İnsanlığın tarihsel yolculuğu hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlememiştir. Doğa karşısında verdiği mücadeleden toplumsal yaşama, sınıf çatışmalarına varıncaya dek insanlık nice çetin mücadelelere girişmiş, büyük zaferlerle birlikte büyük acılar da yaşamıştır. Derin acılar ve sevinçler karşısında, Elif Çağlı’nın ifade ettiği gibi, bazen düzyazının hükmü sona erer. Tam da bu esnada şiirler, resimler, ağıtlar yardımına koşar insanın. Bu noktada denilebilir ki, sanat insanlığın on binlerce yıldır süregelen yürüyüşünün en sadık tanığı olmuştur. Mağaralara çizilen resimlerden Rönesans’ın eşsiz tablolarına, egemenlerin ihtişamlı saraylarına dek birçok sanat eseri aslında yaşanan dönemin izlerini yansıtan birer insanlık abidesidir. 16. yüzyılda yaşamış olan ressam Pieter Bruegel’in Ölümün Zaferi (The Triumph of Death) adını verdiği tablosu da bu eserlerden biridir.
Tablo mezhep savaşlarının tüm kıtayı sardığı, açlığın, kıtlığın ve kara veba denen salgının patlak verdiği, milyonlarca yoksul köylünün adeta ölümlerden ölüm beğendiği bir dönemin ürünüdür. Bruegel, yaşamın üzerine bir karabasan gibi çöken ölümü tüm çıplaklığıyla resmeder. Zamanın ruhunu yansıtırcasına tabloya ağır bir kasvet hâkimdir. Resimde iskelet olarak tasvir edilen ölüm, tüyler ürpertici bir soğukkanlılıkla ve adanmışlıkla yaşama dair ne varsa yok etmeye çalışır. Tek tek ya da toplu halde boğazlanan insanlar ölümden bireysel olarak kaçışın mümkün olmadığı algısını pekiştirir. Kıyıya vuran balıklar, kuşlar, ağaçlar da bu katliamdan nasibini alır. Manzara korkunçtur: Dehşet içinde kaçışan insanlar, alabora olmuş tekneler, harabeye dönmüş bir şehir… Şehrin yamaçlarından yükselen cehennemî bir ateş… 16. yüzyıl Avrupa’sının resmidir bu. Bruegel, eserini tamamladıktan sonra tuvalin altına şu kısa ama çarpıcı notu düşer: “Bütün bu savaş, kavga; hepsi para ve mal için.”
Eserin resmedildiği dönemin üzerinden dört yüzyıldan fazla zaman geçti. Para ve malın sembolize ettiği kapitalizm dünyaya hâkim oldu, gelişti. Kendi gelişimiyle birlikte yıkıcı araçları da geliştirdi. Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı yüz milyondan fazla insanın yaşamına mal oldu. Kullanılan kimyasal silahlar, bombalar doğa üzerinde korkunç tahribatlara sebep oldu, olmaya devam ediyor. Kapitalizmin insanlığa sunduğu manzara bugün de farklı değildir. Ortadoğu’da yaşanan ve gitgide yayılan bir savaş, umut yolculuklarında alabora olan tekneler, yitip giden canlar… Kentleri yıkıp geçen seller, kasırgalar, yangınlar… Bruegel’in tablosunu hatırlatırcasına, bugün de ölüm insanlığa yeryüzünde cehennemi yaşatmaya devam ediyor. Tabloya dikkatli bakarsanız, Reyhanlı katliamındaki Zahide Ana gibi iki elini göğe açıp haykıran yaşlı kadını göreceksiniz. Burada sanatçının fırçasında canlanan, ezilenlerin yüreğindeki ortak acıdır.
Kapitalizm tarihi boyunca savaş ve yıkım eksik olmamıştır yeryüzünden. Dünya halklarını kavuran iki dünya savaşının ardından ilan edilen 1 Eylül “Dünya Barış Günü” de burjuvazinin safsatasından ibarettir. Nitekim bugün de emperyalist savaş ateşinin giderek yayıldığı, daha büyük felâketlerin kapıda olduğu bir dönemde karşıladık “Dünya Barış Günü”nü. Burjuva sözcülerinin ikiyüzlü söylemlerinin aksine, biz işçiler biliyoruz ki kapitalizm yeryüzünden silinmedikçe savaşlar da son bulmayacak. Biliyoruz ki kapitalist düzen altında “barış” savaşa hazırlık için ihtiyaç duyulan bir ateşkesten ibaret olacak. İnsanlığın yüzyıllardır özlemini kurduğu, hep bir ağızdan haykırdığımız gibi; barış dünyaya işçilerin mücadelesiyle gelecek!
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, Akarsuyun Meyve çağında ağacın, Serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: –çürüyen diş, dökülen et–, Bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler, Ve elbette ki, sevgilim, elbet, Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla Bu güzelim memlekette hürriyet.
link: Gebze’den genç bir işçi , Dünyaya Barış İşçilerle Gelecek!, 11 Eylül 2021, https://marksist.net/node/7454
Engels: Komünizmin Ölümsüz Savaşçısı /11