20 yaşındaki Emani Er-Rahmun 9 aylık hamileydi. Eşi ile birlikte bir sene önce İdlib’ten gelerek Sakarya’ya yerleşmişlerdi. 10 aylık bir çocukları vardı. 6 Temmuz sabahı kapıları zorla açıldı, Emani levye ile bayıltıldı, 10 aylık bebeği Halef ise boğularak katledildi. Bayıltılan hamile kadın ormanlık alana götürüldü, tecavüze uğradı, ardından öldürüldü. Onları öldürenler Halid ile aynı işyerinde çalışan iki işçiydi. Biri engelli bir kadını taciz ettiği için yargılanıyordu. Kadınları erkek şiddetinden korumak için kılını kımıldatmayan mahkemeler bu caniyi serbest bırakmış, davayı sonlandırmamıştı.
Yürekleri dağlayan, en acı feryatları boğaza düğümleyen bu vahşet kısa zamanda duyuldu ve toplanan kalabalık canileri linç etmek istedi. Emani’nin ve iki masum bebeğinin cenazesine on bini aşkın kişi katıldı. Dualar, feryatlar, gözyaşları birbirine karıştı. Bu vahşet karşısında derin bir acı duymamak, gözyaşı akıtmamak elbette mümkün değil ve canilere gösterilen tepki haklı bir tepkidir. Ancak bu katliamın arkasında sadece insanlıktan çıkmış iki cani değil, caniler ve kurbanlar yaratan kapitalist sistem vardır. Bu vahşet, kapitalizmin dünyayı cehenneme çevirdiğinin, toplumu, insanlığı çürüttüğünün ve yıkılmayı hak ettiğinin acı kanıtlarından yalnızca biridir.
Emani’nin ve bebeklerinin ölümünün ardından eşi Halid Er-Rahmun, “onların canını ve namusunu korumak için buraya gelmiştim, artık gerek kalmadı” diye haykırdı acı içinde. Arkalarında bırakmak için çırpındıkları zulüm ve ölümü yenmeyi başaramamıştı. Buna gücü yetmemişti. Çünkü o bir işçiydi, Ortadoğuluydu, Suriyeliydi, mülteciydi. Kaderi baş edemediği güçler tarafından çizilmişti. Tıpkı düşünür İbni Haldun’un 700 sene evvel söylediği gibi coğrafya kaderdi. Milyonlarca Suriyeli gibi Emani’nin ve ailesinin kaderi emperyalistlerin pençesinde bulunan Suriye’nin ve Ortadoğu’nun kaderi gibi karanlık, kanlı ve kederli oldu.
Suriye halkı, 6 yıldır emperyalist savaş alevleriyle, vahşi kıyımlarla, yarına dair sonsuz belirsizliklerle, mültecilikle boğuşuyor. Emperyalist güçler ve bölge aktörleri kanlı ellerini Suriye halkının üzerinden çekmiyor. 2011’de çoğunluğu iş, adalet, demokrasi ve özgürlük talebiyle ayaklanan Suriyeliler daha iyi bir gelecek hayal ediyorlardı. Ancak örgütsüzdüler. Hayallerine ulaşamadılar. Emperyalist/kapitalist güçler onların sonuçlanmamış isyanını planlarına payanda ettiler. Vekâlet savaşlarıyla, eli kanlı cinayet çeteleriyle, Suriye halkının özlemlerini, umutlarını boğanlar yüz binlerce kişinin ölümüne neden oldular. Toprak kanla yıkandı, denizler binlerce insanın mezarı oldu. Milyonlarca Suriyeli göç yollarına düştü. Bilinmezliğe doğru atılan her adım yeni acılar getirdi.
Bakanları Emani’nin cenazesine katılan, Diyanet İşleri Başkanı cenaze namazını ağlayarak kıldıran, olayı canilik diye nitelendiren Türkiye’deki iktidar bu katliamdaki sorumluluğunu gizlemek için elinden geleni yapıyor. Ancak gören gözler için acı gerçekler ortadadır. Emperyalist hevesleriyle Türkiye egemenleri, milyonlarca Suriyelinin yaşam ve gelecek umudunu “dünya gücü”, “gündem takip eden değil, gündem belirleyen ülke” olma hırsına alet ettiler. Suriye’de çatışmaların başlaması ve halk isyanının geri çekilmesiyle birlikte, AKP hükümeti Suriye’den Türkiye’ye göçü teşvik etti. “İnsani müdahale” adı altında emperyalist müdahalenin önünü açmak için mülteci sayısını arttırmaya çalıştı. İşbirliği içinde olduğu güçleri kullanarak çatışmaları körükledi. Böylece mülteci sayısı milyonları buldu. Suriye’deki savaşı kışkırtan temel aktörlerden biri olan Türkiye, Aylan bebeğin sahile vuran minicik ölü bedeni ile simgelenen mültecilerin dramını utanmazca kullandı. Mülteci akını Avrupa için ciddi boyutlara ulaşıncaya kadar bekleyen, bu akını engellemeyen Türkiye, daha sonra Avrupa ile “Kayseri pazarlığına” oturdu ve istediğini alınca mülteciler için çıkış kapılarını kapattı, denetimleri arttırdı.
Türkiye’ye yerleşen milyonlarca mülteci kendini bir sorunlar yumağının içinde buldu. Esad rejimini devirmek için Suriye’ye müdahale eden, mültecileri kullanan, sınır kapılarını açan iktidar, onların kaderleriyle zerre kadar ilgilenmedi. 2 buçuk milyondan fazla insanın nasıl ve nerede yaşayacağı, nasıl geçineceği, nasıl iş bulacağı, topluma nasıl ayak uyduracağı, sosyal olarak nasıl korunacağı, hangi hizmetlerden faydalanacağı, hangi hukuka tâbi olacağı planlanmadı. Onlara mültecilik hakkı tanınmadı, “geçici koruma altındaki misafir” statüsünde bırakıldılar. Bu durumun pek çok sorun yaratacağı öngörülebilir olmasına rağmen hiçbir önlem alınmadı. Suriyelilerin yükü topluma yıkıldı, Türk, Kürt, Suriyeli yoksul emekçiler karşı karşıya getirildi. Böylelikle Suriyeli mülteciler her anlamda korunmasız ve dezavantajlı duruma itildi.
Kadınlar tecavüz, taciz, ikinci eş olarak evliliğe zorlanma gibi sorunlar yaşadılar. Çocuklar ucuz işgücü olarak dizginsiz sömürüye kurban edildiler. Erkekler dağılan aileleri ve zedelenen onurları ile umutsuzluğa düşürüldüler. Suriyeliler sağlık, eğitim gibi alanlarda yeterli ve kaliteli hizmet alamamalarına rağmen devletin bu alandaki tüm kaynaklarından sınırsızca yararlanıyorlarmış gibi bir algı oluşturuldu. İnsafsızca arttırılan ev kiralarının, ucuz işçiliğin ve işsizliğin sebebi olarak gösterildiler. Artan suç oranlarının yarattığı korku onlara yönelmiş nefret haline döndü. Medya Suriyelilerin işlediği suçlar üzerine abartılı haberler servis etti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi iktidar, onlar için Alevi köylerine, tarım arazilerine kamplar inşa ederek düşmanlığı körüklemeye çalıştı. Suriyeliler, yoksulluk, işsizlik ve milliyetçi kışkırtmalar nedeniyle tepkilerin, nefretin hedefi haline getirildiler. Milliyetçi kışkırtmaların yarattığı insafsızlık “vatan haini”, “korkak”, “üremekten başka bir şey bilmeyen” Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesi için kampanya yürütmeye kadar vardı. İktidarın politikaları, bilinçsizliğin, örgütsüzlüğün yarattığı körlük, emekçilerin Suriyeli kardeşlerini emperyalistlerin, bölge güçlerinin ve birçoğu onların maşası olarak rol oynayan örgütlerin cirit attığı Suriye’ye geri dönmesini isteyecek noktaya getirdi.
Vicdanları yaralayan bir vahşetin kurbanı olan ve sembol haline gelen “Suriyeli”lerin isimlerini, ne zaman ve nereden bu topraklara geldiklerini öğrenebiliyoruz. Bugün artık hayatta olmayan Aylan bebek gibi, Emani gibi… Ama onun dışında “Suriyeli” bir kod gibidir. Yarattığı çeşitli çağrışımların ötesinde bir anlamı yoktur. Kimilerinin gözünde “Suriyeliler” vatanlarını savunmamış, korkakça davranarak kaçıp buralara gelmiştir. Devletin imkânlarından, ödediğimiz vergilerden onlar yararlanmaktadır. Kimileri için AKP’nin ve Erdoğan’ın destekçisidir, olası oy deposudur. Kimileri için ucuz işçidir, kâr kaynağıdır. Kimileri için çoluğuyla çocuğuyla dilencilik yapandır. Kimileri için Esad’ın zalim olduğunu kanıtlayan Müslüman kardeşlerimizdir. Çok az insan onların yekpare bir kitle olmadığını, “Suriyeli” olmanın ötesinde emperyalist savaş mağduru insanlar olduklarını, emperyalist politikalara kurban edildiklerini görüp anlayabiliyor. Bu nedenle toplumun büyük bölümü Emani ve iki bebeğinin katledilmesinin sorumluluğunu sadece canice hisler taşıyan iki katile yıkıyor. Bu vahşeti münferit bir olay gibi algılıyor.
İşte böyle bir ortamda Suriyeli bir kadına evli de olsa göz koymak, ona tecavüz etmek, bedenini intikamın nesnesi haline getirmek, canını almak, evlatlarının canına kıymak mümkün olabiliyor. Kadınların aşağılandığı, erkek şiddetinin kurbanı olduğu, tecavüz ve katliamların giderek arttığı bir Türkiye’de Suriyeli mülteci bir kadının korunması nasıl mümkün olabilir ki? Kapitalizm savaşı, savaş şiddeti yaratıyor. Savaş mülteciliği, mültecilik korunmasızlığı getiriyor. Mültecilik statüsünün tanınmaması korunmasızlığı derinleştiriyor. Kapitalizm erkek-egemen zihniyeti, erkek egemen zihniyet şiddeti besliyor. Bu kısırdöngü böyle devam ediyor. Suriyeli mültecileri emperyal politikalarına alet eden iktidar ve onları ırkçı tepkilerle dışlayanlar bu kısırdöngüyü daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Emani’nin ve evlatlarının kaderine üzülen emekçilerin, işçilerin görmesi gereken gerçek çekilen acıların sorumlusunun açgözlüce emperyalist politikalar güden ve her düzeyde ayrımcılığı besleyen kapitalist egemenler olduğudur. Ortadoğu coğrafyası emperyalistlerin pençesinde olduğu müddetçe Ortadoğu halklarının kaderi değişmeyecek.
link: Ezgi Şanlı, Suriyeli Mülteciler: Savaşın, Irkçılığın, Caniliğin Kurbanları , 15 Temmuz 2017, https://marksist.net/node/5748
15 Temmuz’un Kısa Bilançosu
“Gökten Yağmur Yağsa Size Bir Damla Su Vermeyeceğiz”