Yazın üniversiteler tatile girince, bulunduğu sektöre dönük yayınlar yapan bir yayınevinde çalışmaya başladım. Çıkartılan dergi, sanayide kullanılan makinaların tanıtımını yaptığı için bazı günlerim ofis dışında sanayi sitelerinde, fabrikalarda geçiyor. Gittiğim fabrikalarda, organize sanayi bölgelerinde gördüğüm işçiler çok ağır koşullarda çalışıyorlar. Yoğun iş temposunun yanında işçiler, bir de tepelerinde onları sürekli denetleyen, işçileri daha çok nasıl sömüreceğini, daha çok nasıl kâra geçeceğinin hesabını yapan kan emici patronların hakaretlerine katlanıyorlar. Rekabet hırsıyla her geçen gün daha çok canavarlaşan patronlar, aybaşlarında işçilerine ücretlerini vermemek veya kesintiye uğratmak için bin dereden su getirirken, iş, firmalarının tanıtımını/reklâmını yapmaya gelince milyarları gözden çıkartmaktan çekinmiyorlar. Bu manzarayla özellikle KOBİ dedikleri küçük ve orta ölçekli işletmelerde sık sık karşılaşıyoruz
İyi bir reklâm, onlar için daha çok ticari ilişki, sermayelerini büyütmeleri için daha geniş pazarlar, kısacası daha çok kâr, daha büyük kapitalist olma fırsatı demektir çünkü. Konu kendi çıkarı olduğunda, egemen sınıf, topluma genel olarak empoze ettiği her türlü idealist inançtan, ahlâk anlayışından, değerlerden ustalıkla sıyrılıyor. Yaptıkları bu apaçık hırsızlığı, bu kokuşmuş düzeni meşru göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar ve maalesef kendi içlerindeki güçlü örgütlenme sayesinde bu çabalarında gayet başarılı da oluyorlar. Ancak onların gücünün işçi sınıfının örgütsüzlüğünden ve bilinçsizliğinden kaynaklandığını da asla unutmamak gerekiyor.
Diğer taraftan, kapitalist sistemin doğasında bulunan rekabetten ötürü burjuvalar tabiri caizse birbirlerini “kedi köpek” gibi yerler. Örneğin, reklâmlar, düzenledikleri ulusal ve uluslararası fuar organizasyonları kapitalistlerin kıran kırana rekabetinin bir ifadesidir. Her yıl dünyada on binlerce fuar düzenleniyor. Her sektörün fuarı ayrıdır ve Türkiye’de bile tek bir sektör için yılda yaklaşık altmış iki fuar düzenleniyor.
Çalıştığım yayınevi bu organizasyonlar ve firma reklâmlarıyla ilgili çalışma yaptığı için ilgili sektörlerin fuarlarına katılıyor ve birçok firmadan reklâm alıyor. İşin en dayanılmaz yanı da her gün muhatap olmak zorunda kaldığımız patronlar! Her gün onların büyüme hayallerini, nasıl planlar yaptıklarını, kendi çıkarları için nasıl her şeyi meşru gösterdiklerini somut olarak görmek, kendi sınıf düşmanımın konuşmalarını dinlemek öfkemi daha da arttırıyor.
Daha geçenlerde enjeksiyon makinesi yapan bir fabrikanın sahibi patron, Türkiye’nin ihracat oranını arttırabilmesi için öncelikle Çin’le rekabet edebilmesi gerektiğini söylüyordu. Uzak Doğu’dan gelen makinelerin ucuz olması nedeniyle piyasada daha çok tercih edildiğinden, kendilerini zarara soktuğundan ve bunun için az işçiyle ve düşük ücretle daha çok makine üretmeleri gerektiğinden dem vuruyordu. Ucuz işgücü sayesinde makine fiyatlarını yurtdışındaki diğer makinelere göre yarıya indirmeleri gerekiyormuş, onun için de işçilerin vatanları için fedakârlık etmeleri, diğer kapitalistlerin de hiçbir şekilde yabancı malı almamaları gerekliymiş! Görüldüğü üzere patronlar vatan sevgisi ve yabancı malı düşmanlığı konusunda en hakikî “yurtsever” solculara taş çıkartmaktadırlar.
Bir başka patron da MÜSİAD’a üye olduğunu, ama açıkça ticaretin TÜSİAD’ı MÜSİAD’ı olmaz diyerek işin dinle bir alakası olmadığını belirtti konuşma arasında. Bu konuşmalar aslında, egemenlerin dini de kullanarak bize nasıl bir bilinç vermeye çalıştıklarının, kendilerinin ise gerçekte ne kadar da “materyalist” olduklarının, kendi sınıf çıkarlarını nasıl öne aldıklarının somut birer örneğidir. Egemenliklerini sürdürebilmek için öncelikle kendi mezar kazıcıları olan işçileri uyutmaları gerekiyor. Din, aile, okul, medya ve her türlü toplumsal aygıt burjuvazinin işçi sınıfını uyutma politikalarını zafere ulaştıran birer araçtır.
Her gün işsiz kalma korkusuyla emeğimize, kendimize yabancılaşarak, her gün daha çok sömürülerek, ancak kazancımız oranında insan yerine konularak yaşamak zorunda değiliz! Bizim ne kaybedecek üretim araçlarımız ne de kendimize ait bir vatanımız var! Asıl koca bir dünya var bize ait olan ama, örgütsüz ve bilinçsiz kalarak mücadeleden kaçtığımız sürece asla o koca dünyanın farkında olamayız. Bir ucubeyi ifade eden kapitalist düzenin verdiği bilinçle değil, kendi sınıf bilincimize ulaşarak, sınıf bilinçli işçiler olarak harekete geçerek mücadeleye katılmaktan başka çaremiz, kurtuluş yolumuz yok!
link: Marksist bir öğrenci-işçi, Reklâm sektörü, 31 Ekim 2005, https://marksist.net/node/538
Rektörümüzü de kaybettik!
İşçi Hareketinden: Ekim 2005