Dünya tarihinin son birkaç yüzyılına damgasını vuran kapitalizm insanlığın çok büyük bir bölüğü için mutsuzluk ve çıkışsızlık üretmeye devam ediyor. Kapitalizmin temel dayanak noktası olan insanın insan üzerindeki sömürüsü nedeniyle milyarlarca insan bu dünyada gün yüzü görmüyor. Yaşamın, doğanın, birlikteliğin tadını çıkarmak şöyle dursun, dünya yüzündeki yüz milyonlarca insan için yaşam sadece katlanılması gereken zorlukların ve acıların bir geçidi gibi. Toplumun, ezenler ve ezilenler, zenginler ve yoksullar, yani patronlar ve işçiler olarak yarılması insanlığın başına her türlü belâyı sarmaya devam ediyor. Kapitalizmin içinde debelenip durduğu yapısal kriz ve bunun bir sonucu olarak kendine özgü yöntemlerle giderek yayılan Üçüncü Dünya Savaşı bu güvensizlik ve mutsuzluğu daha da arttırıyor. Yüz milyonlarca insan, kapitalizmin yarattığı karanlığın, kasvetin doğrudan etkisi altında depresyonla boğuşuyor.
Rakamların diliyle mutsuzluk
Yapılan araştırmalara göre dünya yüzünde 350 milyon insan depresyon tedavisi görüyor. Bu, her 20 kişiden birinin depresyon yaşadığı anlamına geliyor. Türkiye’de ise depresyon tedavisi görenlerin sayısı 2014’te 8 milyon 180 bin civarında tespit edildi. Türkiye nüfusunun 78 milyona yakın olduğu düşünüldüğünde, bu neredeyse her 9 kişiden birinin depresyonda olması demektir.
Dünya Sağlık Örgütü, her 3 saniyede bir dünyada bir intihar girişimi olduğunu, her 40 saniyede bir intihar girişiminin ölümle sonuçlandığını açıkladı. Resmi rakamlara göre her yıl 800 binden fazla insan intihar ederek yaşamına son veriyor. Son 50 yılda intihar eden insan sayısı %60 oranında arttı. Günümüzde intihar, tüm dünyada insanların en yaygın ölüm nedenleri sıralamasında ilk 10’da yer alıyor. TÜİK verilerine göre son 10 yılda Türkiye’de 29 bin 253 kişi intihar sonucu hayatını sonlandırdı. Yani yılda yaklaşık 3 bin insan, kendinde yaşayacak, bu dünyaya katlanacak güç bulamayarak yaşamına son verdi. 2014 yılında Türkiye’de her yüz bin kişiden 4’ü intihar etti. Üstelik verilere bakıldığında gençlerin, genç erişkinlerin intihar oranları çok daha hızlı bir biçimde artıyor. Yani kapitalizmin insanlık dışılığı, kasveti, en çok gençlerin yaşamını ellerinden alıyor.
Kapitalizm insanların mutsuzluğunu bile kâra dönüştürüyor. Türkiye’de son 5 yılda tüketilen toplam depresyon ilacı 211 milyon 577 bin kutu oldu. 0-6 yaş arasındaki çocuklara bile antidepresan veriliyor. Depresyon tedavisi nedeniyle ilaç verilen çocuk sayısı 2013’te 10 binin, 2014’te 5 binin üzerindeydi. İnsanların tüm sorunlarını çözmeyi vaat eden saçmalıklarla dolu spiritüel kitaplar, insanlara kendi iç dünyalarına dönmeyi, insani değerler karşısında “ben”i yüceltmeyi öğütleyen kişisel gelişim kitapları yok satıyor. Depresyondan kurtulma rehberi kıvamında psikologlar yüksek ücretlerle seans üstüne seans yapıyor. Anneler-babalar ekonomik şartlarını zorlayarak, çocuklarını doktorlara göndererek, gönüllü biçimde antidepresanla uyuşturulmalarına razı oluyor. Böylece toplum kendisine aslında hiçbir çıkış yolu sunmayan beyhude denemeler yapıyor. Çözüm diye sunulan tüm yöntemler kapitalizmin ikiyüzlü duvarlarına çarpıp parçalansa da yeniden ve yeniden üretiliyor, pazarlanıyor.
Toplumsal sorunların bireysel çözümleri olamaz!
Depresyonun nedenleri de sonuçları da toplumsaldır. Kapitalizm toplumu bölüp parçalar ve yarattığı sorunların gerçek nedenlerini ve sonuçlarını, toplumsal yönünü, örgütsüz kitlelerin gözünden gizlemeye çalışır. Sorunların bireysel olduğu ve bu sorunları çözmekle mükellef olanın yine birey olduğu fikri işlenir ve kitlelere benimsetilmek istenir. Birey çevresinden soyutlanır, sorunların kendi yeteneksizliğinden, şanssızlığından, eğitimsizliğinden, ihanete uğramışlığından, yeterince çabalamamasından, yanlış tercihlerinden vb. kaynaklandığına inandırılır. Toplumsal olarak ele alınmadıkça çözülmesi mümkün olmayan sorunlar kapitalizmde tek tek bireylerin omuzlarına yıkılır. Bu durum çelişkileri daha da derinleştirir. Kapitalizme karşı örgütlenme iradesi göstermeyi zorlaştırır, mutsuzluğu derinleştirir.
Meselâ depresyon nedenleri sıralanırken stres en başa konulur ve büyük şehirlerde yaşamanın stresi arttırdığı muhakkak eklenir. Bu tespit yanlış değildir, tüm veriler büyük şehirlerde yaşayan insanların daha çok depresyona girdiğini doğruluyor. İşte bu noktada şehirde yaşayan yüz milyonlarca insana kent yaşamının stresiyle baş etme formülleri sıralanır. Trafikte nefes terapisi yapmaktan ıssız bir sahile gidip avazı çıktığınca bağırmaya kadar her türlü yalancı yöntem önerilir. Peki, kırı kentten keskin çizgilerle ayıran, doğayı katleden, kentleri beton yığınlarına döndüren, sünger gibi şişiren, trafik sorununu içinden çıkılmaz hale getiren, barınmayı büyük bir sorun haline getiren şey bizzat kapitalist kâr mantığı değil midir? Boşluğa çığlık atmak, derin nefes almak kapitalizmi yok etmeye yetmeyeceğine göre bu öneriler tam bir şarlatanlık değil midir?
Örneklerimize devam edelim. Depresyon tedavisi gören kadın sayısı erkekleri ikiye katlıyor. Kadınlar da yaşadıkları mutsuzluğu bireysel yöntemlerle aşmaya zorlanıyor. Oysa bu da mümkün değildir. Her beş evin birinde tecavüz vakası yaşanıyor. Kadın cinayetleri 10 yılda 13 kat arttı. Her yıl 200 kadın töre cinayetlerine kurban gidiyor. Sokaklarda, karakollarda, evlerde dövülen, yerlerde sürüklenen kadınların görüntüleri sadece kameralardan, videolardan yansımıyor, sık sık karşılaşılan gündelik manzaralar olarak gözlere sokuluyor. Erkek egemen zihniyet kadınlar için aşamadıkları bir sorunlar silsilesi yaratıyor. Durum buyken, cinsiyet ayrımcılığı, her türlü biçimde kışkırtılan kadına yönelik şiddet nasıl bireysel sorunlar olarak ele alınabilir?
Kapitalist üretimin mantığı gereği üretim giderek daha fazla toplumsallaşıyor. Kadının ucuz işgücü üretime çekiliyor. Yoksulluk nedeniyle milyonlarca kadın fabrikaların yolunu tutuyor. Çocuk doğurması da beklenen yüz milyonlarca kadın, bu çocukların bakımından da, ev işlerinden de tek başına sorumlu tutuluyor. Ağır çalışma koşullarına ek olarak yapılan bu işler kadınları sosyal hayattan koparıyor. Kendini zihinsel ve ruhsal olarak yeniden üretmesini engelliyor. Ama kadınların hallerinden asla şikâyet etmemesi, her şeye sebat etmesi, evin direği rolünü oynaması bekleniyor. Bu durumdan mutsuz olan kadınlar kendi başlarının çaresine bakmaya zorlanıyor, hatta nankörlükle suçlanıyor. Toplumsal işbölümünün yarattığı yükü yok saymak, yüz milyonlarca kadını kaderine terk etmek değil midir?
İşsizlik de depresyonun temel nedenleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. İşsiz insanlar topluma yük olarak görülüyor. İş arayan işçilere, kurslara gitmek, KPSS türünden sınavlara girmek, torpil aramak, sunulan tüm şartlara boyun eğmek gibi pek çok “seçenek” sunuluyor! İşçi bu seçeneklerden hangisini değerlendirirse değerlendirsin iş ve yaşam koşulları üzerinde söz sahibi olamıyor. Nerede iş bulacağı, ne kadar ücret alacağı, hangi tempoda çalışacağı, mesaiye kalıp kalmayacağı işçiye bağlı değil. Tüm bunlar mutsuzluk ve depresyon için fazlasıyla yeterli değil midir?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Doğanın talan edilmesinden iş kazalarına, sevgisizlikten hayat pahalılığına kadar tüm sorunlar bireysel değil toplumsaldır. Toplumun genelini oluşturan milyarlarca emekçinin değişik düzeylerde maruz kaldığı sorunlar sistemden kaynaklanmaktadır ve tek tek emekçiler tarafından çözülmesi mümkün değildir. Bunun tersini iddia etmek cehaletten kaynaklanmıyorsa tam bir ikiyüzlülüktür. Bu gerçeği gizleyenler, kapitalist sömürü düzenine hizmet etmekte ve insanlığın yaralarını kanatan bu sistemi insana rağmen savunmaktadır. Mesele kapitalizmin o veya bu uygulaması değil ta kendisidir.
“Kapitalizmin tüm can yakıcı yönleriyle işçi ve emekçi kitlelerin gözünde lime lime teşhirini önlemeye çalışanlar, sorunun kapitalizmden değil de onun «vicdansız» şekilde uygulanmasından kaynaklandığı propagandasını yürütüyorlar. Pepsi Cola tekelinin dünya başkanı Indra Nooyi’nin açıklaması bu çerçevede çarpıcı bir örnek oluşturuyor: «Kapitalizm aslında iyi bir şey. İnsanlardaki yeteneklerin, vasıfların ortaya çıkmasını sağlayan bir araç. Öte yandan kapitalizmin vicdanlı olması lazım. Vicdanını kaybeden kapitalizm beraberinde felâket getirir…»”
“… Oysa dünya üzerindeki işçileri ve emekçileri yıllarca inanılmaz bir sömürü, yoksulluk, baskı ve acı sarmalında süründüren bu kapitalizmden başka bir kapitalizm olmadığı, olamayacağı son derece açık ve bilimsel bir gerçektir.” (Elif Çağlı, Kapitalizm Çıkmazda, Ocak 2012) Kapitalizmin insanlığın başına belâ olduğunu söyleyen kapitalistlerin artması, kapitalizmi daha “vicdanlı” yapmayacaktır. Onun işçi sınıfının kazacağı mezara girmesi gerektiği gerçeğini değiştirmeyecektir.
Depresyonun ilacı örgütlülüktür
Dayanışma, güven, farklılıklara rağmen kardeşlik, yaşama sevinci, toplumsal eşitsizliğin pençeleri arasında ezilip yok oluyor. Toplumsal eşitsizlik, sefaletle birlikte manevi çöküntüyü, yozlaşmayı derinleştiriyor. İnsani değerleri tahrif ediyor. Bencillik, bireycilik, kıskançlık, tatminsizlik, rekabet, hırs, yalnızlık, duyarsızlık, tutarsızlık, şiddete eğilim, siniklik gibi duyguları insanların genel davranış ve kişilik özellikleri haline getiriyor. Kapitalist sınıfın bundan bir şikâyeti yoktur. Ama bu durum dayanışmaya, örgütlenmeye en çok ihtiyaç duyan işçi sınıfının saflarını şiddetle vuruyor.
Tarihin göreve çağırdığı işçi sınıfına gerçek mutluluğun olanaklarını, örgütlenmek ve kurtuluşu için mücadele etmek sunacaktır. Tükenişin eşiğine gelen insanlığı da örgütlenen ve kapitalizmi yıkan işçi sınıfı gerçek mutlulukla tanıştıracaktır. Komün’ü kurarken ve saflarında dövüşürken Parisli “ayaktakımının” Komün tasvirlerine yansıyan kahkahaları, Ekim Devrimini gerçekleştiren proleterlerin gözlerine yansıyan ve burjuvaların asla anlayamadığı umut ve parıltı bunun kanıtıdır. Henüz bir devrim deneyimi yaşamasa da içinde yaşadığımız toplumda da işçi sınıfının görece örgütlü olduğu 70’li yıllarda iyimserlik, güven ve dayanışma pek çok alanda yansımasını bulmuştur. 12 Eylül darbesi ise karamsarlık, inançsızlık ve depresyon yaymıştır. Uzun sözün kısası kapitalizm çıkmazdadır ve depresyonun ilacı kapitalizmi yıkmak üzere örgütlenmektir.
link: Ezgi Şanlı, Kapitalizm Çıkmazda, İnsanlık “Depresyonda”, 8 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4639
Vicdanlı Bir Kapitalizm Mümkün mü?
Kıbrıs’a “Suyu Özelleştirin” Dayatması