Etkileri her geçen gün artan ekonomik kriz herkesin malûmu. Fakat sermaye cephesi için kriz aynı zamanda çeşitli fırsatlar da içeriyor. Egemen sınıf kendi içindeki rekabet ve siyasi tutum farklılıklarına rağmen krizin bedelini en ağır şekilde örgütsüz işçi sınıfına ödetiyor. Sendikal sözleşmelerde bir nebze artan ücretler, hayat pahalılığı ve yükselen enflasyon nedeniyle hiçbir derde deva olmadan eriyor. İşçi sınıfı emeklisi, sendikalısı ve sendikasızıyla bir bütün halinde yoksullaşıyor. İktidar partisinin vaatleri tümüyle temelsiz olmasına rağmen, medya ve tarikatların propagandalarıyla örgütsüz kitlelerin fedakârlık yapması, yokluğa kader gözüyle bakması ve avutucu pembe tablolara bel bağlaması isteniyor. Gerçekleri tersyüz etmede ustalaşmış bu egemen kesim son olarak milyonlarca işçinin kıdem alacaklarında puslu havadan yararlanmış, ellerini işçilerin ceplerinden çekmemiştir.
Kaşıkla verilenin kepçeyle geri alındığı bu rejimde, alınan bütün kararların arkasında sermaye sınıfının doymak bilmez kâr hırsı var. TÜSİAD-MÜSİAD ayrımı olmaksızın sermayenin tüm kesimlerinin uzun süredir hedefinde olan, AKP hükümetlerinin de fona devretmek suretiyle gasp etmek istediği kıdem tazminatı gündemdeki yerini koruyor. İşçilerin mücadeleyle kazanılmış haklarından biri olan kıdem tazminatına 6. ayda yapılan tavan arttırımı bilerek ve isteyerek patronların can dostu AKP hükümeti tarafından düşük tutuldu. EYT düzenlemesiyle birlikte milyonlarca işçinin alacağı kıdem tazminatı böylece iktidar eliyle (kanundaki yerini hâlâ korumasına rağmen) fiilen kuşa çevrildi.
Kıdem tazminatı patronların işçiye bahşettiği bir yardım parası değildir. İlk olarak 1936 yılındaki İş Kanununa giren kıdem tazminatında, 1975 yılında ek düzenlemelere gidildi. İş Kanununda 1975 yılında yapılan bu değişikliğin işçi sınıfının örgütlülüğü sayesinde başarıldığını vurguladığımız bir yazımızda şunları söylemiştik:
“Kıdem tazminatı hakkının bugünkü haline gelebilmesi de ancak işçi sınıfının mücadelesi ile mümkün olmuştur. 1950 tarihli İş Kanununda kıdem tazminatı almak için gerekli görülen süre 5 yıldan 3 yıla düşürülmüş, ancak işçi sınıfı açısından kazanımlar son derece yavaş bir şekilde gelişmiştir. Bununla birlikte 1950’lerden itibaren Türkiye sanayileşmeye başlayıp hızlı bir dönüşüm sürecine girmiştir. Sanayi geliştiği ölçüde proleterleşme hız kazanıyor, proleter hareket de gün geçtikçe büyüyordu. Uzun süren kuraklık döneminden sonra yağmura susamış topraklar gibi, sanayi bölgeleri işçileri içine çekiyor ve her yer baharın geldiğini müjdeleyen grevlerle, eylemlerle yeşeriyordu. Artık kanunlar sadece patronların isteğine göre çıkartılamıyordu. Burjuva devlet, yeri geldiğinde masaya yumruğunu vurma gücünü kendinde gören işçi sınıfının taleplerini de dikkate almak zorunda kalıyordu. 1971’de çıkarılan yeni İş Kanununda kıdem tazminatı ile ilgili önemli bir değişiklik yapmayan burjuva devlet, yükselen sınıf hareketi karşısında tavizde bulunmak zorunda kalacaktı. 1975 yılında yapılan değişiklikle kıdem tazminatı için gerekli olan çalışma süresi bir yıla indirilirken, her yıl için 15 günlük ücret olan tutar da 30 güne çıkarıldı. İşçi sınıfı, mücadelenin meyvelerini toplamaya başlıyordu.”[*]
İşçi sınıfının örgütlü mücadelesinin geriletildiği 12 Eylül faşist askeri darbesi ile işçi sınıfının kazanımları da geriletildi. Kıdem tazminatına ilişkin bir büyük değişiklik 12 Eylül darbesiyle birlikte gerçekleştirildi. 1975’te kıdem tazminatı konusunda kazanımlar olmakla birlikte kıdem tazminatına bir tavan da getirilmişti. Yıllık kıdem tazminatının asgari ücretin 7,5 katını geçemeyeceğini düzenleyen bu madde 1979’da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.12 Eylül’ün ilk işlerinden biri iptal edilen bu tavan uygulamasını geri getirmek oldu. Böylece 12 Eylül 1980 ve 31 Aralık 1982 tarihleri arasında asgari ücretin 7,5 katı tavan olarak uygulandı. Daha sonra yapılan bir değişiklik ile bir yıl için ödenecek kıdem tazminatı tavanı en yüksek devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek azami emekli ikramiyesi olarak belirlendi. Bu sınır memur maaşlarıyla yılda iki kez arttırılıyor. Seksenli yıllarda toplum üzerinde yaratılan korku iklimi, işçi örgütlerinin kapatılması ve en yüksek devlet memurunun işçilerden daha yüksek ücret alması nedeniyle düzenleme ilk yıllarda pek tepki çekmedi. İlk düzenlendiği yılda kıdem tazminatının tavanı ile asgari ücret arasındaki bu 7,5 kat fark, 1990’lı yıllarda 5,7 kata geriledi. AKP hükümetinin işbaşında olduğu 2004 yılında bu oran 3,5 kata inerken, erime kesintisiz devam etti. 2008 yılında küresel krizin Türkiye üzerindeki etkilerini “teğet geçti” diyerek yok sayan AKP, tam da o yıllarda kıdem tazminatının fona devredilmesi hazırlığına girişti. Fakat gerek yapılan oy hesabı gerekse sendikaların “grev” tehdidi bu tasarının geçici olarak rafa kaldırılmasına neden oldu. Aradan geçen yıllarda tavan hızla düşürülmeye devam etti: 2023 yılının ilk yarısında asgari ücretin 2 katına, son olarak Temmuz ayında ise 1,75 katına geriledi. Ülkeyi şirket gibi yönetmek istediğini söyleyen Erdoğan başkanlığındaki AKP hükümeti Temmuz ayında memur maaşlarını arttırırken yaptığı alicengiz oyunlarıyla başka hakları da tırpanladı. Bunlardan birisi de memur emekli ikramiyelerine bağlanmış olan kıdem tazminatı tavanı oldu. Böylece kıdem tazminatı tavanı 19 bin 982 liradan 23 bin 489 liraya yükseltilmiş oldu. Gerçek enflasyon hesaba katıldığında bu yüzde 17,5’lik artış kıdem tazminatının kuşa dönmesi anlamına geliyor. İşçilerin biteviye çalışarak harcadıkları 10 yıl, 20 yıl, hatta 30 yıllık emeklerinin karşılığı bugün asgari ücret seviyesine endekslenerek gasp ediliyor. Son altı ayda her şeye yüzde yüze yakın zam gelirken söz konusu işçinin eline geçen para olunca, türlü numaralarla kıdem tavanındaki artış yüzde 20’yi dahi bulmadı. Hâlihazırda milyonlarca işçinin brüt ücreti bu tavanı aşıyor. Tavan sınırlaması nedeniyle, kıdem tazminatı hesaplanırken brüt ücretin tavanı aşan kısmı tırpanlanmış oluyor. Kimi sendikaların toplu iş sözleşmelerine eklediği, kıdemin 35 gün üzerinden hesaplamasının da bir yararını görmeyecek işçiler. Bu, patronlar ve onların dümen suyundaki iktidar tarafından işçi sınıfına atılmış büyük bir kazıktır. Darbecilerin sınırlandırdıkları kıdem tazminatına bugünlerde yapılan ikinci darbe ile işçilerin onlarca yıllık birikimi çekilip alınmıştır. Kıdem tazminatı artan kredi borçlarının taksitlerini ödeyecek paraya dönmüştür.
Hatırlanacağı gibi kıdem tazminatı yakın zamanda kaldırılmak, sermaye sınıfı lehine yeniden düzenlenmek istendiğinde “kırmızı çizgimizdir” diyen sendika konfederasyonları eylemler yapmıştı. Kıdem tazminatının oluşturulacak fona devredilerek (gerçekte yok edilmesiyle) patronlar maddi bir yükten kurtulacaktı. Diğer yandan sendikalı, kalifiye, deneyimli, nispeten yüksek ücret alan işçileri patronlar işten atmakta tereddüt etmeyeceklerdi. İşyerleri asgari ücretle çalışan, sendikasız işçilerle doldurulacaktı. Kıdem tazminatının fona devredilmesinin hızlıca sendikalı işçi sayısını da eriteceğini hesaplayan Türk-İş, Hak-İş ve DİSK eylemlerle, kampanyalarla, kıdem tazminatının fona devrine karşı çıktılar. Hükümet oluşan tepkiler nedeniyle kıdem tazminatının fona devrini dondurmuş fakat ilk fırsatta bu konuyu yeniden gündeme getirmek için hazırda bekleteceğinin sinyallerini vermişti. Nitekim fon meselesini gündeme getirmeyi erteleyen iktidar, kıdem tazminatını çaktırmadan gasp etmenin yollarını döşemeye başladı. Öyle görünüyor ki bunun ilk adımı olarak bulunan formül, tavanı alabildiğine düşürerek kıdem tazminatını kuşa çevirmektir. Bazı acı gerçeklerle karşı karşıyayız: Yılları bulan çalışma hayatının neticesinde emekli maaşlarıyla geçinmek imkânsızlaştı! Yaşanan ekonomik kriz ve pahalılık nedeniyle, ele geçen toplu paranın karşılığı, geçmişte olduğu gibi örneğin orta halli mahallelerde bir daireye, hatta ortalama bir arabaya dahi tekabül etmiyor. Hesaplamadaki sinsi oyunlarla kıdem tazminatının fiilen eritilip yok edildiği bugünlerde işyerlerinde, sendikalarda haliyle tartışma ve tepkiler sürüyor. Fakat bunlar kitlesel ve örgütlü bir tepkiye dönüşemiyor. Zira bu konuda sendikalar üzerlerine düşeni yapmıyor. Krizin faturasını işçi sınıfına çıkarmaktan başka bir seçenek görmeyen iktidarlar doğal olarak işçi sınıfı hareketinin başsız kalmasını, kitlelerin demoralize olmasını istiyor. Sermaye sınıfı, sendikal bürokrasi eliyle işçi sınıfının en geniş kesimlerini adeta uyuşturuyor. Çeşitli yönlerden gerçekleştirilen hak gaspları sanki sendika üyesi işçiyi ilgilendirmiyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Bu bürokratlar kıdem tazminatının eritilmesinden en az sermaye hükümetleri kadar sorumludurlar. Sermaye iktidarlarını ve onların koltuk değneği sendika bürokratlarını sınıf içinde teşhir ederek, örgütlü işçi halkalarını genişleterek, sendikaları yeniden ayağa kaldırarak, güçlü birer mücadele odağı haline getirmekten başka bir seçenek yoktur.
[*] Suphi Koray, Kıdem Tazminatı Nedir, Nasıl Kazanılmıştır?, Mart 2012, marksist.net/node/2982
link: Adil Aksu, Kıdem Tazminatında Tavan Oyunu, 17 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8042
Bir Üzüm Asmasının Altında
Nijer’de Darbe ve Hegemonya Kavgasının Afrika Sahnesi