Covid-19 ve onun yol açtığı pandemi iki yıl önce girdi dünyanın ve Türkiye’nin gündemine. Yurt dışında görülen vakalar, Türkiye’de görülen ilk vaka, bomboş bıraktırılan sokaklar, kitlesel işten atmalar, hastanelerden gelen doluluk alarmları… Covid-19 dünyada ekonomik krizin sebebi olarak gösterilirken sağlık alanında yaşanan krizin de sebebi olduğu ileri sürüldü. Yoğun bakımların doluluğunun, hasta yatağı sayısının yetersiz olmasının, sağlık hizmetlerinin niteliksiz olmasının, alınamayan randevuların ve verilmeyen sağlık hizmetlerinin asıl sorumlusu pandemi olarak sunuldu. Gelişmiş kapitalist ülkeler dâhil olmak üzere tüm ülkelerin sağlık sistemleri alarm vermeye başladı. Covid-19 salgını sağlık sistemindeki çöküşün ve iflasın göstergesi haline geldi.
Covid-19 dışındaki hastalıklar dışlandı, tanı ve tedavi süreçleri yavaşladı, hatta tamamen tıkandı. Pandeminin ilk senesinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) temel sağlık hizmetlerinin devamlılığı hakkında bir rapor yayımlamıştı. Bu raporda dünya genelinde kanser tanı ve tedavisi, HIV tedavisi, tüberküloz tanı ve tedavisi, aile planlaması ve rutin aşılama hizmetlerinde %60-70 düzeylerinde aksamalar yaşandığı belirtiliyordu. DSÖ, aynı raporunu 2021 yılı Ocak-Mart ayları arasında 135 ülkeden gelen verilerle (Türkiye bu ülkelere dâhil değil) güncelledi. Güncellenen raporda temel sağlık hizmetlerindeki aksamaların aynı düzeylerde olmasa da hâlâ ciddi oranda devam ettiği görülüyor.
Rapora göre yoğun bakım hizmetlerinde, acil ameliyatlarda, acil servislerde ve acil kan nakli hizmetlerinde aksamalar oldu. Çalışmaya katılan ülkelerin %40’ında aile planlaması hizmeti kesintiye uğradı. Ülkelerin üçte birinden fazlasında hamile kadınların ve yeni doğanların hayatta kalmasını ve sağlıklı olmasını sağlamak için kritik önemde olan doğum öncesi ve sonrası bakımda aksamalar olduğu bildirildi. 23 ülkede (ülkelerin %25’i) Covid-19 dışında kalan hastalıklara yönelik salgın tarama ve kontrol faaliyetleri aksadı. Tüberküloz, HIV, Hepatit B ve C gibi hastalıkların tanı ve tedavilerinde aksamalar yaşanması toplum sağlığını etkileyen kritik bir durum.
Aynı raporda incelenen ülkelerin birçoğunda hipertansiyon, diyabet, kanser gibi hayati önemdeki hastalıkların tedavisinde de, acil diş tedavileri ve acil kardiyovasküler rahatsızlıklara (kalp-damar sisteminde görülen hastalıklar) yönelik hizmetlerde de aksamalar olduğu belirtiliyor. Yaşanan aksamaların sebebinin sağlık personelinin Covid-19 servislerine yönlendirilmesi, bazı bölümlerin kapanması, yetersiz kişisel koruyucu ekipman varlığı ve hastaların hastanelere gelme konusunda duydukları korku ve güvensizlik olduğu söyleniyor. Egemenler sağlık sisteminin işleyişini aksatan bu engellere karşı bir şey yapılamayacağını ve hatta bu sorunların pandemi olmasa yaşanmayacağını söylüyor. Oysa tüm bunların nedeni kapitalist kâr odaklı sağlık hizmetidir.
Gerçekte aşılması çok zor olmayan bu engeller nedeniyle pandemi sürecinde Türkiye’de de temel sağlık hizmetleri önemli oranda aksadı. Birinci basamak sağlık hizmetleri felce uğratıldı, aile sağlığı merkezleri adeta işlevsiz bırakıldı. Hastanelerde zaten yetersiz olan sağlık işgücü yalnızca Covid-19’a yönlendirildi. Diş hekimleri, teknisyenler, doktorlar filyasyon ekiplerine ve Covid-19 yurtlarına, servis ve yoğun bakımlara kaydırıldı. Bu durumda poliklinik hizmetleri aksadı. Ortopedi ve genel cerrahi gibi bölümlerde kısıtlanan cerrahi işlemler sebebiyle “elektif vaka” olarak geçen hayati aciliyeti olmayan ameliyatlar durdu. Bu durum da tedavilerin ertelenmesine ve hastaların şikâyetlerinin büyümesine yol açtı. Pandeminin ilk senesinde acil durumlar dışında neredeyse hiç ameliyat yapılmadı. Tabii buna karşılık boş durmayan özel hastaneler kapılarını sonuna kadar açıp “biz ameliyat yapıyoruz, siz yeter ki paradan haber verin” dediler.
Diğer sağlık hizmetleri düşünülmeden tüm personelin koronavirüs hastalarıyla ilgilenmesi acil servisler de dâhil olmak üzere tüm sağlık hizmetlerini adeta kilitledi. Türk Kardiyoloji Derneğinin araştırmasına göre pandemi döneminde Türkiye’de hastaneye başvuran kalp krizi geçiren hasta sayısı, pandemi öncesi döneme kıyasla yüzde 47,1 oranında azaldı. Yani kalp krizi geçiren hastaların neredeyse yarısı hastaneye başvurmadı. TTB de yayımladığı “Pandemi Dönemi Covid-19 Dışı Sağlık Hizmetlerine Erişim Sorunu” başlıklı raporunda kalp krizi başvurularının yüzde 47,1 oranında azaldığını belirtiyor. Buna karşılık kalp krizi geçiren hastaların belirtilerin başlamasıyla hastaneye başvurmaları arasında geçen sürenin yüzde 20’den fazla arttığını ifade ediyor. Yani kalp krizi belirtileri tam olarak ortaya çıkmadan hastaneye gitmekten imtina edenlerin sayısı artmış. Bu da gösteriyor ki pandemi sürecinde emekçiler hem hastanelerden korkar duruma geldiler hem de hastanelerdeki yetersizliğin farkında oldukları için kendileriyle ilgilenilmeyeceğini düşünerek hastaneye gitmenin boşuna olduğunu düşündüler.
Kronik hastalıkları olanlar, 65 yaş üzerindekiler ve çocuklu aileler bu süreçte hastanelerden çekinir hale geldiler. Pek çok hasta hem korkudan hem de polikliniklerin kapanması sebebiyle kontrolünü ileri bir tarihe ertelemek zorunda kaldı. Örneğin kanserin tanı ve tedavisinde erken teşhisin önemi açıkça ortada. Ancak zaten bağışıklık sistemleri zayıf olan hastalar hastaneye gelmekten korktukları, hatta yer yer hastanelerden geri çevrildikleri için kanser tanı oranları düştü ve aslında hastalık ilerlemiş oldu. Sağlık Bakanlığı Faaliyet Raporuna göre birinci basamakta kalın bağırsak, rahim ve meme kanseri taramaları 2020 döneminde, 2019’a göre %70’ten fazla azaldı. TTB Aile Hekimliği Kolu Aralık 2020 Anketinden salgın döneminde ASM’lerdeki kanser taramalarının %90 azaldığı sonucu çıktı. Daha çok kanser hastalarının başvurduğu Onkoloji Hastanelerinde de 2020 başvuru oranları, 2019’a göre %30’dan fazla azaldı.
Sağlık Bakanlığı 2020 yılındaki ölüm verilerini açıklamadı. Ancak TTB topladığı bilgilerden yola çıkarak şöyle diyor raporunda: “Sağlık hizmetlerine erişim kısıtlılığı nedeniyle hem dolaşım sistemi hastalıklarından hem de kanserden ölümlerin artmış olabileceğini; birçok önemli sağlık hizmetinin aksamasından dolayı salgında yaşadığımız olumsuz sonuçların ileride de devam edebileceğini söyleyebiliriz.”
Covid-19’un ilk günlerinde doluluk alarmı veren yoğun bakımların yatak sayıları salgından çok daha önce azaltılmıştı aslında. Örneğin Türkiye’de şehir hastaneleri açılırken Sağlık Bakanlığına bağlı 52 hastane ve bu hastanelere bağlı 29 semt polikliniği kapatıldı. 19 bin 494 yatak hizmet dışı bırakıldı. Kapatılan hastaneler yerine 13 şehir hastanesi ve 17 bin 430 yatak kullanıma açıldı. Dev gelişme ve en büyük yatak kapasitesi olarak reklam edilen şehir hastanelerinin açılması gerçekte hasta yatağı sayısını azalttı. Üstelik genellikle şehir merkezlerinden uzakta açılan şehir hastanelerine emekçilerin ulaşımı zorlaştı.
Tüm dünyada özellikle 1980’li yıllarda başlayan neoliberal saldırılarla sosyal haklar bir bir tırpanlanmaya başladı. İşçi ve emekçilerin nitelikli ve ücretsiz sağlık erişimi de bu yıllarda büyük bir darbe aldı ve almaya devam ediyor. Bugün Covid-19 felâketinin yarattığı söylenen tüm engeller, sağlık hizmetlerindeki tüm aksamalar aslında parayı önceleyen, insan sağlığının önüne kârı koyan kapitalist sağlık politikalarının ve bu temelde yapılan “dönüşümlerin” sonucudur.
link: Ankara’dan MT okuru bir hemşire, Covid-19 ve Sağlık Sistemindeki Çöküş, 15 Ocak 2022, https://marksist.net/node/7556
AKP’nin Kutuplaştırma Siyasetinin Sonu Geliyor