Japonya’nın Hiroşima kentinde 19-21 Mayıs tarihleri arasında toplanan G7 zirvesi sona erdi. Günler öncesinden emekçilerin protestolarıyla karşılanan zirve, Japonya başbakanı Kişida’nın karşıladığı liderlerin Hiroşima Barış Parkı ve atom bombası müzesini ziyaretleriyle başladı. Dünyada atom bombasını pratikte kullanan tek ülke olan ve bunu “İkinci Dünya Savaşını bitiren adım” olarak savunmaktan halen vazgeçmeyen ABD’nin lideri Biden, yanına nükleer silahlara sahip olma ayrıcalığını yaşayan diğer emperyalist güçlerin liderlerini de alarak şov yaptı. 48 yıl önce atılan ilk atom bombasının[1] 140 binden fazla insanı katledip harabeye çevirdiği Hiroşima’da toplanan bu zirvede, “barış” ve “nükleer silahsızlanma” nutuklarıyla emperyalist ikiyüzlülük ve sahtekârlık da zirve yaptı.
Yürümekte olan Üçüncü Dünya Savaşını başlatan, bu savaşın en güçlü kutbunu oluşturan ABD ile onun müttefiki olan diğer Batılı emperyalist güçler, sanki dünya nükleer silah stoklarının yarısına kendileri sahip değillermiş gibi, okları diğer emperyalist kutupta yer alan Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore’ye yönelttiler. Savaş harcamalarına her yıl rekor üstüne rekor kırdıran başta ABD olmak üzere onlar değilmiş gibi, dünya barışını bozanın Rusya ve Çin olduğundan dem vurdular. Oysa bugün 2,24 trilyon doları aşan dünya silahlanma harcamalarının %52’si G7 ülkelerine aittir; bunun %40’ı ise tek başına ABD’ye. Rusya ve Çin’in toplamı ise %17’yi geçmemektedir.
2000’lerin ortalarından bu yana Anayasasının 9. maddesini[2] değiştirerek militarist politikaların önündeki ayakbağını kaldırmaya çalışan Japonya’ya gelelim. Başbakan Abe’nin öldürülmesinin ardından iktidara gelen Kişida’nın yaptığı ilk iş, Anayasayı değiştirmek için referanduma gidilmesi gerektiğini ilan etmek oldu.[3] Savaş bütçesini %20 arttırarak 55 milyar dolara çıkaran Kişida, önüne beş yılda NATO standartlarını (GSYH’nin %2’si) yakalama hedefini de koydu. Savaş harcamalarının iki katına çıkarılması anlamına gelen bu hedefe ulaşıldığında, Japonya ABD ve Çin’den sonraki en yüksek askeri bütçeye sahip ülke haline gelecek. Bu arada, nükleer silahların yaratacağı radyoaktif yıkımdan dem vuran Japon hükümeti, Fukuşima nükleer santralinin radyoaktif kirlenmeye maruz kalan 1,5 milyon tona yakın suyunu önümüzdeki haftalarda denize boca edecek. Bunun anlamı bölgedeki milyonlarca insanın yanı sıra deniz canlılarının da radyasyona boğulacak olmasıdır.
Tıpkı ABD gibi Japonya da Çin ve Kuzey Kore’yle birlikte Rusya’yı da en büyük tehdit olarak değerlendirmektedir. Ukrayna savaşındaki tutumu da ABD-NATO ittifakıyla aynıdır. Bilindiği gibi ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada’dan oluşan Yediler Grubuna (G7) daha önce Rusya da dâhildi ve bu nedenle G8 olarak varlık sürdürüyordu. Fakat Rusya, 2014’te Ukrayna’ya saldırıp Kırım’ı ilhak etmesinin ardından bu gruptan çıkarılmıştı. Yaklaşık 10 yıl önce gerçekleşen bu ayrışma, bir yıl önce çok daha şiddetli biçimde patlak veren Ukrayna savaşı üzerinden daha da derinleşmiş bulunuyor. Nitekim bu yılki G7 zirvesinin temel gündem maddelerinden birinin Ukrayna savaşı olduğu zaten belliyken, Rusya’nın Bahmut kentini ele geçirdiğini duyurmasının ardından Zelenski’nin görüntülü bağlantıyla katılmaktan vazgeçip Hiroşima’ya gelmesiyle, bu savaş zirvenin de ana gündemi haline geldi.
NATO’nun bu savaştaki rolünü tümüyle gizleyen ve Rusya’yı hedef tahtasına oturtan ABD, bu zirvede de diğer devletleri bu eksende tahkim etmeye çalıştı. ABD’nin F-16 savaş uçakları verme kararıyla birlikte cehennemin kapılarının daha da aralandığı Ukrayna’da sürecin bundan böyle çok daha yıkıcı evrelere doğru hızla ilerleyeceği böylelikle Hiroşima zirvesince de tescil edilmiş oldu. Zirveden ABD ve İngiltere’nin aldığı kararlar doğrultusunda Rusya’ya uygulanacak yeni yaptırımlar da çıktı. Yayınlanan ortak bildiride bu ek yaptırımların Rusya’nın savaş makinesini destekleyen G7 teknolojisinden, endüstriyel ekipmandan ve hizmetlerden mahrum bırakılacağı ve savaşta Rusya için kritik öneme sahip malların ihracatının kısıtlanacağı belirtildi.
G7 zirvesine Hindistan, Güney Kore, Avustralya, Brezilya, Endonezya ve Vietnam da davetli olarak katıldı. Davetli devletlerin emperyalist paylaşım kavgasının giderek kızıştığı Asya-Pasifik bölgesinden olması, toplantı masasının bir diğer temel gündem maddesine işaret ediyordu. ABD’nin Çin karşıtı perspektifini iki yıldır G7 ve NATO zirvelerine de dayattığı biliniyor. Hatta bunun sonucu olarak 2022 yazındaki NATO zirvesine ilk kez Asya-Pasifik bölgesinden Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda liderleri de davet edilmişti. O zaman da dikkat çektiğimiz gibi bu ABD’nin bir Asya-Pasifik NATO’su yaratma ve bununla Çin’i askeri olarak kuşatma stratejisine yönelik kritik bir adımdı. İşte bu G7 zirvesinin temel gündemlerinden biri de söz konusu stratejinin derinleştirilmesi olmuştur.
Gerek ABD ve müttefiklerinin Çin’i kuşatma planlarını hızlandıran girişimleri, gerekse Çin’in Pasifik’e yönelik militarist hamleleri bu bölgeyi barut fıçısına döndürmüş durumda. Geçtiğimiz yaz suların kaynama noktasına geldiği Tayvan’da gerginlik yatışmak yerine keskin bir şekilde tırmanıyor. G7 ve NATO zirvelerine de yansıdığı gibi, kapitalizmin tarihsel krizinin keskinleştirdiği emperyalist hegemonya savaşının ana aktörü olan ABD, Çin’in ve Rusya’nın daha fazla güç kazanmasını engellemek için var gücüyle saldırıyor. Bu savaşta Rusya’nın nükleer silah kozunu giderek daha sık dillendirmesi, ABD’ninse savaş bütçesini alabildiğine arttırıp başta Ukrayna olmak üzere bölge ülkelerini Rusya’nın üzerine salması mevcut durumu iyice tahripkâr hale getiriyor. Ukrayna savaşı Rusya’nın işgal saldırısıyla başlamıştı, fakat Rusya’yı sıkıştırıp buna iten ve bu savaşın sürmesi için elinden geleni yapan ABD-NATO idi. Uzun süredir aynı kışkırtıcı hamleler Pasifik üzerinden Çin’e karşı da yapılıyor ve bu bölgenin Ukrayna’sı Tayvan haline gelmiş bulunuyor.
Emperyalist güçler kendi çıkarları uğruna dünyayı ateşe verirken bu savaşlarda cayır cayır yananlar emekçiler oluyor. Bu savaş cephelerde birbirini kırmaya zorlanan, savaş bölgelerinde kafalarına bombalar yağan, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan, işini yitiren, en zorlu koşullarda çalışmaya mahkûm edilen, gelecekleri ellerinden çalınan genç, yaşlı, kadın, erkek işçilerin, emekçilerin savaşı değildir. Bu savaş kanlı bir emperyalist paylaşım savaşıdır. O yüzden bu savaşa enternasyonalist bir perspektifle karşı çıkmak ve bu temelde sınıf mücadelesini yükseltmek tüm emekçilerin görevidir.
Japonya’da mücadeleci işçilerin G7 zirvesi öncesinde bu gerçeklere dikkat çekerek yükselttikleri mücadele çağrısı bu nedenle önemlidir.[4] Onlar tüm emperyalist güçlerle birlikte Japon emperyalizmini de mahkûm ederek enternasyonalist bir tavır sergilemişlerdir. Japon hükümetinin militarist politikalarını protesto eden işçiler anayasa revizyonuna geçit vermeyeceklerini haykırmışlardır. Merkezinde ABD’nin bulunduğu G7’nin küresel hâkimiyet krizinin savaşa neden olduğunu vurgulayan işçiler, dünya işçi sınıfına seslenerek, “birbirini öldürmeye zorlanan bütün ülkelerin işçileri savaşa karşı çıkmak ve uluslararası dayanışmayı güçlendirerek kendi ülkelerinin savaş çığırtkanı hükümetlerini devirmek zorundadırlar” demişlerdir.
“Dünyanın bütün işçileri, Hiroşima G7 Zirvesine karşı mücadelede birleşelim!” diyerek tüm dünya işçilerine seslenen mücadeleci Japon işçiler, bu savaş konferansı için Hiroşima’nın kullanılmasının emekçilere yapılan açık bir saldırı olduğunu da şu sözlerle dile getirmişlerdir:
“Nükleer savaş konferansının ev sahibi olarak atom bombası atılmış bir şehir olan Hiroşima’yı kullanmak utanç vericidir. O günden beri nükleer serpintinin acısını çeken ve nükleer silahların yok edilmesi çağrısında bulunan atom bombası kurbanlarına yönetilmiş en büyük küfürdür bu. Ayrıca uluslararası savaş karşıtı, nükleer karşıtı mücadeleyi onun can evi olan Hiroşima ve Nagazaki’de ezme saldırısıdır.”
Mücadeleci işçiler, öğrenciler, zirvenin yapıldığı günlerde ağır polis ablukasına rağmen, “G7’ye Hayır”, “Savaşa Hayır!”, “Nükleer Silahlara Hayır”, “Suç Ortaklığına Hayır” şiarlarıyla Hiroşima’da gösteriler düzenlemişlerdir.
Japon sınıf kardeşlerimizin de dediği gibi, dünyanın bütün işçileri tek bir işçi sınıfı olarak birleşirlerse dünya savaşına son verebilecekleri gibi, kapitalizmi de yeryüzünden bir daha geri gelmemecesine silebilirler!
[1] Zehra Aras, Hiroşima ve Nagazaki’yi Anarken, marksist.com
[2] Japon anayasanın değiştirilmek istenen 9. maddesi şöyle: 1- Adalet ve düzene dayalı bir uluslararası barışı samimiyetle arzulayan Japon halkı, ulusun egemen bir hakkı olarak savaştan ve uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için güç kullanma tehdidinden veya kullanımından daimî şekilde feragat etmektedir. 2- Bu itibarla, hiçbir kara, deniz ve hava kuvveti veya herhangi diğer bir silahlı güç muhafaza edilemez. Devlete savaş hakkı tanınmaz.
[3] Demet Yalçın, Asya-Pasifik’te Artan Gerilim ve Tırmanan Japon Militarizmi, marksist.com
link: Marksist Tutum, Hiroşima’da G7 Savaş Zirvesi, 24 Mayıs 2023, https://marksist.net/node/7983
Arap Birliği Zirvesi: Kanlı Düşmanların Dostluğu!