Kapitalizmin tarihsel krizi, yayılan savaşlarla, sıklaşan ve derinleşen ekonomik krizlerle, ağırlaşan yoksullaşma ve eşitsizlikle, sıçramalı artan göçle, yükselen otoriterleşme, faşizm ve ırkçılıkla, iklim ve çevre kriziyle, sayısız çürümüşlük görünümüyle kendisini ortaya koyuyor. Bu durum o denli belirginleşti ki tabloyu resmetmek artık neredeyse sıradanlaştı denebilir. Dünya çapında emekçi kitlelerin yaşamının çok daha çileli hale geldiği açık ve artık bunu gözden saklamak zorlaşıyor. Görünüşte birtakım değişiklikler olsa bile kötüleşme son bulmuyor, aksine derinleşiyor. Farklı partiler iktidara geliyor, farklı liderler sahnede boy gösteriyor, hatta sıradışı gibi görünenler de olabiliyor, ama günün sonunda hepsinin ameli aynı doğrultuda oluyor.
İçinde bulunduğumuz tarihsel dönem istisnai denebilecek bir dönem. Bunu yaşayan kuşaklar tarihte büyük ve sarsıcı değişimlerin olduğu bir dönemden geçiyorlar. Özetle tarihin akışının hızlandığı bir dönemde yaşıyoruz. ABD’de İkiz Kulelere yapılan saldırı, Afganistan’ın işgali, Irak’ın işgali, Libya’nın bölünüp parçalanması, keza Suriye’nin benzer bir süreci yaşaması, Ortadoğu’nun yeniden altüst olma sürecine girişi, Avrupa ülkesi Ukrayna’nın bile savaş sahası haline gelmesi, on milyonların göç yollarına sürüklenmesi, Çin’in kısa sürede dünyanın en büyük ekonomisi olmaya doğru dev adımlarla yükselişi, onyıllarca iktidarda kalmış Saddam’ın, Bin Ali’nin, Kaddafi’nin alaşağı edilmeleri, Avrupa’da dikiş tutmayan burjuva hükümetler, dünyanın hemen her yerinde emekçi kitlelerin artan protesto ve eylemleri… Tüm bunlar ve ekonomik, politik, toplumsal, kültürel daha nice gelişme, hayli karmaşık bir tabloyu şekillendiriyor.
Türkiye özelinde de son 10-15 yıl içinde son derece çalkantılı, karmaşık süreçler yaşandı ve bu sarsıntılı süreç devam ediyor. Denebilir ki, sadece bir kuşağın gözlem ve deneyim süresi içinde Türkiye’nin birçok yönü büyük değişikliğe uğradı. Hayatın birçok yönü açısından hızlı akış ve değişim, algıları, zihin kalıplarını zorlarken, bazı temel gerçekler yerli yerinde duruyor. Aldatıcı zenginleşme ve huzur hayalleri belli bir süre gözleri perdeleyebilse de çok geçmeden tüm dünyayı pençesine alan derin yoksullaşma ve eşitsizlik hükmünü icra ediyor.
Elbette bu doludizgin akış, her yönden adeta hücum eden farklı gelişmeler hem Türkiye’de hem dünya genelinde kitlelerin şaşalamasına yol açıyor. İnsanların olağan dönemlerde dünyayı anlamak, açıklamak ve anlamlandırmak için zihinlerinde hazır buldukları düşünce kalıpları, günün çalkantılı ve sarsıcı gelişmeleri karşısında yetersiz kalıyor. Derin bir tarihsel kriz içindeki kapitalist sistemin tepesinde oturan efendiler, kitlelerin bilincinin düzen karşıtı doğrultuda oluşmaması için sahaya farklı görünümlü siyasi aktörler sürüyorlar. Bunları sanki artık her şey düzelecekmiş gibi bir izlenim vermek üzere yapıyorlar.
Örneğin ABD gibi ağır bir ırkçı mirasın söz konusu olduğu bir ülkede ilk kez Obama gibi bir siyahın başkanlığa getirilmesi bunun önemli örneklerinden biriydi. Dünya çapında bir umut dalgası yaratmak üzere iyimser beklentiler pompalanmıştı. Bir siyahın ABD’de başkan seçilebilmesi sembolik olarak anlamlıydı. Ancak geniş emekçi yığınların çalışma ve yaşam koşullarındaki doludizgin kötüye gidişi tersine çevirecek bir sonuç değildi bu. Dünya üzerinde ABD emperyalizminin yürüttüğü savaş ve çatışmaları da ortadan kaldıracak bir etkisi olamazdı. Ama Obama’nın gelişi sadece ABD’deki değil dünya çapındaki emekçilere bir umut ışığı olarak pompalandı. O dönemde buna değinen Elif Çağlı şunları yazmıştı:
“ABD’de Bush döneminin kapanıp Obama döneminin açılmasıyla birlikte, kitleleri kandırmaya yönelik bir büyük oyun sahnelenmeye başlandı. Güya bugün yaşanmakta olan sıkıntılı günlerin ardından kapitalizm feraha çıkacak ve dünyaya bir barış ve iyileşme dönemi gelecekmiş! Böylece derin bir kriz içinde kıvranan kapitalizmin yarattığı ve daha da yaratacağı belâlar gözlerden gizlenmeye ve artık tam bir yalan imparatorluğuna dönüşmüş bulunan sistemin bekası sağlanmaya çalışılmaktadır. Dünyanın işçi emekçi kitleleri aslında sopa ile bastırılıp sindirilmek istenirken onlara sanki havuç sallarmış gibi yapmak, Obama başkanlığındaki kapitalist sistemin güncel taktiği haline gelmiştir.” (Sen Yolunda Yürü)
Obama örneğinde olduğu gibi, emekçi kitleler egemenlerin yarattığı renkli sis bulutlarıyla bir o yöne bir bu yöne savruldular. Avrupa’dan da örnek verilebilir. Hızlı akan tarih, hafıza üzerinde köreltici etki yaratabiliyor. Onlarca yıl en âlâ düzen karşıtıymış gibi poz kesen, işçi sınıfı ve klasik sosyalizm anlayışını yetersiz, demode, faydasız vb. bulan, çevre ve barış sorununu ön plana çıkaran Yeşiller hareketine bakalım. Bu hareketin en güçlü ve en köklü olduğu Almanya’da, Yeşiller Partisi uzun süredir iktidar katlarında dolaşıyor. Ve bugün gördüğümüz şey Yeşiller Partisinin emperyalist savaşın en azılı çığırtkanlığını yapanlar arasında olduğudur. Emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarında uzun yıllardır yaşadığı kötüleşme konusunda Yeşiller dişe dokunur hiçbir şey yapmamış, aksine Alman sermayesinin genel çıkarlarını koruyup geliştirmek için cansiperane çalışmışlardır. Hatta bu uğurda, nükleer enerji dahil, fosil enerji kaynaklarının kullanımına yeni bir itilim veren süreçlerin yürütücüsü olabilmişlerdir.
Yunanistan’daki Syriza’yı, İspanya’daki Podemos’u, gene Almanya’daki Die Linke’yi veya İtalya’daki Rifondazione ve ardıllarını da örnek verebiliriz. Bu partiler de “eski” sol anlayışa karşı yeni bir anlayış getirdikleri iddiasıyla parlak çıkışlar yapmışlar, sözde emekçi kitlelerin dertlerine derman olacakları izlenimini yaratmışlar, hatta kimi örneklerinde, kitle isyanlarına öncülük etmişler, bu isyanların içinden çıkmışlardır. Bunlardan bazıları iktidar yüzü de görmüştür. Ama gelin görün ki yukarıda genel resmini çizmeye çalıştığımız gidişatı değiştirmemişlerdir. Aksine bu gidişatın daha da güçlenmesine yol açan bir icraat sergilemişlerdir. Temelde bu nedenlerle, emekçi kitleler de umutlarını boşa çıkarıp ihanet eden bu yeni parti ve hareketlere çok geçmeden sırtlarını dönmüşlerdir. Bu partiler kriz üstüne kriz yaşayarak parçalanıp küçülüyorlar.
Bu sol ve muhalif görünümlü hareket ve projelerin yanı sıra, en dolaysız anlamda egemen sınıfın içinden başka şaşaalı projeler ilan edenler de oldu. Kapitalizmin tarihsel gidişatının nasıl bir akıbeti işaret ettiğinin farkında olan bu sermaye çevreleri, en göz alıcı örneği Büyük Reset olan projeler ilan ederek bu doğrultuda yeni politik yönelimler yaratmaya çalışıyor göründüler. Dünya Ekonomik Forumu gibi sermayenin itibarlı en üst kurum ve platformlarında dahi dillendirilen, keza uluslararası alanda pek itibarlı sermaye yayınlarında etraflıca yer bulan, gündem yapılmaya çalışılan bu tür projeler de kısa süreli bir ilgi odağı olmanın ötesine gitmedi. Özde kapitalizme nefes aldırabilmek için, onun reforme edilmesi anlamına gelen bu projeler için dahi, sermayenin takat ve toleransının olmadığı ortaya çıktı.
Tarih işçi sınıfını göreve çağırıyor
Tüm bu gerçeklik elbette birçok anlama geliyor. Birincisi kapitalizmin krizinin en küçük şüpheye yer bırakmayacak şekilde nesnel bir gerçeklik olduğudur. Onca farklı söylem, farklı politik hareket, gelip giden hükümetler, politik çalkantılar vs…. Kapitalizmin sınırları içinde kalındıkça, onun temel varsayımları kabul edildikçe, sonuç değişmiyor. Ne kriz, ne yoksullaşma, ne eşitsizlik, ne savaşlar, ne militarizm, ne otoriterleşme, faşizm ve ırkçılık, ne iklim krizi, ne göçler… Hiçbirinde düzelme söz konusu değil.
Dolayısıyla bu tablonun bir diğer anlamı, emekçi kitleler için kapitalizmin yıkılmasından başka hayırlı bir çıkış yolunun olmadığıdır. Bir başka açıdan söylersek ya kapitalizm yıkılarak sınıfsız bir toplum düzenine giden yol açılacak ya da kapitalizm yarattığı tüm kötücül eğilimleri daha da azdırarak gitgide tüm gezegeni ve insanlığı yok edecek. Seçim son derece açık ve nettir.
İnsanlığın ve gezegenin yok oluşuna seyirci kalmak istemeyenler için kapitalizme son verme mücadelesine katılmak dışında bir seçenek bulunmamaktadır. Sadece bu genel ve kıyamet boyutundaki yıkım için değil, bizzat gündelik hayatın en temel gereklilikleri, ihtiyaçları için dahi kapitalizme karşı mücadele vermek gerektiği ortadadır. Yukarıda çizdiğimiz tablo kapitalizmin reforme edilebilir olmaktan çıkmış olduğunu açık biçimde göstermektedir. Kapitalizm düzeltilemez!
Bu açıdan düşünüldüğünde, bir başka nokta da şudur ki, bu yıkım dolu gidişat içinde yaşanan düzen içi gelgitler, çalkantılar ve bunlar üzerinden köpürtülen gündemlerin dikkat dağıtıcı etkisine karşı durulmalıdır. Teknolojik gelişmelerden tutun, jeopolitik değişimlere, savaş süreçlerinin sahadaki somut değişimlerine, seçimlerdeki heyecanlara, burjuva kutuplaştırma siyasetleri çerçevesinde gündeme getirilen düzen içi hırlaşmalara varıncaya kadar sayısız olgu ne yazık ki bu işlevi görmektedir. Düzene karşı tepkisi olanlar bile bu tür gündem konularının etkisinde kalıp, düzenin gidişatını ve hemen her şeyi belirleyen genel ve temel gerçeklikleri unutabiliyorlar. Bu tür gündemler çerçevesindeki politizasyonlar genelde kısa ömürlü olup, hayal kırıklığıyla sonuçlanabiliyorlar. Böyle olmasa bile, son tahlilde düzenin temellerine dokunmuyor, onun zaman kazanmasına katkıda bulunuyorlar.
Böyle olduğu için, örneğin önemli bir tarihsel dönemeç noktası oluşturan Sovyetler Birliği’nin çöküş döneminde yaratılan hava ve yayılan fikirler kapitalist düzene büyük hizmetlerde bulunmuştur. Sanki kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkmış, yepyeni bir barış ve refah çağı açılmıştı. Bir nevi yeni altın çağdan dem vuruluyordu adeta. Oysa aklını yitirmeyip Marksizmin temel doğrularına bağlı kalarak serinkanlılıkla gidişatı anlamaya çalışanlar açısından kapitalizmin doğasında hiçbir değişme yoktu, Marx’ın ortaya koyduğu aynı temel yasalara tabi olmaya devam ediyordu. Bu temele dayanan Elif Çağlı, daha Sovyetler Birliği ayaktayken nasıl bir sürecin dünyayı beklediğine dair ana çizgileri çizmişti:
“Kapitalist blok ile sözümona sosyalist blok arasında II. Dünya Savaşının uzantısı olarak yaşanan soğuk savaş dönemi sona eriyor… Büyük altüstlüklere ve değişimlere gebe her tarihsel dönemeçte olduğu gibi, yaşadığımız bu tarihsel dönemeçte de, uzun yıllardan beri birikmiş ve derinleşmiş çelişkilerin şiddetli bunalımlarla dışa vurduğuna ve etkilerinin dünya ölçeğinde yaşandığına tanık olmaktayız ve daha da olacağız”. (Marksizmin Işığında, Tarih Bilinci Yay.)
Sen Yolunda Yürü adlı yazısında o döneme tekrar gönderme yapan Çağlı şunları yazmıştı:
“Sovyetler Birliği’nin çöktüğü dönemlerden başlayarak yükseltilen burjuva propagandalara, sosyalizmin artık tarihe karıştığı ve kapitalizmin bundan böyle bunalımsız ve barışçı bir küreselleşme dönemine girdiği şeklindeki argümanlar eşlik ediyordu. Aslında bu argümanlar, dönemin koşulları nedeniyle bir hayli rağbet gören ama özünde egemen sınıf ideolojisinin ardından sürüklenmekten başka bir «meziyete» sahip bulunmayan bilumum dönek, oportünist ve reformist solculuğun alâmeti farikalarıydı.
“Emperyalist-kapitalist sistemin özelliklerini kavrayamayan veya kavramak istemeyen tüm dar kafalılar ya da inkârcılar tam bir «barış» sarhoşluğuna sürüklenmişlerken, dünyanın çeşitli bölgelerini büyük güçler arasındaki hegemonya çekişmesinin ürünü olan sıcak savaşların alevleri sardı. Böylece, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bir «soğuk savaş» döneminin kapandığı ve dünyada yeni bir dönemin açıldığı yolundaki görüş doğrulanmış oluyordu. Fakat açılan bu «yeni dönem» kapitalizm açısından hiç de küresel bir refah ya da barış dönemi değil, tam tersine bir sıcak savaş, ekonomik çöküntü ve siyasal istikrarsızlık dönemi olacaktı.” (age)
Kapitalizmin daha önceki dönemsel krizlerinin çok ötesine geçen mevcut tarihsel krizi, onun tarihsel anlamda ömrünü doldurmuş, ama fiili gerçekliği sonlanmamış bir toplumsal düzen olduğunu söylüyor bize. Etrafa kan ve irin saçan, ileri derecede bunamış bir ihtiyar haline gelmiştir. Böyle olmasına rağmen ve bir anlamda böyle olduğu için, tehlikeleri de artmıştır. Ancak onu tarihsel mezarına gömecek işçi sınıfının devrimci güçleri ne yazık ki henüz hayli zayıf.
Bunamış kapitalizm ve örgütlü güç olarak henüz zayıf olan devrimci işçi sınıfı… Bu temel belirleyenler altında günümüz dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir çürüme yaşanıyor. Akla hayale gelmeyecek envai çeşit garabet günümüz dünyasının normali haline geliyor. İklim krizinin tetiklediği korkunç doğa olayları bir yandan, modern teknolojinin devreye sokulduğu yeni savaş araçları, yeni yeni virüsler, ürkütücü biçimde ilerleyen robot teknolojileri, Orwell’ın “1984”üne rahmet okutuyor.
Aslında yeri gelmişken belirtelim ki, Marx kapitalizmin karakterini tarif ederken ondaki canavarca potansiyeli de bir benzetme unsuru olarak kullanmaktan geri durmamıştı. Kapitalizmin yarattığı canavarları görmeyenleri eleştirirken şunları demişti: “Perseus peşlerinden gittiği canavarlar kendisini görmesinler diye, sisten yapılma bir takke kullanırmış. Bizse, canavarların varlığını inkâr edebilmek için, sisten takkeyi kendi gözlerimizin ve kulaklarımızın altına kadar indiriyoruz.” (Kapital,c.1, Yordam Yay., 2010, s.19)
Marx’ın zamanı kapitalizmin henüz canlı olduğu ve ilerici potansiyellerini tüketmediği bir dönemdi. Günümüz kapitalizmi ise bunama döneminde. Günümüz kapitalizminin canavarları ile eskinin canavarları karşılaştırılsa belki de eskinin canavarları ağzı süt kokan bebeler olarak görüneceklerdir. Günümüzün bu kapitalist canavarlık dünyasında insanlığın ihtiyaç duyduğu tek şey bu çok başlı canavara karşı mücadeleye atılmaktır. Tarih işçi sınıfını göreve çağırıyor.
Nitekim, giderek nefes alamaz hale getirilen işçi sınıfı kendisine sunulan renkli seçeneklerin boş olduğunu görmeye başlıyor. Emekçiler yerleşik sağlı sollu düzen partilerine giderek daha az yüz veriyorlar. Politik yelpazenin orta dilimleri giderek eriyor, sağda ve solda daha uç arayışlar belirginleşiyor. Bir yandan çeşitli türde mücadeleler verirken bir yandan da faşist ve otoriter seçeneklere doğru itiliyorlar. Her türlü canavarlığın belirdiği bu çürüme dönemi, aynı zamanda kendi diyalektiği içinde umudun yeşermesine uygun dinamikleri de üretiyor. Tüm dünyada kıpırdanan ve mücadele eden işçi sınıfının gerçekliği buna işaret ediyor.
“Bu durum, gerçekte nasıl bir tarihsel dönemden geçildiği konusundaki doğru ve devrimci yanıtların önemini misliyle arttırıyor. Ama kuşkusuz asıl gerekli olan, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmek üzere tutarlı ve sebatlı bir devrimci mücadele yürütebilmektir. Günümüzün temel sorunu budur. Ve bu sorun örgütlü mücadelenin önemini bir kez daha ortaya koyduğu gibi, örgütsel konularda isabetli ve net bir sınıf çizgisinin izlenmesi gereğini de yakıcı biçimde devrimcilerin önüne koymuş bulunuyor!” (Elif Çağlı, age)
link: Levent Toprak, Kapitalizme Karşı Mücadeleye!, 14 Aralık 2024, https://marksist.net/node/8401
Karanlığa Yürüdüler
Faşizme Hizmeti Bilim Şalıyla Örtmek