İkinci Dünya Savaşının artık sonuna gelinmişti. Mihver devletler Almanya ve İtalya orduları yenilmiş, 30 Nisan 1945’te Hitler intihar etmişti. 8 Mayıs 1945’te Almanya’nın koşulsuz olarak teslim olmasıyla birlikte, Avrupa’da savaş tamamen sona ermiş durumdaydı. Savaşın galipleri müttefik devletler (İngiltere, SSCB, ABD ve Fransa) olmuştu. Galipler, hegemonya kuracakları bölgeleri paylaşmanın peşine düşmüştü; yani ganimet peşindeydi. İngiliz ve Fransız sömürgeciliği gerilemiş, Amerikan emperyalizmi hegemonik bir güç olarak öne çıkmış, orta ve doğu Avrupa’nın askeri kontrolünü ele alan SSCB, bir dünya gücü haline gelmişti.
Almanya’nın müttefiki Japonya da ağır bir yenilgi yaşamıştı. Japonya’nın savaş uçağı filosu tükenmiş, Japon donanması son rezervlerini de kaybetmiş durumdaydı. ABD hava akınları, Tokyo’yu harap eden yangın bombalarıyla yapılan saldırılar, Japonya’nın direncini yok etmişti. Japonya henüz resmen teslim olmamıştı ancak teslim olmanın eşiğindeydi. Savaşı kaybettiğini gören Japon egemen sınıfı, siyasi çözüm arayışındaydı. General Toco başbakanlıktan alınmış, ateşkes yolunu açmak için Moskova, Ankara ve Stockholm’de diplomatik girişimlere başlanmıştı. Hatta 1945 yılı Haziran ayı ortasında, Japonya Dışişleri Bakanı, Eylülde savaşı sona erdirme teklifiyle SSCB ile görüşmeye yetkili kılınmıştı. O halde ABD 6 Ağustosta Hiroşima’ya, 9 Ağustosta Nagazaki’ye atom bombalarını neden atmıştı?
Hiroşima ve Nagazaki’de cehennem
1945 yılının 6 Ağustos sabahı Hiroşima halkı yaşanacaklardan habersiz biçimde olağan bir güne uyanıyordu. Sabah 8:15 sularında atom bombasının patlamasıyla gözleri kör eden parlak bir ışık, ardından yüzlerce metre genişliğinde bir ateş topu yayıldı. Bombanın patladığı noktanın etrafında, yüzlerce metre çapında bir alanda, sıcaklık 4 bin dereceye yükselmişti. Demirin erime sıcaklığının iki katı olan bu sıcaklık, binaları da insanları da bir anda küle çevirdi ya da buharlaştırdı. Patlamanın muazzam şiddeti dalga dalga yayılarak önüne kattığı her şeyi parçalıyordu. Şehirdeki 90 bin binadan 60 bini parçalanmıştı. Patlamadan yayılan radyasyon ve gama ışınları duvarların içinden geçerek ilerliyor, kilometrelerce ötede evlerinde oturan insanların vücudundaki su moleküllerini ısıtarak vücutlarını kavuruyordu. İlk birkaç dakika içerisinde 70 bin kişi ne olduğunu bile anlamadan ölmüş, sonraki haftalarda 150 bin sivil tarifsiz acılar içerisinde can çekişerek hayatını kaybetmişti. İkinci atom bombası 9 Ağustosta saat 11.02’de Nagazaki semalarında patlatıldı. Hiroşima ve Nagazaki cehennemlerinde yaklaşık 300 bin insan can verdi. Yüz binlerce yaralı tarifi zor acılar içinde kıvrandı. Nükleer bombalar; kanser vakaları, genetik bozulmalar ve sakat doğumlar ile, etkilerini kuşaklar boyu devam ettirdi. Bu iki atom bombasıyla gerçekleştirilen kıyımlar insanlık tarihinin en korkunç, en utanç verici sayfaları arasında yerini almıştır.
Atom bombaları ne için kullanıldı?
Başlangıçta da belirttiğimiz üzere 1945 yılı ortalarına gelindiğinde mihver devletlerinin yenilgisi zaten kesinleşmiş durumdaydı. Japonya teslim olmanın eşiğindeydi. Tarihçilerin büyük çoğunluğu nükleer kıyımların gerçekleştirilme sebebinin askeri zorunlulukların değil siyasi hesapların ürünü olduğu hususunda hemfikirdir.
ABD emperyalizminin nükleer kıyımlarla elde etmek istediği, Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim almanın çok ötesindeydi. Nükleer kıyımlar, başta SSCB olmak üzere tüm devletlere verilen bir gözdağı niteliğindeydi. Atom bombalarının patlatıldığı günlerde ABD “dost” ülkelere şu koşulları dayatıyordu: Japon anavatanını sadece ABD işgal edecek; Japonya’daki imparatorluk rejimi “otorite simgesi” olarak korunacak; ABD’ye yakın bir Japonya kurulacak, böylelikle Asya’daki Sovyet varlığı denetlenecek… ABD, Uzak Doğu’daki yerel direniş hareketlerinin kendi bulundukları ülkelerde iktidarı ele almasını da önlemek istiyordu. Japon İmparatorluğu’nun yenilgisinden yararlanarak Kore, Filipinler, Doğu Hint Adaları ve Çinhindi’nde kitlelerin ayaklanması, ulusal kurtuluş hareketlerinin ya da komünistlerin buralarda inisiyatifi ele geçirmesi önlenmeliydi. Nükleer kıyımlar, ABD emperyalizminin müttefiklerine de gözdağı vererek Asya’yı kendi çıkarlarına uygun biçimde dizayn etmesi için gerekliydi (!) Dünya savaşı bitiminde dünya kapitalizminin tartışmasız hegemon gücü ABD olacaktı. Hiroşima ve Nagazaki’de gerçekleştirilen nükleer kıyımlar ve ABD nükleer teknolojisi, ABD’nin kapitalist dünya üzerindeki hegemonyasının tesisinde de önemli köşe taşlarından birini teşkil edecekti.
ABD’nin resmi ağızları, atom bombalarıyla gerçekleştirdikleri nükleer kıyımları “savaşı bitiren bombalar” olarak propaganda etmeye çalıştı. Atom bombalarının caydırıcılığı olmasaydı ABD’nin Japonya’yı işgal etmek için 1 milyon kayıp vermek zorunda kalacağı ileri sürülerek, nükleer kıyımlar haklı gösterilmek istendi. Oysa Roosevelt’in ölümüyle Nisan 1945’te ABD başkanı olan Truman anılarında şöyle yazacaktı:
“Byrnes daha önce bana silahın (atom bombası) potansiyel olarak şehirleri büsbütün silip atacak ve insanları daha önce hiç görülmemiş bir ölçekte öldürecek kadar güçlü olabileceğinden söz etmişti. Ve silahın, savaşın sonunda bizi, kendi koşullarımızı dikte edecek bir konuma getirebileceğine inandığını eklemişti.”
Japonya’nın zaten yenilmiş durumda olduğunu, nükleer kıyımlar olmaksızın da teslim olacağını, ABD’nin Pasifik Cephesi komutanı General MacArthur 1945 Nisanında şu sözlerle dile getiriyordu:
“(…) kurmay heyetim Japonya’nın çökmek ve teslim olmak üzere olduğuna inanmakta oybirliği içindeydiler. Hatta yeni bir askeri harekâta hacet kalmaksızın ‘muhtemel bir barışçıl işgal’ için planlar yapılması talimatını vermiştim (…) Japonya mahvolmuştu, ordusu ve donanması bozguna uğramıştı ve Japon anakaraları hava akınları ve istilanın insafına kalmışlardı.”
Kısacası yüz binlerce insanın canice katledilmesinin amacı, Japonya’nın teslim olması ya da savaşın bitirilmesi değildi. Nükleer kıyımın, ABD’nin rakiplerine, özellikle de SSCB’ye güç gösterisi yapmaktan başka bir amacı yoktu. Emperyalist kapitalizmin bu vahşetinden tüm dünya proletaryasının öğreneceği çok şey vardır. Emperyalist hegemonya kavgasına girişen kapitalist devletler, ister başlarında Hitler gibi hasta ruhlu faşist caniler olsun, ister Truman gibi sözde demokrat burjuva liderler olsun, temsil ettikleri sermaye kesimlerinin çıkarlarını maksimize edebilmek için fırsatını bulduklarında her türlü insanlık suçunu işlemeye meyyaldirler.
1945’ten bugüne tehdit devam ediyor!
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyeliğini, tarihsel sırayla “Nükleer Silahlı Devlet” haline gelmiş devletler işgal ediyor: ABD (1945), Rusya (1949), İngiltere (1952), Fransa (1960), Çin (1964). BM’nin bu imtiyazlı üyelerinin her biri, BM’de alınacak kararları veto etme yetkisine sahiptir. Bu 5 ülke nükleer silah tekelini ellerinde tutmak ve imtiyazlarını korumak amacıyla 1968 yılında “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması” hazırlayarak imzaya açtılar. Antlaşma 1970’te yürürlüğe girdi ve 1995’te antlaşmanın geçerlilik tarihi süresiz olarak uzatıldı. Antlaşmayı 189 ülke imzalamış durumdadır. İmzalamayan Hindistan’ın 1974’te, Pakistan’ın 1998’de, İsrail’in 1979’da, Kuzey Kore’nin 2006’da nükleer silah üretmiş oldukları biliniyor. Almanya, Türkiye, İtalya, Belçika ve Hollanda’da NATO’nun nükleer silahları bulunuyor. İran örneğinde olduğu gibi bazı ülkeler ise nükleer silah çalışmaları yapıyor.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması burjuva ikiyüzlülüğünün tipik bir örneğidir. Antlaşmanın amacı “nükleer silahların ve silah teknolojisinin yayılmasını önlemek, nükleer enerjinin barışçıl kullanımlarında işbirliğini arttırmak ve nükleer silahsızlanma hedefini ilerletmek” olarak açıklanıyor. Oysa bu antlaşmayı hazırlayan ve imzaya açan devletler yerküremizi defalarca cehenneme çevirebilecek güçte nükleer silahı elleri altında tutuyorlar. Bir yandan işlerine geldiği gibi bu silahları üretmeyi sürdürüyorlar, öte yandan nükleer silah edinmeye çalışan devletleri işlerine gelmediğinde tehdit ediyorlar.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre nükleer silahların toplam sayısında 2015 yılı itibarıyla bir önceki yıla göre ufak bir düşüş olduğu, ancak nükleer tehdidin büyüdüğü kaydediliyor. Sayıdaki azalmanın nedeni Rusya ve ABD’nin eskimiş nükleer silahlarını ayıklayarak hurdaya çıkarması. Rusya geçen yılın başında 8 bin olan nükleer başlık sayısını 2015 yılı başında 7 bin 500’e düşürürken, ABD aynı süre içinde nükleer silah sayısını 7 bin 300’den 7 bin 260’a indirdi.
Ancak iki ülke de nükleer füze rampa sistemleri ve başlıkları modernleştirme amaçlı pahalı yatırım programlarını sürdürüyor; daha korkunç cehennem silahları elde etmek için yüzlerce milyar dolar harcıyorlar. SIPRI raporuna göre Çin, Hindistan ve Pakistan gibi Asya ülkelerinde nükleer silah üretimi artıyor. Çin nükleer başlıkların sayısını 250’den 260’a çıkardı. Hindistan’ın 90 ilâ 110, Pakistan’ın 100 ilâ 120 nükleer başlığı olduğu tahmin ediliyor. Tüm dünyada yaklaşık 4 bin 300 nükleer başlık, füzelere monte edilmiş halde ateşlenmeye hazır bekliyor. Bu nükleer füzelerin bir kısmı Hiroşima ve Nagazaki’de patlatılan atom bombalarından binlerce kat daha yüksek tahrip gücüne sahiptir.
Demek ki, kapitalist devletler “nükleer silahsızlanma” anlaşmaları yoluyla nükleer silah kullanımına son vermeyi hedefledikleri izlenimini vermeye çalışsalar da, aslında “silahsızlanma” diye propaganda ettikleri şey, miadı dolanların yerine daha yeni ve daha etkili olanlarını üretmek, eski model olanları da yenilemekten ibarettir.
Kapitalist devletler nükleer silahları giderek daha güçlü ve korkunç katliam araçları haline getiriyorlar. Ellerinde insanlığı onlarca kez yok edebilecek yıkıcı bir güç bulunuyor. Burjuvazinin kâr hırsı, paylaşım rekabeti ve dünya tarihi, egemenlerin dünyayı felâkete sürüklemekten geri durmayacağını gösteriyor. Dünya işçi sınıfı enternasyonal bir mücadeleyle kapitalizmi tüm melanetleriyle birlikte ortadan kaldırıp, yeryüzü cennetini yaratmadığı sürece, egemenlerin nükleer bombalarla yeryüzünü cehenneme çevirmeleri tehlikesi yakıcı bir şekilde varlığını sürdürecek. 6 ve 9 Ağustos 1945’te yaşamını yitiren yüz binlerce insanın hatırası bizi bu gerçeklikle yüzleştiriyor.
link: Zehra Aras, Hiroşima ve Nagazaki’yi Anarken, 6 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4361
Syriza’nın Şaşırtmayan Teslimiyeti
Siyasal Kriz, Savaş ve Otoriterleşme