Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Ahmed Arif 1927 yılının Nisan ayında Diyarbakır’da dünyaya geldi. Daha çocuk yaşta halkın nasıl ezildiğine tanık oldu ve daha o yıllarda mücadele etmeye başladı. Çocukluğunda tanık olduğu bir olayı ve verdiği tepkiyi şöyle anlatır Ahmed Arif: “O dönem ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ diye bir kampanya başlatmıştı devlet. Türkçe konuşmayanlar daha doğrusu konuşamayanlar karakola çekiliyor. Bir gün yine karakolun önünde adamın biri çıplak halde soyulmuş polis tarafından dövülüyor. Çocuk aklımızla aldık sapanlarımızı bıraktık taşları, 2 polisi devirdik yere ve hemen uzaklaştık, akşam mahalleye geldiğimizde herkes bundan söz ediyordu.”
Ortaokulu Urfa’da, liseyi Afyon’da okuyan Ahmed Arif, Ankara’da üniversiteye başlar. Mezun olana kadar yine gözaltına alınmalar sürekli ev baskınları... Bu baskınlarda onlarca şiirinin yakılıp yırtıldığını, polis tarafından el konulduğunu hüzünle anlatır Ahmed Arif. Bu baskılar altında üniversiteyi bitirmeye çalışırken Ankara’da Merkez Bankası’nda işe başlar. Ancak yine polis tarafından gözaltına alınır, kendisine çevreden para topladığı ve bu parayı da komünistlere verdiği yönünde zorla kâğıt imzalatılmak istenir. Tabii bunu kabul etmez, günlerce akıl almaz işkencelere maruz kalır. O zorlu dönemi şöyle anlatır: “Görme duyumu kaybettiğimi sanmıştım bir ara çünkü hep karanlıktı, bir insana yapılacak en ağır işkenceleri gördüm ve çıldırmak üzere idim. Polis işkenceye hiç ara vermiyordu, Ahmed işkenceden delirdi demesinler, annemin haberi olmasın diye (onlar beni yurt dışında sanıyorlar) bir yolunu bulup bileklerimi kestim. Son anda hastaneye yetiştirmişler, garibime gitti. Adamlar hem işkence yapıyor hem de ölmeme izin vermiyorlar. İnsanlık namına mı bunu yapıyorlar diye düşünmeyin, iyileşmeme yakın hastaneden çıkartıp yeniden işkenceye devam ettiler. Düzmece tanıklara imzalattıkları belge, benim 38 ayıma mal oldu.” Bunca acıya rağmen inatla şiirlerini yazmaya devam eder. Egemenlere inat öfkesini şiirlere döken Ahmed Arif, şiirlerinde Anadolu’nun yoksul emekçilerini anlatır.
Yiğitlik inkâr gelinmez
Tek’e tek dövüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
Ahmed Arif, 33 Kurşun şiirini, 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde yargısız kurşuna dizilmiş 33 Kürt köylü için yazmıştı. Bu yargısız infaz, aradan üç yıl geçtikten sonra gazetelerin bazılarında çok küçük bir yazı olarak yer aldı. Tabii Arif’ten bu şiirin hesabını sormak isteyen egemenler, zorbalar da gecikmedi. “33 Kurşun şiirini yazınca geceden sabaha dövdüler beni bu şiiri yazdım diye, okumamı istediler ben de okumadım. Sabah baygın bir şekilde top sahasına attılar, köpekler koklayınca beni yiyecekler diye çok korktum. Sonra çöpçüler beni kendime getirdi, bir hafta yataktan kalkamadım.”
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Ahmed Arif yaşadığı topraklardan, mücadelesinden hep gurur duymuştur. Bunu tüm yaşamı boyunca da dile getirmiştir. Yaşamı boyunca hakkını aramış; ezilenin ve güçsüzün yanında durmuştur, kâh ozan kâh komünist kimliğiyle... Emekçiler sömürülmesin, insanlar ezilmesin, ölmesin diye yaşamının sonuna kadar mücadelenin içinde yer almıştır Ahmed Arif. O işçi sınıfının şairlerindendir. Yazdığı şiirler burjuva devletin acımasızlığını, zalimliğini yüzüne vurur. Ahmed Arif insanların dillerine, dinlerine, etnik kökenlerine bakmadan ezilen ve emeği sömürülen çoğunluğun yanında olmuştur. Tabii ki bunun bedelini de yaşamı boyunca çok ağır ödemiştir. Ama o mücadeleden vazgeçmemiş ve bizlere anlamlı bir miras bırakmıştır. Hayatının anlamını şu güzel ifadelerle aktarır bizlere: “Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.”
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
Sonu gelmiş bu kapitalist sistemi alaşağı etmek için mücadelemize ve mücadelemizin şairlerine sahip çıkıyoruz. Sınıfların, sömürünün, savaşların olmadığı, emeğimizin sömürülmediği, özgürce yaşayacağımız bir dünya yaratmak istiyoruz. Selam olsun mücadelemize, geçmişte, günümüzde ve gelecekte mücadelemize ışık tutanlara, bu mücadeleyi biz işçi sınıfına miras bırakanlara!
link: Esenyurt’tan bir MT okuru, Yüreğinde 33 Kurşun Taşıyan Şair, 15 Mayıs 2017, https://marksist.net/node/5650