Aylardır tüm dünyayı meşgul eden ABD başkanlık seçimleri, Barack Obama’nın 44. ABD başkanı seçilmesiyle sonuçlandı. McCain’in oy oranı %46’da kalırken, %52’lik seçmen desteğiyle Obama, rakibi McCain’den 7,4 milyon fazla oy aldı. Bu seçim, bir siyahın ilk kez başkanlık koltuğuna oturacak olmasının yanı sıra katılım oranının yüksekliğiyle de tarihe geçti. John Kennedy’nin başkan seçildiği 1960 seçimlerinin rekoru (%63), bu seçimdeki %66’lık katılım oranıyla kırılmış oldu. Adaylıklar kesinleştiği andan itibaren Obama anketlerde hep bir adım önde görünse de, Amerika gibi ırkçılığın halen güçlü olduğu bir ülkede bir siyahın başkan seçilebileceğine son ana dek hep kuşkuyla yaklaşılmıştı. Ancak seçim kampanyaları sürecinde McCain’e yaptıkları bağışın iki katı miktarda bağışta bulunmalarından da anlaşılıyor ki, Obama’ya “yürü ya kulum” diyen büyük sermaye kesimleri, onun ten renginin değişik oluşunu, seçim şovunun en temel görsel malzemesi olarak özellikle tercih etmişlerdi. Hollywood yapımı reytingi yüksek dizilerle Amerikan halkının uzun bir süredir “siyah başkan” fikrine alıştırılmaya çalışıldığı da dikkate alındığında, Obama’nın galibiyetini burjuvazinin uzun erimli planlarının bir parçası olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Obama, miadını çoktan doldurmuş olan Cumhuriyetçi Bush yönetiminin ardından, “değişimin” ve “umudun” simgesi olarak pazarlanmış ve albenili bir ürün olarak hedef kitleye ulaştırılmıştır. İşsizlikten, sosyal güvencesizlikten, uzun çalışma saatlerinden, düşük ücretlerden, ayrımcılıktan, yolsuzluklardan ve savaştan alabildiğine hoşnutsuz olan işçi ve emekçiler, bu kötü tabloyu değiştireceği umuduyla Obama’ya yönelmişlerdir. Ancak emperyalist egemenler Obama’yı sadece iç piyasaya pazarlamakla yetinmemişlerdir. O, tüm dünyada nefret edilen bir ülke haline gelen ABD’nin sarsılan imajını tazelemek için de ideal bir figür olmuştur. Bir milyondan fazla insanın katledildiği emperyalist savaşın, esmer tenli herkesin terörist muamelesi görmesinin, en vahşi işkencelerin mekânı haline getirilen Ebu Garib’in ve Guantanamo’nun baş müsebbibi olan ABD, yüz milyonlarca insan için bir nefret öğesine dönüşmüştür. İşte Obama, tüm bu insanlara da, ezilenlerin simgesi, köklü değişimden yana bir demokrat, hatta devrimci olarak sunulmuştur. Seçim öncesi anketlerde Obama’nın ABD’deki halk desteği %48’lerde gezinirken, Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya çok sayıda ülkede bu oranın %70-80’ler düzeyinde seyretmesi ve seçim galibiyetinin tüm dünyada büyük bir coşku ve heyecanla karşılanması, mali sermayenin dünya ölçeğinde de son derece başarılı bir pazarlama kampanyası yürüttüğünün açık bir kanıtıdır.
Türkiye’de de burjuva medya, Obama’nın ABD başkanı seçilmesini, “devrim”, “demokrasinin zaferi”, “rüya gerçek oldu” türünden manşetlerle duyurmuştur. Sağcısından liberaline burjuva kalemler Obama balonuna gaz üflemekte adeta birbirleriyle yarışmışlardır. İşte Türkiye’nin en sağ kalemlerinden bir örnek:
“Bence Hüseyin Barrack Obama’nın ABD Başkanlığına seçilmesi, Kunta Kinte’nin de zaferidir. Amerikan elitizminin gizli formülü WASP (white, anglo-saxon, protestan), Obama ile yerle bir edilmiştir. Adı ve soyadı dahi Amerikalı olmayan, Kenyalı Müslüman bir babanın oğlu Obama’nın ABD Başkanlığına seçilişi, ırk ayrımcılığına vurulan en büyük darbedir. Bu seçim, hem ABD’ye demokrat, hürriyetçi ve eşitlikçi hüviyetini yeniden kazandırmış ve itibarını arttırmış, hem de dünya demokrasilerinin ufkunu açmıştır.” (Hasan Celal Güzel)
Daha fazla kâr uğruna dünyayı ateşe veren, en korkunç silahları ve en insanlık dışı işkence tekniklerini tüm dünyaya ihraç eden, ırkçılığı kışkırtan, sınıflar arasındaki eşitsizliği en uç boyutlara taşıyan bir devleti, özgürlük ve eşitlikçilik şampiyonu ilan eden, tekellerin kontrolündeki iki partili burjuva diktatörlüğünü demokrasi olarak kutsayan bu satırlar, Obama’ya ve ABD’ye yönelik övgülerin çarpıcı bir özeti niteliğindedir.
Medya başta olmak üzere her türlü olanağı seferber eden Amerikan burjuvazisi, düzenin tüm pisliklerinin üzerini Obama’nın derisinin rengiyle örtmeye çalışmaktadır. Emperyalist savaşın, ekonomik krizin ve sistemin ürettiği diğer binbir türlü melânetin sorumluluğunu, sermayeden bağımsızmış gibi gösterilen Bush yönetimine yıkıp, bütün bunları doğuran kapitalist-emperyalist sistemi “siyah” bir perdeyle gizlemek ve böylelikle düzeni aklamak istemektedir. Dünya kanlı bir emperyalist savaşla yeniden paylaşılırken, ABD’nin en büyük payı alabilmesini sağlamak üzere en insanlık dışı yöntemlere başvuran, militarizmi görülmedik ölçüde tırmandıran ve işçi sınıfına en azgın şekilde saldırarak temsilcisi olduğu sınıfa kusursuzca hizmet eden Bush yönetimi, sekiz yıllık iktidarı döneminde işçi sınıfının ve dünya halklarının sınırsız nefretini kazanmış ve fazlasıyla yıpranmıştır. Ancak paylaşım savaşı sona ermemiştir, aksine daha da şiddetlenecektir. Üstelik buna bir de tüm küreyi sarsan ekonomik kriz eklenmiştir. Bu koşullarda işçi sınıfının tepkisinin düzen sınırları içine hapsedilmesinin egemen sınıf açısından bir ölüm kalım sorunu haline dönüşeceği açıktır. “Çok uluslu” kimliğiyle, “değişimci” söylemiyle emekçi kitlelere umut dağıtan “demokrat” başkan Obama, işte tam da böylesine kritik bir dönemde mali sermayenin imdadına yetiş(tiril)miştir.
Sermayenin Obama’ya biçtiği rol ortadadır. Peki, ezilen, sömürülen kitleler bu seçimlerde hangi dürtülerle hareket ettiler? Bu sorunun yanıtı mevcut tabloda yatmaktadır. 550 milyar dolara ulaşan dev savaş bütçesinin ve derinleşen ekonomik krizin işçi sınıfının iliğini her gün biraz daha kuruttuğu ABD’de, işsiz sayısı son 25 yılın en yüksek değerine ulaşmış bulunuyor. Resmi verilere göre işsizlerin sayısı 10,1 milyona, işsizlik oranıysa yüzde 6,5’e yükselmiş durumda. Yine resmi verilere göre, geçtiğimiz ay 240 bin işçi işini kaybetmiş ve son bir yıl içinde işsiz kalanların sayısı 2,8 milyona çıkmış bulunuyor. Ancak gerçek rakamların bunun çok üzerinde olduğu da biliniyor. 1,6 milyon işsizin “son bir ay içinde iş aramadığı” gerekçesiyle işsiz kategorisine dahil edilmemesi bile bu olguyu çıplak biçimde gösteriyor.
Aynı resmi istatistikler, ırk ayrımcılığına ilişkin de çarpıcı veriler sunuyor. Örneğin işsizlik oranı beyaz nüfusta yüzde 5,9’da seyrederken, bu oran Hispaniklerde yüzde 8,8’e, siyah nüfusta ise yüzde 11,1’e çıkıyor. Bunun yanı sıra, yoksulluk oranı beyaz nüfusta yüzde 8,2 iken, Hispaniklerde yüzde 21,5’e, siyahlarda ise yüzde 24,5’e fırlıyor. Yani işsiz her beyaz işçiye karşılık iki siyah işçi, yoksulluk çeken her bir beyaza karşılık ise üç siyah yoksul bulunuyor. Yine görüldüğü üzere, Hispanik yani Orta ve Güney Amerika kökenli işçiler de ırkçılıktan nasiplerini alıyorlar.[*]
İleri kapitalist ülkeler içinde genel sağlık sigortasının olmadığı tek ülke olan ABD’de, 46 milyon kişi hiçbir sağlık güvencesi olmadan yaşamaya çalışırken, sağlık sigortası olanlar da sigorta şirketlerinin insafına terk edilmiş durumdalar. Yapılması gerektiği halde yapılmayan tetkikler, ameliyatlar, ödenmeyen ilaç ve tedavi masrafları, kendi cebinden sağlık primi ödeyen on milyonlarca işçi için sıradan olaylar haline gelmiş bulunuyor.
Bu koşullar altında yaşayan milyonlarca Amerikalı işçi, son başkanlık seçimini, bu kara tabloya ve tüm bunların sorumlusu olarak görülen Bush’un uyguladığı politikalara “hayır” demek üzere bir referanduma dönüştürmüştür. Ancak tekellerin mutlak egemenliği altındaki iki burjuva partinin adayları dışında hiçbir adayın seçilmesine fiilen izin vermeyen mevcut seçim sistemi, geçmişte indirilen ağır darbeler sonucu sosyalist geleneğin zayıf oluşu, sendikal ve siyasal örgütlülükten yoksunluk gibi pek çok faktör nedeniyle işçi sınıfının geniş kesimleri Obama’ya yönelmek dışında bir seçenek görememişlerdir. Sermayenin neoliberal saldırı programından sıtkı sıyrılan işçiler, Obama’ya krizin faturasının kendilerine ödetilmemesi için oy vermişlerdir. Gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliğin sona erdirilmesi için oy vermişlerdir. Yoksulluğa, işsizliğe mahkûm edilmemek, insanca koşullarda insan gibi çalışabilmek, sağlık güvencesine kavuşmak, çocuklarına kaliteli ve parasız eğitim aldırabilmek, ırk ayrımcılığına uğramamak için oy vermişlerdir. Egemenlerin çıkarları uğruna yürütülen emperyalist savaşın sona erdirilmesi için oy vermişlerdir.
Kuşkusuz sermayenin iki alternatifinden biri olarak Obama’yı seçmiş olmaları, proleter kitlelerin ufuklarının henüz burjuva politikanın dar alanının dışına çıkmamış olduğunu kanıtlamaktadır. Fakat aynı kitleler, ABD gibi bir ülkede ırkçı önyargılara teslim olmayıp bir siyahı başkan seçmekle ve seçimlere katılım rekoru kırmakla, hoşnutsuzluklarını ve bir şeylerin değişmesini istediklerini de kanıtlamışlardır. “Terörizm”, “İslam” ve “sosyalizm” kavramları üzerinden korku ablukasına alınan işçi kitleler, seçim kampanyası boyunca bu kavramlar Obama’ya yönelik bir suçlama unsuru olarak kullanılmasına rağmen geri adım atmamışlardır.
Tarih, savaş ve kriz sarmalının kitlelerin ruh halinde ve bilincinde sıçramalı değişimlere yol açabileceğinin sayısız örneğiyle doludur. Önümüzdeki çalkantılı dönem, işçi sınıfının bilincine ket vuran burjuva sınırların yıkılmasının ve her türlü engelin aşılarak onun ötesine geçilmesinin nesnel olanaklarını fazlasıyla sunacaktır. Bu durumun Amerikan burjuvazisi için ciddi bir tehlike arz ettiğine hiç şüphe bulunmuyor. Zaten sermayenin Obama gibi birini değişim vaadiyle piyasaya çıkarıp tüm pazarlama tekniklerini mükemmel bir şekilde kullanarak kitlelere sunmasının temel nedeni de budur; siyahıyla beyazıyla Amerikan proletaryasının büyüyen tepkisinin devrimci kanallara akmasının önüne geçmek!
Burjuvazi ne kadar çabalarsa çabalasın, Obama’nın gerçek yüzünün ortaya çıkması çok uzun zaman almayacaktır. Siyah emekçilerin sevinç gözyaşları istismar edilerek, seçilmesi “devrim” olarak sunulan Obama da, tıpkı Bush gibi, krizin faturasını işçi sınıfına yüklemeye devam edecek, emperyalist savaşı derinleştirip yayacak, “terörizmle mücadele” adı altında milliyetçiliği ve ırkçılığı tırmandıracak, ezilenlerin, sömürülenlerin ve ayrımcılığa uğrayanların acılarını katmerlendirecektir. Ve çok geçmeden tarihsel gerçeklik, değişim ateşiyle yanan kitlelere bir kez daha kendini dayatacaktır: Devrimci değişimler ancak devrimlerle mümkündür!
[*] Burjuvazi istediği kadar Obama’yla ırkçılığın tarihe gömüldüğü mesajını vermeye çalışsın, gerçeklerin üzeri örtülemez. Obama, Amerika’nın en yoksul kesimini oluşturan, ırk ayrımcılığına uğramaya devam eden, en kötü işlerde çalışan, büyük bir bölümü işsizliğe mahkûm edilen milyonlarca siyahtan biri olmadığı gibi, onların temsilcisi de değildir. Nasıl ki, Bush yönetiminde başkanın sağ kolu olarak görev yapan Condoleezza Rice ya da Colin Powel gibi siyah bakanlar egemen sınıfın temsilcileri olarak o koltuklara oturtulup, aktif savunucusu ve uygulayıcısı oldukları politikalarla ABD’nin demokrasi, hürriyet ve eşitlik düşmanı gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermişlerse, Obama da aynı sınıfın temsilcisi olarak üzerine düşen görevi yapmak üzere o mevkiye getirilmiştir. Obama gibilerin, ezilen, sömürülen, hor görülen siyah proletaryayla tek ortak tarafları derilerinin rengidir.
link: İlkay Meriç, Obama: Siyahla Aklamak, Aralık 2008, https://marksist.net/node/1942
Ekonomik Kriz ve Sendikalar
Yaşama dair