Rosa Luxemburg’un reformizme karşı yürüttüğü mücadelenin önemli kesitlerinden birini de, kapitalizmin işleyiş yasalarına ilişkin Marksist çözümlemeleri çarpıtan yaklaşımlarla hesaplaşması oluşturur. Onun Sosyal Reform ya da Devrim adlı çalışmasından başlayarak üzerinde önemle durduğu bir husus da, kapitalist ekonomi içinde büyüyen anarşinin bu düzeni kaçınılmaz bir çöküşe sürükleyeceği yolundadır. Marksist düşünce kapitalist düzenin kendi iç çelişkileri nedeniyle giderek daha ciddi krizlerle boğuşacağını ortaya koymuşken, reformizmin ve revizyonizmin başlıca uğraşı, kapitalizmin uyum yeteneğini arttırdığını iddia eden tezler ileri sürmek olmuştur.
Örneğin revizyonizmin ünlü düşünürü Bernstein, ekonomik gelişme ve üretim dallarındaki çeşitlenme neticesinde büyük krizleri tetikleyecek nedenlerin ortadan kalktığını iddia eder. Bunun yanı sıra o, proletaryanın geniş tabakalarının orta sınıfa yükseldiğini ve sendikal mücadeleyle elde edilen kazanımlar neticesinde işçi sınıfının düzenle çelişkisinin hafiflediğini propaganda eden bir öğreti de yaratmıştır. Marksizmden uzaklaşan ve Marksizmi yadsıyan görüşleriyle, Bernstein, kendisinden sonra gelecek benzer yapıdaki düşünür ve yazarlara da yol açmıştır. Bu bakımdan, vaktiyle Rosa’nın Bernstein’lara karşı yürütmüş olduğu mücadele güncel düzeyde önem taşıyan boyutlara sahip bulunmaktadır.
Büyüyen çelişkiler
Marksizmin açıkladığı ve Rosa’nın da ısrarla savunduğu üzere, kapitalizm altında üretim sürecinin toplumsallaşması bu üretim tarzından kaynaklanan çelişkileri hafifletmiyor. Belli ki, zamanla kapitalizmin uyum yeteneğinin artması söz konusu değildir. Tam tersine, genel gelişme eğilimi kapitalist üretim ilişkilerinin yol açtığı sınıfsal çelişkileri muazzam derecede büyütmekte ve aslında geleceğin sosyal düzeninin nesnel temelini döşemektedir. Bu bilimsel iddiayı kanıtlayan başlıca örneklerden biri de, kredi mekanizmasının ikili karakteridir.
Marx’ın kapitalist ekonominin işleyişi içinde kredi mekanizmasını ne denli önemli bir faktör olarak gördüğü ve değerlendirdiği açıktır. Ne var ki reformistler bu noktada gerçekliği çarpıtmakta ve kredi sistemini, kapitalizme ölümsüz bir yaşam bahşedecek bir çeşit iksirmiş gibi değerlendirmektedirler. Oysa kredi mekanizması bir yandan kapitalizme yaşam öpücüğü sunar gibi gözükürken, diğer yandan bu sistemin yıkıcı çelişkilerini büsbütün azdırmaktadır. Kapitalist genişleme özel mülkiyetin sınırlarına çarptığı ölçüde kredi mekanizması imdada çağrılmakta ve bu mekanizma üretimin yayılma yeteneğini yükselterek sarmala bu kez daha muazzam çelişkiler temelinde yol aldırmaktadır.
Kapitalist gelişme birçok bireysel özel sermayeyi, anonim şirketler halinde bütünleşen büyük sermaye haline getirir. Kredi mekanizması işte hem bu gelişimi kolaylaştırmakta hem de kapitalistlerin kendilerine ait olmayan sermayeyi kullanma hakkına sahip olmalarını mümkün kılmaktadır. Bu faktörler bir yandan kapitalist ekonominin çarklarının daha hızlı biçimde dönmesini sağlarken, diğer yandan aynı gelişme daha yıkıcı krizlerin yolunu döşemektedir.
Rosa Luxemburg haklı olarak, kredinin aşırı üretimi tetikleyeceği ve böylece de gelişimine yardımcı olduğu üretim güçlerini daha sonra büyük bir hızla yok oluşa sürükleyeceği gerçeğinin altını çizmiştir. Yükseliş dönemlerinde kusursuz bir genişleme ve yayılma aracı olarak görünen kredi, ilk dar boğaz belirtisinde endişe verici bir sıkışma yaratmaktadır. Bunalımı atlatmak için tam gerekli olduğu zaman ve mekânda, meta değişimini kendi açmazıyla baş başa bırakmaktadır. Marx’ın çözümlemelerinde yer alan ve Rosa’nın da dikkat çektiği bu gibi hususlar, günümüzde yaşanan krizin çeşitli görünümleri tarafından (örneğin kredi mekanizmasıyla iyice şişirilen mortgage sektöründeki çöküşle) fazlasıyla kanıtlanıyor.
Kredi mekanizması kapitalistlere kendilerine ait olmayan sermayeleri kullanma yeteneği sağlar ve böylece ekonomik gelişmeye büyük bir itilim verir. Fakat öte yandan, başkalarına ait büyük sermaye yekûnlarının kullanım olanağı fazladan bir cesaret ya da sorumsuzluk eğilimini körükler ve kapitalist kumarı, spekülasyonu teşvik eder. İşte bu gibi nedenlerle, kredi mekanizmasının kapitalist ekonominin gidişatı açısından olumlu ve olumsuz olarak nitelenebilecek ikili bir karakteri vardır. Böylece bu mekanizma bir taraftan ekonomik büyümeyi kamçılayan bir araç işlevi görürken, diğer taraftan büyük bir kriz tetikleyicisi haline gelmektedir.
O yüzden Rosa Luxemburg, meta değişiminin gizli bir aracı niteliğindeki kredi sisteminin krizlerin ortaya çıkmalarını ve yayılmalarını kolaylaştıracağını ve hasıl olan krizleri pekiştireceğini vurgular. Sonuç olarak kredi mekanizması krizleri ortadan kaldırıcı ya da hafifletici bir unsur olmaktan çok uzaktır ve aslında krizlerin oluşumunda etken bir rol oynayan kuvvetli bir unsurdur. Kredi mekanizması global kapitalist işleyişte çelişkileri doruk noktasına taşıyan başlıca araçtır. Üretimi en yüksek noktaya doğru yöneltmekle ve fakat en ufak bir sıkışma karşısında meta değişimini durdurmakla, kredi, üretim tarzı ile değişim tarzı arasındaki çelişkiyi kuvvetlendirir.
Kredi mekanizması ayrıca küçük kapitalistleri mülksüzleştirerek ve büyük üretim güçlerini birkaç elde merkezileştirerek mülkiyet ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi de yoğunlaştırır. Bunun yanı sıra, gerek anonim şirketler oluşumunu gerekse devletin üretime karışmasını teşvik ederek, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin üretimin toplumsallaşan karakteriyle tam anlamıyla uyuşmaz hale geldiğini ilan etmektedir. Kredi mekanizması tekil kapitalistin yetersiz sermayesi ile pazar ihtiyaçları arasında “uyum sağlayan” bir araç iken, global olarak bakıldığında aslında uyumsuzluğu artıran bir sorun kaynağı olarak belirir. Rosa’nın deyişiyle, kredi mekanizması kapitalist dünyanın büyük çelişkilerini yeniden üretir, onların doruk noktalarına ulaşmalarına yardımcı olur ve gelişimi süratlendirerek kapitalist sistemi daha büyük bir hızla çöküşe doğru yöneltir.
Kapitalist gelişmenin en tipik özelliklerinden biri de, “kapitalist” varoluşu yüzlerce ve hatta binlerce kişiden meydana gelen kolektif bir insana dönüştürmesidir. Bu gelişme eğilimi “kapitalist” kategorisini bile kendince toplumsallaştırırken, özel mülkiyet üzerinde yükselen kapitalist üretim tarzını büsbütün bir tarihsel çıkmaza sürüklemektedir. Netice olarak, anonim şirketler olgusu veya kredi mekanizması hiç de Bernstein ve benzerlerinin iddia ettiği gibi birer kapitalist uyum aracı değildirler. Tersine bunlar son tahlilde devrimci etki yaratacak olan yıkıcı unsurlardır. Dolayısıyla dünün ve bugünün revizyonist yazarlarının veya burjuva akademisyenlerin kapitalizm hakkındaki iyimser tezleri bilimsel açıdan külliyen yanlıştır. Kapitalizm kendi iç işleyiş yasalarından kaynaklanan yıkıcı krizleri zamanla bertaraf edici bir uyum yeteneğine hiçbir zaman sahip olmamıştır ve de olmayacaktır.
Açıkça görülüyor ki, bugün kapitalist düzeni toplumsal denetimle daha iyi ve katlanılabilir bir düzen haline getirme vaatlerinin doğru bir yanı ya da nesnel bir temeli bulunmuyor. “Toplumsal açıdan denetlenen bir kapitalizm” düşüncesi, yıllar önce Rosa’nın da belirttiği üzere, kapitalist mülkiyeti kısıtlayacağı yerde onu koruyor. Kapitalist sömürüye müdahale etmek yerine onu normlaştırıyor ve düzene sokuyor. Kısacası, günümüzde krizler içinde debelenen kapitalizm gerçeği karşısında kitlelere bir kurtuluş yolu gibi sunulan görüşler aslında burjuva ideolojisinin yaratmaya çalıştığı yanılsamalardan ibarettir. Kapitalizmin çelişkilerinin zamanla hafifleyeceği ya da hafifletilebileceği, kapitalizmin bugünkü rezalet düzenden farklı bir düzen olabileceği kuyruklu bir yalandır. Gerçeklik tüm çıplaklığıyla gözler önündedir. Kapitalizm geliştikçe onun yarattığı toplumsal çelişkiler daha da büyüyecek ve keskinleşecek, bu düzen toplumsal açıdan daha da katlanılmaz hale gelecektir.
Ayrıca bu noktada önemli bir hususun altını da çizmek gerekir ki, kapitalizmin krizleri periyodik aşırı üretim krizlerinden ibaret değildir. Bu krizlerin kaçınılmazlığı bir yana, bir de yaygın emperyalist paylaşım savaşlarıyla seyreden tüm tarihsel dönemeçlerde gözlemlenen ve ekonomik, siyasal, sosyal yaşamda kapitalizmin yol açtığı birikimli çelişkilerin ürünü olan büyük sistem krizleri mevcuttur. Kapitalist işleyişin uzun dalgaları bağlamında açıklanabilecek bu krizler kuşkusuz hep aynı dalga boyundaki yükseliş ve geri çekilişlerle yol almaz. Tarihsel eğilim, kapitalist işleyişin sıkışma momentlerini sona erdirecek ve ekonomiyi anlamlı bir canlanma temelinde yeni bir dengeye kavuşturacak potansiyellerin giderek azalması yönündedir.
İşte vaktiyle Rosa Luxemburg’un kapitalizmin çöküş eğilimi çerçevesinde dile getirmeye çalıştığı olgular da bir anlamda bu sonuca işaret ediyor. Burada çöküş kavramının, kapitalizmin salt ekonomik mekanizmaların işleyişi temelinde kendiliğinden çökeceği yolundaki yersiz iddialarla hiçbir ilgisi bulunmadığını özellikle belirtelim. Bu tür iddialar, muazzam sınıfsal çelişkiler temelinden yükselecek olan sınıf mücadelesinin rolünün küçümsenmesi ve siyasetin ekonomiye indirgenmesi gibi yanlış ve kabul edilmez yönler içeriyor. Oysaki Marksist kavrayış çerçevesinde kalınacaksa, çöküş olgusu bir tarihsel eğilimi anlatmaktadır. Bu eğilimi gerçekliğe dönüştürmek ve kapitalizmi sona erdirmek ise, ancak ve ancak proletaryanın devrimci mücadelesiyle mümkün olabilecektir.
Rosa Luxemburg, kapitalizmin henüz gelişme içinde olduğu eski dönemlerin krizleriyle olgunluk ve çürüme dönemlerinde patlak verecek krizler arasındaki ayrıma da dikkat çekmiştir. Kapitalizmin ihtiyarlık döneminde tanık olunacak krizler, kimi faktörler nedeniyle (örneğin kapitalist olmayan alanların azalması ya da dünya pazarlarının sınırlılığı) üretici güçlerin periyodik ve öldürücü çarpışmaları şeklinde seyredecektir. Günümüzde kapitalist sistemin içinde bulunduğu durum, bir zamanlar Rosa’nın belirttiği bu gibi önemli hususları fazlasıyla akla getiriyor. Kapitalist ekonomi sonucu belli olmayan büyük bir çıkışsızlık içinde debeleniyor. Yaşlanan kapitalizmin tarihsel bir çöküş eğilimine sürüklendiği açıktır. Tüm bu gerçekler, şimdilerde yaşanan sistem kriziyle son derece çarpıcı biçimde gözler önüne serilmektedir.
Sermaye birikimi
Bernstein Marksizmin revizyonuna kapitalist çöküş kuramından vazgeçerek başlamıştı. Oysa Marksizmin temel unsurlarından biri olan tarihsel materyalizm, kapitalist ekonominin ölümlü bir kategori olduğuna işaret eder. Marx’ın değer kuramı, para ve sermaye analizi ve kâr öğretisi, kapitalist ekonomik sistemin gidişatına dair esaslı bir sırrı açıklığa kavuşturur. Bu sır, kapitalist ekonominin sınıf mücadelesinin sonlandırıcı darbesiyle çöküp gitmeye yazgılı olduğunu anlatır. Rosa’nın dediği gibi, ekonomik gelişmenin belli bir aşamasında insanlığa sosyalist ilkelerin uygulanmasından başka bir çıkış yolu kalmayacaktır. Dünya üzerindeki üretken güçleri geliştirebilmek, ayrıcalıklı bir azınlığı abat eden kapitalizmden kurtulmak ve toplumsal ihtiyaçları karşılayacak eşitlikçi bir düzen olan sosyalizme açılmak sayesinde mümkün olabilecektir.
Rosa Luxemburg’u “sermaye birikimi” konulu çalışmaya yönlendiren başlıca etkenlerden biri, döneminin Bernstein gibi dönek teorisyenlerinin kapitalizmin yıkıcı krizlerini ve tarihsel çöküş eğilimini inkâr eden yaklaşımlarıyla hesaplaşma ihtiyacı olmuştur. Rosa’nın 1913’te yayımladığı Sermaye Birikimi adlı çalışmasının Marksist öğretiye önemli bir katkı sağladığı ilerleyen yıllar içinde ifade edilecektir. Örneğin G. Lukacs’a göre, Rosa Luxemburg bu çalışmasıyla ipliğin ucunu Marx’ın bıraktığı yerden yakalamış ve emperyalizm sorununu da Marx’ın ruhuna uygun bir şekilde çözmüştür.
Esasında Rosa’nın bu çalışmasının önemli bir evveliyatı da vardır. Rosa 1906-1913 yılları arasında Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) aktivistler okulunda ekonomi politik dersleri vermiş ve bu süreçte Ekonomi Politiğe Giriş adlı bir kitap da kaleme almıştır. O dönemden başlayarak Kapital çözümlemeleri üzerinde derinlemesine duran Rosa, özellikle Marx’ın yeniden üretim şemalarına ve artı-değerin realizasyonu sorununa (kısaca gerçekleşme sorunu da diyebiliriz) odaklanmıştır.
Açıktır ki, bir toplum tüketmekten nasıl vazgeçemezse üretmekten de öyle vazgeçemez. O nedenle her toplumsal üretim süreci, devamlı yenilemelerle akıp giden bir yeniden üretim sürecidir. Hiçbir toplum ürettiği ürünlerin bir kısmını üretim araçlarına dönüştürmedikçe yeniden üretim yapamaz ve yeniden üretimin varlığı uygarlığın da koşuludur. Kapitalist üretim biçiminde ise yeniden üretim süreci esasen sermayenin yeniden üretimi sürecidir. Marx Kapital’de yeniden üretim konusunun incelenmesi bağlamında iki ayrı model üzerinde durmuştur. “Basit yeniden üretim” ve “genişletilmiş yeniden üretim” adını taşıyan bu modeller kapitalist sistemin işleyişini kavramaya yönelik soyutlamalardır.
Basit yeniden üretim modeli, kapitalist sistemin verili bir denge durumunda toplam sermayede net bir artış yani bir birikim olmadan kendisini yıldan yıla aynı düzeyde nasıl yenileyebildiği soyutlamasını yansıtır. Genişletilmiş yeniden üretim modeli ise, kapitalist sistemin yine verili bir denge durumunda, kendisini yalnızca aynı düzeyde yenilemekle kalmayıp sermaye birikimi yoluyla nasıl büyütebildiğini ortaya koyar. Kapitalizm özsel olarak daha çok biriktirme, yani sermaye birikimi dürtüsüyle işleyen bir sistemdir ve bu sistemde aslolan genişletilmiş yeniden üretimin devamıdır. Bunun için, toplam işgücünün yarattığı toplam artı-değerin tümünün bireysel tüketimde kullanılmaması ve önemli bir bölümünün yeniden üretim sürecine sermaye biçiminde döndürülmesi gerekir. Artı-değerin bu şekilde sermaye olarak kullanılmasına sermaye birikimi denir.
Rosa zihnini meşgul eden “gerçekleşme sorunu” nedeniyle Marx’ın yeniden üretim modellerini incelemiş ve Kapital’in ikinci cildinde yer alan genişletilmiş yeniden üretim şemalarında bazı önemli sorunlar olduğu hükmüne varmıştır. Ona göre sorunun kaynağı, Marx’ın genişletilmiş yeniden üretim süreci modelini, yalnızca kapitalistlerle işçilerden oluşan bir toplum varsayımı üzerine oturtmasıdır. Rosa böyle bir toplumda artı-değerin realize edilebilmesinin mümkün olamayacağını düşünür. Sermaye birikimi sürecinin yol alabilmesi için, ülke veya dünya ölçeğinde kapitalist olmayan unsurların varlığına mutlak ihtiyaç olduğu sonucuna çıkar. Çünkü kapitalizmin gerek ulusal gerek uluslararası düzeyde kendi alanı dışına genişlemeden ve yayılmadan kendini yeniden üretmesi mümkün değildir. Kapitalizm, sonunda kapitalistleştirilecek hiçbir alan kalmayıncaya dek yeni topraklara, bölgelere, ülkelere yayılmak zorundadır.
Rosa Luxemburg bu noktalardan hareketle, gerçekleşme sorunuyla kapitalizmin emperyalist aşaması arasında da doğrudan bir bağ kurmuştur. Nitekim ekonomik işleyişe dair Marksist analizleri içeren kapsamlı eseri Sermaye Birikimi kitabının alt başlığını da “Emperyalizmin Ekonomik İzahına Katkı” şeklinde belirlemiştir. Rosa bu çalışmasında kapitalizmin sömürge ülkeler pazarlarına doğru genişlemesinin nedenlerini gerçekleşme sorununa bağlamakta ve sermaye ihracı olgusunun kapitalist ekonominin işleyişinde yarattığı ferahlamanın tarihsel bir ömürle sınırlı olduğuna parmak basmaktadır. Onun düşüncesine göre, artı-değerin realize edilerek sermaye birikimi sürecinin sürdürülebilmesi için, kapitalizm henüz kapitalistleşmemiş bölge ve alanlara nüfuz etmek zorundadır. Bir başka deyişle, kapitalizm, kapitalizm öncesi üretim biçimleri ve unsurlarını istismar ederek ve onları yok oluşa sürükleyerek kendini genişletilmiş biçimde yeniden var etmektedir.
Rosa’nın çözümlemelerinde emperyalizm bir dış politika biçimi ya da dışsal bir unsur değil, kapitalist üretim biçiminin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu yaklaşım doğrudur. Kapitalist birikimin emperyalist aşaması evrensel rekabet demektir ve sermayenin aktığı alanların (bölge ve ülkelerin) nihayetinde sanayileşmesini ve kapitalistleşmesini zorunlu kılar. Keza emperyalizm ve militarizm arasında da organik bir bağ mevcuttur. Sömürgeci yayılmacılıktan emperyalist yayılmacılığa geçiş yapan kapitalizme tüm bu aşamalar boyunca eşlik eden militarizme dikkat çeker Rosa. Militarizm kapitalist ülkelerin, kapitalist olmayan uygarlık bölgelerini ele geçirmek için giriştiği rekabetçi mücadelede önemli bir silahtır. Ancak Rosa’nın o çarpıcı deyişiyle, tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik akışı sermayenin sadece doğuşunu değil aynı zamanda dünyada adım adım ilerleyişini de temsil etmektedir.
Kapitalist sistem kendi çelişkisini ve engellerini kendi içinde taşıyan bir ekonomik sistemdir. Bu sistemin, üretim artışını kamçılayan kâr güdüsüyle kitlelerin satın alma gücünün sınırlılığı arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırması asla mümkün olmamıştır ve de mümkün olmayacaktır. Zaten Marx da Kapital’de, bütün ciddi krizlerin nihai sebebi olarak kitlelerin yoksulluğuna ve buradan türeyen eksik tüketim olgusuna vurgu yapar. İşte Rosa Luxemburg’un kapitalizmin ekonomik işleyişi bağlamında odaklaştığı başlıca hususlardan biri budur ve bunun açık ifadesi onun artı-değerin gerçekleşme sorununu kurcalaması olmuştur.
Rosa’ya göre, üretilen artı-değerin burjuvazinin ve proletaryanın tüketimi ile realize edilebilmesi olanaksızdır. Burjuvazi nihayetinde toplumda bir azınlıktır ve proletarya söz konusu olduğunda da temel gerçeklik, bu sınıfın satın alma gücünün yani tüketiminin sınırlı oluşudur. Dolayısıyla kapitalizmi işçi kitlelerinin sınırlı tüketim engeline karşı koruyan bir faktör olmalıdır ve Rosa’ya göre bu faktör kapitalist endüstrinin kapitalist olmayan (non-capitalist) bölge ve ülkelere nüfuz etmesidir. Fakat böyle de olsa, kapitalizm giderek gelişmesinin sınırlarına dayanacak ve kelimenin gerçek anlamında tek bir dünya pazarının yaratılmış olması ile birlikte kapitalizm ömrünün sonuna yaklaşacaktır.
Rosa’nın “sermaye birikimi” analizleri, tamamen kapitalist bir ortamda birikimin imkânsız hale geleceğini kanıtlamaya çalışır. Bu analizlere göre, kapitalizm dışı ülke ve bölgelerin yok olması neticesinde geriye “iki sınıflı” bir dünya sistemi kaldığında sermaye birikimi süreci tıkanacak ve kapitalist sistem çökecektir. O halde Marx’ın burjuvazi ve proletaryadan oluşan bir toplum soyutlamasına dayanan genişletilmiş yeniden üretim şeması, birikimin bu koşullar altında sürdürüleceğine değil, bu koşullar gerçekleştiğinde birikimin olanaksız hale geleceğine işaret etmektedir.
Rosa’nın bu vargısının içerdiği doğru ya da yanlış yönler bir yana, onun kapitalist işleyişe dair esaslı bir sorun üzerinde odaklaşmış olması başlı başına önem taşır. Şurası bir gerçek ki, genişlemesini sürdürebilmek için büyük sermaye daima ulusal ve uluslararası düzeyde yayılma ihtiyacı içindedir. Bu durumun dünya pazarları ve nüfuz alanları üzerindeki rekabeti kızıştırması ve yeniden paylaşım savaşlarını kışkırtması kaçınılmazdır. Ancak son tahlilde genişleme olanağının da elbet bir sınırı olacaktır.
Bu noktada Rosa, emperyalizmin kapitalist olmayan uygarlıkların çöküşünü ne kadar şiddetli, acımasız ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirirse kendi sonunu da o ölçüde yaklaştırmış olacağına dikkat çeker. Kısacası bu gidişat, kapitalist birikimin kendi bindiği dalı büyük bir hızla kesmesinden başka bir şey değildir. Emperyalizm bir yandan kapitalizmin ömrünü uzatmanın tarihsel yöntemidir, diğer yandansa kapitalizmin sonunun habercisidir.
Bizzat Rosa’nın satırlarından öğrendiğimize göre, Sermaye Birikimi adlı kapsamlı kitap dört ay gibi kısa bir sürede yazılıp bitirilmiş ve neredeyse hiç kontrol edilmeden bir an önce basılması için yayınevine gönderilmiştir. Dolayısıyla bu kitap aslında, Marx’ın Kapital’deki geniş açılımlarının incelenmesi esnasında yazarın aklına takılan kabataslak düşünceleri yansıtır. Rosa’nın asıl derdi, kapitalizmin çöküşe sürükleneceğini reddeden reformistlere karşı kapitalizmin çökeceğini kanıtlayabilmektir. O, Kapital’de bu yaklaşımına açık bir destek aramış ve aslında bir ön çalışmaya eşlik eden dizginsiz heyecanıyla Marx’ın yeniden üretim şemalarında önemli boşluklar olduğu yargısına varmıştır.
Rosa’nın Sermaye Birikimi kitabı SPD içindeki reformistlerin işine gelmediğinden aforoz edilecek ve kimi reformistler bu kitabı işçi sınıfı açısından “frengi basili” ilan edeceklerdir. Bu nedenle Rosa Luxemburg kitaba gelen eleştirileri çürütmek amacıyla 1915 yılında hapisteyken sert bir eleştiri metni kaleme alır ve bu çalışma 1921 yılında Anti-Kritik adıyla yayınlanır. Rosa bu kitabında, Kapital’deki birikim modellerine yönelik eleştirilerini Sermaye Birikimi’ne oranla daha net ve detaylı biçimde ortaya koymaktadır.
Rosa Luxemburg, Marx’ın birikim modellerine yönelik eleştirileri nedeniyle reformistlerin yağdırdığı haksız ve yersiz saldırılara hedef olmuş ve Anti-Kritik adlı çalışmasıyla bunları püskürtmüştür. Ne var ki, söz konusu değerlendirmelerindeki kimi hatalı yönler yüzünden Rosa döneminin bazı devrimci Marksist yazarlarının eleştirilerine de hedef olacaktır. Bu tür ciddi eleştirilere verilebilecek başlıca örnekler arasında ise Buharin’inki önem taşır.
Buharin Rosa’nın emperyalizm konusundaki tespitlerini isabetli oldukları için övgüyle karşılamış, ancak Marx’ın birikim modeline yönelik eleştirilerini ise doğru bulmamıştır. Buharin’e göre, Marx’ın da açıkladığı gibi, iki sınıflı bir sistem içinde genişletilmiş ölçekte birikim pekâlâ mümkündür. Çünkü, genişletilmiş yeniden üretimde ek yatırıma gidilir gidilmez daha çok işgücü kullanılmakta ve kapitalist pazar genişlemektedir. Buharin açısından Rosa’nın işaret ettiği türden bir dış pazar (ister ülke içinde ister ülke haricinde olsun, kapitalist alan dışında olduğu için dış pazar) sorunu yoktur. Ancak kuşkusuz sermaye kapitalizm dışı üretim alanlarına doğru yayılmaktadır. Ama bunun nedeni kapitalizm dahilinde birikimin olanaksız oluşu değildir; sermaye kapitalizm dışı alanlara daha fazla kâr elde etme olasılığı nedeniyle akmaktadır.
Buharin’in yanı sıra diğer bazı Marksistler de benzer görüşler ileri sürmüşlerdir. Örneğin, kapitalist üretim artığının kapitalist olmayan bir “dış pazar” tarafından emilmesi kapitalist üretim biçimi açısından bir içsel gereklilik değildir. Rosa ise konuya bu şekilde yaklaşmanın artı-değerin realizasyonu sorununu göz ardı etmek anlamına geleceğini belirtmiş ve kapitalist üretimin kendisi için pazar yarattığı postülasına karşı çıkmıştır. Ona göre kapitalist üretimin sınırsız pazar yaratabileceği yolundaki yaklaşımlar yanlıştır. Bu tür görüşler kişiyi, arz-talep ya da tüketim ile üretim arasında doğal bir denge olduğunu savunan ünlü klasik burjuva iktisatçıları Say ve Ricardo’nun tezlerine götürmektedir.
Burada artık konunun detaylarını bir yana bırakıp ana yönünü belirtebiliriz. Marx’ın artı-değer bahsinde ele aldığı “gerçekleşme sorunu” kuşkusuz büyük bir önem taşır. Kapitalistin amacı metaları ürettirmek değil, metaların içerdiği artı-değer miktarını arttırmak ve ona sahip çıkmaktır. Fakat işçilerin karşılıksız çalışmasıyla yaratılan artı-değer üretilen metaların içinde gizli kaldığı sürece kapitalist için hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu bakımdan kriz neticesinde satılamayıp stoklarda biriken metalar kapitalistler için büyük bir kayıp demektir. Kapitalistin çıkarı açısından, artı-değer meta üretildikten sonra hemen realize edilmeli, saf değer biçimine yani paraya dönüştürülmelidir. Üretilen metaların içine giren tüm sermaye harcamaları meta biçiminden sıyrılmalı ve kapitaliste para olarak geri dönmelidir.
Bizce kapitalizmin neden çöküşe yazgılı bir sistem olduğu hususu işte bu noktada doğru şekliyle aslında Marx’ta vardır. Marx Kapital’deki çözümlemelerinde kapitalizmi artı-değerin bütünüyle realize olacağı bunalımsız bir sistem olarak açıklamamıştır. Tam tersine, onun ancak bunalımlı bir tarzda (hem de giderek büyüyen bunalımlar pahasına) ilerleyebileceğini ortaya koymuştur. Bu noktadan hareketle kapitalizmin çöküş eğilimi kapitalist olmayan alanların tüketilmesi temelinde değil, bizzat dünya kapitalist pazarındaki birikmeli büyük tıkanıklıklar temelinde ele alınmalıdır.
Bir son söz niyetiyle özetle vurgulamak gerekirse, Rosa artı-değerin gerçekleşme olanağını kapitalist olmayan ülke ve bölgelerin varlığına bağlarken, Marx bunun tümüyle kapitalist bir dünyada derinleşen kriz sarmalları şeklinde işleyeceğini kanıtlamıştır. Bu iki yaklaşım birbirinden farklı yönlere sahiptirler ama son tahlilde ortak bir noktada buluşmaktadırlar. Şöyle ki, dünyanın kapitalistleşmesi veya günümüz moda deyimiyle kapitalizmin globalleşmesi kapitalizmin sorunlarını asla hafifletmeyecektir. Nitekim kapitalist ekonomilerin global ölçekte girift biçimde bütünleştiği bir dünyada kriz artık muazzam bir sistem krizi düzeyine yükselmiştir. Kapitalizm giderek daha da şiddetlenen kıvranmalar ve sarsıntılarla kendi çöküşünü hazırlamaktadır.
Çözüm devrimde
Kapitalizm tarihsel ilerleyişi içinde defalarca yüz yüze geldiği devasa sorunları başından savmak için zamanla çeşitli yöntemleri ve mekanizmaları devreye sokmuş bir sistemdir. Kapitalist ekonomi içerdiği oransızlıklara ve bunalım kaynaklarına rağmen yol almaya ve genişletilmiş yeniden üretimi mümkün kılmaya çalışır. Bu uğurda yeni mekanizmaları yürürlüğe koyar. Giderek muazzam bir önem kazanan kredi mekanizması bu konuda verilebilecek başlıca örnektir. Ama kredi mekanizması da dahil hiçbir yöntem kapitalizmin hastalıklarını ortadan kaldıramaz, ancak onların yarattığı kimi sonuçların ortaya çıkmasını bir süre için geciktirebilir.
Fakat şurası da açıktır ki, başlangıçta hastalıklara çare gibi görünen her yöntem ya da mekanizma, kapitalizmin doğası gereği bir süre sonra eski anlamını yitirmekte ve yeni sorunlar yaratmaktadır. Yıkıcı bunalım kaynaklarına rağmen kapitalizmin yol almasını sağlamış olan kredi mekanizması için de aynen böyle olmuştur. Uzun bir süre boyunca büyük bir genişleme olanağı sağlayan kredi mekanizması, geri ödenemeyen borçlar nedeniyle giderek tıkanmaktadır. Ne var ki, kapitalist çarkların döndürülebilmesi için bu mekanizmanın işletilmesinden yine de vazgeçilememektedir.
Bu durum aslında dikkatlice düşünülecek olursa kapitalizmin özsel mantığına aykırı bir gidişata işaret eder. Kapitalizm eğer işçi-emekçi kitlelere neticede onlardan tahsil edilemeyecek şekilde kredi dağıtımına muhtaç hale gelirse, o takdirde kapitalizm olmaktan çıkar. Çünkü böyle bir olasılık kapitalizm açısından artı-değerin önemli bir bölümünün gerçekleşememesi ve metaların işçi-emekçilere karşılıksız dağıtılması anlamına gelir. Bu ise kapitalizmin işleyiş yasalarının altüst olması ve kapitalizmin başat bir yasasının, değişim değeri üretimi, artı-değer üretimi yasasının delinmesidir. Bu tasavvur bir bakıma, bizzat kapitalizmin içinde sosyalist bir işleyişin başlaması demektir. Ama kuşkusuz böyle bir tasavvurun gerçekleşmesi ve genelleşmesi kapitalizm altında olanaksızdır ve kapitalizm açısından mantık dışıdır. Çünkü genelleşmiş düzeyde öyle bir durum doğsa, kapitalist tarzda üretim yapan firmalar artı-değerin para biçiminde kendilerine dönüşümü gerçekleşmeyeceği için sermaye birikimine devam edemez ve dolayısıyla mutlak anlamda çökerler.
Dolayısıyla üretici güçlerin geldiği seviye aslında sosyalist dağıtımı ne denli zorluyor olursa olsun, kapitalizm kapitalizm olduğu sürece kendi eliyle sosyalizmi uygulamaya başlamayacaktır. Nitekim günümüzde yaşanan derin sistem krizine rağmen kapitalist devletler hiç de sosyalizan bir dağıtım sistemini başlatmamaktadırlar. Tam tersine, işçi sınıfının yarattığı ve emekçi kitlelerin sırtından elde edilen toplumsal fonlar tam gaz tekellerin kurtarılmasına tahsis edilmektedir. Geri ödenmeyen krediler nedeniyle bankacılık sektörünün içine düştüğü mali kriz karşısında, kapitalist devletler, toplumsal kaynaklara kolektif bir kapitalist olarak el koyarak çözüm getirmeye çalışmaktadırlar. Bu tür önlemlerin, açlık ve yoksulluğun, işsizliğin, artan borçlar ve düşen ücretlerin girdabında sürüklenen işçi ve emekçi insanlara hiçbir yarar sağlamayacağı yeterince açıktır.
Günümüzde yaşanan kriz ortamında kapitalizmi kimi önlemlerle iyileştirilebilecek bir şeymiş gibi göstermeye çalışan tüm iktisatçılar ve yazarlar burjuva düzenin hizmetindedirler. Allanıp pullanarak birer kurtarıcı pozunda yeniden piyasaya sürülen önlemler (Keynesçi uygulamalar, devlet korumacılığı vb.) kitleler nezdinde yaratılmaya çalışılan büyük yanılsamalardan ibarettir. Önlem diye ortaya atılan tüm bu yöntemler krizin nedenlerini zerrece ortadan kaldıramayacaktır. Bunlar yalnızca krizin sonuçlarını kapitalistlerin çıkarlarına göre bir nebze kontrol altına almaya yönelik önlemlerdir. Devam eden durgunluk, üretim daralması, işsizlik ve kitlelerin satın alma gücünün alabildiğine azalması, tüm bunlar sermaye birikim sürecindeki muazzam tıkanıklığın açık ifadeleridir.
Bu koşullar altında devletlerin tekelleri kurtarmak için tahsis ettikleri toplumsal fonlar da bir süre sonra suyunu çekmekte, genişletilmiş yeniden üretim sürecinin devamı büsbütün zor hale gelmektedir. Böyle bir nesnel ortamda kapitalist tekellerin ve kapitalist devletlerin yapacağı şey öncelikle kendi paçalarını kurtarmaya çalışmak olacaktır. Bu da kapitalist rekabetin ulusal ve uluslararası düzeyde alabildiğine kızışması, dünya ölçeğinde muazzam derecede tırmanan gerginlikler, verili emperyalist ittifakların çatırdaması ve yeni çıkar birliklerine göre oluşacak yeni ittifakların mayalanması demektir. Kısacası, bilimsel veriler irdelendiğinde, kapitalizmin kaçıp kurtulacağı alanın giderek daraldığı görülüyor. Kapitalizmin globalleşmesinin ona ölümsüzlük sağlamadığı, tersine krizlerini büyüttüğü, derinleştirip keskinleştirdiği yönündeki çözümlemelerimiz doğrulanıyor.
Dünyanın kapitalistleşmesi ve kapitalizmin bir dünya sistemi olarak iyice olgunlaşması neticesinde bu üretim tarzı artık iyice yaşlanıp köhnedi. Ortalama kâr hadlerindeki düşüş eğilimi, ürkütücü düzeyde büyüyen bir işsiz nüfus, çözümü olmayan bir eksik tüketim sorunu, bunalım erteleyici mekanizmaların giderek daha yıkıcı bunalımları hazırlaması gibi belirtilerden de anlaşıldığı üzere kapitalizmin tarihsel ölüm çanları çalıyor. Kapitalizm insanlık açısından artık tamamen yıkıcı bir sisteme dönüştü. Zaten emperyalizm çağı, kapitalist sistemin büyük bunalımlarını büyük ve kanlı savaşlarla, kitle kırımlarıyla aşmaya çalıştığını kanıtlamıştı. Böyle bir sistem hiçbir reformla, hiçbir önlem ve yöntemle ıslah edilip insanlık yararına bir sistem haline getirilemez.
Dünyamızı kaotik bir alana, bir korku ve savaş cehennemine çeviren kapitalizm yıkılmalıdır. Dünyanın tüm işçi-emekçi kitleleri, yoksulluk, açlık ve hastalıklar altında inleyen insanları açısından bundan başka bir kurtuluş yolu yoktur. Üstelik kapitalizm artık insanlığın ve dünyanın geleceğini tehdit eden öyle büyük bir belâya dönüşmüştür ki, kaybedecek zerre kadar vakit yoktur. Rosa’nın dediği gibi, aslında devrimin kaybedecek zamanı yoktur. Dünyanın işçi ve emekçi kitleleri sınıf bilinciyle donanıp mücadele azmiyle ileri atıldıklarında, “devrim çeşitli zaferlerden ve yenilgilerden geçerek kendi büyük hedeflerine doğru fırtınalar içinde yürüyecektir”!
link: Elif Çağlı, Kızıl Kanatlı Rosa /6, 29 Mayıs 2009, https://marksist.net/node/2127