Önde gelen uluslararası spor organizasyonlarından olimpiyat oyunları 27 Temmuzda görkemli bir törenle başladı. Londra’nın ev sahipliği yaptığı oyunlar 12 Ağustosa kadar sürecek. İngiliz hükümeti olimpiyatlar için gerekli spor komplekslerinin yapılması ve diğer altyapı ihtiyaçlarının karşılanması için hazırlıklara uzun zaman önce başlamıştı. Bir ülkede olimpiyatların düzenlenebilmesi için çok ciddi bir altyapı hazırlığının yapılması gerekiyor. Bu da büyük bir bütçenin olimpiyatlara ayrılması anlamına geliyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez düşüncesiyle, bütün devletler olimpiyat oyunlarının kendi topraklarında yapılması için kıyasıya bir rekabete tutuşuyorlar. Bu oyunlar tüm dünyada yüz milyonlarca insan tarafından izlendiği için milyarlarca dolarlık kâr kaynağı olduğu gibi, önemli bir politik araçtır aynı zamanda. Bu sebeple Türkiye de uzun zamandan beri olimpiyatların İstanbul’da düzenlenmesi için yoğun bir faaliyet yürütüyor. Bugüne kadar yapılan harcamalar hariç Türkiye’nin 2020 olimpiyatları için öngördüğü bütçe 30 milyar dolar tutarında. 2004 Atina Olimpiyatlarında 15 milyar dolar harcanırken, 2008 Pekin Olimpiyatları harcanan 40 milyar dolarla tarihin en maliyetli olimpiyat oyunları olarak tarihe geçti. Londra’da ise olimpiyatlar için yaklaşık 15 milyar dolar harcandı. Başbakan Cameron’a göre olimpiyatlar önümüzdeki dört yıl içinde İngiliz ekonomisine 20 milyar dolardan fazla katkı yapacak.
Olimpiyat bütçesinin önemli bir kısmını altyapı harcamaları oluştururken, bir o kadarını da “güvenlik” harcamaları oluşturuyor. Londra olimpiyatları alınan “güvenlik” önlemleriyle oldukça dikkat çekiyor. Hükümet, güvenlik düzeyini en üst seviyeye çıkardı. Her gün neredeyse 10 bin polis görev yapacak. 18 bini aşkın asker olimpiyat oyunları sırasında kentte olacak. Bu sayının artması bekleniyor. Londra modern çağın bir başkentinden öte, düşman tehdidiyle karşı karşıya kalmış bir kaleyi andırıyor. Öyle ki olimpiyatlarda görev alacak güvenlik güçlerinin sayısı, İngiltere’nin Afganistan’da konuşlandırdığı asker sayısının neredeyse iki katı.
Alınan güvenlik önlemleri bunlarla da sınırlı değil. Kentin çeşitli yerlerinde bulundurulan asker ve polislerin yanı sıra yüzlerce uzman subay da herhangi bir olayda doğrudan müdahalede bulunabilmek için hazır bulunacak. Ayrıca polis daha ağır silahlarla donatıldı ve yoğunlaştırılmış bir eğitimden geçirildi. Böylece, bu polisler askeri desteğe gerek kalmadan kent meydanlarında askeri taktikleri uygulayabilecekler.
Olimpiyatlar sadece spor mu?
Olimpiyat tüzüğüne göre, olimpiyatlarda gösteri veya politik propaganda yapmak yasak. Tüzükle yasaklanan elbette muhalif kesimlerin yapacağı eylemler. Hakeza olimpiyat tarihine baktığımızda bugüne kadar düzenlenen bütün olimpiyatlar tüzükteki yasağın tersine, egemenler tarafından birer politik araç olarak kullanıldılar. Naziler, 1936 Berlin Olimpiyatlarını “arî ırk” teorisinin propagandası için kullandılar. Ama bir siyahın dört madalya kazanması “arî ırk” düşüncesinin saçmalığını kanıtladı. 1948’de 2. Dünya Savaşı nedeniyle Almanya ve Japonya’nın olimpiyatlara alınmaması, 1956’da Olimpiyat Komitesi’nin Tayvan’ı tanıması üzerine Çin’in olimpiyatlardan çekilmesi, 1980’de Moskova Olimpiyatlarını başını ABD’nin çektiği 60’tan fazla ülkenin boykot etmesi ve buna mukabil SSCB ile birlikte 14 ülkenin 1984 Los Angeles oyunlarını boykot etmesi olimpiyatların sadece spor olmadığını gösteren birkaç örnek.
Bütün olimpiyatlar, içinden geçilen konjonktürün ruhunu, havasını ve politikasını yansıttılar. 2012 Londra Olimpiyatları da içinden geçtiğimiz konjonktürü yansıtıyor. Ev sahibi ülke İngiltere’nin olimpiyat hazırlıkları kapsamındaki “güvenlik” politikası olimpiyatlara damgasını bastı. İngiltere hükümeti alınan “güvenlik” önlemlerinin “terörist” saldırılara karşı olduğunu söylese de bu hiç inandırıcı değil. Alınan önlemleri, “bütün planı yaptık, geçmişte teröristlerin hangi yöntemleri kullanarak saldırılar gerçekleştirdiklerine baktık ve bunlardan hiçbirinin güvenlik önlemlerimizi aşmaması konusunda emin olmaya çalıştık” diye açıklıyor İngiltere olimpiyat güvenliği danışmanı. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de yapılan kış olimpiyatlarında bile bu kadar sıkı güvenlik önlemi alınmamışken, ortada hiçbir somut saldırı kanıtı yokken bu tehdit yalanına kim inanır?
Alınan “güvenlik” önlemleri El-Kaide gibi örgütlerin tehdit potansiyeli ile karşılaştırıldığında oldukça orantısız bir tablo ortaya çıkıyor. Kullanılan silahlar da buna işaret ediyor. Typhoon jetlerinin Londra semalarında devriye gezmesinin, bazı mahallelerde çatılara uçaksavar füzelerin koyulmasının ya da İngiliz donanmasının en büyük savaş gemisinin ağır silah ve helikopterlerle Thames nehrinde hazır kıta bekletilmesinin sebebi “terörist tehdit” olmasa gerek.
Bu kadar geniş çaplı önlem ve hazırlıklar 1956 Süveyş krizinden beri alınmamış. Peki, o zaman İngiliz hükümetinin bu kadar “güvenlik” önlemi almasının sebebi nedir? Bu önlemler “terörist” gruplara karşı değilse kime karşı? Ya da kim bu “teröristler”? Bu soruların cevabını emperyalist savaş konjonktürü ve dünyanın farklı ülkelerinde patlak veren ayaklanmalar veriyor bize. Bu konjonktürde emperyalist kampın başını çeken ülkelerden biri olan İngiltere’de egemen sınıf, olimpiyatlar vesilesiyle alınmış gibi gösterilen “güvenlik” önlemlerini, bir yandan halkı terörize etmek, tehdit algısını yükseltmek, militarize ederek yeni savaşların psikolojik ortamını hazırlamak, öte yandan ise gövde gösterisinde bulunmak için bir fırsat olarak görmektedir.
Bu abartılı önlemlerin bir bölümü olimpiyatlardan sonra elbette kaldırılacaktır, ancak bir kısmının da kalıcı hale geleceği açıktır. Yetkileri ve silah gücü arttırılan polis, asker sayısı arttırılan “Kamu Düzeni Taburu” vb. bunlardan birkaçıdır. Bunun da nedenini anlamak zor değildir. İngiltere de tıpkı diğer kapitalist ülkeler gibi, ne kapitalist krizden ne de kitle ayaklanmalarından azade! Hatırlayalım, geçen sene Ağustos ayında Tottenham’da polisin bir siyahı öldürmesinden sonra büyük bir ayaklanma başlamıştı. Bu tepki artan yoksulluk ve işsizliğin sonucuydu. Hükümetin bu isyana yanıtı da zalimce olmuştu. Londra’ya takviye polis ekipleri gönderilmiş, göstericilere sert bir biçimde müdahale edilmiş, kentte günlerce polis terörü estirilmişti. 5 kişi öldürülmüş, yüzlerce kişi yaralanmış, binlerce kişiyse tutuklanmıştı. Burjuvazinin saldırısı sadece polis terörüyle sınırlı kalmamıştı. Olayların “üç beş kendini bilmez gangster” tarafından çıkarıldığı iddia edilerek zihinler felç edilmeye çalışılıyordu. Medya ve siyasetçiler bin bir türlü yalanla, isyanın sebebinin kapitalist sistemin sebep olduğu yoksulluk ve işsizlik olduğunu gizlemeye çalışıyorlardı. Nihayetinde hükümet ayaklanmayı bastırdı.
Burjuvazi bu isyandan dersler çıkardı. Kapitalist çıkmazın yarattığı umutsuzluk ve öfkenin, her an yeni bir ayaklanmaya sebep olabileceğini devrimci Marksistler kadar burjuvazi de biliyor. Bunun için gerekli hazırlıkları yapıyorlar. 2012’nin başlarında Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, İngiliz ordusu halk isyanlarında polise destek olması amacıyla özel birlikler oluşturdu. Bu birliklerde yer alan askerlere, eylem yapan kitlelere nasıl müdahale edecekleri, kendilerini nasıl koruyacakları konusunda eğitim verilmiş. Ayrıca “Kamu Düzeni Taburu” olarak bilinen askeri birimin asker sayısı arttırılmış ve askerler isyanlara müdahale konusunda Tottenham dersleri ışığında yeniden eğitilmiş.
Son bir yıl içerisinde İngiliz işçi sınıfının eylemliliklerinde artış, büyük grev ve gösterilerin düzenlenmesi burjuvazinin endişe etmekte haksız olmadığını gösteriyor. Kasım 2011’de gerçekleştirilen son 30 yılın en büyük grevinde 2 milyon işçi iş bıraktı. 10 Mayıs 2012’de emeklilik yaşının arttırılmasına karşı yüz binlerce kamu çalışanı yeniden bir günlük grev yaptı. Yine aynı sebeple bu sefer doktorlar 40 yıl aradan sonra Haziranda ülke çapında iş yavaşlatma eylemi yaptılar.
Olimpiyat hazırlıkları sırasında da işçiler mücadeleye devam ettiler. 22 Haziranda Londra’da otobüs sürücüleri fazla çalışma ücreti talebiyle greve gittiler. Olimpiyat oyunlarını izlemek için yüz binlerce kişi Londra’ya gelmiş olacak. Konulacak ek seferler sebebiyle sürücüler, daha uzun çalışmış olacakları gibi 800 bin civarında fazla yolcuyu taşıyacakları için iş yükleri de artmış olacak. Son rakamlara göre otobüs şirketleri 2 milyar sterlin kâr etmiş olmalarına rağmen, sürücülerin taleplerini başlangıçta kabul etmedi. Hatta çıkarttıkları mahkeme kararıyla işçilerin haklı mücadelesini engellemeye çalıştılar. Ancak işçilerin taleplerinde ısrarı sonucu, şirketler 577 sterlin ek ödeme yapmayı kabul etti.
Gümrük çalışanları da kadro kesintileri sebebiyle 26 Temmuzda bir günlük genel grev yapmayı planlıyorlardı. Başbakan Cameron, grevi kınadığını açıkladıysa da sendikayla görüşme yapmayı kabul etti. Grevin adı bile burjuvaziyi korkutmaya yetiyor. Gümrük çalışanlarının greve gitmesi, Avrupa’nın en işlek havaalanlarından biri olan Heathrow’da yolcu girişinin kilitlenmesine yol açacaktı. Üstelik grev olimpiyat oyunlarının arifesinde yapılacağı için havaalanında normalin çok üzerinde bir yoğunluk olacaktı. Olimpiyatlara hazır olduğunu iddia eden İngiliz hükümeti açısından havaalanının tıkanması, tam bir fiyasko olacaktı. İçişleri Bakanlığı bunu engellemek için grev kararının usul yönünden geçersiz olduğu gerekçesiyle mahkemeye başvurdu. Ancak sendikanın hükümetle uzlaşması üzerine grev iptal edildi.
Olimpiyatlar vesilesiyle bir kez daha görülüyor ki, bu oyunlar burjuvazi için büyük bir kâr kapısı olmanın da ötesinde, ekonomik, siyasi ve ideolojik hedeflerini hayata geçirmek için uygun bir ortam yaratma aracıdır aynı zamanda. “Spor barış, dostluk ve kardeşliktir” lafı kapitalist dünyada “spor savaş, rekabet ve kalleşliktir”den başka bir manaya gelmez. “Barış, dostluk ve kardeşliğin” dünyaya gelebilmesi için, kapitalist sistemin bu dünyadan def edilmesi gerekiyor.
link: Suphi Koray, Olimpiyat Hazırlığı mı, Savaş Hazırlığı mı?, Ağustos 2012, https://marksist.net/node/3065
TC’nin Kürtlere Suriye’de de Tahammülü Yok
Polis Terörü Tırmanıyor