Fransa-Prusya Savaşı ve Paris Komünü
Ekonomik ve politik olarak içinde bulunduğu zorlu durumu, egemenlerin pek çok kez yaptıkları gibi savaşla aşmayı amaçlayan Louis Bonaparte 15 Temmuz 1870’te Prusya’ya meydan okuyarak savaş ilan etmişti. Savaş patlak verdiğinde, Enternasyonal Genel Konseyi, bütün ülkelerdeki seksiyonlarını bu savaşa karşı eyleme geçmeye çağırmıştı. Marx’ın kaleme aldığı çağrılarda, Louis Bonaparte’ın 1870 Temmuzundaki savaş komplosunun 1851 Aralığındaki hükümet darbesinin “düzeltilmiş bir baskısından başka bir şey olmadığı” belirtilerek savaşın gerçek niteliği ortaya konuyordu. Fakat işçilerden yükselen sesler ne yazık ki, emekçilerin canı pahasına iktidarını korumayı hedefleyen Bonaparte’ın kanlı oyununu bozamamıştı.
Savaşın başlamasının ardından Londra’da yayınlanan Pall Mall Gazette Marx’a savaş muhabirliği teklifinde bulunmuş, Marx kendisinin iş yoğunluğundan dolayı reddettiği bu teklifi Engels’e iletmiş ve o da kabul etmişti. Temmuz sonundan itibaren haftada iki gün bu savaşın seyri konusunda makaleler (“Savaş Üzerine Notlar” başlığı altında toplam 59 makale) yazan Engels’in yorumları ve tahminleri kısa süre içinde dikkat çekmeye başlamıştı. İsimsiz çıktığı için bu yazıların yazarı bilinmiyordu. Ama pek çok gazete bu yorumları kullanıyor, alıntılar yapıyordu. Onun “General” lakabıyla anılmasına da bu savaş sırasındaki yazıları vesile olacaktı. Eleanor Marx şöyle anlatıyor bu lakabın kökenini:
“1870’te, Fransa-Prusya Savaşında, Engels’in Pall Mall gazetesinde yayımlanan makaleleri büyük ilgi toplamıştı; çünkü, Sedan Savaşı ile Fransız ordusunun dağılışını çok önceden tahmin edebilmişti. Zaten bunun üzerine kendisine «General» takma adı yakıştırılmıştı. Kız kardeşim de «Genelkurmay» diyordu ona; işte böylece aramızda adı «General» olarak yerleşti gitti. Ancak bugün bu adın daha geniş bir anlamı var: O artık, işçi sınıfı ordusunun Generalidir.”
Bonaparte’ın iktidarını güvence altına almak için başvurduğu kanlı oyun, bir buçuk ay sonra Fransa’nın yenilgisiyle neticelenmiş, dahası Bonaparte Prusya ordusuna esir düşmüştü. Bu haber Paris’e ulaştığında Paris halkı sokaklara dökülerek 4 Eylülde eski yasama meclisi üyelerinin toplantısını basmış ve imparatorluk forsunu yerlerde çiğneyip yeniden cumhuriyet ilan etmişti. Ne var ki Prusya orduları kapıdaydı ve imparatorluk ordusu dağılıp esir düşmüş durumdaydı.
Bu sırada Enternasyonal her yerde savaş karşıtı protestolara önderlik ediyordu. Genel Konsey, 9 Eylülde, “savunma savaşı”nı saldırı savaşına çeviren Prusya’nın istila planlarını açığa çıkartan ve zafere ulaşmasının proletaryanın davası için yarattığı tehlikeye işaret eden bir çağrı yayınlamış, Alman işçilerini ilk kurbanın kendileri olacakları konusunda uyarmıştı. İngiltere’deki gösterilerin hedefinde ise Prusya’ya destek veren saray vardı. Almanya’da Enternasyonale bağlı işçiler, “cumhuriyetin tanınması” ve “Fransa için onurlu bir barış” talebiyle gösteriler örgütlemişlerdi. Gerek parti basınından gerekse parlamento kürsüsünden okları kendi hükümetlerine çevirmişlerdi. Wilhelm Liebknecht ve August Bebel, bu nedenle öfkeden kudurttukları Prusya hükümeti tarafından Aralık ayında tutuklanacaktı. Engels, o günlerde Liebknecht’in eşine yazdığı bir mektupta, “Almanya’daki tutuklu arkadaşlarımız ve ailelerini var olan tüm gücümüzle yoksulluktan korumak da görevimizdir” diyerek, onlar için toplanan paranın gönderildiğini haber veriyordu.[1]
18 Eylülde başlayan Paris kuşatması, beş ay sürecek bir savaşa yol açmış, savaşın yanı sıra şiddetli soğuk ve açlık da halkı canından bezdirmişti. Fransız burjuvazisi ise kirli anlaşmalarla kıçını kurtarmaya girişip kenti düşmana teslim etmeye razı gelecekti. Buna karşın Paris işçi sınıfı 18 Mart 1871’de kenti savunmak üzere ayağa kalkarken aynı zamanda kendi burjuvazisine karşı da silaha sarılacaktı. Enternasyonal Genel Konseyi hiç vakit kaybetmeden, Komünarların desteklenmesi için bir savaş karargâhına dönüştürülmüştü. 28 Martta ise tarihteki ilk işçi iktidarı olan Paris Komünü ilan edilmişti. Marx da Engels de Komünü heyecanla selamlarken, içinde bulunulan coşkun ruh halinin onun eksiklerini görmelerini engellemesine izin vermemişlerdi. Her ikisi de bu eksikleri ve hataları dile getirerek onu ilerletmeye çalıştılar. Engels Enternasyonal Genel Konseyinde 11 Nisanda yaptığı konuşmada, Versailles’ın güçsüz olduğu sırada ona saldırmak gerektiğini, ama uygun zamanın kaçırıldığını ve üstünlüğün Versailles’a geçtiğini belirtiyordu. İnsanların yenilgiye sürüklenmeye uzun süre dayanamayacakları, kayba uğradıkları, cephanenin plansız kullanıldığı ve yiyeceklerin azaldığı uyarısında bulunuyordu. Marx ise bunların yanı sıra Merkez Komitesinin yetkilerini çok çabuk devrettiğini belirtiyordu. Tüm bunlara rağmen, savaş devam ederken asıl yapılması gereken şey Komünarlara mümkün olan her türlü desteği vermekti ve Enternasyonal sonuçta bunun için elinden geleni yapacaktı. Paris’in yönetimini kendi ellerine alıp, işçi iktidarının nasıl bir şey olduğunu canlı bir şekilde tüm dünya işçilerine gösteren Komünarlar, sonunda yenilseler de gelecek kuşaklara paha biçilmez dersler bırakmış olacaklardı.
Bu dersler, daha o günlerde, sıcağı sıcağına, Marx’ın Genel Konsey’in önünde okuduğu Fransa’da İç Savaş adlı eserinde çarpıcı biçimde gözler önüne serilmişti. Engels Alman işçilerin de vakit kaybetmeksizin okuması için bu eseri hemen Almancaya çevirmişti. Şöyle diyecekti Komünün 20. yıldönümünde bu esere yazdığı Giriş yazısında: “28 Mayıs günü, Komünün son savaşçıları, Belleville yamaçları üzerinde, üstün düşman güçlerine yenik düşüyor ve iki gün sonra, 30 Mayıs günü, Marx, Genel Konsey önünde, Paris Komününün tarihsel anlamının birkaç keskin, ama öylesine kavrayışlı, ve özellikle bu konuda yazılmış son derece zengin yazının tümünde eşi boşuna aranacak derecede doğru çizgi içinde belirlenmiş bulunduğu bu çalışmayı okuyordu.”
Çok önemli noktalara dikkat çeken bu Giriş yazısında Engels, Komün üyeleri arasında ağırlığı oluşturan Blanqui ve Proudhon taraftarlarının o günlerde takındıkları tutumu ve bu tutumun doğrusuyla yanlışıyla yarattığı sonuçları da ele alarak bu derslere katkıda bulunmaktaydı. Yine burada, Komün’ün, başlangıçta toplumun hizmetkârları olan devlet ve devlet organlarının toplumun efendileri durumuna dönüşümünü önlemek için kullandığı iki aracı, yani “seçim ve her an geri çağırma hakkı”nın yanı sıra “tüm devlet görevlilerine işçilerin aldıkları ücretten başka bir karşılık ödenmemesi” kuralını hatırlattıktan sonra şöyle devam etmekteydi:
“Şimdiye kadarki biçimi ile devlet gücünün bu parçalanması ve yerine gerçekten demokratik yeni bir iktidar geçirilmesi, İç Savaş’ın üçüncü bölümünde ayrıntılı bir biçimde betimlenmiştir. Ancak bu konunun bazı yönleri üzerinde burada kısaca durmak da zorunluydu; çünkü devlet batıl itikadı, özellikle Almanya’da, felsefeden burjuvazinin ve hatta birçok işçinin ortak bilincine geçti. Filozofların kafasında devlet, «İdea’nın gerçekleşmesi» ya da Tanrının dünya üzerindeki felsefi dile çevrilmiş saltanatı, sonsuz doğruluk ve adaletin gerçekleştiği ya da gerçekleşeceği alandır. Devlete ve devlete ilişkin her şeye karşı duyulan ve beşikten beri, tüm toplumun bütün işleri ve bütün ortak çıkarlarının, şimdiye kadar olduğundan, yani devlet ve onun gereğince yerleşmiş otoriteleri tarafından çekilip çevrildiklerinden başka türlü çekilip çevrilemeyeceklerini düşünmeye alışıldığı ölçüde kolay yerleşen o batıl itikada dayalı saygı da işte buradan kaynaklandı. Ve soydan geçme krallığa karşı duyulan güvenden kurtulup da demokratik cumhuriyet için güven beslemeye başlandığı zaman, son derece gözüpek bir adım atılmış olduğu sanıldı. Ama gerçeklikte devlet, bir sınıfın bir başkası tarafından bastırılmasına yarayan bir makineden başka bir şey değildir ve bu krallıkta ne kadar böyleyse, demokratik cumhuriyette de o kadar böyledir. Bu konuda söylenebilecek en kısa şey de devletin, muzaffer proletaryanın sınıf egemenliği savaşımında kalıt olarak aldığı ve tıpkı Komünün yaptığı gibi, en zararlı yönlerini hemen budamaya başlaması gereken bir kötülük olduğudur; ta ki yeni ve özgür toplumsal koşullar içinde yetişen bir kuşak, bütün bu devlet hurdasından kurtulacak bir duruma gelebilmesine kadar.
“Sosyal-demokrat hamkafa son zamanlarda proletarya diktatörlüğü sözünün edildiğini duyunca hidayete erdirici bir korkuya kapıldı. Eh peki, bu diktatörlüğün neye benzediğini görmek ister misiniz baylar? Paris Komününe bakın. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğüydü.”[2]
Tam da bu yüzden Fransız burjuvazisi Komünün intikamını on binlerce işçiyi vahşi bir şekilde katlederek alırken, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de Komün azgın bir saldırıya maruz kalmıştı. Burjuva gazeteler intikam için Komüne adi yalanlarıyla saldırmakta birbirleriyle yarışıyorlardı. Engels, bu koroya katılan Pall Mall Gazette ile bağını hemen koparmıştı.
Komünarlara yönelik linç kampanyası aylarca devam ederken, binlerce Komünar canını yurtdışına kaçarak kurtarabilmişti. Ancak bunlar tespit edildiklerinde çoğu kez bulundukları ülkelerin hükümetleri tarafından Fransa’ya teslim ediliyorlardı. Bu yüzden Komünarların çoğu, Fransa’da genel affın ilan edildiği 1880 yılına dek, bulundukları her yerde kaçak yaşamak zorunda kaldı. Londra’ya da çok sayıda Komün mültecisinin geldiği bu dönemde Enternasyonal dayanışma kampanyaları düzenleyerek bu insanlara sahip çıkmıştı. Enternasyonal Genel Konseyi sekiz ay boyunca bir yardım komitesi gibi çalışmak zorunda kalmıştı. O günlerde Marx da, Engels de kapılarını sonuna kadar Komün mültecilerine açmıştı.
Paris Komününün birinci yıldönümünde Londra’da kitlesel bir toplantı yapmayı planlayan Enternasyonal, çıkarılan engeller yüzünden bunu gerçekleştiremedi. Ama yine de bir kutlama yapıldı ve orada alınan kararda “18 Mart günü başlayan şanlı hareket, insanlığı sınıflar rejiminden her zaman için kurtaracak olan büyük toplumsal devrimin şafağı” olarak nitelendirildi.
Paris Komünü proletaryanın iktidarı ele geçirdiğinde neler yapması ve yapmaması gerektiğini gösteren eşsiz bir deneyim olarak tarihteki yerini alırken, ondan çıkarılan dersler Marksist devlet ve devrim teorisinin temel taşlarına kazınmıştır. Bu dersler sayesinde Marksizm işçi sınıfının devrimci mücadelesine çok daha güçlü bir ışık tutabilmiştir.
Enternasyonalin dağılması
On binlerce Komünarı katleden ve canını kurtarabilenler için sürek avı başlatan burjuvazi tüm Avrupa’da Enternasyonali “Paris Komününü örgütleyen şer güç” olarak hedef tahtasına oturtmuştu. Sosyal-Demokrat İşçi Partisi liderleri Liebknecht ve Bebel’in tutuklanıp iki yıl hapse mahkûm edildiği Almanya’da baskıların artmasıyla örgütlenmek giderek daha zor hale gelmişti. İşçi hareketinin çok büyük bir darbe aldığı Fransa’da hükümet diğer Avrupa devletlerine bir bildiri göndererek, Komün mültecilerini teslim etmelerini ve “vatan, millet, düzen ve aile düşmanı” bir örgüt olarak nitelendirdiği Enternasyonale karşı Haçlı seferi başlatılmasını istemişti. Avusturya ve Macaristan’da bu çağrıya derhal uyulmuş, komünist işçilere yönelik büyük bir saldırı dalgası başlatılmıştı. Rusya’da, Danimarka’da vb. de durum farklı değildi. Avrupa ülkeleri birbiri ardına Enternasyonali yasadışı ilan ediyorlardı. 1870 Temmuzunda Avusturya’da işçi partisinin önde gelen üyeleri hapse mahkûm edilirken kullanılan şu gerekçe, şimdi diğer ülkelerde de iddianamelerin temel savı haline gelmişti: “Enternasyonal programının ilkelerini benimseyen ve yayan herkes, hükümetin devrilmesi için hazırlık çalışmaları yapmış sayılır ve vatana ihanetten suçludur.” Yalan ve iftira kampanyasında birbirleriyle yarışan egemenler Komünarlara ateş püskürürken Papa da onlardan geri kalmıyordu. İsviçre Katoliklerinden oluşan bir heyetle yaptığı görüşmede onlara şöyle diyordu:
“Cumhuriyetçi hükümetiniz (…) berbat karakterli birçok kimseye sığınak oluyor. Paris’e yaptığını bütün Avrupa’ya yapmak isteyen Enternasyonal adlı tarikata hoşgörü gösteriyor. Enternasyonale mensup efendiler –ki efendi değiller– Tanrının ve insanlığın ezeli düşmanı hesabına çalışan korkulacak kimselerdir. (…) Onlar için dua etmeliyiz. Onları asın, sonra da dua edin!”
Bu azgın saldırı dalgasının ortasında Enternasyonal bir de iç kavgalarla sarsılıyordu. Fransız seksiyonunu temsil eden mülteciler arasındaki çekişmeler Genel Konseye de yansımıştı. Bakunin taraftarlarının başlattığı bölücü hareketse örgütü içeriden dinamitleme işlevi görecekti. Bakunin, yönetimini ele geçiremediği Enternasyonal içinde kendi Enternasyonalini kurmak için her türlü tertibe başvurmaktaydı. Engels’in deyimiyle “Prudonculukla komünizm arasında kendine özgü bir teorisi olan” Bakunin, asıl sorunun devlet olduğunu, onu derhal ortadan kaldıracak eyleme odaklanılması gerektiğini, bu “toplumsal tasfiye”den sonra onun yerini Enternasyonalin alacağını savunuyordu. Oysa Marksizm bilimsel olarak tam tersinin geçerli olduğunu dile getiriyordu. Şöyle diyordu Engels, İtalyan yoldaşı Cuno’ya yazdığı 24 Ocak 1872 tarihli mektubunda:
“Sermayeyi, tüm üretim araçlarının bir avuç insan tarafından sahiplenilmesini ortadan kaldırın, devlet kendi kendine çökecektir. Fark büyüktür: Önce bir toplumsal devrim olmaksızın devletin ortadan kaldırılması saçmadır; sermayenin kaldırılması tam bir toplumsal devrimdir ve bütünüyle üretim tarzında bir değişikliği içerir. Ama Bakunin’e göre başlıca kötülük devlet olduğu için, devleti –yani cumhuriyet, monarşi ya da başka türlü olsun, herhangi bir devleti– sürdürmek için hiçbir şey yapılmamalıdır. Öyleyse her tür siyasetten sakınmak gerekir. Siyasal bir eylemde bulunmak, özellikle bir seçime katılmak, ilkeye ihanet demek olur.”[3]
Radikal görünen bu söylem okumuş küçük-burjuva kesimler arasında taraftar bulabiliyordu. Ama işçiler açısından durum farklıydı. “İşçi kitlesi, hiçbir zaman kendi ülkesindeki kamu işlerinin onun sorunu olmadığına inandırılamayacaktır; işçi kitleleri, doğaları gereği politiktirler ve kim ki onları, politikayı bir yana bırakmaları gerektiğine inandırmaya çalışır, sonunda o, işçiler tarafından bir yana atılacaktır” diyordu Engels. İşçilere, hangi koşulda olursa olsun politikadan uzak durmayı öğütlemek, onları papazların ya da burjuva cumhuriyetçilerin kollarına atmak demekti.
Aynı günlerde Marx da, “bizim derneğimiz proletaryanın militan örgütüdür ve doktriner amatörleri yetiştirme derneği değildir. Şu sıralarda örgütümüzü yıkmak, teslim olmakla eştir. Burjuvazi ve hükümetler için bundan iyisi can sağlığı”[4] diyerek Enternasyonali bu tür yıkıcı girişimlerden korumak gerektiğini söylüyordu.
Bu konu 1871 Eylülünde toplanan Londra Konferansının da temel gündem maddelerinden biriydi. Engels bu konferansta yaptığı konuşmada, proletaryanın politik eylemini gündeme alan Paris Komününün ertesinde politikadan uzak durmanın kesinlikle söz konusu olamayacağını belirterek şöyle diyordu: “… devrim en yüksek politik harekettir ve devrim isteyenler onu elde etmenin yolunu da istemelidirler. … Öte yandan bizim politikamız işçi sınıfı politikası olmak zorundadır. İşçi partisi asla herhangi bir burjuva partisinin kuyruğuna takılmamalıdır. Bu parti bağımsız olmalı, kendi amacına ve kendi politikasına sahip olmalıdır.” Nitekim Engels’in katkılarıyla hazırlanan “İşçi Sınıfının Politik Eylemi Üzerine Karar”da da, işçi sınıfının kendisini politik bir parti haline getirmesinin, toplumsal devrimin ve onun nihai sonucu olan sınıfların kaldırılmasının zaferini sağlamak için zorunlu olduğunun altı çiziliyordu. Aynı karar şu sözlerle sona eriyordu: “İşçi sınıfı militan bir duruma geldiğinde, ekonomik hareketiyle politik eylemi birbirlerine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.”
Bu kongrede Engels ve Marx’ın önerisiyle Enternasyonal Genel Merkezinin New York’a taşınması kararı alınacak, ancak bu, Enternasyonal içindeki tartışmaların bir süre sonra bölünme ve dağılmayla sonuçlanmasının önüne geçemeyecekti. Bu noktada Marx da Engels de, gerçekliğin üstünü örterek, tükenen bir örgütü sanki eski varlığını koruyormuş gibi gösterme oyununa hiçbir şekilde prim vermeyeceklerdi. Engels, 20 Haziran 1873’te, Bebel’e yazdığı bir mektupta, anlık başarıları daha önemli şeyler için feda etme cesaretini göstermek gerektiğini vurgularken şöyle demekteydi:
“Örneğin, alınız Enternasyonali. Komünden sonra olağanüstü bir başarı sağladı. Büyük korkuya kapılan burjuvazi, onun sınırsız gücü olduğuna inanıyor. Üyelerinin büyük çoğunluğu, işlerin sonsuza dek böyle kalacağına inanıyordu. Biz ise kabarcıkların patlamak zorunda olduğunu çok iyi biliyorduk. Bütün ayaktakımı, umudunu buna bağlamıştı. İçerdeki sekterler küstahlaştılar ve en büyük budalalıklar ve kabalıklar yapmalarına izin verileceğini umarak Enternasyonali kötüye kullandılar. Buna tahammül edemezdik. Günün birinde kabarcıkların patlamak zorunda olduğunu çok iyi bildiğimden, bizim açımızdan sorun, felâketi geciktirme sorunu değildi, ama Enternasyonalin bundan arı ve kirlenmemiş çıkması için gereken özeni göstermekti.”
Sözünü ettiği “kabarcığın” 1872 Eylülünde yapılan Lahey Kongresinde patladığını belirten Engels şöyle devam ediyordu:
“Lahey’de yatıştırıcı bir tutum takınsaydık, bölünmenin patlak vermesini örtbas etseydik, sonuç ne olurdu? Sekterler, özellikle Bakuninciler Enternasyonal adına daha büyük budalalıklar ve rezillikler yapabilecekleri bir yıl daha elde etmiş olurlardı; en gelişmiş ülkelerin işçileri tiksinti içinde arkalarını dönüp giderlerdi; kabarcıklar patlamazdı ama sinir bozucu kişiler tarafından delindiği için yavaş yavaş çökerdi ve bunalımı ortaya çıkarmak zorunda bulunan bir sonraki kongre, ilkeler Lahey’de zaten bir yana konmuş olduğu için, çok acı bir kişisel çekişmeye dönüşürdü. İşte o zaman Enternasyonal gerçekten parça parça olurdu – «birlik» yüzünden parça parça olurdu! Bunun yerine biz, çürümüş öğelerden onurumuzla kurtulduk.”[5]
Engels, 1874 Eylülünde, Genel Konseyden istifa ettiği haberini aldığı F. A. Sorge’ye yazdığı mektupta da Enternasyonaldeki bölünme ve buna karşı tutum konusunda benzer bir vurgu yapmaktaydı:
“Komün sayesinde Enternasyonal, Avrupa’da moral bir güç haline gelir gelmez çekişmeler başladı. Her eğilim, bu başarıyı kendisi için istismar etmek istedi. Kaçınılmaz olan dağılma geldi çöreklendi. Eski kapsamlı programın çizgisi doğrultusunda çalışmayı sürdürmeye gerçekten hazır olan insanların –Alman komünistlerin– artan gücüne duyulan kıskançlık, Belçikalı Prudoncuları, Bakuninci serüvencilerin kollarına itti. Lahey kongresi gerçekte her iki taraf için de bir sondu. Enternasyonal adına hâlâ bir şeylerin yapılabileceği tek ülke Amerika’ydı ve şanslı bir önseziyle yönetim oraya aktarıldı. Şimdi Enternasyonalin saygınlığı orada da tükenmiş bulunuyor, ve ona yeni bir yaşam aşılamaya çalışmak budalalık ve boşuna uğraşmak olur. Enternasyonal on yıl boyunca Avrupa tarihinin bir tarafına –ki gelecek bu taraftadır– egemen olmuştur ve geriye dönüp yaptığı işlere övünçle bakabilir. Ama eski biçimiyle yararlı ömrünü doldurmuştur. Eski tarzda, tüm ülkelerdeki tüm proleter partilerin ittifakı biçiminde yeni bir Enternasyonal ortaya çıkarılabilmesi için, 1849-64 arasında olduğu gibi emek hareketinin genel bir baskı altında olması gerekir. Ama proletarya dünyası bunun için fazla büyük ve fazla geniş bir hale gelmiş bulunuyor. İnanıyorum ki gelecek Enternasyonal –Marx’ın yazıları bir süre etkisini gösterdikten sonra– doğrudan komünist olacak ve bizim ilkelerimizi özdenlikle ilan edecektir.”[6]
1876’ya gelindiğinde Enternasyonal kendini feshedecekti. Elif Çağlı’nın belirttiği gibi, Marx ve Engels’in, Enternasyonalin devrimci işçi mücadelesine aykırı politik eğilimler tarafından çürütülüp lime lime edilmesine izin vermeyen ve daha sağlıklı bir enternasyonal örgütlenmenin yaratılabilmesi için birinci deneyi sona erdiren yaklaşımları son derece eğiticidir: “Onların bu tutumu, enternasyonal örgüt sorununun devrimci içeriğin yaşayıp yaşamadığından bağımsız bir biçime ya da tabuya dönüştürülemeyeceğini anlatan son derece önemli bir tarihsel derstir. Sonuç olarak vurgulamak gerekirse, Birinci Enternasyonal örgütsel açıdan yeterli olgunluğa ve kitleselliğe ulaşamasa da işçi sınıfının tarihsel mücadelesini başlatan bir ön deneyim olmuştur.”[7]
Engels’in dile getirdiği türden bir Enternasyonal ise, gerçekten de emek hareketinin büyük bir baskı altında olduğu Rusya’da yaşanan görkemli devrimin itici gücüyle, doğrudan komünist temellerde kurulmuş ve Marksizmin ilkelerini bayrak edinmiştir! Böylece Engels’in parlak öngörülerinden biri daha doğrulanmıştır.
(devam edecek)
[1] Engels, Büro ile Barikat Arasında (19 Aralık 1870 tarihli mektup), Sol Yay., s.148
[2] Engels, “Karl Marx’ın Fransa’da İç Savaş’ına Giriş”, Fransa’da İç Savaş, Sol Yay.
[3] Marx-Engels, Seçme Yazışmalar, c.2, Sol Yay., s.60
[4] Marx-Engels, age (21 Mart 1872 tarihli mektup), s.67
[5] Marx-Engels, age, s.73
[6] Marx-Engels, age, s.78
[7] Elif Çağlı, Enternasyonal Sorunu, marksist.com
link: İlkay Meriç, Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /6, 17 Mart 2021, https://marksist.net/node/7304