Emperyalist Batı ittifakının Suriye’de Esad rejimini alaşağı etmek üzere son dönemde yoğun bir çaba içerisine girdiği açık. Muhaliflere sunduğu askeri ve siyasi destek eşliğinde bu süreçte mızrak ucu rolü oynayan Türkiye ise, son haftalarda hiç de istemediği bir gelişmeyle yüz yüze kaldı. Suriye Kürdistanı’nda Temmuz ayı ortalarından itibaren hızlı bir seyir izleyerek ilerleyen süreç, TC egemenlerini derin bir kaygıya sevk etti.
Söz konusu süreç, Suriyeli Kürtler arasındaki en etkin örgüt olan ve PKK’ye yakınlığıyla bilinen PYD’nin (Demokratik Değişim Partisi), Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile bir anlaşma imzalayarak Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) oluşturmasıyla tetiklendi. Esad sonrasında iktidara oturmayı hedefleyen ve muhalif Suriyeli Arapların oluşturduğu Suriye Ulusal Konseyi’nin Kürtlerin özyönetim taleplerini reddetmesi nedeniyle, bu ay başında Kahire’de gerçekleştirilen toplantıda, gerek PYD gerekse Suriye Kürt Ulusal Konseyi bu muhalif güçlere katılmayı reddetmişlerdi. Suriye Ulusal Konseyi’nin başına İsveç’ten ithal edilen bir Kürdün getirilmesi de bu direnci kırmaya yetmemişti. Çok geçmeden KYK ile PYD bağımsız bir ittifak oluşturmaya giriştiler. 15 örgütten oluşan ve Barzani’nin üzerinde etki sahibi olduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile ondan çok daha güçlü bir konumda olan PYD, 12 Temmuzda Erbil’de biraraya gelerek, Kürt coğrafyasında Esad rejiminin gücünü yitirmesiyle doğan boşluğu KYK’nın dolduracağını ve demokratik haklarının tanınacağı özerk bir yönetim talep ettiklerini açıkladılar. Bu arada Suriye Kürdistanı’nın belli başlı kentleri birbiri ardına PYD’nin ağır bastığı KYK’nın denetimine geçti ve Türkiye güneyde 800 kilometrelik bir hat boyunca fiilen bu konseyin yönetimindeki bir bölgeyle komşu haline geldi. İşte tüm bu gelişmeler TC’yi tam bir teyakkuz haline geçirdi.
Bunlar yaşanmadan hemen önce, dergimizin geçen ayki sayısında, Batı Kürdistan’ın (Suriye Kürdistanı) Irak’ta olduğu gibi otonomlaşmaya ve giderek bağımsızlaşmaya doğru evrilmesinin açık ve kuvvetli bir olasılık olarak ufukta belirdiğini ve bunun Türkiye’nin başlıca endişe kaynağını oluşturduğunu belirterek şunları dile getirmiştik:
“Arap halklarını saran isyan dalgası Suriye’ye de ulaştığı andan itibaren Türkiye Irak’a benzer bir durumun Suriye’de yaşanmasını engellemeyi ana hedefi olarak tayin etmiş durumdadır. Bu nedenle Suriye konusundaki politikasını alelacele ve kaba biçimde 180 derece çevirerek öne atılmış, ileride yaşanabilecek süreçlerde temel bir aktör olarak masada ve sahada etki sahibi bir güç olarak yer almayı güvencelemeye çalışmıştır. Özetle, Irak’ta “kaçan fırsatı” Suriye’de kaçırmak istememektedir. Bu politikanın aynı zamanda Suriye üzerinde genel anlamda nüfuz sahibi olma açısından da Türkiye’nin alt-emperyalist konumuna uygun düştüğünü kaydetmek gerekir.
“Türkiye Suriye’de otonom ya da bağımsız bir Kürdistan oluşmasını engellemeye, engelleyemiyorsa bunun öncelikle PKK’nin hâkimiyeti altında olmamasına ve de doğrudan ya da Barzani üzerinden dolaylı olarak kendi nüfuzu altında kalmasını sağlamaya çalışmaktadır. Tarihsel olarak Barzaniciliğin hâkim olduğu Irak Kürdistanı’ndan farklı olarak Suriye Kürdistanı’nda PKK’nin etkin bir güç konumunda olması Türkiye için büyük bir sıkıntı oluşturmaktadır. Her halükârda Suriye Kürdistanı’nın otonomlaşmasının Kürt coğrafyasının bütününde büyük bir hava değişimine yol açacağı ve Türkiye’deki mücadeleye olağanüstü bir itilim vereceği açıktır.
“İşte Türkiye’nin gerek daha önce Esad’la canciğer kuzu sarması diye tarif edilebilecek Suriye siyasetinden aniden çark etmesi, gerekse de Türkiye’deki Kürt sorununda izlemeye başladığı ürkek «açılım» siyasetinden dönmesi asıl olarak bu bağlamda olmuştur. Böylece Arap halklarının isyan dalgası hem içeride hem dışarıda, korkak TC’nin gerici yüzünü ortaya çıkarmıştır.” (Levent Toprak, Kürt Sorununda Açmaz Sürüyor, MT, Temmuz 2012)
Türk devleti bir yandan bu topraklardaki Kürtlerin demokratik haklarını tanımamakta ısrarcı davranıp yükselen mücadeleyi zor yoluyla bastırmaya çalışırken, öte yandan Kürdistan’ın diğer parçalarında Kürt halkı lehine yaşanan gelişmeleri baltalamaya uğraşmaktadır. Suriye’de Kürt bölgesinin Kürtlerin denetimine geçtiği günlerde Diyarbakır’da estirilen devlet terörü AKP’nin Kürt politikasının tipik bir dışavurumudur. BDP’nin Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek üzere 14 Temmuzda Diyarbakır’da gerçekleştireceği mitingi bir hafta kala yasaklayan hükümet, bu yasağa rağmen biraraya gelen binlerce Kürdün üzerine polisi salmış ve bu azgın saldırı sonucunda Diyarbakır’da tam bir vahşet yaşanmıştır. Kente dışarıdan gelenler engellenirken, polis elindeki gaz bombası stoklarını tüketene dek kenti gaza boğmuştur. Bu esnada 100’e yakın insan gözaltına alınmış, aralarında BDP milletvekili Pervin Buldan’ın da bulunduğu onlarcası yaralanmıştır. Kürt halkını içerde devlet terörüyle yıldırmaya uğraşan AKP hükümeti, bu vahşetin hemen ardından Suriye Kürtlerine de ateş püskürmeye başlamıştır.
Son bir yıldır, Esad rejiminin despotluğundan, gaddarlığından dem vurarak Türkiye topraklarını Esad muhaliflerine açıp onlara her türlü askeri ve siyasi yardımda bulunan AKP hükümeti, sıra yıllardır yok sayılan ve demokratik haklarını isteyen Kürtlere gelince, tıpkı içeride olduğu gibi dışarıda da TC’nin geleneksel refleksleriyle hareket etmektedir. Suriye Kürtlerine, Esad devrildikten sonra da “size statü filan yok, oturun oturduğunuz yerde” denmektedir. Hatırlanacağı üzere, TC, bir zamanlar Irak Kürdistanı’nda federal ya da özerk bir yapı oluşmasını kırmızıçizgi ilan edip bunu savaş nedeni sayacağını açıklamış, ancak yaşanan gelişmeler sonucunda o çizgileri bir bir yalayıp yutmak zorunda kalmıştı. Şimdi aynı tepki Suriye Kürdistanı’na gösterilmekte ve başta Erdoğan ve Davutoğlu olmak üzere AKP hükümeti esip gürleyerek savaş tamtamları çalmaktadır. Ordu birlikleri Suriye sınırına kaydırılıp, sınır tanklarla, toplarla, füze bataryalarıyla tahkim edilmektedir.
Birkaç hafta öncesine kadar Barzani’yle anlaşarak PKK’yi etkisiz hale getirme planları yapan ve bu planın işe yarayacağına duyduğu güvenle Kürt halkına acımasızca saldırmaktan geri durmayan AKP hükümetinin, Barzani’nin etkin olduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile PYD’nin anlaşmaya varması karşısında hüsrana uğradığı çok açıktır. Zira AKP bu durumu Barzani’yle PKK’nin uzlaşmaya varması olarak okumak gerektiğini gayet iyi bilmektedir. Kürt sorununu demokratik yollardan çözmek yerine, onlarca yıldır sürdürülen savaşçı politikalara geri dönüş yapan ve dış güçlerden medet uman AKP, devam ettirdiği bu politikayla kendinden önceki TC hükümetlerinin kaçınılmaz sonuyla karşı karşıya kalmakta ve amacının tam tersine, dize getirmeye çalıştığı Kürt hareketinin elini güçlendirmektedir.
Kürt halkını silah gücüyle zapturapt altında tutabilecekleri zehabından kurtulamayan TC egemenleri, bugün gelinen noktada Kürdistan coğrafyasının dört bir parçasında, kendine çok daha güvenli ve özyönetim hakkında ısrarlı bir Kürt halkıyla karşı karşıya kalmanın telâşı ve endişesi içindedir. Güney’de giderek güçlenen federe Kürt devletinin yarattığı coşku ve umut, şimdi Batı’da şekillenen yapıyla daha bir yükselmektedir. İşte bu durum AKP’yi ve genel olarak TC egemenlerini çileden çıkarmaktadır. Erdoğan’ın “Kuzeyde oluşacak yapılanma bir terör yapılanmasıdır, bu oluşuma eyvallah edecek halimiz yok” diyen tehdit dolu açıklamaları, “orada devlet kuracak kadar Kürt nüfusu yok” demeye getiren Davutoğlu’nun Suriye’deki Kürt varlığını inkâra varan saçmalamaları bu çileden çıkma durumunun ifadesidir.
Yaşanan gelişmelerin TC’nin Kürt sorunundaki açmazını iyice derinleştirdiği ortadadır. Bir yandan ait olduğu emperyalist eksen itibariyle İran, Suriye ve Irak’ı karşısına alan Türkiye, diğer yandan Kürt düşmanlığı konusunda bu devletlerle aynı noktada durmaktadır. Yani Kürtlere vurmak söz konusu olduğunda düşmanlar dost haline gelebilmektedir. Siyasi ve askeri operasyonları tırmandıran, savaşı köy ve mezraların uçaklarla bombalanmasına kadar vardıran ve her gün birkaç asker ve gerillanın yaşamını yitirdiği bu savaşın geldiği boyutu halktan gizlemeye çalışan AKP hükümetinin eli hem içeride hem de dışarıda sıkışmıştır. İzlediği savaşçı politikayla PKK’yi sıkıştırıp etkisiz hale getirmeyi ümit eden AKP, şimdi Suriye sınırında PKK’nin etkin olduğu bir Kürt oluşumuyla yüzyüze kalmıştır. Bilindiği gibi Türkiye Suriye’de olası bir Kürt bölgesi oluşumunu engellemek maksadıyla tampon bölge kurulmasını savunuyordu. Bugün o “tampon bölge” fiilen kurulmuştur, ama Şam’la Türkiye arasında bir Kürt bölgesi olarak!
Öte yandan, yukarıda da belirttiğimiz gibi, PKK’nin tasfiye edilmesi noktasında Barzani’ye bağlanan umutlar da büyük ölçüde boşa çıkmıştır. Bir yandan Irak Kürdistanı’yla ekonomik ilişkiler ve petrol anlaşmaları daha da geliştirilmek istenmekte, ama öte yandan bu federe devletin içerideki Kürtler üzerinde yarattığı coşkudan son derece rahatsız olunmaktadır. Üstelik şimdi buna bir de Suriye Kürdistanı eklenmiştir. Dört bir parçada özerk Kürt bölgelerinin kurulması talebinin artık çok daha güçlü bir şekilde dile getirileceği açıktır ve bu durum AKP hükümetini ve TC egemenlerini fazlasıyla rahatsız etmektedir. Ne var ki bu rahatsızlığın tetiklediği savaşçı politikalar sorunu daha da derin hale getirmektedir.
Kürt sorununu Kürt halkının demokratik taleplerini karşılayarak çözme seçeneğinden uzak durdukça, bu açmazın daha da derinleşeceği açıktır:
“100 yılı aşkın süredir var olan Kürt ulusal sorunu, bu süre zarfında dört ülkede nice baskılara, nice katliamlara, nice acılara rağmen her seferinde yeniden su yüzüne fışkırmış ve kendini kabul ettirmiştir. Cin çoktandır şişeden çıkmıştır.
“O halde ulusal baskı ve onun yarattığı acılardan da, emperyalist plan ve tezgâhlardan da kurtulmanın yolu soruna gerçek bir çözüm sağlanmasından geçiyor. Tarihsel deneyimlerin gösterdiği ve devrimci işçi sınıfının da yüz elli yılı aşkın mücadele tarihinde programına yazmış olduğu tek tutarlı çözüm ise ezilen ulusa kendi kaderini tayin hakkının verilmesidir. Bugünün Türkiye’sindeki mevcut şartlarda ilk yapılacaklar ise, Kürt hareketinin çeşitli temsilcilerinin uzun zamandır dile getirdikleri Kürt halkının anadilde eğitim, özerklik, anayasal vatandaşlık gibi haklı demokratik taleplerinin yerine getirilmesi ve bu temsilcilerin muhatap alınarak barışçı bir çözümün yolunun açılmasıdır.” (Levent Toprak, age)
Bunun yanı sıra Türkiye işçi sınıfı Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale çığırtkanlığına ve AKP hükümetinin Suriye Kürtlerine yönelik tehditlerine prim vermemeli, ezenlere karşı ezilenlerin ortak mücadelesini yükseltmelidir.
link: İlkay Meriç, TC’nin Kürtlere Suriye’de de Tahammülü Yok, Ağustos 2012, https://marksist.net/node/3063
HDK: “Çatışma Değil Müzakere, Ölüm Değil Çözüm!”
Olimpiyat Hazırlığı mı, Savaş Hazırlığı mı?