Covid-19’u pandemi ilan ettiğinden bu yana Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) adı sıkça duyulur oldu. Özellikle son zamanlarda Trump’ın “parasını biz veriyoruz, Çin’i koruyor” diyerek fonlarını kesme kararı alması ve Çin’in milyonlarca dolar destek açıklamasının ardından, sistemin büyük güçlerinin arasındaki gerilimin yansıdığı yerlerden biri haline geldi. Bu kurum koronavirüs salgınının dünyayı dehşete düşürmesinde de son derece etkili oldu. Aldığı kararlar Türkiye’de ekranlarda boy gösteren doktorların neredeyse amentüsü haline geldi. Salgın açıklamasından bu yana DSÖ kararları, Covid-19’la ilgili anlamlı her sorunun ve tutarsızlıkları sorgulamanın önünü kesmek için araç olarak kullanılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü kapitalist sistemin dışında, tarafsız ve bilimsel çalışmalarla halk sağlığı hizmeti veren bir kuruluş değildir. Gerçekte DSÖ emperyalist güçlerin ve uluslararası tekellerin uzun vadeli çıkarlarının gerçekleşebilmesi için önemli hizmetleri yerine getirmek üzere inşa ettiği Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan kuruluşlarındandır. 1948’de kurulmuş ve o zamandan beri burjuvazinin tüm kurumsal yapılarında olduğu gibi bürokratik örgüt yapısıyla da sermaye güçlerinin etkisi altında şekillenmiştir. Genel olarak da kapitalist sistemin hegemon güçlerinin ihtiyaçları doğrultusunda politikalar üretmiş, burjuva dünyaya danışmanlık hizmeti vermiştir. Bünyesinde binlerce insan çalıştırmakta ve bölge temsilcilikleri üzerinden dünyanın pek çok ülkesinde aktif araştırma ve çalışmalar yapmakta, tıp uzmanlarının hazırladığı dünya çapında referans kabul edilen kılavuzlar yayınlamaktadır. Sadece kendisine üye ülkelerde değil hemen tüm ülkelerde ilaç ve tıbbi teknolojinin kullanım oranlarının artmasını sağlayan en etkili kurumlardandır. O nedenle sağlık hizmetlerinin, ilaçların, tıbbi teknoloji ürünlerinin satışını yapan şirketlerin daha fazla kâr elde etmelerini de öneri ve tavsiyeleri ile kolaylaştırmaktadır. Örneğin şu sıralar Covid-19 salgını vesilesiyle milyarlarca insanın gözünü yapılacak aşıya diktiği koşullarda DSÖ’nün referans olacağı bir aşıyı üretecek firma, rakiplerini geçerek dünyanın kârını elde edecektir. Böylesine bir etkiye sahip olması sebebiyle ilaç tekelleri, tıbbi teknoloji üreten şirketler ve sigorta şirketleriyle kurulan kirli ilişkileri, rüşvet ve yolsuzluk sorunları zaman zaman ayyuka çıkmıştır. Ancak DSÖ gibi kuruluşların dünya çapında güvenilirliğini zedelemek genelde burjuvazinin işine gelmez.
Neoliberal politikalara uyumlu bir sağlık örgütü
Sağlık hizmeti vermek sadece hasta olan bir bireyin iyileştirilmesini sağlamak değildir. Çok daha kapsamlı bir durumu tarif etmektedir. Bu nedenle kapitalist özel mülkiyet düzeni ve şirketlerin ne pahasına olursa olsun daha fazla kâr elde etme güdüsünün ahtapot kolları tarafından sarılmıştır. Bu alan özellikle neoliberal politikalar sayesinde büyük bir pazar haline gelmiştir. Örneğin bugün dünyada insanların en çok izlediği televizyon programlarından biri de tıbbi magazin diye tanımlananlardır. Sağlıklı kalmak, iyi olmak, uzun yaşamak vb. diye uzatılabilecek nedenlerle bu programlarda pazarlananlar gıda, ilaç, cihaz, doktor, hastane reklamlarına doğru genişlemektedir. Sağlık harcamalarının, ilaç tüketiminin, hastalıkların çeşidinin, tedavi ve cerrahi uygulama sayısının artması bu alanlara yatırım yapmış şirketler açısından verim demektir. Bu nedenlerle toplum sağlığının korunması için alınması gereken önlemler bu düzeninin varlık koşullarıyla çelişmektedir. Bu koşullar altında “küresel halk sağlığı koruyuculuğu” yapmak da mümkün değildir.
Kapitalist sistem altında tek ve gerçek derdi halk sağlığı olacak, bunun için sınırsız olanaklar kullanabilecek bir kurumun varlığından söz edilemez. Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların kapitalist sistemin çıkarlarından bağımsız olmadığını vurgulayan şu satırlar bu yüzden çok önemlidir:
“Bugün tüm dünyaya egemen olan neoliberal sağlık politikaları, 80’lerin başlarından itibaren IMF ve Dünya Bankası gibi küresel sermaye kurumlarının «sağlıkta yeniden yapılanma» adı altında dayattığı paketlerle yaygınlaştı. Kamusal sağlık hizmetlerinin payı düşürülürken özel sektörün payının yükseltilmesi, katılım payı uygulamasının norm haline getirilmesi, kamusal sağlık hizmetini «en temel hizmetlerle» sınırlayarak bunun ötesindeki hizmetleri emekçilerin kendi ceplerinden karşılamasının dayatılması, bunun organik bir parçası olarak özel sigortaların zorunlu hale getirilmesi bu paketlerin vazgeçilmez maddeleri arasında yer aldı.
“Emperyalist sistemin temel kurumlarından olan Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) politikaları da bu süreçle uyumlu bir değişim göstermişti. SSCB’nin varlığı koşullarında, işçi sınıfına verdiği kırıntıları arttırmak zorunda kalan kapitalizm, «sosyal devlet» söylemiyle kamusal hizmetlere ayrılan payı şimdikiyle kıyaslanmayacak derecede yüksek tutmak zorunda kalmıştı. Sosyalist hareketlerin yanı sıra sosyal demokrasinin de güçlü bir etkiye sahip olduğu bu dönemde, Avrupa’da sosyal güvenlik sistemleri oldukça gelişkindi ve sağlığın temel bir insan hakkı olduğu anlayışı genel kabul görüyordu. Bu anlayış Dünya Sağlık Örgütünün politikalarında da doğal olarak yansımasını buluyordu. Ne var ki 1980’lerle birlikte güç kazanan neoliberal politikalar bu alanı da «reforma» tâbi tuttu, SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun çökmesiyle birlikte saldırılar iyice hız kazandı. Burjuvazi IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla hükümetlerin sağlık politikalarını tepeden belirlemeye girişirken, DSÖ de bütçesi dondurularak Dünya Bankası ve özel sektörle çok daha derin bir ortaklığa sokuldu. Dünya Bankasından «sağlık ekonomistleri» istihdam etmeye başlayan DSÖ, emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda belirlenen küresel politikaların temel uygulayıcılarından biri haline geldi.”[1]
Bugün tıp veya bilim adına kutsanan, tarafsız olduğu gerekçesiyle övülen, insanlık için hayırlı işler yapmaktan gayrı derdi olmadığı iddia edilen ve bu yüzden sahip çıkılması, değerinin bilinmesi gerektiği salık verilen DSÖ gibi örgütler kapitalist tekellerin maaşlı adamlarıyla doludurlar. Büyük ilaç tekellerinin, istihbarat örgütlerinin ve ABD başta olmak üzere kapitalizmin güçlü kalelerinin savunma bakanlıklarının işbirliği ile pek çok açık ve gizli faaliyet yürütürler. Yaptıkları pek çok insanlık dışı ve kirli işleri “ticari sır” kılıfıyla gizlerler. Geçmişte yapıldığını bildiğimiz ve bugün de çok daha fazlasının yapıldığından şüphemiz olmayan insanlık dışı deneyler DSÖ gibi örgütlenmelerin burjuvazinin hizmetinde olduğunun unutulmaması gerektiğini göstermektedir. “Öncelikle kavranması gereken nokta, ne ilaç tekellerinin ne de kapitalist devletlerin insani ve etik değerlere zerre kadar önem vermediğidir. Bunun en bariz kanıtı, bizzat Dünya Sağlık Örgütünün kendisinin tekellere bağlı bir kuruluş olması ve bu tür insanlık dışı deneylerin yürütümüne öncülük etmesidir.”[2]
Dünya Sağlık Örgütünün “hayırsever” kapitalistleri
DSÖ’nün resmi bütçesi üye ülkelerin aidatlarından ve bağışlardan oluşuyor.[3] Gelir kaynaklarının bağış ayağının %13’ünü bireysel, asıl büyük dilimini ise kurumsal bağışlar oluşturuyor. İlaç tekellerinin DSÖ’ye açık ya da gizli ilişkiler üzerinden planlı bağışlar yaptığı da ortaya çıkmıştı. Özellikle dört büyük ilaç tekeli belli alanlarda kullanılmak üzere bağış yapmış ve salgın ve pandemik eğilimli hastalıklarla ilgili araştırmalara oldukça büyük paylar ayırmışlardı. Bu dört tekelden üçü herkese tanıdık gelecektir: Novartis, GlaxoSmithKline ve Roche. Bu gibi şirketlerin milyonlarını insanlık için hibe etmeyeceklerini gayet iyi biliyoruz. İlaç tekellerinin milyonlarca dolarlık bağışlarının DSÖ’nün politikalarını etkilemeyeceğini düşünmek saflık olur. Bir de buna daha büyük özel finans kaynaklarını eklersek durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu örgütün finans kaynaklarının en köklüsü Rockefeller grubu. Rockefeller ismi işçi sınıfının mücadele tarihine bakanlara acı hikâyeler anlatacaktır.[4] Ayrıca bu isim ABD’de eğitimden sağlığa elini uzattığı her alanda kamusal hizmetlerin tasfiye edilmesini sağlayan güçlerden biridir.
DSÖ’nün mali kaynaklarının en büyüklerinden biri de Bill ve Melinda Gates Vakfıdır. Hayırsever pozları kesen dünyanın ilk milyarderi Rockefeller’dan Bill Gates’e işçilerin emeğinin sömürüsü temelinde servet imparatorlukları kurmuş bulunan bu isimlerin her tarakta bezi vardır. Burjuva sınıfın üyeleri atalarının deneyimlerinden ve birikimlerinden fazlasıyla faydalanmaktadır. Bill Gates de tıpkı Rockefeller’ın yaptığı gibi başı anti-tekel yasalarıyla derde girince kendine yönelen nefreti hayırseverlik kılıfı ile örtmek üzere gayet profesyonel çalışmalara imza atıyor. Bunu sağlamak için de eğitimden sağlığa her alanda yetişmiş insan çalıştırarak başta ABD olmak üzere dünyanın her yerinde daha fazla kâr güdüsüyle işledikleri günahların yarattığı öfkeyi ve onların deyimiyle olumsuz algıyı kırmaya çalışıyor. O da burjuva tekellerden birinin mimarlarındandır ve yeni pazar alanları bulmanın, büyümenin ve daha büyük kâr elde etmenin peşindedir. 2017, 2018 yıllarında çeşitli toplantılarda boy gösterip vakfının finanse ettiği salgın hastalık bağışıklama ve aşı çalışmaları üzerinden yaptığı konuşmalarında “geleceğimizin ister doğal yollarla, isterse biyolojik silah yoluyla salgın hastalıklar tarafından belirleneceğinden” söz ediyordu. Covid-19 bahanesiyle normalleştirilen ve cep telefonları ya da çip vb. uygulamalarla insanların takip edilmesinin, verilerinin denetlenmesinin salgın hastalıkları önlemek için gerekli olacağı iddiasını da ilk gündeme getirenlerden biridir. Dahası ilaç tekellerinin gelecekteki en parlak pazarlarından birinin de aşılar olacağı görülüyor. İçinden geçtiğimiz dönemde Covid-19’a karşı aşı çalışmaları tam da kapitalist kâr hırsıyla tam gaz yürütülmekte ve herkes ilk başaran olup büyük pastayı kapmanın telaşındadır. Bill ve Melinda Gates Vakfı da aşı çalışmalarına yüklü miktarda bağışlar yapmış bulunmaktadırlar. Bill Gates’in dediği gibi “7 milyar insanı aşılamak” gerekebilir! Hangi taraftan bakarsanız bakın “kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez” deyimi durumu çok iyi özetlemektedir.
2018-2019 yılına ait bütçesini 5,6 milyar dolar olarak açıklayan DSÖ’nün yıllık bütçesinin %14’ünden fazlasını ABD’nin mali desteği oluşturmaktadır. ABD’nin yıllık yardımının 400 milyon doların üzerinde olduğunu belirten Trump, geçtiğimiz günlerde, “DSÖ’nün koronavirüsün yayılmasını gizlemesine ve süreci iyi yönetememesine yönelik” bir soruşturma başlatacaklarını söyledi. Elbette kapitalist ekonominin içinde debelendiği bu derin kriz koşullarında emperyalist güçlerin hegemonya mücadelesi her alanda yansımasını buluyor. Daha şimdiden Çin’in salgını gizlediği ve Dünya Sağlık Örgütünün de kararları geç aldığı, hatta Çin’in bu suçlarına ortak olduğu iddiası ile Çin’e tazminat ödettirilmesi gibi gündemler havada uçuşuyor. Emekçi kitleleri koronavirüs salgını ile korkutarak körleştirenler, kendi planlarını zaman kaybetmeden uygulamaya sokmanın acelesi içindeler.
Burjuvazinin salgın korkusunu küreselleştirerek emekçileri mücadele meydanlarından çekip, evlerine kapatmayı başarmasına aracılık etmiş DSÖ gibi yapıların kutsanmasına, niyet ne olursa olsun izin vermemek gerekir. Toplumlara deli gömleği giydirip, elini kolunu bağlayan sermaye sınıfı kitlelerin algısını manipüle ederek işçi sınıfına yönelik büyük bir saldırı başlatmıştır. Evlerine kapanmak zorunda bırakılan ve sözde sağlık gerekçesiyle meşrulaştırılan yasaklamalarla yalnızlaştırılan insanlar kendisine yapılanlar karşısında savunmasız bırakılmıştır. Bu saldırıların bu derece etkili olmasının nedenlerinden biri burjuva ideolojisinin etkisi ise diğeri de ideolojik saldırı karşısında işçi sınıflarının yeterli düzeyde örgütlü olmayışıdır. Örgütsüz kitlelerin, düzenin hastalıkları karşısında bağışıklığı ne yazık ki düşüktür. O yüzden işçi ve emekçilerin büyük bir kısmı hâlâ burjuva düzene ve onun kurumlarına olan inancını sürdürmektedir. Düzenin kuzu postuna bürünmüş kurtlarına aldanmamanın yolu, sınıfımızın bağışıklık sistemini, işçi sınıfının mücadele tarihi laboratuvarında denenmiş sınıf bilinci aşısı ile güçlendirmekten geçiyor.
[1] İlkay Meriç, Sağlıkta Kapitalizm Virüsü, marksist.com
[2] Kerem Dağlı, İnsanlık Kapitalizmin Deneme Tahtasında, marksist.com
[4] Pınar Şafak, Colorado Madenleri ve Ludlow Katliamı, marksist.com
link: Derya Çınar, Dünya Sağlık Örgütü Tarafsız mıdır?, 16 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6941
Kim Kimin Ekmek Kapısı?
Ben Bunlara İnsan Diyemiyorum!