Suruç’ta yaşanan katliam 32 genç devrimcinin canını almakla kalmadı, uzun bir süredir devam eden provokasyonlar zincirinin en son, en kanlı ve en vurucu darbesi olarak yeni bir dönemin açılış zili çalınmış oldu.
Katliamın arkasından yaşanan gelişmeler ülkeyi çok cepheli bir sıcak savaşın eşiğine getirmiş bulunuyor. Hiç kuşku yok ki, gelinen bu noktanın sorumluluğu, her açıdan Erdoğan-AKP hükümetinin üzerindedir. Katliamdan sonra, ülkenin çok yönlü bir terörizm tehdidi altında olduğu yalanının arkasına sığınarak görünüşte IŞİD’e ama esas olarak Kürt hareketine ve sosyalistlere karşı operasyonlara girişildi.
Bu süreçte bine yakın insan gözaltına alındı, bir devrimci yargısız infaza kurban gitti, Kürt illerindeki protestolara yapılan saldırılarda gencecik insanlar polis kurşunlarıyla ya da gaz bombalarıyla can verdiler. Gözaltına alınanlar arasında göstermelik birkaç IŞİD’liyi bir tarafa bırakacak olursak, ezici çoğunluk HDP üyeleri, sosyalistler ve devrimci-demokratlardan oluşmaktadır. Tek başına bu tablo bile, Erdoğan-AKP hükümetinin hem HDP somutunda Kürt hareketine hem de potansiyel bir tehdit olarak gördüğü sosyalistlere karşı polis ve savcılar aracılığıyla siyasal bir savaş başlattığı anlamına geliyor. Askeri alanda da, sağ gösterip sola vurma taktiğinin işletildiğini görüyoruz. Suruç katliamını takiben Suriye’deki birkaç IŞİD mevzisinin bombalanması işin asli yönünü oluşturmamaktadır. IŞİD’e karşı girişilen operasyondan katlarca fazlası PKK’nin sınıra yakın bölgedeki kamplarına yönelik olarak gerçekleştirilmiştir ve PKK’ye dönük askeri saldırıların devam edeceği açıklaması yapılmaktadır.
24 Temmuzdan itibaren yapılan PKK’ye dönük hava saldırıları, AKP’nin “barış sürecini”, çatışmasızlık adı altında yürüyen fiili ateşkesi sona erdirdiği anlamına geliyor. Sıcak savaş sadece sınır ötesindeki PKK unsurlarıyla sınırlı değildir, yurt içindeki toplumsal muhalefet de ezilerek etkisizleştirilmek istenmektedir. Yurt içinde yürürlüğe konulan siyasal-polis operasyonları son derece kirli bir savaşın yürüdüğü anlamına geliyor. Siyasal partiler basılıyor, dernekler kapıları kırılarak tarumar ediliyor, sendikalara ellerinde otomatik silahlarla saatler süren polis baskınları gerçekleştiriliyor, sokak gösterilerine acımasızca saldırılıyor, yürüyüşler yasaklanıyor, basına yayın yasaklarının yanı sıra internet erişimine yasaklar ve sınırlamalar getiriliyor. AKP medyası, Kürtlerin ve solun muhalefetini terörle eş göstermek için çirkeflikte ve kara propagandada sınır tanımıyor. Tüm bu algı operasyonlarıyla HDP ve sosyalist hareket bir kez daha terörist olarak damgalanmaya çalışılıyor. Böylelikle HDP ve sosyalist hareket bir taraftan terörize edilip marjinalleştirilmeye diğer taraftan da çatışma içine çekilmeye çalışılıyor. Gerek Kürt illerinde gerekse de İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde estirilen devlet terörünün anlamı budur.
Savaşı tekrar kızıştırma niyetindekilerin Erdoğan-AKP hükümeti olduğu apaçıktır. AKP’nin gelinen noktanın sorumluluğunu HDP’ye ve diğer toplumsal muhalefet kesimlerine yıkma çabası büyük bir ikiyüzlülüktür. Seçim çalışmaları sırasında gerçekleşen yüzden fazla saldırıda yaralanan ve ölen insanlara, HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlatılan bombalarla can verenlere ve Suruç’ta katledilen 32 genç sosyaliste rağmen, HDP’den de sosyalist hareketten de “intikam” çağrıları gelmemiştir. Tersine, gerek HDP ve Kürt hareketinden gerekse de sosyalist çevrelerden, AKP hükümetinin provokasyonlarını boşa çıkarma, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yükseltilmesi çağrıları yapılmıştır. HDP sorunların müzakere yöntemiyle çözülmesinden yana olduğunu, “barış süreci”nin tekrar başlatılması gerektiğini ilan etmiştir. Geniş çaplı bir hava ve kara bombardımanının altında olmasına rağmen PKK de “aktif savunma çizgisi”nden vazgeçmediğini, ateşkesi bitiren taraf olmadığını ve olmayacağını, savaşı tekrar yükseltmek istemediğini açıklamıştır.
Suruç katliamı, uzun süredir devam eden provokasyonlar zincirinin son halkasıydı. Erdoğan-AKP hükümeti çizgisi, aylar önce “çözüm süreci” denen süreci adını koymadan sona erdirmişlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de bir Kürt oluşumuna ne pahasına olursa olsun engel olunacağını açıklamıştı. Tel Abyad’ın katil IŞİD çetelerinden temizlenmesinden sonra söylenen bu sözlerle bugün yaşananlar arasında kopmaz bir bağ vardır. TC, Suruç katliamını bahane ederek güya IŞİD’e karşı Suriye’de bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Böylelikle Kürt bölgelerinin birleştirilmesini engellemeyi planlıyor. Gerçek hedef IŞİD değil, hem Suriye ve hem de diğer ülkelerdeki Kürt ulusal hareketidir.
Ülkeyi çok cepheli bir savaşın eşiğine getiren AKP’nin bu çizgisinde ne denli ileri gideceğini, Kürtlere karşı yürüttüğü haksız savaşı daha ne ölçüde yükselteceğini, içeride toplumsal muhalefeti devlet terörüyle ne denli baskı altına alacağını, Suriye topraklarında askeri bir maceraya ne ölçüde girişeceğini şu an itibarıyla kestirmek güçtür. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki, başta Erdoğan’a bel bağlamış kesimleri olmak üzere AKP’li kadroların büyük bir bölümü bu doğrultuda hareket etmek istemektedirler ve güçleri yettiğince bunu zorlayacaklardır. Devam eden operasyonlar, bombardımanlar, düşmanca açıklamalar bunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Seçimlerden önce “HDP barajı geçerse kaos çıkar” diyen AKP’nin bununla “kaos çıkartırız” demek istediği bugün apaçık ortaya çıkmıştır.
HDP de, sosyalistler de ve hatta burjuva liberaller de AKP’nin çatışmaları kızıştırarak savaşı alevlendirmek, koalisyon görüşmelerini tıkayarak yeniden seçime gitmek istediğinin farkındadırlar. Meselenin asli boyutlarından biri de budur. AKP, böylelikle hem MHP’ye kayan oylarını geri almak hem de HDP’yi tekrar baraj altına iterek ya da en azından HDP’nin meclis grubunu zayıflatarak bir kez daha tek başına iktidar olmak istemekte, buradan hareketle tekrar başkanlık sistemini gündeme taşımayı arzulamaktadır. Kontrol altına aldığı devlet aygıtıyla, devasa bir güç haline getirdiği polis teşkilatıyla, elindeki devasa medya araçlarıyla bu doğrultuda önünde bir engel olmadığı düşüncesindedir. 13 yıla yaklaşan bir mutlak iktidarla sarhoş olmuş, kendini dev aynasında gören bu ekipten her türlü çılgınlık beklenir.
Yalnızca temsil ettikleri sermaye kesimlerinin açgözlülüğünü ve emperyalist hırslarını değil, kendi kişisel saplantılarını da tatmin etmek için yanıp tutuşan AKP liderliği, unutmayalım ki, bu süreç boyunca işlediği tüm suçların hasıraltı edilmesine, örtülü kalmasına da ihtiyaç duymaktadır. Yani mesele aynı zamanda birileri için varlık yokluk meselesi, Yüce Divan’a giden yola girip girmeme meselesidir. İktidarı kaybetmek şöyle dursun, onu bir başka burjuva partiyle paylaşmak bile, bunca yolsuzluktan bir kısmının açığa çıkmasının yolunu açar. AKP liderliğini çılgınlığa iten nesnelliğin boyutlarından biri de budur.
AKP’nin politikaları, ülkeyi emperyalist savaş cehenneminin içine her geçen gün daha fazla çektiği gibi, ülke içindeki dinsel ve etnik fay hatlarını da giderek daha fazla germektedir. Bölgedeki çıkarları için AKP’ye giderek azalan sınırlarda tahammül eden büyük emperyalist güçlerin boş durduğunu düşünmek de büyük hata olur. Bundan daha büyük bir hata ise, Erdoğan-AKP çizgisinin önünü kesmek için bu emperyalist güçlerin atacağı adımlara (ABD, AB ya da Rusya’ya) bel bağlamaktır. Kuşku yok ki bu emperyalistler, Erdoğan ve ekibinin gitmesi için fırsat kollamaktadırlar, ne var ki onlar bunu kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda istiyorlar.
Ortadoğu’ya barışı, ezilen halklara özgürlüğü, emekçilere refah ve demokrasiyi gerçekten ve kalıcı olarak getirebilecek tek güç Ortadoğu’nun işçi ve emekçilerinin devrimci birliğidir. AKP’nin çılgın politikalarının yanı sıra gerek Türkiye kapitalizminin gerekse de dünya kapitalizminin krizi Türkiye’de bir başka fay hattına da enerji yüklüyor: Sınıfsal fay hatlarına. Türkiye işçi sınıfı son yılların en büyük ve en anlamlı kıpırdanışını yaşamıştır. Unutmayalım ki, AKP’nin savaşı kızıştırma isteğinin bir boyutunu da işçi sınıfını kontrol altında tutmanın en kolay yolunun milliyetçiliği ve devlet tapınmacılığını kışkırtmak olduğunu bilmesi oluşturmaktadır. Ama sınıf kıpırdanmıştır ve mücadele ettikçe hızla öğrenmektedir. AKP gericiliğini, onun emperyalist maceracılığını ve Kürt düşmanlığını yenilgiye uğratmanın yolu işçi sınıfının devrimci mücadelesini yükseltmekten geçiyor. Enternasyonalist komünistler, ezilen Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesine destek vermek için kavga ettikleri gibi, sınıfımızın öncüsünü örgütlemek, onun kitlesel mücadelesini ileri çekmek için de yılmadan, usanmadan mücadele etmeye devam edeceklerdir.
link: Oktay Baran, AKP Savaş İstiyor, Geçit Vermeyelim!, 27 Temmuz 2015, https://marksist.net/node/4345
Sınıf Kardeşliği