Kapitalizmi ayakta tutmak isteyen egemenler, kriz yaşadıklarında bildikleri tek yoldan yürüyorlar. Dünya genelinde otoriter, baskıcı ya da faşist rejimlerin önünü açıyorlar. Son yıllarda Türkiye’de yaşanılanlar da bu gidişattan bağımsız düşünülemez. Türkiye’de 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçları ile birlikte siyasal atmosfer değişmeye başlamış, otoriterleşme sürecinde bir dönüm noktası yaşanmış, arka arkaya yaşanılan saldırılarla, artan baskılarla süreç giderek faşist bir tırmanışa doğru ilerlemişti. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından da faşizmin inşasına girişilen bir OHAL dönemi yaşanmaya başlandı. Darbe girişiminin neredeyse bir yılı tamamladığı şu günlerde geriye dönüp bakıldığında çok ağır bir bilançoyla karşı karşıya kalındığını görmek zor değil.
Darbe girişimini “Allahın bir lütfu” olarak gören Erdoğan ve AKP hükümeti, bu lütfun gereklerini hayata geçirmekte hiç gecikmediler ve ilk olarak 20 Temmuzda olağanüstü hal (OHAL) ilan ederek tek adam rejimini inşa etme imkânını onlara sunan kanun hükmünde kararnameler (KHK) çıkarma yetkisine sahip oldular. Bu noktadan sonra yapmak istedikleri bütün değişiklikleri bu KHK’larla yapmaya başlayan Erdoğan ve hükümeti, darbe girişimini düzenlediklerini iddia ettiklerinin yanı sıra sosyalistlere, Kürt hareketine yani toplumda kendisine muhalif gördüğü tüm kesimlere yönelen büyük ölçekli bir tasfiye ve saldırı harekâtı başlattı.
Hazırlanan çeşitli raporlara göre genel tabloyu ortaya koyan bir yıllık OHAL bilançosu yaklaşık olarak şöyledir:
15 Temmuz darbe girişiminden bu yana 667, 668 … 691 sayıları ile sıralanan 24 adet KHK yayınlandı. Bu KHK’larla tüm yetkileri tek elde toplamayı hedefleyen siyasi iktidar, Meclisi ve yargıyı saf dışı bıraktı. Yargıyı, Emniyet’i ve TSK’yı OHAL koşullarıyla tekrar düzenledi.
Adalet Bakanlığı verilerine göre, bu süreçte, darbe girişimi ile ilişkilendirilen 169 bin kişi hakkında işlem yapıldı, 35 bin adli kontrol, 71 bin gözaltı, 50 bin tutuklama kararı verildi. 8 bin kişi hakkında ise yakalama kararı çıkarıldı. Gözaltı süresi 30 güne çıkarıldı ancak daha sonra 7 güne indirilerek gözaltında avukata erişim 5 gün süreyle engellendi. En az 140 bin kişinin pasaportu iptal edildi. Yaklaşık 3800 civarında hâkim ve savcının, 2 Anayasa Mahkemesi üyesinin meslekten men edilmesine karar verildi. 2286 hâkim ve savcı, 104 Yargıtay üyesi, 41 Danıştay üyesi, 2 AYM üyesi, 3 de HSYK üyesi tutuklandı. OHAL KHK’ları ile polis aygıtından ihraç edilenlerin sayısı 24 bin 568 oldu. TSK’dan ihraç edilen personel sayısı 7655 oldu. 168’i general olmak üzere 6035 asker ise tutuklandı.
En az 3145 kişisi KESK üyesi olmak üzere kamudan yaklaşık 99 bin kişi ihraç edilirken, 33 bin 955 kişi ile Milli Eğitim Bakanlığı ilk sırada yer aldı. Toplamda yaklaşık 45 bin öğretmen meslekten çıkarıldı veya açığa alındı, 21 bin özel okul öğretmeninin lisansı iptal edildi. Tüm bunlarla 1,5 milyon öğrenci öğretmensiz bırakıldı.
Üniversitelerde de OHAL kapsamında bir dizayn yapıldı. Devlet ve vakıf üniversitelerinde en az 6822 akademik ve idari personele yönelik işlem başlatıldı, 6 binden fazla akademik ve idari personel ihraç edildi. 15 üniversite kapatılarak bu üniversitelerde çalışan yaklaşık 2800 akademisyen ve pek çok üniversite çalışanı işsiz kaldı. Üniversitelerden KHK’larla 5295 akademisyen ihraç edilirken bunlar arasında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyen sayısı 371 oldu. Muhalif kimlikleri olan, alanlarında pek çok önemli çalışmaya imza atan, Eğitim-Sen üyesi pek çok akademisyenin işten atılmasıyla bazı üniversitelerin bölümleri fiilen kapanma noktasına getirildi. OHAL kararına dayanılarak çıkartılan ve sınır tanımayan hak ihlallerine yol açan bu KHK’larla, on binlerce insan hiçbir yargı kararı olmadan işten atılmakla kalmayıp, bunların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmelerinin, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmelerinin de önü kapatıldı.
Basın yayın ve medya kuruluşlarındaki OHAL etkisi ise şöyle oldu: Aralarında aydın, yazar ve gazetecilerin yer aldığı 159 kişi tutuklandı veya hüküm giydi. OHAL boyunca TGS, TGC ve DİSK verilerine göre 216 gazeteci gözaltına alındı, yaklaşık 2300 gazeteci işsiz kaldı. İMC ve Hayatın Sesi TV kanallarının da aralarında bulunduğu muhalif yayın kuruluşları da dâhil 28 TV kanalı, 5 haber ajansı, 66 gazete, 19 dergi, 36 radyo, 26 yayınevi kapatıldı. Yine aynı şekilde 676 sayılı KHK ile Dicle Haber Ajansı, Jin Haber Ajansı, Özgür Gündem, Azadiya Welat, Evrensel Kültür ve Özgürlük Dünyası gibi dergi ve yayın kuruluşları kapatıldı.
677 sayılı KHK ile daha önce İçişleri Bakanlığının yürüttüğü soruşturma kapsamında aralarında Çağdaş Hukukçular Derneği, Gündem Çocuk Derneği gibi derneklerin bulunduğu 375 dernek ve vakıf kapatıldı.
FETÖ olarak adlandırılan yapıya bağlı olduğu söylenen 35 sağlık ve 1061 öğretim kuruluşu, 800 yurt, 223 kurs/etüt merkezi, 129 vakıf, 1125 dernek, 19 sendika kapatıldı. Aralarında Boydak Holding, Koza-İpek, Akfa Holding ve Fi Yapı gibi şirketlerin bulunduğu 609 şirket FETÖ ile bağlantılı olduğu iddia edilerek TMSF’ye devredildi. Kapatılan kurumların mal varlıkları ve alacakları bedelsiz olarak Hazineye ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi. Ayrıca 667 nolu ilk kararnamede yer alan “kapatılan kurumların her türlü borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden veya Vakıflar Genel Müdürlüğünden bir hak ve talepte bulunulamaz” ibaresinden dolayı bu kurumlarda çalışıp işten atılanlar ücret ve tazminat alacaklarından da mahrum bırakılmış oldu.
7 Haziran seçiminden itibaren siyasi iktidarın Kürt hareketine dönük saldırıları, baskıları artarken yalanları ve çarpıtmalarıyla da milliyetçiliği yükselterek faşist tırmanışa hız kazandırdı. Kürt halkının gördüğü onca zulüm bir tarafa 15 Temmuz’dan sonra OHAL dönemi boyunca da HDP ve DBP yöneticilerine, parti üyelerine, belediyelere yönelik operasyonlar, tutuklamalar artarak devam etti. DBP’nin 103 belediyesinden aralarında Diyarbakır, Mardin ve Van’ın da bulunduğu 82 tanesine kayyım atandı, 85 belediye eş başkanı tutuklandı. Belediyelerde çalışan yaklaşık 2200 kişi işten çıkartıldı, 585 belediye personeli açığa alındı. Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’ın ve Figen Yüksekdağ’ın aralarında bulunduğu 11 HDP milletvekili ve yaklaşık 750 il/ilçe yöneticisi tutuklandı. Bu süreçte ayrıca Figen Yüksekdağ’ın parti üyeliği ve milletvekilliği de düşürüldü.
12 Eylül faşizmini andırır bir biçimde demokratik hakların gasp edildiği bu süreçte OHAL, işçi sınıfının ekonomik haklarını da tırpanlamak için fırsata dönüştü. AKP hükümeti yeni saldırılarla krizin faturasını işçilere yüklemeye devam etti. Örneğin Ziraat Bankası, Borsa İstanbul, TPO, PTT gibi birçok şirket bir gecede kurulan Türkiye Varlık Fonuna devredildi. Burada işçileri ciddi bir biçimde ilgilendiren, şu anda yaklaşık 100 milyar liralık bir varlığa ulaşan İşsizlik Fonunun, oluşturulmaya çalışılan Kıdem Tazminatı Fonunun ve yeni oluşturulan Bireysel Emeklilik Fonunun da Varlık Fonuna aktarılmak istenmesidir. Eğer bunlar fona devredilirse işçilerin daha önceden de söz söyleme hakkı bulamadığı bu fonlar, bütünüyle kapitalistlerin bitmeyen ihtiyaçları doğrultusunda kullanılarak gasp edilecektir.
AKP, OHAL’in kendisine sunduğu imkânlarla yasaları işçilerin aleyhine olacak şekilde düzenlemektedir. Örneğin geçtiğimiz günlerde İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı Meclise getirildi. Önemli hak gasplarını içeren bu tasarıya göre işçiler ve patronlar arasındaki uyuşmazlıklarda mahkemeye gitmeden önce arabulucuya başvurulması zorunlu hale getiriliyor. Ayrıca gasp edilen haklara ilişkin zamanaşımı süresi yarı yarıya düşürülüyor ve işe iade davalarında kararın kesinleşmesine kadar işçiye boşta geçen süre için ödenen prim ve diğer haklarda kısıtlamaya gidiliyor.
OHAL’den önce de AKP iktidarında uzun zamandır grev ertelemeleriyle fiilen grev yaptırılmıyordu. OHAL boyunca da Ocak ayından beri metal, banka, ilaç ve cam sektöründe “milli güvenliği ve toplum sağlığını bozucu” olması bahanesiyle dört büyük grev yasaklandı. Hatta Erdoğan, TÜSİAD’ın toplantısında OHAL’in sermaye sınıfının önünü açtığını ve grevleri bitirdiğini söyledi.
Hükümet ve sermaye açısından en önemli meselelerden biri olan kıdem tazminatının fona devredilmesi de bu süreçte çok daha aktif biçimde gündeme taşındı. İşçilerin tepkisini OHAL sopasıyla engelleyebileceğini düşünen hükümet, fon meselesinde son aşamaya gelindiğini ilan etti. Kıdem tazminatının fona devredilmek istenmesi, bugüne kadar kurulan Tasarruf Teşvik, Konut Edindirme fonlarını ve bu fonların nasıl amaçlarının dışında kullanıldığını, yağmalandığını, yok edildiğini bir kez daha gündeme getirdi. İşçilerin tepkisinden çekindiği için kıdem tazminatına doğrudan el koyamayan hükümet fon sistemi kurmak istemektedir. İstediği gibi yöneteceği bu fonu kurarak işçilerin işten atılmasını zorlaştıran kıdem tazminatını ortadan kaldırmış olacak.
15 Temmuz’u bir lütuf olarak görüp kendi çıkarları için kullanan ve kullanmaya devam eden AKP iktidarının yaptıklarının ortaya çıkardığı bilanço budur. Yalanlar, çarpıtmalar ve manipülasyonlarla yönetilen bu süreç işçi ve emekçilere ağır bedeller ödeterek ilerlemektedir. Ne var ki saldırılar aynı zamanda öfkeyi de bilemektedir. İşçi ve emekçilerin öfke ve tepkisi örgütlü bir güce dönüştürülebilirse, inşa edilen totaliter diktatörlüğün bu güç karşısında durma şansı yoktur.
link: N.A., 15 Temmuz’un Kısa Bilançosu, 15 Temmuz 2017, https://marksist.net/node/5746
Filipinler: Emperyalist Savaş Rüzgârları Yayılıyor
Suriyeli Mülteciler: Savaşın, Irkçılığın, Caniliğin Kurbanları