Belçika grevlerle sarsıldı
Hükümetin emeklilik yaşını 58’den 60’a çıkaracağını açıklamasının ardından Belçika’da işçiler eyleme geçtiler. İlk olarak 7 Ekimde 24 saatlik genel greve çıkıldı, fakat hükümet işçilerin taleplerine kulak asmadı. Belçika’da 12 yıllık uzun bir aranın ardından ilk kez gerçekleşen bu genel grevden sonra sendikalar 28 Ekimde tekrar greve çıkacaklarını açıkladılar. 28 Ekimdeki greve otomotiv, metal, inşaat, toplu taşımacılık, gıda, telekomünikasyon, bankacılık, enerji, kimya ve basın gibi sektörler ile sağlık, eğitim, posta ve diğer kamu sektörü çalışanları da katıldı ve hizmetler geniş ölçüde durdu.
Sabah saatlerinde özellikle ulaşım sektöründeki grev nedeniyle başta başkent Brüksel olmak üzere birçok kentte ulaşım felç oldu. Otobüsler, metrolar ulaşımı tamamen durdurdu. Charleroi Havaalanı’nda uçuş seferleri yapılmadı. Trenler ise sefer sayılarını önemli oranda azalttılar ve sadece Brüksel’in merkezinde yapılan kitlesel eyleme katılacak eylemcileri taşıdılar.
İşçiler pek çok fabrikanın önüne barikatlar kurdular. Brüksel kent merkezinde düzenlenen eyleme yaklaşık 60 bin işçi katıldı. Belçika’da 1993’ten bu yana genel greve gidilmemişti. Emeklilik yaşının yükseltilmesine büyük tepki gösteren sendikalar, hükümetin geri adım atmaması halinde eylemlerine devam edeceklerini açıkladılar.
Uluslararası sermayenin işçi sınıfına yönelttiği en önemli saldırılardan biri olan emeklilik yaşının yükseltilmesi daha önce de pek çok ülkede işçi sınıfına dayatıldı. Türkiye’de de Meclisten geçmek üzere olan Sosyal Güvenlik Yasasıyla birlikte emeklilik yaşı aynı şekilde yükseltilmek üzere.
Fransa, Almanya, Yunanistan vb. ülkelerde gündeme gelen ve işçi sınıfının kararlı mücadeleleri sonucunda bugüne kadar uygulamaya sokulamayan emeklilik yaşının yükseltilmesi saldırısında saldırıyı püskürtme sırası şimdi Belçika işçi sınıfında. Bu uygulamadan da görüldüğü gibi sermayenin saldırısı sınır tanımıyor. İşçi sınıfı tüm saldırılara karşı birleşmedikçe ve ortak mücadeleyi örgütlemedikçe kalıcı başarı elde etmek mümkün olmayacaktır.
Fransa’da işsizliğe karşı grev
4 Ekimde Fransa işçi sınıfı genel grev dedi. İşçilerin ve gençlerin katıldığı bu grevde 1 milyondan fazla işçi yer aldı. Grevin olduğu gün Paris’te 100.000 işçi yürüdü. Özellikle kamu sektörünü içine alan grev bütün sendika konfederasyonları tarafından desteklendi. Hatta bazı şehirlerde polisler bile gösteriye katıldılar.
Seyahat, taşımacılık, dağıtım ve hizmet sektörü gibi ana sektörlerde yapılan genel grev, Fransa hükümetinin işten çıkarmaları kolaylaştıran düzenlemeler yapmasını, kamu sektöründeki düşük ücretleri, yüksek işsizlik oranını, hayat pahalılığını protesto etmek amacıyla düzenlendi. Grev nedeniyle Paris’te metro seferleri yapılmadı, hava kontrolörlerinin de greve katılması nedeniyle çok sayıda uçak seferi iptal edildi, bazı kentlerde otobüs seferleri hemen hemen durdu, Fransa’nın her yerinde okullar da grev nedeniyle tatil edildi. Greve hem kamu hem de özel sektör çalışanları katıldılar.
Düşük ücretler, işsizlik, hayat pahalılığı kapitalist sistemin en gelişmiş ülkelerinde dahi işçi sınıfına yöneltilen önemli saldırılardandır. Sermayenin saldırısı ortak, mücadeleyi de ortaklaştırmak işçi sınıfının en temel görevidir.
Hindistan’da 40 milyon işçi özelleştirmeye hayır dedi
Hindistan’da milyonlarca işçi Başbakan Manmohan Singh ve hükümetinin reform paketinde yer alan özelleştirme planına karşı 29 Eylül tarihinde 24 saatlik genel greve çıktı. Hindistan’da hükümet devlet elinde bulunan kuruluşların (banka, hava, deniz, demiryolu) özelleştirilmesini planlanıyor. Hükümet emeklilik kuruluşlarının da yabancı sermayeye açılmasını planlıyor. Sendikalar hükümetten neo-liberal politikalardan vazgeçmesini, çalışma yasalarının emekçiler lehine değiştirilmesini talep ediyorlar.
Yedi sendika tarafından yapılan Genel Grev çağrısına katılım oldukça yüksek oldu. Pek çok banka çalışmadı, ulaşım felç oldu, havaalanlarında uçuşlar iptal edildi ve hükümet uçuşları gerçekleştirebilmek için hava kuvvetleri ve donanmadan 3 bin personel sevk etti. Bazı eyaletlerde greve destek amacıyla okullar da açılmadı. CİTU Sendikalar Konfederasyonu greve beklediklerinden daha yüksek bir katılım olduğunu, bunun bir uyarı grevi olduğunu ve hükümet geri adım atmazsa daha büyük bir greve gideceklerini açıkladı.
Hükümetlerin sermayenin ihtiyaçları temelinde gerçekleştirmek için büyük çaba sarf ettikleri neo-liberal politikalar hemen her ülkede önce işçi sınıfının haklarına saldırıyı beraberinde getiriyor. İşten atılma, sendikasızlaştırma, sosyal güvenliğin tasfiyesi karşılaşılan sorunların başında geliyor. Hindistan işçi sınıfı, hükümetin sermayenin hükümeti olduğunu Asya’dan dünya işçi sınıfına haykırıyor.
Sermayenin vatanı yoktur!
100 yıldan beri Avrupa işçi sınıfının sırtından kazandıklarıyla var olan AEG, “vatan” topraklarını terk ediyor. 1994 yılında AEG’yi satın alan Electrolux, Almanya’nın Nürnberg şehrinde bulunan ve 1750 işçinin çalıştığı fabrikayı kapatarak, üretimi Doğu Avrupa ya da Asya’ya kaydırmayı planlıyor. Nürnberg fabrikasında kısa vadede 800 işçinin işten çıkarılması gündemde. Daha önce İsveç, İspanya ve İtalya’da bulunan fabrikalarda da kitlesel işten çıkarmalar yaşanmıştı. Avrupa’nın diğer ülkelerinde bulunan fabrikalarda “reorganizasyonlar” bekleniyor.
Almanya AEG işçileri bu karara karşı 5 Ekim ve 21 Ekimde bir günlük greve giderek fabrikayı işgal ettiler. 1750 işçinin tamamının katıldığı fabrika işgali sırasında fabrikaya mal giriş ve çıkışı yapılmasına izin verilmedi. 21 Ekimde yapılan greve Avrupa’nın diğer ülkelerinde bulunan AEG işçileri de çeşitli eylemlerle destek verdiler. Electrolux’un Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, İtalya, İspanya ve Macaristan’da bulunan fabrikalarında toplam 25 bin işçi çalışıyor.
Yıllarca Avrupa işçi sınıfını sömürerek büyüyen AEG-Electrolüx tekeli bizlere sermayenin vatanının olmadığını, binlerce işçiyi bir çırpıda sokağa atarak bir kez daha gösteriyor. Sermayenin vatanı, ucuz işgücünün ve ucuz hammaddenin bulunduğu, kârın en yüksek olduğu alanlardır ve daima değişir. İşçi sınıfının sermayenin saldırıları karşısında ortak eyleme geçerek sınıf mücadelesini “vatan” esaretinden kurtarmak dışında bir seçeneği yoktur.
Filipinler’de sendika lideri katledildi
Filipinlerin eski devlet başkanı Corazon Aquino’nun ailesine ait Hacienda Luisita şeker rafinerisinde 2004 Kasım ayında başlayan grev bir yıldır devam ediyor. 6000 hektarlık bu şeker plantasyonunda 5000 tarım işçisi çalışırken, aynı işletmenin şeker rafinerisinde 750’yi aşkın işçi çalışıyor. İşletmede çalışan rafineri işçileri CATLU, tarım işçileri ise ULWU adlı sendikalarda örgütlüler. 2004 sonbaharında CATLU’nun ve ULWU’nun yürüttükleri toplusözleşme görüşmeleri tıkanmıştı. ULWU, Ekim ayında işten çıkarılan ve aralarında sendika yöneticilerinin de bulunduğu 327 tarım işçisinin işe iade edilmesini toplusözleşme görüşmelerinin ilk koşulu haline getirmiş ve patronlar bunu kabul etmemişti. CATLU’nun ücret teklifi de reddedilmişti. Görüşmelerin tıkanması üzerine, işletmede çalışan bütün işçiler 6 Kasımda greve gitmişlerdi. İşveren ve hükümet, 30 günlük bekleme süresine riayet edilmediği gerekçesiyle grevi yasadışı ilan etmiş ve ardından işçilere saldırılar başlatmıştı. Grevin 11. gününde, 1000’i aşkın asker ve polisten oluşan katiller sürüsünün grev hattındaki işçilere saldırması sonucunda 7 işçi hayatını kaybetmiş, 16 işçi de yaralanmıştı.
Grevi Filipinler Komünist Partisinin yönettiğini ileri süren patronların ve devletin saldırıları, korkutma ve yıldırma çabaları bir yıldır aralıksız sürüyor. İşletmenin bunduğu bölgedeki tüm köylere ordu birlikleri yerleştirildi. Ve son olarak, işçilerin ve bölge halkının güvenini ve saygısını kazanmış olan 47 yaşındaki CATLU başkanı Ricardo Ramos kurşunlanarak katledildi.
Görgü tanıkları öldürülmeden birkaç saat önce iki askerin Ramos’u sorduğunu belirtiyorlar. Ramos grev boyunca askeri güçlerin işletmeye girmesine ve operasyon yapmasına karşı direnmişti. Askerlerin köylerden ev kiralanmalarına da izin vermemişti.
Ekim sonunda CATLU ile işveren arasında bazı konularda anlaşmaya varılmış, ancak Ramos, ULWU’yla sorunlar çözülmedikçe anlaşma zaptı imzalamayacaklarını belirtmişti. Ramos, sürekli olarak, kardeş sendika ULWU’nun sorunları çözülmedikçe fabrikanın çalışmasına izin vermeyeceklerini, ULWU grevde olduğu sürece CATLU’ya bağlı işçilerin de orada onlarla kalacağını söylüyordu. Kuşkusuz bu durum işvereni son derece huzursuz ediyordu ve burjuvazinin emrindeki kontrgerilla timleri bir kez daha harekete geçirildi. Ramos katledildi.
Hacienda Luisita’da grev halen devam ediyor ve işçiler Ramos’un katillerinin devlet tarafından gizlenmeye çalışılmasına, görgü tanıklarının ortadan kaybedilmesine öfke kusuyorlar. Ve tüm yıldırma çabalarına rağmen grevi sürdürüyorlar.
Filipinler’de de devlet, tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi burjuvazinin devleti ve tüm aygıtlarıyla onun hizmetinde. İşçiler sınıf mücadelesi yürüttükleri her durumda bu gerçeği çok daha açık bir şekilde görüyorlar. Mahkemeleriyle, polisiyle, ordusuyla, bakanlıklarıyla devlet burjuvazinin devletidir ve mücadelesiyle onu yıkıp tarihin çöplüğüne göndermedikçe işçi sınıfına kurtuluşun yolu kapalıdır.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Ekim 2005, 30 Ekim 2005, https://marksist.net/node/537
Reklâm sektörü
"Zamanımız Yoktu, Mücadele Edemedik!"