Sevgili işçi kardeşlerim hepinize merhabalar. Bu mektubumda, ömürlerini işçi sınıfının ve dolayısıyla insanlığın kurtuluşuna vakfeden iki büyük ustanın, Marx ve Engels’in, insanlık tarihinin deneyimlerinden süzerek keşfettikleri bir doğruyu başlığa taşımak istedim. Onlar tüm insanlığa büyük bir miras bıraktılar. İnsanlığın kurtuluşuna giden yolun kilometre taşlarını döşediler. Marksizmin materyalist tarih anlayışının temelini oluşturan bu doğru hayatın pek çok alanında karşımıza çıkıyor. Egemenler de nasıl yaşıyorlarsa öyle düşünüyorlar, onun teorisini yapıyorlar ve emekçileri sömürünün kutsallığına inandırmak için her türlü yalana ve düzenbazlığa başvuruyorlar.
Mesela Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş gibiler, kendileri lüks ve şatafat içinde yaşarken, emekçilere “fakirler cennetin yedinci katında olacak, biz onları kıskanacağız” diyebiliyorlar. Bunlar bir yandan sade bir hayatı, mütevazılığı, “bir lokma bir hırka” felsefesini övmekte ama öte yandan milyon dolarlık makam araçlarına binmekte, özel uçaklarla gezmekteler. Erbaş’ın İngilizce öğretmeni olan kızı Feyza Erbaş, en büyük çocuğunun 13 ülke, ortanca çocuğunun sadece 2 ülke gezdiğinden ama en küçük çocuğunun daha doğru dürüst bir ülkeye gidemediğinden dert yanıyor. İnsan merak ediyor tabii öğretmen maaşıyla bu yurtdışı gezileri nasıl yapılabiliyor diye. O ülke ülke dolaşırken, yoksulluk sınırının altında maaşlara talim eden yüz binlerce öğretmen, bıraktık yurtdışını, doğru dürüst tatile bile gidemiyor. Ali Erbaşların ülkesinde ne yazık ki milyonlarca işçi karnını bile doyuramıyor. Tatil hak getire.
Diğer taraftan aynı Ali Erbaş, açlıktan karınları guruldayan milyonlarca insana “aman ha isyan etmeyin, dinden çıkarsınız” diye fetva veriyor. Yani kendisi milyon dolarlık lüks zırhlı arabalara biner, süper lüks havuzlu villalarda yaşarken yoksul işçi ve emekçilerin aklıyla adeta alay ediyor.
Şaşırıyor muyuz, hayır. Çünkü örnek aldığı ağababaları da onun gibidir. Onlar da saraylarda yaşar, ejder meyveleriyle karınlarını doyurur, kollarında timsah derisi çantalarla gezerler ama biz işçi-emekçilere tutumlu olmayı, fazla yiyip içmemeyi, halimize şükretmeyi salık verirler. Bu yiyici takımının 5-10 maaş alan uşakları da, iktidarın nimetlerinden faydalanan tufeyli takımı da aynıdır. Kimi arabasında pudra şekeri çeker, kimi iş vaadiyle kadınların namusuna musallat olur, kimi tüyü bitmemiş yetime hallenir, kimi de her şey çok güzel diyerek kameralara sırıtır. Elbette tüm bu yiyici takımı da yaşadığı gibi düşünmektedir. Sarayda yaşayan ona göre, kulübede yaşayan ona göre düşünecektir.
İşçi kardeşlerimiz, bizler bu sömürücü, yiyici ve tufeyli takımının olmadığı bir dünyanın hayalini kuruyor, onun için mücadele veriyoruz. Sadece kendimiz için değil tüm insanlık için kavga ediyoruz. Düşündüğümüz gibi yaşıyor, yaşadığımız gibi düşünüyoruz. İstiyoruz ki, her işçi yaşadığı ülkeyi dünyanın bir mahallesi, dünyayı da hepimizin ülkesi olarak bilsin. Mesela denizde yaşayan canlılar canları nereye gitmek istiyorsa gidiyorlar. Ya da gökyüzünde süzülen martılar istedikleri kara parçasına inebiliyorlar.
Evet, işçi kardeşler, altında inim inim inlediğimiz bu sömürü düzeninde birileri yiyip içip gezer ve cenneti bu dünyada yaşarken milyarlarca işçi aç, yoksulsa, bu dünyada cehennemi yaşıyorsa bunun bir sebebi olsa gerektir. Sizce bu yaşadıklarımız normal olabilir mi? Belki bazılarınızın aklına yatmayacaktır. Evet, asırlar evvel Spartaküs ve gözlerinin önündeki perdeleri yırtıp atan köleler, diğer kölelere “kardeşler kölelikten kurtulabiliriz” dediklerinde o sözler kulaklarına girmeden geri dönmüştür. Evet, o günlerde kölelerin kölelikten başka bir yaşam biçimini tahayyül etmeleri olası değildi. Rüyalarında, düşlerinde ve kâbuslarında bile köleliklerini, sırtlarında şaklayan kamçıları görüyorlardı. O tarihin örgütsüz kölesiyle, bugünün örgütsüz işçisi arasında özde hiçbir fark yoktur. Kölenin ayağında pranga, bileklerinde ve boynunda zincir vardı. Örgütsüz işçilerin ise ne ayağında pranga ne bileklerinde ve boynunda zincir var. Pranga örgütsüz işçilerin beynindedir. Evet kardeşler, o beyinlerimizdeki prangaları, gözlerimizin önündeki perdeleri ancak ve ancak örgütlü mücadele içerisinde yerimizi aldığımızda söküp atabiliriz. Bugün sınıf temelinde örgütlü olan her işçi de bir vakitler sizler gibi “böyle gelmiş, böyle gider” diyenlerdendi. Gelin sınıf temelinde kol kola, el ele verelim.
link: İzmir’den MT okuru bir işçi, “İnsanlar Yaşadıkları Gibi Düşünürler” , 21 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8045
Nijer’de Darbe ve Hegemonya Kavgasının Afrika Sahnesi