbet etmek onun için geleneksel hale gelmişti. Mevcut ya da yeni kurulmakta olan işçi partilerinin temsilcileri ondan öğüt ve yardım almak için sık sık ziyarete gelirlerdi. Bazen fazlasıyla zaman alan bu duruma rağmen üretkenliğinden bir şey kaybetmemesini disiplinli ve yöntemli çalışma alışkanlığına borçluydu.
Marx’ın kızı Laura’nın Kapital’in üçüncü cildini bitirdikten sonra sakin bir ortamda biraz dinlenmesi yönündeki tavsiyesine verdiği yanıtta söyledikleri[7] onun yoğunluğunu ve bundan kaçmasının mümkün olmadığını açıkça ortaya koymaktaydı. “Avrupa’nın beş büyük, bir dizi küçük ülkesindeki ve ABD’deki hareketimizi takip etmek zorundayım” diyen Engels, bunun için her gün farklı dillerde 7 günlük gazeteyi, çok sayıda haftalık yayını izlediğini belirtiyordu. Lenin’in dediği gibi, Marx’ın ölümünden sonra Avrupa sosyalistlerinin danışmanı ve önderi olmayı tek başına o sürdürmüştü. “Onun öğüt ve direktifleri, aynı ölçüde, hükümetin zulmüne karşın, hem güçleri hızla ve durmadan büyüyen Alman sosyalistleri tarafından, hem de ilk adımlarını iyi düşünmek ve tartmak zorunda olan İspanyol, Romen ve Ruslar gibi geri kalmış ülkelerin temsilcileri tarafından tutuluyordu. Bunların hepsi, yaşlı döneminde, Engels’in zengin bilgi ve deneyim hazinesinden yararlanıyorlardı.”[8]
Engels bir yandan da Marx’ın yazışmalarını toplayıp yayına hazırlamak için Eleanor’la (Tussy) birlikte yoğun bir çalışma yürütüyordu. Bunlar fazlasıyla zamanını alırken ve gözleri alabildiğine bozulmuşken, Kapital’in daha önceki ciltlerden çok daha eksik ve dağınık formdaki dördüncü cildine ait elyazmalarını toplayıp baskıya hazır hale getirmek de gerekiyordu. Engels bu nedenle yıllar önce başka bir çıkış yolu aradığını ve Marx’ın elyazmalarını temize çekme işini Kautsky ile Bernstein’ın üstlenmesini düşündüğünü ama onların kendi ülkelerindeki iş yükleri nedeniyle bunun pratikte mümkün olamadığını belirterek şöyle demekteydi aynı mektubunda:
“Bakalım, belki Tussy yapar. Kabul ederse, her şey tamamdır; etmezse onun üstüne fazlaca iş yığıp hastalığının nüksetmesine neden olduğuma dönük söylentilere meydan vermek istemem. Durumum bu işte: hissetmeye başladığım yaş 74, iş iki tane 40 yaşındaki insana yetecek kadar. Evet, kendimi toplamı 74 eden, biri 40 biri 34 yaşında iki F. E.’ye bölmek olanaklı olsaydı, o zaman bütün sorunlar çabucak çözülürdü. Ama durum böyleyken yalnızca önümdekilere devam edip, ne kadar fazla ve ne kadar iyi yapabilirsem, o kadarını yapacağım.”
Kapital’in üçüncü cildi, ikinciden çok daha uzun bir sürece yayılan zorlu bir çalışmanın ürünü olarak 1894’te baskıya hazır hale gelecekti. Engels, Kapital metinlerini Marx’ın ruhuna uygun yayınlamak için her sözcüğü özenle seçmeye gayret ederken sonsuz bir emek harcamıştı. Lenin’in dediği gibi, bu muazzam eserin ikinci ve üçüncü cildini Marx ve Engels’in ortak eseri olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Dogma değil, yöntem sunan bir kılavuz
Engels’in dile getirdiği gibi, Marksizm bir dogma değil, yöntem sunan bir kılavuzdur. Marksist tarih anlayışı da soyut kurgulardan değil, toplumsal oluşumların maddi varoluş koşullarından hareket eder. Bu noktada Marksizmin “ekonomik determinizm”le suçlanmasının mesnetsizliğine de değinmeden geçmeyelim. Marx’ın ve Engels’in, hasımları karşısında ana ilkeyi vurgularken diğer etkenleri uygun ölçüde vurgulayacak yer ve zaman bulamamalarını ya da konuyu anlaşılır kılmak üzere çubuğu bükmelerini kendilerine dayanak noktası olarak görüp çarpıtan bu tür yorumlar ziyadesiyle yaygındır. Ancak bizzat Engels’in “gençlerin zaman zaman ekonomik yana gerektiğinden daha çok ağırlık vermelerinden Marx’la benim de kısmen sorumlu tutulmamız gerekir” diyerek açıklık getirdiği bu hususlara ve son derece net bir şekilde ifade edilen aşağıdaki satırlara rağmen dile pelesenk edilen bu tür yorumlar ciddiye alınabilir olmaktan son derece uzaktır. Şöyle demektedir Engels:
“Materyalist tarih anlayışına göre tarihteki belirleyici etken, son kertede gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Marx da ben de bundan daha çoğunu hiçbir zaman ileri sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse ekonomik etken biricik belirleyicidir dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu, boş, soyut, anlamsız bir söz haline getirmiş olur. Ekonomik durum temeldir, ama çeşitli üstyapı ögeleri –sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları, yani savaş bir kez kazanıldıktan sonra kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb. hukuksal biçimler ve bütün bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, yani siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogmatik sistemlere gelişmeleri– hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yapar ve birçok durumda özellikle onların biçimini belirlerler. Bütün bu ögeler arasında bir etkileşim vardır; bu etkileşime bütün sonsuz arızi durumlar (yani, aralarındaki iç bağlantı o kadar uzak ya da ortaya konulması o kadar olanaksız olduğundan yok sayıp gözardı edebileceğimiz şeyler ve olaylar) çokluğu ortasında, ekonomik eğilimin sonunda kendisini ortaya koyması kaçınılmazdır. Yoksa teorinin herhangi bir tarihsel döneme uygulanması, birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden daha kolay olurdu.”[9]
Engels’in materyalist tarih anlayışını sergilediği önemli örneklerden biri de, 1895 başlarında, Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri adlı eserinin yeni baskısı için kaleme aldığı “Giriş”tir. Bu, 1848 devrimlerinden Paris Komününe uzanan süreci ekonomik koşullar da dâhil olmak üzere bütünlüklü bir şekilde değerlendiren ve devrimci mücadele açısından gerekli derslere odaklanan kapsamlı bir analiz yazısıydı. Engels, o dönemlerde proletaryanın zaferi yönündeki beklentilerinin güçlü olduğunu fakat tarihin kendilerini haksız çıkardığını belirtirken, kıta Avrupa’sındaki ekonomik gelişme durumunun o zaman kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamış olduğunu söylüyordu. Bu satırlar, proleter devrimi ve işçi iktidarını nesnel koşullardan kopararak kendinden menkul bir öznel ögenin müdahalesine indirgeyen komplocu ve iradeci anlayışlarla Marksist anlayış arasındaki farkı da net bir şekilde ortaya koymaktaydı.
Öte yandan özellikle Almanya’ya odaklanarak, devrimci mücadelenin gelinen aşamadaki taktikleri ve mücadele biçimlerini de ele alan Engels, tümüyle somut koşullardan hareket ediyordu. Ne var ki bu yazıdaki bazı temel vurgular (1848’e kadar her yerde belirleyici olan barikat savaşlarının ya da sokak çatışmalarının, nesnel koşullardaki değişim nedeniyle artık bir hayli eskimiş olması; Almanya’da genel oy hakkının işçi sınıfı açısından büyük bir kazanca dönüşmesi; legalitenin sunduğu büyük olanaklar gibi) Engels’in ölümünün ardından reformistler tarafından tepe tepe kullanılacaktı. Buna zemin hazırlayanların başında ise, bu yazıyı Engels’in “politik vasiyeti” olarak sunan Bernstein gelecekti. Marksizmin “gözden geçirilmesi” (yani revize edilmesi) gerektiğini savunan Bernstein, Engels’i “barışçıl bir legalite tapınıcısı” gibi göstermekten çekinmeyecekti.
Oysa “Giriş”i Berlin’e gönderdikten sonra partinin yürütme sekreteri R. Fischer’in hükümetin çıkarmaya hazırlandığı yeni baskı yasası nedeniyle bazı ifadeleri çıkarmasını istemesi karşısında Engels’in söyledikleri ortadaydı. Uygun gördüğü çıkarmaları yapan Engels, bununla birlikte “zor kullanmaktan tamamen uzak durmayı savunarak hiçbir şey elde edemezsiniz”, “dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir parti silah zoruyla direnme hakkından vazgeçecek kadar ileri gitmez” diyerek parti yönetimini uyarmaktan geri durmamıştı.[10] Buna rağmen Vorwärts’te “Giriş”ten kırpılarak bir özet yayınlandığını görünce çok sinirlenerek şunları ifade etmişti yazdığı iki mektupta:
“Vorwärts’de bugün benim «Giriş»imden bir parça alıntılandığını hayretle gördüm. Önceden bana haber verilmeden basılmış ve öyle bir budanmış ki, ben, her ne pahasına olursa olsun barışçıl bir legalite tapınıcısı gibi görünüyorum. Bereket ki, yazının tümü şimdi Neue Zeit’ta yayınlanacak da, bu aşağılayıcı izlenim silinecek. Bu konuda aklımdan geçenleri Liebknecht’e ve kim olurlarsa olsunlar, benim görüşümü, bana tek söz etmeksizin yanlış sunma fırsatını ona verenlere, hiç sözümü esirgemeden yazacağım…”[11]
“Liebknecht bana iyi bir oyun oynadı. Marx’ın 1848-50 Fransa’sı üzerine yazılarına «Giriş» yazımdan, bir zamandan beri, ve özellikle Berlin’de yeni baskı yasalarının hazırlanmakta olduğu şu sıralarda, öğütlemekten hoşlandığı her nasıl olursa olsun barış, ve zora ve şiddete karşı çıkma taktiklerini desteklemesine yarayacak her şeyi almış yayınlamış. Ama ben bu taktikleri yalnızca bugünün Almanya’sı için salık veriyorum, onu da önemli bir kayıtla. Fransa’da, Belçika’da, İtalya’da ve Avusturya’da bu taktikler, kendi bütünlükleri içinde uygulanamaz ve yarın Almanya’da da uygulanamaz olabilir.”[12]
Komünizmin ölümsüz savaşçısının kaleme aldığı son eser bu Giriş yazısı olacaktı. Kendisini içten içe kemiren gırtlak kanseri nedeniyle ağrılarının giderek artacağı bir sürece giren Engels, altı ay kadar süren bu acılı dönemde bile, yazdığı mektuplarla yoldaşlarına yardımcı olmaya devam etti. 5 Ağustos 1895 gecesi ise, geride mücadeleci işçi kuşakları için paha biçilmez bir eylem kılavuzu bırakarak hayata gözlerini yumdu. Çeşitli ülkelerden gelen 80 kadar yoldaşı onu, cenazesini krematoryuma taşıyacak özel trenin yanaştığı bir istasyonda sade bir törenle sonsuzluğa uğurladı. Marksizmin büyük ustasının bedeni vasiyeti uyarınca yakıldı ve külleri İngiltere’de, Eastbourne açıklarında denize savruldu. Ömrünü komünizm mücadelesine adayan Engels, içinden çıktığı sınıfı reddedip, onun mezar kazıcısının saflarına geçerek burjuvaziye farklı türden bir kuyruk acısı da yaşatmanın bahtiyarlığı içinde göçüp gitti. Fikirleriyse o zamandan bu yana tarih tarafından doğrulanmaya ve milyonlarca işçi tarafından kavga kavga, umut umut yaşatılmaya devam ediyor.
[1] Engels, Büro ile Barikat Arasında (J.P.Becker’e 22 Mayıs 1883 tarihli mektup), s.157
[2] Marx-Engels, Collected Works, c.26, s.451
[3] Marx-Engels, Collected Works, c.27, s.49
[4] Fransız İşçi Partisi, 1882’de yapılan kongrede bölünmüştü. Guesde ve Lafargue’ın önderliğindeki grup azınlıkta kalarak kongreyi terk edip kendi kongrelerini toplamıştı. Malon ve Brousse önderliğindeki reformist/oportünist çoğunluk, işçi sınıfının mücadelesini sadece “mümkün olan”la sınırlandırmayı savunmaları nedeniyle Possibilistler olarak anılacaktı.
[5] Marx-Engels, Collected Works, c.27, s.70-71
[6] Bkz. Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, c.3
[7] Engels, Büro ile Barikat Arasında (17 Aralık 1894 tarihli mektup), s.171-73
[8] Lenin, Friedrich Engels, marksist.com
[9] Marx-Engels, Seçme Yazışmalar (21 Eylül 1890 tarihli mektup), c.2, s.235 (elden geçirilmiş çeviri)
[10] Marx-Engels, Collected Works (Fischer’e 8 Mart 1895 tarihli mektup), c.50, s.272
[11] Marx-Engels, Seçme Yazışmalar (Kautsky’ye 1 Nisan 1895 tarihli mektup), c.2 s.322
[12] Marx-Engels, Seçme Yazışmalar (Paul Lafargue’a 3 Nisan 1895 tarihli mektup), c.2 s.322
link: İlkay Meriç, Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /11, 9 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7453