1871 Paris Komünü’nün, 1905 devriminin ve 1917 Ekim Devriminin gerçek öyküsünü anlatan her şey mücadele edenlere cesaret verirken egemenleri korkutmuş ve onlar da bu korkuyla yaşananları gizlemeye, çarpıtmaya çalışmışlardır. Ancak proletaryanın sınıf mücadelesi tarihi, unutturulamayacak kadar muazzam deneyimlerle doludur. İşte Devrim Yılları - 1905 romanı da 1905 devriminin hemen arifesinde yaşanan deneyimleri, sovyetlere giden yolu ve Bolşeviklerin bu süreçteki rolünü gözler önüne sermeyi başarabilen devrimci romanlardan biri. Yazar Sergey Mstislavski yaşanan tarihsel olayları roman tadında gözler önüne sermeyi çok iyi başarmış. Romanda 1901 ile 1905 arasındaki yıllar anlatılır. Romandaki tüm olaylar, geçen isimler, yürütülen tartışmalar ve mekâna dair her şey gerçektir. Romanın başkahramanı Baumann da 1905 devriminde aktif rol alan ve bu uğurda yaşamını yitiren önde gelen Bolşevik komünistlerdendir. Çarlık rejimi içerde yaşadığı sıkışmışlıktan 1904’te Japonya’yla tutuştuğu savaş yoluyla kurtulmayı denemiş, ancak tersine, savaş sınıf çelişkilerini yoğunlaştırmış ve 1905’e gelindiğinde işçi sovyetlerini oluşturacak kadar devrimci bir yükselişe neden olmuştur. Şüphesiz hiçbir şey bir anda olmaz. 1905’i kendinden önceki yıllardan bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi 1917 devrimini de 1905’den ayrı düşünemeyiz.
Çarlık can çekişirken, egemenliğini korumak için işçileri Rus milliyetçiliğiyle zehirleyerek savaşlara sürmekten çekinmemişti. Ancak milliyetçilik temelinde bilinçleri bulandırılmaya çalışılan işçilere komünistlerin söyledikleri, son derece önemli ve bugün de vurgulanması gereken temel bir düşünceydi. Romandaki komünist kahramanımızın ifadeleri ile: “İşçilerin hali her yerde kötüdür. İşçilerin kazancının ellerinden alınmadığı tek bir ülke yok. İşçilerin vatanı kapitalizmin bulunmadığı yerdedir. O zamana kadar vatansızdır.”
1900’lerin başlarında Rusya iktisadi krizin hüküm sürdüğü bir ülkedir. İşçiler cepheye gönderilirken, patronlar var olan ekonomik krizden kurtulmanın yollarını ararlar. Küçük ölçekli fabrikaların sahipleri fabrikalarını kapatma yoluna giderken, büyük fabrika sahipleri ise binlerce işçiyi işten çıkartır ve ücretleri düşürürler. Burjuvazi yaşanan ekonomik krizin bedelini işçi sınıfına ve yoksul kitlelere ödetmek ister.
Bir işi olan işçilerin durumu ise işsizlerden çok da farklı değildir. İşçilerin çoğu fabrika barakalarında yaşamaktadır. “Çocukların yarısı çorap ve pabuçları olmadığı için yatakta yatıyor. Pis havada ışıksız ve güneşsiz soğukta oturuyorlar…” Birçoğunun kazandığı ücretle sadece ekmek alabildiği, ortalama çalışma saatlerinin 16 saate çıktığı, hastalıklarla, ölümle boğuşan işçiler… Tüm bunlar kitlelerde alttan alta öfkenin büyümesine neden olur.
Patronların yalnızca kriz dönemlerinde değil en olağan koşullarda da tutumları hiç değişmemiştir. Kıstıkları masrafların en başında işçilerin ücretleri ve işçilerin güvenliği için alınacak tedbirler gelir. Her dönem işçiler en değersiz, savaşlara sürülecek kesim olarak görülür. Ancak yaşananlara işçiler sessiz kalmazlar ve tüm bunların sonucu grevler, direnişler patlak verir. Ücretlerin düşürülmemesi, çalışma süresinin kısaltılması, fabrikada bir revirin olması, yaşı küçük olanlara zor işler verilmemesi, tuvaletlerin sağlığa uygun hale getirilmesi, içme suyunun kaynatılması gibi başlangıçta işyeri koşulları ile sınırlı olan talepler, grev dalgasının büyümesi ve genişlemesiyle siyasallaşır. Bu dalgaya öğrenci hareketi de katılır. Çarlık rejimi için tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştır. O dönemde patronların aldığı önlemler bugünkü ile aynıdır: fabrika sahipleri, grev yaptığı ya da bir ayaklanmaya katıldığı için işten çıkarılan bir işçiye hiçbir yerde iş vermemek üzere anlaşırlar. Ama bu tip önlemler de işçi sınıfını geriletmeye yetmez, işçiler greve devam ederler.
Romanda o dönemin politik tartışmalarına ve nesnelliğine de değinilerek 1902 ile 1905 yıllarında kitle çalışmaları ve partilerin rolü üzerine veriler sunuluyor. Grevlerin başarıya ulaşmasında RSDİP’li komünistlerin kent kent dolaşarak özveriyle yürüttükleri örgütlenme faaliyetinin payı büyüktür: “Grev işçi sınıfının savaş araçlarından en önemlisidir, özellikle acil siparişlerde doğru zamanda ve çok iyi örgütlenmek, çocukların bakımını ve yemek işini örgütlemek gerek, bunu organize eden bir parti var mı? Henüz tüm kadroların aynı fikirde olduğu bir parti yok ancak devrim ve işçi sınıfı uğruna kendini feda etmeye hazır insanlar var.”
Bolşevik devrimciler sayesinde demiryollarında çalışan yüz binlerce işçi başkaldırmış, ulaşım, metal sektörü, elektrik sektörlerinde çalışan işçiler sadece ekonomik taleplerle yetinmeyip, politik taleplerle kitlesel grevler gerçekleştirmişlerdir.
Rusya’da elbette devrimci mücadeleye kendini adamış örgütlü komünistler, devrimciler vardır. Romanda anlatılan komünist Baumann (Graç) da böyle biridir. Baumann gerçek bir Bolşevik devrimcidir. “Kitle ancak mücadele içinde örgütlenir” fikrine sımsıkı bağlıdır. İllegal mücadele yürüten RSDİP adına Rusya’nın birçok kentinde örgütleme faaliyetinde bulunan ve o dönemin baskıcı Rusya’sında Çarın sürgün kararlarına ve sorgusuz idamlarına rağmen mücadeleden vazgeçmeyen, partiye yürekten bağlı binlerce devrimciden biridir sadece. Yoldaşlarıyla vardır. Bir komünisttir ve yaşamının her karesi komünist mücadele ile planlıdır. Umudun ve gülümsemenin yüzünden eksik olmadığı Baumann, Lenin’in fikirlerine ve Marksizme bağlı bir komünisttir. Çarın göz açtırmayan ajanlarının takiplerinden devrimci bir deneyim ve disiplinle kurtulmayı başararak işçiler arasında sabırlı bir politik çalışma yürütür ve doğru zamanda doğru devrimci tavrı alır.
“Daha uzun süre sabretmemiz gerekecek mi?” diye soran bir işçiye yanıtı şöyledir: “Biz güçlü olana kadar. Çar’ı, toprak ağalarını ve kapitalistleri aynı anda alaşağı etmek küçük bir iş değil, ve bunu başarmak zorundayız, yoksa eskisinin yerine bizi bağlayan yeni bir zincir geçer. Başka halklar bunu yaşadılar. O halde darbeyi indirmeden önce güç toplamak zorundayız.” İşçinin “Rusya’da 160 halk var. Eğer hepsi hazır olana kadar bekleyeceksek…” şeklindeki mırıldanmaları karşısında ise, herkesin hazır olması gerekmediğini söyler ve şöyle devam eder: “… zaferi garantileyecek kadarı hazır olmalı. Bizim işimiz, güçleri hazırlamak.”
Devrimci yükseliş sürecinin olgunlaşarak silahlı kitle ayaklanmasını gündeme getirdiği bir durumda ekonomistlerle tartışırken onlara şunları söyler: “Bizim görevimiz … silahlı mücadeleyi örgütlemek. Ve ikinci görevimiz, salt Çarlığı yıkmakla kalmamak, hemen bu yıkılıştan sonra devrimi sürdürmek. Ve üçüncü görev de buradan doğuyor. Siz işçi sınıfını, silahla donatmanın zamanı ve olanağı geldiğinde, tam da o anda silahsızlandırmayı düşünüyorsunuz. Siz devrimi tam başladığı anda bitirmek istiyorsunuz.”
Örgütlenmenin önemini Bolşevik bir disiplinle birlikte vurgulayan, iyi bir ajitatör ve propagandacı olan Baumann’ın örgütlenme faaliyeti için söyledikleri bugün de önemini koruyor: “Örgütlenme çalışması! İnsandan insana, bir çevreden ötekine küçük, gözle görünmeyen bir çalışma, her kelimenin bir anlamı var… Ama eğer her kelime … yeni fikirler uyandırıyorsa, öfkeyi ve darbe isteğini alevlendiriyorsa, bir ikinciye, bir üçüncüye aktarılıyor ve böyle böyle daireler genişleyene değin yaygınlaşıyorsa; o zaman bu evlerde yürütülen görünürde önemsiz çalışma muazzam bir şeye doğru gelişir, bu şey lokallerde, küçük kahve masalarında tehdit edici bir fısıltı halinde kabarır, coşar, tek gırtlaktan çıkan, zorlu bir çığlığa dönüşür.”
“Her adım için mücadele edilecek, saat be saat polise karşı, Çarlık yasalarına karşı, efendilerin iktidarına karşı mücadele ediyoruz. Onlara mutluluklarına giden yolu göstermek için işçilere ve köylülere karşı bile mücadele etmemiz gerekmiyor mu? Yüzyıllar süren esaret hiç iz bırakmaz mı …? Bunu aşmak, baronların malını mülkünü yakmaktan daha zor. Ve biz bu mücadeleyi kazanmaya zorunluyuz, çünkü zafer kazanmadan hiçbir zaman özgür olamayacağız, bütün sarayları ateşe versek bile özgür olamayacağız.”
Bolşevik Graç, birkaç kez de tutuklanır. Ancak içerde olduğu bu yıllar Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin içinde devrimci temelde bir saflaşmanın yaşandığı yıllardır. Lenin’i çok iyi tanıyan ve devrimci fikirlerine sonuna kadar güvenen Graç, Lenin’in Ne Yapmalı broşürünün ışığında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içindeki Menşeviklerle tartışmalar yürütür ve ekonomizmin dar sınırlarını ve işçi sınıfını geriye çekmeye çalışan, onu dar bir çerçeveye hapseden anlayışı yerden yere vurur.
Ancak Rusya’da bu politik tartışmaların kitlelere ulaşması konusunda en önemli araç RSDİP’in yayın organı İskra’dır (Kıvılcım). Bu yayının Rusya’ya girmesi, bildirilerin çoğaltılması, baskı koşullarında inanılmaz bir özveri gerektirir. Bu özverili çalışmayı kadın ve erkek komünistler sürgünlerin, tutuklamaların olduğu olağanüstü baskı koşullarında canlarını sakınmadan gerçekleştirirler. Bildiri dağıtmak ve bulundurmak yasak olmasına rağmen işçilerin politik tüm yayınlara ilişkin giderek artan açlıkları inanılmazdır. Yayınlar elden ele dolaşır ve İskra’nın her sayısı heyecanla beklenip en kısa sürede okunur ve tartışmalar yürütülür.
Tüm araçlar işçi sınıfının mücadelesine hizmet ettiği oranda işlevseldir. Daha sonra Menşeviklerin İskra’yı denetimlerine geçirmeleriyle gazetenin ekonomizme savrulması, yeni araçlara ihtiyaç doğurmuş ve Lenin’in öncülüğünde RSİDP içinde Bolşevikler, Menşeviklerle yollarını ayırmakla kalmamış, yayın organlarını da ayırarak devrimci temelde yeni yayınlar çıkartmışlardır. Sonradan 1917 Ekim Devrimine damgasını vuracak olan Pravda gibi…
İşte tam da bu noktada Rusya’daki devrimci hareket içinde yürütülen ve bugün de çok önemli olan ekonomizm tartışmalarını ve Lenin’in ekonomistlere karşı yürüttüğü devrimci mücadelenin sıcak anekdotlarını bu romanda bulmak mümkün.
Ekonomizm tartışmalarının özünü Akın Erensoy, Sovyetler ve Devrim yazısında çok güzel özetliyor: “Sendikaların yasak olması koşulundan hareketle ekonomizm taraftarları, işçi sınıfının iktidar hedefli siyasal mücadelesini erteliyor ve işçilerin ekonomik mücadelesinin onları kendiliğinden siyasallaştıracağını söylüyorlardı. Lenin ise bu anlayışın, işçi sınıfının burjuva siyaseti olduğunu, yani sendikal mücadelenin çerçevesini aşmayacağını ve özünde işçilerin ekonomik haklarının yasalar temelinde güvence altına alınması olduğunu belirtiyordu. … Gelişen işçi hareketinin, patlayan kitlesel grevlerin öncülüğünü yapabilen, işçi sınıfına iktidar bilincini taşıyan, mücadeleyi kapitalist sistemin temellerine yönelten bir politik devrimci önderlik mevcut değilse, proletaryanın tüm enerjisi boşa çıkacaktır. Ekonomik mücadelenin kendisinin hiçbir zaman işçileri siyasal iktidarın fethedilmesine götürmeyeceğini söyleyen Lenin, işçi sınıfının kendiliğinden hareketini siyasal iktidarı alma yolunda ilerletecek bir komünist önderliğin örgütlenmesi gerektiğinin inatla üzerinde durur.” (www.marksist.com)
1905 devrimi patlak verdiğinde Baumann hapistedir. Baumann’ın tutuklu kaldığı bir yıl içinde kitlelerde muazzam değişimler yaşanmış, politik kitle grevleri örgütlenmiş, işçi toplantıları sokaklara taşarak on binlerle yapılmaya başlanmış ve işçilerin özyönetim organı olan sovyetler ortaya çıkmıştır. Hareket siyasi tutukluları hapishaneden çıkaracak kadar büyümüştür. Hapishane önlerinde yapılan gösteriler, sürmekte olan grevler sayesinde, Çarlık rejimi, içeride açlık grevinde olan Baumann’ı bırakmak zorunda kalmıştır.
Elbette patronlar da, Çar da boş durmamıştır. Ellerini ovuştura ovuştura haince katliam planları yapmışlardır. İşte, işçi ayaklanmalarını nasıl bastıracaklarını tartışırken bir Amiralin söyledikleri: “Yasaları bir kenara bırakmanın zamanı geldi de geçiyor. Tutuklamaların bir yararı yok, yüzlerce binlerce insanı yargılayamayız çünkü. Ayaklananların derhal silahlarla yok edilmesi gerekiyor. Öyle çok kan akmalı ki, torunları bile bu kandan söz etmeli. Onları fiziksel olarak yok etmeliyiz. Ve bu da ancak bir diktatörlükle mümkündür.”
Baumann örgütlü bir komünist olarak hemen mücadele arkadaşları olan Bolşevik Kosuba ve İrina’nın yanındaki yerini alır. İşçilerin arasında, ama yepyeni bir atmosferin, devrim atmosferinin içindedir. Çarın ajanlarınca katledilen komünist Bolşevik Baumann’ın cenazesi yüz binlerce işçinin katıldığı kitlesel bir gösteriyle uğurlanır. “Yaşamını cesurca düşüncelerine kurban edenlerin sonsuza dek adları ve şerefleri varolsun” cümlesi belki de onu en iyi ifade eden anlatımdır. Baumann yaşamını yitirmiştir ama daha sonrasında verilen mücadelelerle işçilerin özyönetim organları sovyetler kurulacak ve 1917’ye gelindiğinde Çarlık yıkılacak, işçiler Bolşeviklerin önderliğinde kendi iktidarlarını kuracaklardır. 1905’te ölenler 1917’de dirilmişlerdir. Gerçekte ölen ve tarihe gömülense Çarlık olmuştur.
1871 Paris Komününü yaratanların izinden giden ve onların eksiklerinden dersler çıkaranlar, 1905 ve 1917 devrimleriyle, dünyanın diğer ucunda, Rusya’da tarihe damgalarını bastılar. Onların izinden giden devrimci işçiler de, onlardan devraldıkları bayrağı işçi iktidarlarının kale burçlarına dikene ve oradan nihai zafer çığlığını haykırana dek mücadeleye devam edecekler.
Yaşasın Dünya Devrimi, Yaşasın Sosyalizm!
link: Ilgın Çevik, Devrim Yılları – 1905, Mart 2007, https://marksist.net/node/1483
Newroz ve burjuvazin yeni güvenlik önlemleri
Nikaragua Dersleri