

Kapitalizmin tarihsel çürüme ve tıkanıklık çağında olduğuna dikkat çeken Elif Çağlı, bu dönemi ve özelliklerini Marksizmin diyalektik yöntemiyle tahlil ederken kapitalizmin tarihsel açıdan artık tam bir çılgınlık dönemi içine girdiğini vurgular. Kapitalizmin yükseliş dönemine eşlik eden burjuva demokrasilerinin, kapitalizmin çürüme çağında yerini giderek siyasal yaşamda genel bir otoriterleşme, faşistleşme gerçekliğine bıraktığını, günümüze damgasını vuran olgunun, Trump, Putin gibi diktatörlerin ve finans kapital zirvelerinin biçimlendirdiği plütokrasi olduğunu belirtir. Bugün dünyanın hangi coğrafyasına bakarsak bakalım Çağlı’nın dikkat çektiği bu baskın olgunun örneklerini görmek mümkün. Fakat bir zamanlar demokrasinin beşiği sayılan Batı’da yaşanan örnekler çarpıcıdır. Trump iktidarı altındaki ABD’de yaşananlar plütokrasinin ne mene bir şey olduğunu gösterirken, vaktiyle burjuva demokrasisinin en ileri örneklerinin görüldüğü Avrupa bugün bu demokrasilerin tıkanıklığına, siyasal istikrarsızlıklara, merkez partilerin çöküşüne, faşist hareketlerin ve partilerin yükselişine tanık oluyor.
Hatırlanacak olursa 9 Haziran 2024’te Avrupa Parlamentosu seçimleri gerçekleşmiş, “aşırı sağ” diye nitelenen faşist partilerin oy oranlarını ciddi ölçüde arttırmaları Avrupa’da pek çok ülkede siyasi dengeleri sarsmıştı. Faşist partiler 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosunun üçüncü büyük grubu haline gelmişlerdi. Bu partiler, seçimlerin hemen ardından 30 Haziranda, “Avrupa’nın Vatanseverleri” grubunu oluşturdular. Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın girişimiyle kurulan ve “faşist enternasyonal” olarak nitelenebilecek bu yapıda, 13 AB ülkesinden faşist partiler yer alıyor. Bu faşist yapı kurumsal kimliğini kazanır kazanmaz İspanya’nın faşist partisi Vox’un lideri olan Santiago Abascal’ı başkan seçti ve 7 Şubattaki ilk toplantısını onun ev sahipliğinde Madrid’de yaptı. Bu toplantının sloganı ise ABD’nin faşist lideri Trump’ın meşhur sloganının bir versiyonundan başka bir şey değildi: “Avrupa’yı Yeniden Büyük Yap!”
Avrupalı faşistlere göre Avrupa’yı yeniden büyük yapmanın yolları sır değil. Bunun için ileri sürdükleri argümanların başında “Avrupa Birliği’ni tamamen reforme etmek ve her ulusun egemenliğine saygı duyan bir uluslar Avrupa’sına dönmek” geliyor. Buna göre geçmişte olumluluk atfedilen kimi Avrupa Birliği normları bugün “aşırılık bürokrasisi” olarak damgalanıyor ve çöpe atılmak isteniyor. AB mevzuatının bağlayıcı hükümlerinin yargı bağımsızlığını yok ettiği ileri sürülüyor. Etkisiz ve yozlaşmış geleneksel partilerin, teknokratların def edilmesi, onların yerine otoriter liderlerin işbaşına gelmesi gerektiği söyleniyor. Bu liderlerin “siyasi doğruculuk basıncından kurtulması”, göçmen, mülteci, LGBTİ gibi dezavantajlı grupların ihtiyaç ve talepleri konusundaki “yersiz hassasiyetleri” bir kenara bırakması isteniyor. Ülkelerin güvenliği ve refahı adına militarizasyona hız verilmesi, sınırların göç ve ilticaya kapatılması, fazla geniş olduğu için istismar edilen ve tehlike yaratan demokratik hakların tırpanlanması gerektiği propaganda ediliyor. Yükselen işsizlik oranlarının ve yoksullaşmanın nedeninin göç ve AB dayatmaları olduğu söyleniyor. Bu yalanlarla milliyetçilik, ırkçılık, göçmen düşmanlığı kışkırtılıyor.
Elbette bu propagandalar en çok kapitalizmin işsizlik, yoksulluk, geleceksizlik, çıkışsızlık kuyusuna ittiği gençleri etkiliyor. AB ülkelerinde ortalama genç işsizlik oranı %15’e yaklaşıyor. Resmi rakamlara göre 2024’te İspanya’da bu oran yüzde %26’ya, İsveç’te %24’e, Fransa’da %18’e çıktı. Ebeveynlerine göre daha kötü koşullarda çalışıp yaşayacaklarını gören, siyasal karar mekanizmaları üzerinde etkili olamadıklarını, sorunlarının dikkate alınmadığını düşünen gençlerin önemli bir bölümü, daha keskin söylemlerle sahneye çıkan faşist liderleri çözüm adresi olarak görebiliyor.
Bu koşullarda, Danimarka’da bir faşist partinin gençlik kolu, bir ulus olarak bağımsız olmak istedikleri, AB’nin Danimarkalıların günlük yaşamlarından uzak durması, liderlerin bu yönde çaba göstermesi gerektiği propagandasını yükseltiyor. İspanyalı faşistler, İspanya’nın güvenliğinin her şeyden önce geldiğinden dem vuruyor ve her ne pahasına olursa olsun Afrika’dan gelen mültecileri engellemeye çalışıyor. Fransız faşistler, baskıları iyice arttıran Macron’u yetersiz görüp güçlü bir lidere duyulan ihtiyaçtan bahsediyor. Avusturya’da Nazilerin kurduğu Özgürlük Partisi hükümeti kurmakla görevlendirilecek kadar güçleniyor. İtalya’da ırkçılığını, göçmen düşmanlığını övünç kaynağı olarak gören faşist Meloni iktidarda. İngiltere, Belçika ve Portekiz’de de faşist partiler ve liderler güç kazanmaya devam ediyor. AB’nin en büyük ekonomisi ve lokomotifi durumunda bulunan, faşizmin en kanlı, en kıyıcı örneğini yaşamış olan Almanya’da faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi dikkat çekici biçimde hızlanıyor.
Hatırlanacak olursa geçtiğimiz Kasım ayında Almanya’da başında Olaf Scholz’un bulunduğu Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyonu çökmüş, Scholz’un Mecliste yapılan güven oylamasını kaybetmesinin ardından 23 Şubatta erken genel seçime gidilmesi kararlaştırılmıştı. Seçimin sonucu beklendiği gibi olmuş, Scholz’un SPD’si hezimete uğrarken muhafazakâr Hıristiyan Birlik partileri CDU/CSU sandıktan zaferle çıkmıştı. Fakat seçimin esas çarpıcı sonucu faşist parti AfD’nin (Almanya için Alternatif) oylarını rekor düzeyde arttırarak ikinci sıraya yerleşmesi olmuştu. Almanya’nın yeni şansölyesi olması beklenen CDU lideri Friedrich Merz, emekçilerden yükselen tepkiler üzerine AfD ile koalisyon kurmayacaklarını açıkladı. Bu açıklama şimdilik kimilerinin yüreğine su serpse de AfD’nin, kurulduğu 2013’ten bu yana yükselişini sürdürdüğü, son seçimlerde yaklaşık %21 oy alarak ikinci sıraya yerleşip belirleyici bir siyasi güç haline geldiği ve iktidara daha da yaklaştığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Almanya’da seçimlere bir ay kala, 23 Ocakta Afgan kökenli bir mültecinin Bavyera’nın Aschaffenburg şehrinde biri henüz 2 yaşında bir çocuk olmak üzere iki kişiyi katletmesi üzerine “sınırlar kapatılsın” propagandasına hız verildi. 1 Şubatta CDU/CSU’nun ve AfD’nin oylarıyla Mecliste göçle ilgili bir önerge kabul edildi. Söz konusu önergeye göre ülkenin tüm kara sınırlarında kalıcı sınır kontrolleri uygulanacak. İltica etmek isteyenler de dâhil geçerli kimlik veya giriş belgesi olmayan sığınmacılar Almanya’ya alınmayacak. Göçmen kabul süreçleri sıkılaştırılacak ve yasadışı yollarla ülkeye girenler için daha sert yaptırımlar uygulanacak. Yani çok sayıda mültecinin ülkeye girişine, aile birleşimlerine izin verilmeyecek, çok sayıda göçmen sınır dışı edilecek, baskılar artacak, demokratik haklar daha da tırpanlanacak. Tüm bunlar, Alman egemenlerin son yıllarda hız verdiği silahlanma ve savaş kapasitesini büyütme çabasıyla, Volkswagen gibi otomotiv devlerinin silah üretmeye başlamasıyla birlikte düşünüldüğünde, insanlığın faşizmi ve Nazizmi mahkûm ettiği, bir daha benzer deneyimlerin yaşanmayacağı yolundaki propagandaların kofluğu daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim önergenin kabul edilmesinin ertesi günü meydanlara dökülen yüz binlerce işçi ve emekçi, bu yalanların bir şey ifade etmediğinin, faşizm tehlikesinin son derece güncel ve somut olduğunun farkındadır.
2 Şubatta Almanya’da pek çok gösteri düzenlendi. Sadece Berlin’de 250 bin kişinin katıldığı bu gösteriler, “İyi İnsanların İsyanı-Biz Güvenlik Duvarıyız” sloganıyla gerçekleştirildi. 8 Şubatta da Münih’te 100 bin kişilik bir gösterinin yanı sıra diğer kentlerde de pek çok gösteri düzenlendi. Ancak emekçiler faşist yükselişe birlikte karşı durmaya çalışırken bu defa 13 Şubatta yine bir Afgan mültecinin aracını Ver.di sendikasının düzenlediği bir eyleme katılanların üzerine sürerek anne-çocuk iki kişiyi öldürmesi ırkçı propagandayı meşrulaştırmak için kullanıldı. AfD’nin ırkçı söylemleri, hatta Hitler’i yeniden saygın ve vatansever bir devlet adamı gibi sunan propagandalar düşünce ve ifade özgürlüğü olarak lanse edilirken, AfD’nin Almanya için alternatif olamayacağını söyleyen, ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı duvar olmak isteyen Alman işçi ve emekçilerin sesi boğulmak istendi.
AfD’nin ve Avrupalı faşist partilerin yükselişinin arkasındaki nedenler sıralanırken Atlantik’in öte yakasından aldıkları desteğin üzerinden atlanamaz. Hatırlanacak olursa Trump’ın ilk başkanlık döneminde Beyaz Saray’ın stratejistlerinden olan neo-Nazi Steve Bannon, “The Movement” denilen faşist oluşumu kurmuş, büyük kaynaklar akıtarak, kıtayı karış karış dolaşarak Avrupa’da faşist hareketlerin güçlenmesi için çalışmıştı. Bannon, amaçlarından birinin faşist partilerin tüm Avrupa’da güç kazanması ve Avrupa Parlamentosunda üçte iki çoğunluğa ulaşması olduğunu gururla açıklıyordu. Nitekim faşist partilerin Avrupa çapında sergilediği ilerleme ve AP’de elde ettiği güç Bannon’un hedeflerine ne denli yaklaştığını gösteriyor. Kongre binası baskınına ve sonu gelmez skandallara rağmen 4 yıllık aranın ardından yeniden ABD başkanlığı koltuğuna oturan Trump bugün vites arttırıyor, yoluna yeni Bannonlar ile devam ediyor.
Trump, Almanya’da seçimlere bir hafta kala AfD’ye desteğini açıkladı. Trump’ın copilotu gibi davranan Musk ise AfD’ye ve Avrupa’daki faşist partilere verdiği açık desteği büyüttü. Öyle ki Norveç Başbakanı, Musk gibi bir adamın diğer ülkelerin siyasetine doğrudan müdahil olmasının endişe verici olduğunu söylemekten kendini alamadı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron bile aynı endişeyi taşıdığını söylemekten geri durmadı. Geçtiğimiz sene 7 Temmuz seçimlerinde birinci olan ve Mecliste en yüksek milletvekili sayısına ulaşan sol ittifak Yeni Halk Cephesinin (NFP) adayı yerine eski İçişleri Bakanını Başbakanlığa atayarak seçim darbesi yapan Macron, Musk’la ilgili olarak şöyle dedi: “On yıl önce, dünyanın en büyük sosyal ağlarından birinin sahibinin, yeni bir uluslararası gerici hareketi destekleyeceğini ve Almanya da dâhil olmak üzere seçimlere doğrudan müdahale edeceğini söyleselerdi bunu kim hayal edebilirdi?” Bu sözler, Elif Çağlı’nın, kapitalizmin bu döneminin olağanüstülükler dönemi olduğu, bu dönemde olağandışı olanın olağanlaştığı, anormal olanın normalleştiği yönündeki tespitlerinin, burjuva egemenlerin ağzından doğrulanışı değilse nedir?
Öte yandan 19-22 Şubatta Washington’da düzenlenen “Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı 2025” toplantısı, ABD’nin sadece Avrupa’da değil tüm dünyada sağcı-faşist hareketlerin yükselişine katkı sunduğunu bir kez daha gösteriyor. “Dünyanın en büyük ve en etkili muhafazakârlar toplantısı” olarak anılan bu toplantı, bu sene Arjantin devlet başkanı Milei’nin, Musk’a altın testere hediye etmesiyle gündeme geldi. Bu hediyenin üzerinde Milei’nin seçim sloganı, “yaşasın özgürlük” yazılıydı. Farklı ülkelerden faşistlerin şov yaptığı, sosyal adalet isteyenlerin sahtekâr ilan edildiği, İsrail’e tam destek açıklamalarının yapıldığı, göçün önlenmesi, sınırların güçlendirilmesi, ailenin korunması, eşcinsellikle mücadele edilmesi gerektiği üzerine nutukların atıldığı bu konferansta Milei’nin testeresi üzerindeki “yaşasın özgürlük” sloganı, çağımızın çelişkilerini ironik biçimde yansıtıyor.
Unutmamak gerekir ki hiçbir gelişme tek yönlü sonuçlar doğurmaz, zıt eğilimler aynı anda gelişip güçlenir. Siyaset sahnesi de tek yöne değil, iki uca doğru kutuplaşıyor. Yalnızca faşist hareketler, partiler değil radikal sol/sosyalist arayışlar da güçleniyor. Sahteliği açığa çıkan burjuva demokrasileri, kitlelere umut vererek iktidara gelen ama işçi sınıfına yönelik en ağır saldırıları hayata geçiren reformist, sosyal demokrat partiler, faşist hareketler gerçeğin bir yanıysa, söz konusu arayışlar da diğer yanıdır. Döneme damgasını vuran bir olgu da güçlenmekte olan ve daha da güçlenecek olan bu arayışlardır. Almanya’da eylemlerine “iyi insanların isyanı” adını veren yüz binler, İngiltere’de Filistin için meydanları inleten yüz binler, Amerika’da Trump’ın göçmen politikasına karşı gösterilere katılan on binler, Yunanistan’da, Sırbistan’da çürüyen kapitalizme karşı sokaklara dökülen yüz binler, Belçika’da, Arjantin’de grevlerle, gösterilerle tepkilerini ortaya koyan işçiler, ülkeden ülkeye yayılan isyanlar, umut ve direnci beslemek için nereye bakılması gerektiğini gözler önüne sermektedir. Elbette devrimci mücadelesini güçlendirmek için işçi sınıfının saflarında yürütülen mücadelenin önemini de…

link: Ezgi Şanlı, Atlantik’in İki Yakasında Faşizm Yükselişte, 21 Mart 2025, https://marksist.net/node/8478
Kapitalizm İnsanlığı Öldürüyor