Afrika’nın Sahil kuşağında[1] yer alan Nijer’de Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum, 26 Temmuzda gerçekleştirilen askeri darbe ile iktidardan alaşağı edildi. Kendilerine “Vatanı Koruma Ulusal Konseyi” (CNSP) adını veren cuntacılar “giderek kötüleşen güvenlik durumu ve ülkenin içinden geçtiği sosyo-ekonomik kriz nedeniyle” Bazum’un devrildiğini duyurdular. 28 Temmuzda Muhafız Alayı Komutanı General Abdurrahman Çiyani liderliğinde bir geçiş hükümeti kuruldu. Cunta, Nijer’in Fransa, Nijerya, Togo ve ABD başkentlerinin büyükelçilerinin görevine son verdi. Fransa ile imzalanan tüm askeri işbirliği anlaşmalarını feshetti ve bu ülkeye uranyum ihracatını durdurdu. ABD ile ilişkilerin gözden geçirileceğini duyurdu. Nijer’in 1960’ta bağımsızlığını ilan etmesinin ardından dekolonizasyon sürecinin hakkıyla işletilmediği, Fransa’nın ülkeyi sömürgesi olarak görmeye devam ettiği gerekçesiyle halkı darbeye destek vermeye çağırdı. Darbeciler, Rusya’nın Fransa’dan farklı olarak Nijer’i ve Afrika ülkelerini eşit ortaklar olarak gördüğü propagandasına da hız verdiler. On binlerce insanın Fransa karşıtı sloganlarla ve kimi yerde Rusya bayraklarıyla başkanlık sarayına, meydanlara, stadyumlara dökülmesini sağladılar. Nijer ordusu ise “güvenlik güçlerinin farklı unsurları arasında kan dökülmesinin önüne geçmek, Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum ve ailesini korumak için darbe bildirisini desteklemeye karar verdikleri” yönünde bir açıklamada bulundu.
Bunun üzerine Batı destekli ECOWAS (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) üyesi ülkeler, 30 Temmuzda Nijerya’nın başkenti Abuja’da olağanüstü bir toplantı düzenlediler. Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum’un serbest bırakılması ve yeniden görevine dönmesi için askeri cuntaya bir haftalık süre verdiler. Bu süre zarfında taleplerinin karşılanmaması durumunda askeri müdahale dâhil her seçeneği değerlendireceklerini duyurdular. Nijer’e tüm hava ve kara sınırlarını kapattılar, ülkenin Batı Afrika Devletleri Merkez Bankasındaki (BCEAO) varlıklarını dondurdular. Bölge ülkelerinden Nijerya, Senegal, Fildişi Sahili ve Benin ile ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği ECOWAS’ın askeri müdahalesini destekleyeceklerini açıkladılar. Ancak birliğin üyelerinden Burkina Faso, Mali ve Gine cuntaya destek açıklaması yaptılar. Nijer’in birliğe üye olmayan komşusu Çad da aynı tutumu aldı. Nijerya devlet başkanı, Nijerya Senatosuna mektup göndererek Nijer’e askeri müdahale için destek istedi. Fakat bu çağrısının karşılık bulup bulamayacağı şimdilik belli değil. Kuzey Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Cezayir ise bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceği, mülteci akınını tetikleyeceği gerekçesiyle güney komşusu Nijer’e askeri müdahaleye karşı çıktı.
ECOWAS, Nijer’deki cuntaya verdiği sürenin dolmasının ardından 10 Ağustosta bir kez daha Abuja’da toplandı ve Nijer’e muhtemel silahlı müdahale için yedek kuvvetini harekete geçirme kararı aldı. Bu hamle karşısında cunta yönetimi, herhangi bir yabancı müdahaleye karşı savaşmaya hazır olduklarını beyan ederken, böylesi bir askeri müdahale durumunda, bu müdahaleyi destekleyen ECOWAS üyesi ülkelerden birine ani bir saldırı düzenleme tehdidinde bulundu. Rusya’dan gelen açıklamada ise “Nijer’deki krize askeri bir çözümün, ülkede uzun süreli bir çatışmaya ve bir bütün olarak Sahil-Sahra bölgesindeki durumun keskin bir şekilde istikrarsızlaşmasına yol açabileceğine inanıyoruz” dendi. Bu tablo bölgede savaşan tarafların Nijer ve komşularıyla sınırlı olmayacağını ve emperyalist savaşın alevlerinin tüm bölgeyi etkisi altına alma olasılığının ne kadar güçlü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Elif Çağlı, 2015’te kaleme aldığı “Gerçekler Ortada” başlıklı makalesinde şöyle diyordu:
“2000’li yılların başlarından bu yana vurguladığımız gibi, kapitalizmin pek çok yönden derinleşen sistem krizine, ABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçler arasında kızışan ve geleceği belirsiz hegemonya mücadelesi eşlik etmektedir. Çeşitli kapitalist ülkeler arasında tırmanan rekabet ve gerginlikler nedeniyle gelişen bölgesel sorunlar diplomasi masalarından siperlere taşınıyor, emperyalist savaşların alanı genişliyor. Günümüz tam anlamıyla sıcak savaşlar dönemidir. Tarihin bu son kesitinde zincirleme biçimde yaşanmakta olan emperyalist savaşlar, yeni tipten bir «Dünya» savaşının parçalarıdırlar. … Bu savaş alanının ne şekilde genişleyeceği konusunda fal açamayız ama bilinen bir gerçek var ki, dönemin yükselen emperyalist güçleri Rusya ve Çin de paylaşım bölgelerindeki çatışmalara giderek daha çok müdahil olacaklardır. Hegemonya için yarışan güçler arasındaki çekişmeler, yeni emperyalist blokların oluşumunu ve bu bloklar arasında dozu yükselen çatışmaları gündeme getirecektir. Açık ki, birbirine eklemlenmiş bölgesel yeniden paylaşım savaşlarıyla bütünsel bir zincir oluşturan ve yeni savaş gereçleri ve teknikleriyle sürdürülen bir Üçüncü Dünya Savaşı döneminin içinden geçmekteyiz.”
Bugün Ortadoğu’dan Asya-Pasifik hattına, Ukrayna’dan Afrika’ya dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan gelişmeler bu tespitlerin doğruluğunu fazlasıyla kanıtlamaktadır. Dünya Avrupa’dan yahut Batı’dan ibaret sayılmayacaksa, kızışan emperyalist savaşın kendine özgü biçim ve tempoda yürüyen Üçüncü Dünya Savaşı olduğunu görmek hiç de zor değildir. Nijer ve Sahil bölgesinde yaşananlar da Elif Çağlı’nın işaret ettiği gibi kızışan hegemonya kavgasının boyutlarını, emperyalist savaşın alanının ne denli genişlediğini, dönemin yükselen emperyalist güçleri Rusya ve Çin’in paylaşım bölgelerinde artan etkinliğini ortaya koymaktadır.
Sahil’de neler oluyor?
Son üç yıl içerisinde Afrika’da Sahil kuşağındaki altı ülkede askeri darbeler yaşandı ve bunların dördünde darbeciler iktidarı ele geçirdi. Nijer’deki darbe Mali, Çad, Gine ve Burkina Faso’da yaşanan askeri darbelerin ardından geldi.[2] Nijer bölgedeki pek çok ülke gibi Fransa’nın eski sömürgesi ve civar ülkelerdeki darbelerin ardından Fransa için önemi daha da artmış durumdaydı. Bu darbelerden evvel Fransa, bölgede sömürgecilik döneminden bu yana devam eden gücünü ve etkinliğini korumak için büyük çaba sarf ediyor, “Sahil ülkelerinin güvenliklerini sağlamak, terörizmle mücadele etmek” bahanesiyle bölgede geniş askeri operasyonlar yürütüyordu. 2011’deki Arap isyanlarının ardından Libya iç savaşa sürüklenmiş, bunun, hemen güneyindeki Sahil bölgesine yansımaları olmuştu. IŞİD, El Kaide, Boko Haram gibi cihatçı örgütler aktif hale gelmişti. Fransa 2013’te “siyasi istikrarsızlık ve El Kaide bağlantılı grupların faaliyetlerine karşı” Mali’de geniş bir askeri operasyon başlattı. Daha sonra tüm bölgenin güvenliğini sağlama bahanesiyle 2014’te Moritanya, Çad, Nijer ve Burkina Faso’ya asker konuşlandırarak Barkhane Operasyonunu başlattı. Bölgede istikrarsızlık giderek büyüdü.
Nijer uranyum üretimi bakımından dünyada en üst sıralarda yer alıyor fakat bu pastanın neredeyse tümünü Fransa yiyor. Fransa Nijer’deki madenlerden çıkarılan uranyum sayesinde elektrik ihtiyacının büyük bir bölümünü nükleer enerjiden karşılıyor. Kullandığı uranyumun ortalama yüzde 30’unu Nijer’den alıyor. Diğer AB ülkeleri de uranyum ihtiyaçlarının %25’ini Nijer’den sağlıyor. Nijer’de uranyum, elmas, altın, kömür madenlerini işleten şirketlerin neredeyse tümü Fransız şirketleri.
Çokuluslu Fransız şirketi Orano (eski adıyla Areva) Nijer’de yılda yaklaşık 3000 ton uranyum çıkarıyor. Uranyum ihracatının durdurulmuş olması şüphesiz Fransız enerji şirketlerini kara kara düşündürüyor. Afrika’da ABD’den sonra en fazla askeri üsse sahip ülke de Fransa. Fransa’nın Cibuti, Çad, Gabon, Fildişi Sahili, Nijer ve Senegal’de askeri üsleri bulunuyor.
Öte yandan Batı Afrika’da yer alan eski Fransız sömürgesi dokuz devletten yedisi, Fransa’nın baskısıyla para birimi olarak avroya sabitlenen ve Fransa tarafından garanti edilen CFA frangını kullanıyor. Bu ülkeler ticari anlaşmalarda Fransa’ya “öncelik vermek”, paralarının büyük bölümünü Fransız bankalarında tutmak zorundalar. Bu sayede Fransa’ya her yıl 500 milyar dolara yakın bir para giriyor. Bu durum bölge halklarının, Sahil ülkelerinin kaynaklarını sınırsızca yağmalayan, işbirliği içinde olduğu yozlaşmış yönetimleri, diktatörleri iktidarda tutan Fransa’ya yönelik tepkisinin iyice büyümesine neden oluyor. Genel olarak bölgede ve Nijer’de eşitsizlik, yoksulluk çığ gibi büyümeyi sürdürüyor. Nijer Birleşmiş Milletlerin İnsani Gelişmişlik Endeksinde son sıralarda yer alıyor. Artan hayat pahalılığı, derinleşen yoksulluk, yolsuzluklar, cihatçı terör saldırılarının engellenememesi, her alanda çözümsüz kalan sorunlar, Fransa’nın azgın iştahıyla tüm kaynakları talan etmesi halkın öfkesini iyice arttırıyor.
Gerek kapitalizmin küresel ölçekte yaşadığı tarihsel sistem krizi, gerekse bu krizin bir parçası olarak zuhreden emperyalist hegemonya savaşı, egemen sınıf içinde de bölünmelere yol açıyor. Nitekim 2020’yle birlikte Sahil kuşağında da köklü değişiklikler yaşanmaya başladı. Mali, Çad ve Burkina Faso’da ardı ardına Fransa karşıtı darbeler gerçekleşti. Bunun üzerine Fransa geçtiğimiz sene bu ülkelerdeki askerlerini Nijer’e çekmek zorunda kalmış ve kısa sürede bu ülkelerde Fransız askerlerinin yerini Rusya ve Wagner almıştı. Bu durum Rusya’nın bizzat darbelerin arkasındaki güç olduğunu gösteriyordu. Nijer, Mali ve Burkina Faso’da askeri darbelerin ardından Batılı güçlerin Sahil bölgesindeki tek müttefiki olarak değerlendiriliyordu. Fakat bu kırılgan zeminde Fransa ve Batı yanlısı Bazum’a karşı egemen sınıf içinde Rusya yanlıları iyice güç kazandı ve nihayetinde de Muhammed Bazum yönetimi darbeyle devrildi.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra uzun süre kendini toparlayamayan Rusya, son yirmi yılda giderek güçlenen bir emperyalist güç haline geldi ve özellikle Suriye savaşıyla birlikte askeri gücüyle de sahada yer almaya başladı. Bu dönemde Kuzey Afrika’nın yanı sıra Batı Afrika ülkelerinde de Wagner aracılığıyla askeri varlık gösteren Rusya, emperyalist hegemonya savaşında çok daha güçlü bir aktör olarak ABD’nin karşısına dikildi. Rusya bugün gelinen noktada Afrika ülkelerine en fazla silah ihracatı yapan ülke haline gelmiştir. Onun %35’le en büyük payı tuttuğu bu pazarda Çin %17 ile ikinci büyük ihracatçıdır (ABD %9,6 ile üçüncüyken, Fransa %7 ile dördüncü en büyük silah tedarikçisidir).
Öte yandan Rusya düzenli olarak yapmaya başladığı Rusya-Afrika zirveleriyle de bölgeye ilgisini ortaya koyuyor. Bu zirvelerin ilki 2019’da yapılmış, zirveye 43 Afrikalı lider katılmış, zirvelerin üç yılda bir tekrarlanması kararlaştırılmıştı. Fakat Ukrayna savaşı nedeniyle ikinci zirvenin zamanında yapılması mümkün olmamıştı. Ukrayna’daki savaş nedeniyle yalıtılmışlığını aşmak isteyen Rusya tam da Nijer’de darbenin yapıldığı günlerde, 27-28 Temmuzda, Petersburg’da ikinci Rusya-Afrika zirvesini gerçekleştirdi. Elbette Batılı emperyalistler zirveye katılmamaları yönünde Afrikalı liderlere baskı uyguladılar ve bu sefer sadece 17 lider katıldı. 32 Afrika ülkesi ise büyükelçiler ve diğer üst düzey yetkililer tarafından temsil edildi. Fakat bu durum Rusya’nın Afrika’daki etkinliğinin zayıfladığı anlamına gelmiyor.
Rusya-Ukrayna savaşının Afrika’ya olası yansımaları ve gıda güvenliği konusu zirvenin temel gündemiydi. Rusya, Ukrayna tahılının güvenli bir şekilde ihraç edilmesi için imzalanan ve bir müddet uzatılan Tahıl Koridoru anlaşmasını 18 Temmuzda sona erdirmiş, bu kararın Afrika’da açlığa neden olacağı endişesi büyümüştü. Putin Afrika’ya tahıl ve gübre ticaretini Batı’nın engellediğini söyleyerek, Afrikalı liderlere tahıl sevkiyatını güvence altına alacağı garantisi verdi. Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Burkina Faso, Eritre, Zimbabve ve Somali olmak üzere 6 Afrika ülkesine 25 ilâ 50 bin ton arasında ücretsiz tahıl tedariki vaadinde bulundu. Somali’nin 684 milyon dolarlık borcunu sildiğini açıkladı. Zirvede öne çıkan Burkina Faso’nun darbeci liderinin Wagner ile anlaşmaya vardığı ve buna karşılık ülkedeki altın madenlerinden birinin işletme hakkını Wagner’e verdiği ortaya çıktı. Tüm bunlarla birlikte, geçtiğimiz haftalarda isyana kalkışan Wagner’in lideri Yevgeniy Prigojin’in hiçbir şey olmamış gibi Rusya-Afrika zirvesinde arz-ı endam etmesi de, Wagner’in Rusya’nın kıtadaki çıkarlarının silahlı koruyucusu olduğunu gösteriyor.
Afrika ülkeleriyle özellikle madencilik, petrokimya, nükleer enerji ve askeri işbirliği alanlarında anlaşmalar yapan Rusya, Wagner gibi özel savaş ordularıyla yerel güçlere askeri eğitim veriyor, liderlere yakın koruma sağlıyor ve enerji noktalarını koruyor. Bunun karşılığında ülkelerdeki doğal kaynakları kullanmak, silah, teknoloji ve askeri hizmet satmak konusunda imtiyazlar elde ediyor. Wagner’in Orta Afrika Cumhuriyeti, Mali, Sudan, Mozambik ve Madagaskar gibi 10 Afrika ülkesinde bu şekilde etkinlik gösterdiği belirtiliyor.
Gerek Çin’in gerekse Rusya’nın Afrika’da genişleyen nüfuzunu engellemek ve emperyalist hegemonyasını korumak isteyen ABD’nin ise cihatçı terörizmle mücadele bahanesiyle bölgedeki askeri üslerini ve asker sayısını arttırdığı biliniyor. 2007 yılında, Afrika’daki askeri güçlerini ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) bünyesinde birleştiren ABD’nin, bu kıtadaki 54 ülkenin 50’sinde askeri bulunuyor.
Önümüzde emperyalist paylaşım savaşının daha da yayılacağı kanlı bir süreç uzanıyor. Nijer de bu savaşın daha üst boyutlara tırmanma potansiyelini taşıdığı bir coğrafyanın göbeğinde yer alıyor. Tam da bu nedenle dünya basınının darbelerin vaka-i adiyeden sayıldığı kıtadaki bu darbeye başka türlü ilgi gösterdiği görülüyor. Öyle ki dünya savaşının Sahil’de patlak verip vermeyeceği tartışmaları yapılıyor. Oysa Nijer’de yaşananlar hâlihazırda zaten devam etmekte olan emperyalist dünya savaşının bir parçasıdır.
Emperyalist güçler ve çeşitli burjuva kesimler bu savaşta kendi çıkarları temelinde yer alıp onu daha da körüklerken, dünyanın dört bir tarafındaki yüz milyonlarca emekçi korkunç bir yıkım eşliğinde sefalete sürüklenmekte, göç yollarında heder olmaktadır. Bu kanlı sarmaldan tek çıkış yolunun devrim olduğu her geçen gün çok daha çıplak biçimde kendini göstermektedir:
“Kapitalizm varolmaya devam ettiği sürece çeşitli burjuva kesimleri ve grupları arasında kıyasıya rekabetin, sıcak çatışmalarla, yani emperyalist paylaşım savaşlarıyla sonuçlanması kaçınılmazdır. Bir başka deyişle, derin iktisadi krizler nasıl kapitalizmin içsel işleyişinden kaynaklanıyorsa ve kapitalizmi krizlerin patlak vermesinden kurtarmak mümkün değilse, emperyalist savaşlar da doğrudan kapitalizmin iktisadi krizlerinden ve yeniden-paylaşım kavgasından türerler. İşte bu yüzden savaşsız bir kapitalizm düşünülemez. Dolayısıyla işçi sınıfı emperyalist savaşların kurbanı olmak istemiyorsa yalnızca emperyalist savaşları başlatan, körükleyen, destekleyen, sevk ve idare eden burjuva hükümetlere değil, bir bütün olarak kapitalist sisteme son vermek zorundadır. O halde emperyalist savaşları engellemenin tek mümkün yolu burjuvazinin egemenliğine son verecek bir proleter devrimdir.”[3]
[1] Kuzeybatı Afrika’dan Kızıldeniz’e kadar uzanan, Sahra Çölünün güneyi ile savanlar arasında kalan, Senegal, Çad, Burkina Faso, Mali, Nijerya, Moritanya ile Nijer’in içinde yer aldığı bölge Sahil diye adlandırılıyor.
[2] Darbe yapılan diğer iki ülke Sudan ve Gambiya. Sudan’da 15 Nisanda paramiliter Hızlı Destek Güçlerinin (RSF) isyanına ordu sert bir yanıt verdi, ülkede iç savaş devam ediyor (bkz. Sudan’da Egemenler Arasında Kanlı Kapışma, 28 Nisan 2023). Aralık 2022’de Gambiya’da gerçekleşen darbeyse ECOWAS’ın müdahalesiyle yenilgiye uğratıldı.
[3] Özgür Doğan, Emperyalist Savaş ve Marksist Tutum, 12 Kasım 2001, marksist.net
link: Ezgi Şanlı, Nijer’de Darbe ve Hegemonya Kavgasının Afrika Sahnesi , 19 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8044
Kıdem Tazminatında Tavan Oyunu
“İnsanlar Yaşadıkları Gibi Düşünürler”