1990 seçimlerini kaybetmesinin ertesinde bir sermayedar olarak maharetlerini sergilemeye başlayan ve özelleştirilen işletmeleri satın alarak büyük patronlar arasına katılan, son olarak da FSLN içinde 'Sandinist İşverenler' grubunu kuran Ortega'nın 21. yüzyıl sosyalizmine ne menem katkılarda bulunacağı aslında hiç de sır değil. Yıllarca Ortega ile birlikte mücadele etmiş Sandinistaların Yeniden Kuruluşu İçin Hareket (MRS) üyesi Victor Hugo Tinoco bile 'Daniel ve grubu vaatlerini yerine getirmiyor. Onların büyük bir çoğunluğu milyoner oldu. Anti-demokratik yöntemler kullanarak kendi çıkarları için partiyi kullanan güçlü bir ekonomik grup haline geldiler ve sahte solcu konuşmalar yaparak ve taşkınlık dolu anti-Amerikan retoriği kullanarak Nikaragua halkının desteğini kazanmaya çalışıyorlar' diyor. Ne var ki, pek çok sosyalist kişi ve grup, Ortega'nın seçim galibiyetinden devrim adına heyecan duymaya devam ediyor.
Oysa Ortega, Nikaragua burjuvazisine 'ekonomide dramatik, radikal değişiklikler yapmayı düşünmediği' güvencesini veriyor ve Nikaragua'nın şu anda 'istikrarlı' diye tanımladığı ekonomisini sürdürmek istediğini belirtiyor. ABD karşıtı bir söylemle seçimi kazanmış olmasına rağmen, ABD bile, seçim gözlemcisi olarak başkent Managua'da bulunan ABD'nin eski Demokrat başkanlarından Jimmy Carter'ın ağzından, 'Sandinista liderinin yirmi yıl öncesine göre çok değiştiğini ve eğer Ortega Washington'a saygı ve destek gösterirse, kendisiyle işbirliğine hazır olduklarını' ifade ediyor. Buna seçimlerden sonra Nikaragua'yı ziyaret eden IMF heyetinin, yaptığı açıklamalarda 'IMF olarak Nikaragua ekonomisinin yeni yöneticileriyle, onlara amaçlarını başarmada destek olmak için yakın çalışmayı düşündüklerini' ifade etmesini de eklersek, burjuvazinin bir bütün olarak Ortega'dan değil ürkmek ona ihtiyatlı bir destek bile verdiği açığa çıkıyor.
Bugün Latin Amerika'nın geniş bir kesiminde söz konusu olan kitlesel hareketlilik ve bu kitlesel hareketin bağrında taşıdığı devrimci dinamikler reformist-popülist sol burjuva liderler tarafından istismar ediliyor. Gerçek bir toplumsal dönüşümün yakıcı ihtiyacıyla hareketlenen halk kitleleri, bu liderler tarafından geçmişte benzerlerine defalarca şahit olduğumuz gibi sahte sosyalist söylemlerle oyalanıyor. Devrim süreci bu önderlikler eliyle yolundan saptırılıyor. Nikaragua'daki gelişmeler de bu tablonun dışında değil. Aslında 1979 Nikaragua devrimi sırasında yaşananlar Latin Amerika'daki bütün hareketler için paha biçilmez bir deneyim oluştururken, Bolşevik bir önderliğin yokluğunda ne yazık ki Nikaragua için bile bu derslerden yararlanılamıyor. Bu yüzden, hem bütün bu hususların arka planını anlamak hem de geçmişteki yanlış kavrayışlardan ders çıkarmak için 1979 Nikaragua devrimini hatırlamakta fayda var.
1979 Nikaragua devrimi
İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında yaşanan kapitalist gelişme, dünyanın genelini olduğu gibi Latin Amerika'nın geri ekonomik formasyona sahip ülkelerini de etkilemişti. 1950'li yıllarda yaşanan pamuk üretimi patlaması ve ABD'nin Orta Amerika genelinde gerçekleştirdiği sanayi yatırımları ile Nikaragua'da da kapitalist üretim gelişmeye başlamıştı. Özellikle 1960'ta Orta Amerika Ortak Pazarının kuruluşu sanayileşmeyi arttırdı. Savaşın hemen öncesinde iktidarı ele geçiren Somoza ailesi, bu dönemden itibaren ABD'nin de desteğiyle devlet üzerindeki etkinlikleri sayesinde genelde üretim dışı faaliyetleriyle (fuhuş, kumar, yabancı şirketlerden komisyon alma, spekülasyon, devlet hazinesinden açıktan para çekme ve tehditle arazileri ucuza kapatma gibi) büyük bir sermaye biriktirdiler. Özellikle savaş sonrası dönem boyunca devlet gücü, sistematik olarak Somozaların sermaye birikiminin hizmetine sokuldu. Bu durum salt Nikaragua'ya özgü değildi. Venezuela'daki Gomez ya da Dominik Cumhuriyeti'ndeki Trujillo da benzer yollarla semirtiliyordu. Kapitalist ekonominin yerleşmesi için devlet eliyle bir burjuva sınıf yaratılması 'şüphesiz emperyalist kapitalistlerin gözetiminde ve himayesinde' kapitalist gelişmeye yabancı bir olgu değildir. Somoza ailesinin bu ayrıcalıklı durumuna, siyasi yapıyı değiştirme konusunda kendilerini henüz güçlü hissetmeyen diğer burjuva kesimler uzun bir süre ses çıkaramadılar. Bu nedenle de Somoza ailesi zamanla Nikaragua'daki en büyük sermaye sahibi gruplardan biri haline geldi.
Somoza iktidarı, ABD'nin desteği ve Ulusal Muhafız üzerindeki hâkimiyeti sayesinde o denli güçlüydü ki, burjuvazinin diğer kesimlerinin temsiliyetine izin veren bir parlamenter sistemin uygulanmasında herhangi bir sakınca görmüyordu. Somazacı Milliyetçi Liberal Parti dışında, Muhafazakâr Parti, 1947'de Somozacı partiden kopan Bağımsız Liberal Parti ve 1957'de kurulan Hıristiyan Sosyal Partisi, Nikaragua'nın burjuva politik arenasının başlıca aktörleriydi. Muhafazakârlara mecliste sandalye ve bakanlık da veriliyordu. Bu demokrasi sosuna bulanmış hükümranlık sistemi 1970'lerin ortalarına dek böyle işledi. Burjuvazinin rejime muhalif kesimleri mücadele yöntemi olarak darbeler dışında bir yol bulamıyorlardı. Ancak Ulusal Muhafızların kuvvetli yapısı nedeniyle bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
Ne var ki kapitalist gelişme zamanla hem burjuvalar arasındaki rekabeti hem de toplumsal çelişkileri kuvvetlendirdi. Nikaragua burjuvazisinin tavrı, 60'lı yıllardan itibaren aşamalı olarak değişti. Somozaların büyüyen ekonomik gücü, daha önceleri diğer kapitalistler için çok ciddi bir tehlike oluşturmamıştı. Ancak Somoza ailesi faaliyet alanını genişlettikçe, elinde çok büyük bir siyasi güç olan bu grup, diğer burjuvalar için tehdit edici bir pozisyona geliyordu. Artık kendi egemenlik potansiyeline de güven duymaya başlayan burjuvazi siyasal sistemi yeniden yapılandırma ihtiyacını da hayata geçirmeyi gündemine almaya başlamıştı. Küçük-burjuvazinin önemli bir bölümünden de destek görmeye başlayan Somoza karşıtı burjuvazi, gitgide daha geniş kesimleri faal bir biçimde çözüm arayışı için harekete geçirmeye yöneldi.
Bu arada işçi sınıfı hareketi de gelişiyordu. Sınırlı ölçüde de olsa sendikal harekette bir canlanma görülmeye başlanmıştı. 1944'te kurulmuş olan Nikaragua Sosyalist Partisi yeraltı faaliyetlerini cılız da olsa sürdürmüştü. Fakat özellikle Küba Devrimi Nikaragua'da önemli etkiler yarattı. 1962'de FSLN kuruldu. Castroculuk temelinde bir mücadele öngören bu hareket, başarısız gerillacı faaliyetlerine rağmen varlığını sürdürmeyi başarabilmişti. Özellikle ABD emperyalizminin Vietnam'da geri adım atmasının belirlediği koşullarda gerilla faaliyeti de gittikçe güç kazanacaktı.
Nikaragua'daki muhalefet dış kaynaklı bu gelişmelerden etkilenirken, 70'lerin başında ekonomi de dünya piyasalarının dalgalanmalarından nasibini almaya başlamıştı. 1969 ile 1974 yılları arasında, başkent Managua'daki toplam 292 fabrikadan 108'i kapandı. GSMH'de önemli oranlarda düşüşler yaşanmaya başlanırken, petrol fiyatlarındaki yükselişle birlikte ekonomik istikrarsızlık pekişti. Tarım ve sanayi burjuvazisi, bu istikrarsızlık durumunu, işçi sınıfının sırtına yeni yükler yükleyerek aşma çabasına girişti. İşçi sınıfı ve yoksul köylülük ise yaşam koşullarını savunma ve yeni haklar elde etme mücadelesinde diktatörlüğün acımasız zulmüyle karşı karşıya kaldı.
Somoza karşıtı burjuvazi de işçi sınıfı ve köylülüğün derin hoşnutsuzluğunun farkında olmasına rağmen kitle hareketinin gelişmesi pahasına muhalefetini yükseltiyordu. Bu kesim, ABD'de iktidarda bulunan Demokrat Partinin desteğini almak üzerine hesaplar yapıyordu. 15 Aralık 1974'te Hıristiyan Sosyal Partisi, Nikaragua Sosyalist Partisi, Muhafazakâr Ulusal Eylem, Bağımsız Liberal Parti, Ulusal Seferberlik, Ulusal Kurtuluş, Anayasacı Hareket, Genel İş Konfederasyonu ve Ulusal İşçi Federasyonundan oluşan gruplar, Demokratik Kurtuluş Birliğini (UDEL) kurdular. Bu, Stalinizmin işçi devrimlerinin önünü kesmek için icat ettiği Halk Cephesi modelinin bir türünden başka bir şey değildi. Somoza iktidarının toplumsal tabanı iyice erimişti. Ulusal Muhafızlar dışında Somoza'nın güvenebileceği bir yapı kalmamıştı. Onlarınsa bir halk ayaklanması karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.
Sonu yaklaşan bütün diktatörlükler gibi Somoza ailesi de muhalefeti bastırmak için gözü kara bir şiddete başvurmaya başladı. 1975 yılı sonlarında FSLN'nin yeniden faaliyete başladığı bahanesi ile sıkıyönetim ilan edildi, basına sansür uygulanmaya başlandı. Grevler ve öğrenci hareketleri acımasızca bastırıldı. 1977 Eylülüne kadar süren bu terör dalgası her türlü muhalefeti ortadan kaldırmış, FSLN'nin güç kaybederek üç ayrı fraksiyona bölünmesine yol açmıştı. Bu görüntüden cesaret alan Somoza iktidarı, ABD'nin askeri kredileri karşılığında olağanüstü hali kaldırma kararı aldı. Ancak bundan sonra muhalefet, çok daha büyük bir enerjiyle sahneye çıkacaktı.
Somoza daha da güçlenen muhalefetle uzlaşmayı kabul etmedi. Hatta 10 Ocak 1978 günü UDEL'in lideri Pedro Joaquin Chamorro'yu öldürttü. Chamorro suikastının yol açtığı öfke muhalefeti bir araya getirdi. Bundan sonra Nikaragua'da süreklileşen kitle gösterileri, genel grevler ve kısmi ayaklanmalar eksik olmayacaktı. Nikaragua'da ikili iktidara doğru yol alan kuvvetli bir devrimci durum oluşmuştu artık. İşçi sınıfının başını çektiği yoksul halk kitleleri, polis güçleriyle karşı karşıya kaldıklarında kolektif güçlerinin ne kadar muazzam olduğunun farkına varıyorlardı. Halk hareketi burjuvaziden siyasal olarak bağımsız adımlar atma yönünde eğilimler gösteriyordu. Bu koşullar altında işçi sınıfının en çok ihtiyaç duyduğu şeyin, yani Bolşevik bir önderliğin yokluğu, sürecin bundan sonrasının da belirleyeni olacaktı. Bu boşluğu küçük-burjuva devrimci bir önderlik olan FSLN dolduracak ve sınıfının doğası gereği, kitlelerin toplumsal dönüşüm için duyduğu yakıcı ihtiyacı berhava ederek devrim sürecini rayından çıkaracaktı.
FSLN bu dönem boyunca fabrikalar ve barrio denen gecekondu semtleri de dâhil olmak üzere bütün bölgelerde geniş kapsamlı bir ajitasyon ve örgütlenme faaliyeti sürdürdü. İş bırakmalar, sokak gösterileri ve ayaklanmalar birbirini izledi. Aynı zamanda gerilla eylemlerine de hız verdiler. Kitle mücadelesi ile silahlı mücadeleyi birleştirip iktidarı devirmek konusunda kitleler nezdinde güven sağladılar. 9 Eylül 1978'de FSLN müfrezeleri Leon, Etseli gibi pek çok kente saldırarak halkın genel olarak ayaklanmasını sağladılar. Buna karşılık Ulusal Muhafız ayaklanan kentleri bombaladı. Sandinistlerin çekilmek zorunda kalmasıyla birlikte kıyıcı bir misillemeye başladı. Özellikle 13-19 yaşları arasındaki gençleri hedef alarak, kuşkulandığı herkesi işkenceden geçirip öldürdü. Eylül ayaklanması yaklaşık 6000 kişinin yaşamına maloldu. Ancak devrimci yükseliş öyle bir düzeye ulaşmıştı ki, bu yenilgi bile FSLN için büyük bir darbe olmadı. Toparlanan militanlar hızla semt komitelerini, sendikaları, kadın ve gençlik derneklerini güçlendirmeye giriştiler.
İkili iktidar dönemi
Mayıs ve Haziran aylarında Ulusal Muhafızlara karşı üç cephe açıldı. Latin Amerika'nın dört bir tarafından gelen enternasyonalist devrimciler de bu cephelerde savaştılar. 4 Haziran günü FSLN 'Devrimci Genel Grev' çağrısını yayınladı ve ertesi gün tüm ülke bu çağrıya uydu. Başlıca şehirler birbiri ardına ayaklandı. Ardından Ulusal Muhafızların gerçekleştirdiği katliam sonucunda nüfusun yüzde ikisine karşılık gelen sayıda insan, yani 50 bin kişi öldürüldü. Ancak devrim ilerlemeye devam ediyordu.
16 Haziranda Kosta Rika'da oluşturulan geçici hükümet, halkın yönetim organlarının yerini almaya başlamıştı. Geçici hükümette burjuva muhalefetin temsilcileri çoğunluktaydı. FSLN geçici hükümete katılarak, orada ağırlık sahibi olmak uğruna işçilerin ve yoksul köylülerin yönetim organlarını boşa çıkardı. İkili iktidar durumu burjuvazi lehine çözülmüştü. Devrimin küçük-burjuva önderliğinin sınırları bu kadardı, daha ileri gitmesi söz konusu olamazdı. Ne yazık ki, devrime süreklilik kazandırmak için kitlelere önderlik edecek ve özyönetim organlarının güçlenmesini sağlayacak Bolşevik anlayışta bir işçi önderliği de bulunmuyordu Nikaragua'da. Bu yüzden kitlelerin devrimci enerjisinin boşa gitmesi kaçınılmazdı.
İktidar dönemi
20 Temmuz 1979'da Managua'da kurulan hükümet Nikaragua burjuvazisine ve dünya kapitalist sistemine her türlü güvenceyi vererek işe başladı. Zaten hükümet bileşiminde bulunan bakanların çoğu burjuva idi. Eski ticaret odası başkanı sanayi bakanı, büyük toprak sahiplerinden biri tarım bakanı, eski bir ulusal muhafız albayı ise savunma bakanı olmuştu. İşçi inisiyatifinin en önemli unsuru olan özyönetim organları küçük-burjuva FSLN tarafından işlevsizleştirilmişti. Devletleştirmeler bile balıkçılık, madencilik ve Somoza'nın mülkleriyle sınırlı tutulmuştu. Özel sektör ekonomi üzerinde belirleyiciliğe sahipti ve faaliyetlerine hiçbir engellemede bulunulmayacaktı. Somoza'nın anlaşmasını yaptığı tüm dış borçlar kabulleniliyordu.
Ancak ayağa kalkmış devrimci kitleler üzerinde otorite kurmuş olan FSLN her şeye rağmen geçmiş deneyimleri unutmayan burjuvazi için bir güvensizlik kaynağıydı. O günkü uluslararası koşullarda bu özellikle geçerliydi. Küba örneği gerek halkın gerek burjuvazinin hafızasında tazeydi. Halk hareketinin devrimi sürdürme eğilimlerine rağmen burjuvazi süreci sonlandırmak istiyordu. Devrimden sonra iktidarlarının asıl kaynağı olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetlerini sağlama alan burjuvazinin bundan sonra yapacağı bir tek şey kalıyordu: siyasi otoritesini oluşturmak için FSLN'yi proleter unsurlarından temizleyerek ehlileştirmek ya da bunu başaramadığı takdirde iktidarın dışına itmek. Burjuvazi bu doğrultuda hareket ederek içerden ve dışardan FSLN üzerinde baskı oluşturmaya başlayacaktı.
Nikaragua devrimi, ABD'nin ağırlıkla İran sorunu ile boğuştuğu bir dönemde gerçekleşmişti. İran'da uğradığı bozgunun ardından tahammülsüzlüğü artan ABD emperyalizmi, 1980'de Ronald Reagan'ın başkanlığa seçilmesiyle birlikte daha müdahaleci bir rol oynamaya başladı. Nikaragua tıpkı Küba gibi ekonomik abluka altına alınırken, devrim karşıtı Kontralar da doğrudan ve dolaylı olarak desteklenmeye başlandı. ABD 1981-1984 yılları arasında sadece resmi olarak kontralara 80 milyon dolar yardımda bulundu. Yasadışı yollarla yapılan yardımlarsa daha sonraki yıllarda Albay Oliver North davasıyla gözler önüne serildi. Bu dönemde Kontraların saldırıları ile 11 bin Nikaragualı yaşamını yitirmişti.
Bu süreçte burjuvazi, yönetim organı olan Devlet Konseyinden desteğini çekmeye ve FSLN'yi yıpratmaya başladı. Ülkenin ekonomik durumu kötüleşip Kontra savaşı 1983 ve 1984'te yaygınlaştıkça, hükümetin kaynakları azaldı. Ekonomi ancak dış borç ile sürdürülebiliyordu. ABD'nin ambargosuna ve Batılı ülkelerin düşen yardım miktarlarına karşın hükümet, SSCB ve Doğu Bloku'nun yardımlarıyla ayakta durmaya çalışıyordu. 1985'e kadar 3,3 milyar dolara yakın dış borç alınmıştı. Ancak 1987'den sonra bu yardımlar da iyice geriledi.
1983 Ekiminde ABD Granada'yı işgal edince, sırada Nikaragua'nın yer aldığı düşünülmeye başlandı. Bunun üzerine Devlet Konseyi ABD'yi durduracak bir uluslararası meşruiyet sağlayacağını düşünerek seçim kararı aldı. Seçimle ulusal bir meclis oluşturulacaktı. Bu durum aslında işlevsizleşmiş olan, ancak yine de Devlet Konseyi üzerinde etkisi olan Sandinist Direniş Komitelerinin ve sendika komitelerinin ortadan kalkması yani devrimin örgütlerinin son kalıntılarının da yok olması demekti. Sandinistler bu kararı kendi tabanlarına, halk örgütlerinin parti aracılığıyla yine ağırlıklarını sürdüreceklerini ileri sürerek anlatmaya çalıştılar ve onları böyle ikna etiler. Elbette bu durum, halkın kendi özörgütlülüklerini tasfiye etmekten başka bir anlama gelmiyordu.
FSLN komutanlarından Daniel Ortega, 1985'te yapılan seçimle devlet başkanlığına seçildi ve aynı yıl Reagan yönetimi Nikaragua'ya ağır bir ticaret ambargosu uygulamaya başladı. 1988'e gelindiğinde Sandinistler ekonomik krizin etkileriyle artık baş edemez noktaya varmışlardı. şubat 1988'de yürürlüğe konan ekonomik önlemler paketine Haziranda daha ağırları eklenince hükümete karşı yaygın bir öfke doğdu. Aralık ayında enflasyon %33.000 oranındaydı. Sandinist iktidar sona doğru yaklaşıyordu. 30 bin kişinin öldüğü iç savaşı sona erdirmek için barış planını kabul eden Ortega ve Sandinista hareketi, 1990'da seçimleri kaybetti. Böylelikle toplumsal bir dönüşüm için ayağa kalkan ve kanlarını döken on binlerce Nikaragualı emekçinin mücadelesi küçük-burjuva bir önderliğin marifetiyle yenilgiye uğratılmış oldu.
Nikaragua deneyiminin öğrettikleri
Nikaragua'da yaşanan devrimci deneyim, o esnada da sonrasında da sosyalist harekette pek çok tartışmaya yol açtı. Kimileri Nikaragua'da yaşananları bir işçi devrimi olarak nitelerken, kimileri de 'uzun erimli halk savaşı'nın sonunda yönünü sosyalizme çevirmiş bir halk iktidarının oluştuğunu söylediler.
İşçi devrimi, burjuva devlet aygıtının lağvedilmesi ve iktidarın özyönetim organları aracılığıyla işçi sınıfının eline geçmesi demektir. Bu nedenle başarılı olmuş yegâne işçi devrimi 1917 Ekim Devrimidir. Nikaragua'da FSLN iradesiyle burjuva devlet aygıtının parçalanması önlenmiş, özyönetim organları işlevsizleştirilmiştir. Devlet Konseyine teslim edilmiş olan devrimin kaderi de bu yüzden diğer başarısız devrimlerin kaderinden farklı olmamıştır. Komünist çizgiden uzak bir önderlik olan FSLN'nin hegemonyası altında devrimin ilerleyişi durdurulmuştur. Devrim, kapitalist işleyişin dışına çıkmayan ulusal kalkınmacı bir burjuva iktidarın kurulmasından başka bir şeye yol açmamıştır ve böylece de devletin ekonomide daha fazla rol üstlenmesiyle yani devlet kapitalizmi yoluyla emperyalist sistemle bütünleşmesini sağlamıştır. Bu yüzden, Castroculuktan alabildiğine etkilenmiş ve Küba'nın desteğine sahip FSLN'nin önderlik ettiği devrim, değil bir işçi devrimine, SSCB'nin varlığına rağmen, Küba tipi Stalinist bir bürokratik diktatörlüğe dahi evrilememiştir. Kapitalizmin sınırlarını aşan bir mahiyete hiçbir zaman ulaşmamıştır.
Ancak bunu FSLN gibi küçük-burjuva devrimci önderliklerden beklemek de sınıf mücadelesinin doğasını anlamamak anlamına gelir. Bu perspektife ancak dünya devrimini gerçekleştirmek için enternasyonal bir mücadele sürdüren devrimci Marksistler sahip olabilir. Nikaragua'da ve benzerlerindeki başarısızlıkların son tahlildeki sebebi Bolşevik bir önderliğin olmayışıdır.
Yanlış kavrayışlar günümüzde de, özellikle Latin Amerika'da güncel bir tehlike oluşturmaya devam etmektedir. Onca tarihsel deneyime rağmen bunlardan ders çıkarmayanlar küçük-burjuva ve burjuva önderliklerin peşinde kendilerinin ve işçi sınıfının nefesini tüketmektedir. Proletaryanın devrimci davasıyla hiçbir ilgisi olmayan Ortega ya da Chavez gibileri 21. yüzyıl sosyalizmini kuracakları yalanını söyleye dursunlar, proleter kitlelere sosyalist dünya devrimi yolunda rehberlik edecek bir devrimci önderlik ihtiyacı tüm yakıcılığıyla önümüzde durmaya devam ediyor.
link: Selim Fuat, Nikaragua Dersleri, 14 Nisan 2007, https://marksist.net/node/7217
Devrim Yılları – 1905
"Afrikamdan Defol!"[1]