Yeni Dünya “Düzeni” mi?
ABD emperyalizminin uzun süredir hazırlanmakta olduğu Irak Savaşı başladı. Saddam’ı kendi emperyalist emelleri için bir saldırı bahanesi haline getiren Bush ekibi, Irak’a ve çevre ülkelere demokrasi götüreceği yalanıyla yola çıktı. Oysa petrol ve silah tekellerinin doğrudan temsilcisi bu eli kanlı yönetici ekip, dünyanın dört bir köşesinde demokrasi istemiyle kendi diktatörlerine karşı ayaklanan halklara, karşı-devrimden başka bir şey götürmemiştir. Zaten bu emperyalist egemenlerin yıllardır süren kirli oyunları, halkların devrimci mücadelelerini kanlı darbelerle ezen uygulamaları olmasaydı bugün Irak’ta Saddam rejimi olmazdı. Evet Saddam rejimi devrilmelidir; demokratik bir yaşam, Şiisiyle, Kürdüyle, Türkmeniyle Irak halklarının elbette hakkıdır. Ama kimse kendini kandırmasın; demokrasi ve daha iyi bir yaşam hiçbir zaman zorbalar tarafından armağan edilmedi; güzel şeyler bizzat halkların mücadelesiyle kazanılabilir.
İnsanlığın binlerce yılda yarattığı uygarlık, çıkarmak istediği paylaşım savaşlarına “uygarlıklar çatışması” gibi ideolojiler icat eden ABD emperyalizminin asker postalları, tankları altında eziliyor. Uygarlıkların en eski beşiği Mezopotamya, kapitalist düzenin çılgınlığını sergileyen modern “barbarlar”ın eliyle yakılıp yıkılıyor. Orta Doğu’da yaşayan milyonlarca işçi ve emekçi, kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla, ileri teknolojiyi kendi ellerinde bir kıyım mekanizmasına dönüştüren kapitalist silah tekellerinin “akıllı” silahlarının ateşi altında can veriyor.
Daha işbaşına gelir gelmez işçi ve emekçi haklarına yönelttiği saldırılarla, diğer burjuva partilerinden hiçbir farkının olmadığını kanıtlayan AKP hükümeti, ABD ile yürüttüğü tezkere pazarlıklarının tozu dumanı arasında yolunu kaybetmiş gibi. ABD’nin silahlı güçleri ise, “üslerin modernizasyonu” bahanesiyle “çaktırmadan” topraklarımıza yerleşti. Önümüzdeki dönemdeki gelişmelere bağlı olarak pazarlıkların nasıl sonuçlanacağı netleşmemiş olsa da, bu şimdilik fiili bir durumdur. Uzun süredir kapımızı çalan savaş tehlikesi artık bir gerçekliğe dönüştü. Amerika’nın Orta Doğu’da patlayan “akıllı” bombaları, ne hikmetse (!) yolunu şaşırarak Türkiye’de de yoksul insanların tepesine düşmeye başladı.
Emperyalist savaş yanlısı burjuvalar ve onların basındaki kalemşorları, AKP hükümeti ABD’nin istekleri doğrultusunda gereken tüm tezkereleri kabul etmezse, piyangoda vuracak talih kuşunun ebediyen kaçırılmış olacağını söylüyorlar. Amerika’nın Irak’a karşı başlattığı haksız savaşı, Musul ve Kerkük petrol bölgelerine doğru uzanmak için bir fırsat olarak gören Türkiye burjuvazisi, kendisine Kuzey Irak’a giriş izninin verilmemiş olması nedeniyle pek üzgün. ABD ise, stratejik ortaklık payesiyle taltif ettiği Türkiye’nin, topraklarını binlerce Amerikan ve İngiliz askerinin geçişine henüz açmamış olması nedeniyle fena halde öfkeli. Şimdi Türkiye’deki savaş lobisi, Amerikan, İngiliz ve Türk egemenlerinin arasını düzeltebilmek, bir orta yol bulmak için kendilerini paralıyor. Sorduğunuzda hepsi savaşa “karşı”dır; elhamdülillah hepsinin savaştaki ölümler karşısında “cız” eden bir yüreği vardır! Ne var ki ağızlarından çıkan sözlere bakacak olursanız, artık “akıl” “vicdan”a galip gelmeli ve “cüzdan” asla unutulmamalıdır! Şimdi onlar, bu savaşta aktif rol üstlenmezse Türkiye’nin kaybının daha büyük olacağını söylüyorlar. Böylece savaşa karşı çıkan güçleri, tezkereye hayır oyu veren CHP ve AKP milletvekillerini köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar. İnsan hayatını borsa endekslerinden okuyan ve herkesi piyasanın iniş çıkışlarıyla terbiye etmeye azimli sefil kapitalizm hayranlarının savaş kayıplarından anladığı şey, bombalar altında ölecek olan işçi, emekçi erlerin ve sivil insanların sayısı değildir. Onların sayılar dünyasında yalnızca doların, faiz oranlarının, hisse senedi değerlerinin, borsa endekslerinin parasal ifadeleri yer alıyor.
Amerikancı medya kanalları, Bağdat’a, Basra’ya, Musul ve Kerkük’e yağmakta olan bombaların görüntüsüyle bezeli tam günlük naklen savaş yayınlarıyla reyting yarışına çıkmış durumdalar. Savaş görüntülerinin arasında Amerikan yapımı silah reklamlarını da izleyebilirsiniz! Bu daha bir başlangıç; “bizi izlemeye devam edin”, “arkası yarın” geliyor! Unutmayın, ABD emperyalizminin savaş ilan ettiği “şer ülkeleri” sıradalar! Amerika’nın kâr hırsıyla canavarlaşmış silah ve petrol tekellerinin Orta Doğu ve Orta Asya’da göz diktiği nüfuz alanlarının paylaşım mücadelesi daha da kızışacak. İşte size yeni dünya “düzeni”: alevler içinde kavrulan bir dünya!
Barış Hayalleri ve Gerçekler
Dünya kapitalist sisteminin büyük krizleri, bütün bir ekonomik yükseliş dönemi boyunca kapitalizm hakkında yaratılmış olan hayal balonlarını patlatıp bu sistemin gerçek yüzünü, tüm zaaflarını sergiler. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra emperyalist güçler sanki aralarındaki çekişmeleri diplomasi masasında çözebilecekleri ve böylece dünyaya yeni bir biçim verebilecekleri izlenimini yaratmışlardı. Aslında bu imkânsız ve emperyalist sistemin doğasına aykırı boş bir propagandadan ibaretti. Çünkü Sovyetler Birliği ve benzeri bürokratik rejimlerin çöküşünden ve Çin dahil bu ülkelerin kapitalizm yolunu tutuşundan sonra, ABD, büyük çatışmaların yolunu döşemeye girişmişti bile. Bu durum, Sovyetler Birliği faktörü başta olmak üzere, eski güç dengelerine göre biçimlenmiş nüfuz alanlarının yeniden paylaşımına hazırlanmak demekti. Burjuva ideologlarının öldürmek için onca çabaladığı Marksizm, bir kez daha olacakları önceden haber veriyordu: Emperyalizm temelinde yeniden paylaşımın emperyalist savaşlar dışında bir yolu yoktur!
Reformistlerin, pasifistlerin “barışçı emperyalizm” hayalleriyle kendilerini avuttukları tüm o yıllar boyunca, ABD emperyalizmi soğuk savaş sonrasının dünyasına kendi hegemonyası altında yeni bir biçim vermek üzere “dehşet” senaryoları üzerinde çalışıyordu. Neredeyse tüm dünyayı uzun süreli bir savaş, baskı ve karanlıklar döneminin içine çekmeye hazırlanan Amerikan emperyalizminin Richard Perle gibi önde gelen ideologunun “karanlıklar prensi” olarak adlandırılması boşuna değildir. Soğuk savaş döneminin sona ermiş olması, emperyalist sistemin özelliklerini kavrayamayan tüm darkafalıları bir “barış” sarhoşluğuna sürüklerken, ABD yeni bir sıcak savaş dönemine adım atmaktaydı. Üstelik de bu olgu kendini ilk kez bu Irak savaşıyla dışa vurmuyor. 1990’ların başından bu yana, birinci Körfez savaşından başlayarak Balkanlar’da ardarda çıkartılan, Afrika’nın çeşitli ülkelerinde yoksul kitleleri ezip geçen, yine milyonların canına mal olan, emperyalist güçlerin tezgâhladığı savaşları unutacak mıyız?
21. yüzyıla, her olayı bir tüketim çılgınlığına dönüştürmeye çalışan kapitalist sistemin, “yeni milenyuma girdik!” çığlıklarının eşliğinde adım atmıştık. Burjuvazinin liberal kalemşorları ve kapitalizmin “erdemlerini” keşfeden dönekler, bundan böyle sürekli ekonomik büyümeyi sağlayacak emperyalizm ötesi bir dönemin açılmakta olduğunu muştuluyorlardı. Onlar yarattıkları sahte dünyada kendi yalanlarıyla dönenip dururlarken, kapitalist sistemin ufkunda biriken fırtına bulutları aslında hiç de hayra alâmet değildi. Ve nitekim yeni milenyumun başlangıcına damgasını vuran olgular, borsalarda peşpeşe yaşanan büyük sarsıntılar, II. Dünya Savaşından bu yana görülmemiş düzeyde bir ekonomik durgunluk oldu. Kapitalist sistemin yalnızca çeperlerinde değil, bizzat merkezlerinde büyük bir bunalım yaşanmaya başlandı. Ciddi bir ekonomik duraklamayla kendini açığa vuran bu bunalım, diplomasiyle ve emperyalist güçlerin zirve toplantılarıyla çözümleneceği sanılan tüm sorunları daha da çözülemez hale getirdi. ABD ile Avrupa Birliği -ya da daha doğrusu Almanya ve bir dereceye kadar da Fransa- arasındaki çekişme kızışmaya, derinleşmeye başladı. Bu iki emperyalist kamp arasındaki çelişkiler bu son krizle birlikte birdenbire zuhur etmedi. Fakat aralarındaki zıtlaşmanın boyutlarını devasa büyüten ve geçmiş dönem boyunca üstü örtük biçimde ilerleyen çatışmayı tamamen açığa çıkartan bu büyük kriz oldu.
Her Yükselişin Bir de İnişi Vardır
Roma’nın son dönemi, imparatorlukların çöküşü konusunda bitmez tükenmez tarihsel örnekler sunuyor. Diyalektiğin kuralı gereği, güç en tepe noktadayken aslında iniş başlar. Roma İmparatorluğu en tepede addedilirken gerçekte çözülme, yozlaşma had safhaya ulaşmıştı. İmparatorlar akıl almaz bir kanunsuzluk, kuralsızlık ve edepsizlik içinde yüzüyorlardı. Güç kaybeden tiranlar daha da zalimleşir. Tarihin bu yasaları modern İmparatorluk ABD için de geçerlidir.
Bir zamanlar Troçki, sanki bugünleri kastedercesine ne kadar önemli bir hususa değinmişti. Dünyadaki birincil kapitalist güç ABD’nin askeri, mali ve sınai üstünlüğünün, Amerikan ekonomik yaşamının bu biçimde devamını garanti altına almadığını söylüyordu. Tersine bu üstünlük, onun toplumsal sisteminin bunalımına çok daha tehlikeli ve sarsıntılı bir nitelik kazandırmaktaydı. ABD İmparatorluğu tarihte tüm büyük imparatorluklar için işlemiş bulunan bir yasadan muaf değildir; her yükselişin bir de inişi vardır! ABD emperyalizmi, uzun bir dönem boyunca yaşanan büyüme trendinin ardından derin bir aşırı-üretim krizinin içine yuvarlanmıştır. Şimdi dünya üzerindeki hegemonyasını garanti altına alabilmenin ve gelecek dönemde de üstünlüğü elinde tutabilmenin saldırganlığı içindedir. Yeni bir atılım yaparak hegemonyasını tazeleyebilmesi için, hem varolan nüfuz alanları üzerinde kendini yeniden kanıtlamaya hem de yeni nüfuz alanları üzerinde egemenliği kimselere bırakmamaya ihtiyacı var.
Şimdilik ABD emperyalizmine kafa tutabilecek çapta bir başka süper güç yok. Peki ya yarın? Ya ABD hegemonyasını yansıtan NATO, Birleşmiş Milletler gibi geçmiş döneme ait yapılanmaların parçalanması sonucunda oluşabilecek ABD karşıtı yeni ittifaklar? Önümüzde uzanan süreçte yükselme potansiyeli taşıyan Çin ve Rusya gibi muhtemel rakipler? Ya da Avrupa Birliği’nin çekirdek gücü Fransa-Almanya ile örneğin Rusya’nın, İran’ın elele vererek ABD karşısında yeni bir blok oluşturma ihtimali? Sovyetler Birliği’nin göçüp gitmesinden sonra ABD her ne kadar tek süper güç olarak rakipsiz kalmış gibi görünse de, bu durumun yarattığı “cicim ayları” artık sona ermiştir. Dünya kapitalist sisteminin tepesinde yer alan ABD’yi, inişe geçen sistemi tekrar yükselişe geçirme ve bombaların eşliğinde yeniden düzenlenecek bir dünyada üstünlüğü elden kaptırmama telâşı sarmıştır.
Tüm bu ve benzeri sorunlar, uzun bir süredir Amerikan stratejistlerinin üzerinde düşündükleri orta ve uzun dönemli stratejik planları ve hazırlıkları etkileyen yakıcı gerçeklerdir. ABD’nin karşısına dikilecek çapta bir güç henüz ufukta görülmemiş olsa da -ve bu nedenle ona artık süper güç değil “hiper güç” sıfatı yakıştırılsa da-, içine girdiğimiz yeni konjonktürün çok büyük altüstlüklere gebe olduğu bellidir. Böyle bir dünyada hegemonyayı elde tutabilmek, “baskın bastıranındır” misali, yeni dönemin rakipleri henüz hazırlanmadan ani bir hücumla bir an önce yeni köprü başlarını tutmayı gerektirir. Amerikan emperyalizminin özellikle 11 Eylül’le birlikte tüm dünya karşısında ilan ettiği yeni saldırganlık dönemi, “yeni dünya düzeni”ni biçimlendirecek olan zalim ve kanlı bir yeniden paylaşım savaşının, adeta üçüncü dünya savaşının başlangıcıdır.
Gerçekler İnatçıdır
Sovyetler Birliği’nin çöküşü döneminde Gorbaçov’dan başlayarak teorize edilen ve dönemin tüm döneklerinin dilinden düşmeyen, “emperyalizm altında savaşsız bir dünya”nın mümkünlüğü söylemi şimdi mazi oldu. Oysa nasıl da büyük bir “yenilenme” hevesiyle Marksizmin artık demode olduğunu ilan etme yarışına girişmişlerdi. Nasıl da şevkle, örneğin “savaş politikanın devamıdır” diyen anlayışla alay etmekteydiler. Gerçekler döneklerin tüm yavelerine karşın işte böyle inatçıdır!
Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinin önemli bir engelle karşılaşmaksızın “Avrupa Birleşik Devletleri”nin inşasına doğru ilerleyeceği, Türkiye ya da Kuzey Kıbrıs’ın AB üyeliğinin kısa sürede gerçekleşeceği, Kürt sorunu, Filistin sorunu gibi kangrenleşmiş ulusal sorunların barışçı yoldan, masa başında çözümlenebileceği söyleniyordu. Şimdi bu düşüncelerin, patlayan büyük kriz öncesi yıllara özgü uçuk burjuva reformist hayaller olduğu daha iyi anlaşılıyor. Tarihte daha önceki dönemlerde olduğu gibi, bu kez de tüm bu hayaller kapitalist sistemin yükselen çatışmalar duvarına toslayarak paramparça oldular. “Büyük birader” ABD daha önce yaşamadığı bir gerileme döneminin öfkesi ve azgınlığıyla neredeyse tüm dünyayı bir “şer ekseni” olarak görüp savaş baltalarını bilerken, “küçük birader” Britanya hariç diğer AB ülkeleri net bir tutum belirlemekten aciz biçimde sallanmaya başladılar. Kendilerini “barış cephesi” olarak gösterme sevdasındaki Avrupa emperyalistlerinin planları da tamamen kendi çıkar hesapları üzerine kuruludur. Onlar şimdi, hem Orta Doğu’daki mevcut çıkarlarını korumak, hem de ABD bombalarının düzleyeceği alanlarda savaş sonrasında yapılacak yeni yatırımlardan pay kapma telâşı içindedirler.
Büyük krizin eski dengeleri, kurumları ve ittifakları ta kökünden silkelediği bu dönemin öncesinde, sosyalizme karşı tarihsel bir zafer kazandığını sanıp böbürlenen tüm emperyalist güçlerin maskeleri düşmüştür. Kapitalist sistem nasıl gözü dönmüş bir sömürü sistemi olduğunu, nasıl işçi ve emekçi düşmanı bir düzen olduğunu, nasıl da artık tamamen insanlık dışı, akıl dışı bir bataklığa dönüştüğünü kitleler nezdinde hiç bu kadar ele vermemişti. O nedenle şimdi dünyanın hemen her köşesinde, Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da işçiler, emekçiler, gençler ayakta. Dünyanın sokakları savaş karşıtı milyonlarca göstericinin sloganlarıyla inliyor. ABD’nin tek süper güç olarak kaldığı ve yalnızlığı içinde büsbütün pervasızlaştığı günümüz koşullarında, onun savaş çılgınlığına karşı yükselen muazzam kitle mücadelesi, bu kitlelerin ikinci süper güç olarak nitelenmesine yol açıyor.
Fakat hemen eklemeliyiz ki, kapitalist sisteme karşı örgütlü güce dönüştürülememiş bir savaş karşıtlığı, ne denli militan görünürse görünsün asla yeterli değildir. Tarihin hiçbir döneminde, örgütsüz kitleler sömürücü sınıf tiranlıklarını yerle bir edemediler. Bu gerçek bugün de aynen geçerlidir. İnsanlığı kapitalist düzenin yaktığı cehennem ateşlerinden kurtarabilecek yegâne güç işçi sınıfının örgütlü gücüdür. Bu zalim sömürü düzenine ancak işçi ve emekçi kitlelerin aktif mücadelesi son verecektir. İşçi sınıfının öncülüğünde harekete geçecek olan milyonlar, yer küremizde gerçekten özlemi çekilen yeni bir düzeni, savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir yaşamı var edebilirler.
Baş Düşman İçerdedir!
Kapitalist sistemi işçilerin, emekçilerin yükselecek mücadelesinden koruyabilmek amacıyla, emperyalist güçler yolumuza nice tuzaklar döşemeye, kitleleri nice yalanlarla pasifize etmeye, yolundan döndürmeye çalışacaklar. Amerikan emperyalizminin savaş koalisyonuna karşı sahte barış çağrılarıyla hedef saptıracak olan Avrupalı kapitalist “Müttefikler”in oyunlarına karşı da hazırlıklı olalım. Balkanlar’daki, Orta Doğu ya da Orta Asya’daki nüfuz alanları üzerinde dönen emperyalist hesaplaşmaların sonucu olan savaşların dehşetine karşı hiç bu emperyalist güçlerden medet umulabilir mi? Bunun, kelleyi bir cellâdın elinden kurtarmak için bir başka cellâda teslim etmekten ne farkı olur? Tarihe bakacak olursak böylesi bir aymazlığın nelere malolduğunun sayısız örneklerini buluruz. Örneğin, gerek Birinci ve gerekse İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde kitleler burjuva yalan rüzgârlarına kapılıp, bir emperyalist güce karşı bir diğerini destekleme yanılgısına sürüklenmişlerdi. Peki sonuçta ne oldu? Bu yanılgıların bedeli milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamıyla ödendi.
Kapitalizm altında çözümlenemeyen Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu gibi tüm sorunlar, emperyalist güçlerin kurmaylar sofrasında, işçi ve emekçileri birbirine boğazlatmanın araçlarına dönüştürülmeye çalışılacak. İşçi sınıfının öncülüğünde insanlığın özgürleşmesi mücadelesinin parçası haline gelebilecek olan ulusal mücadeleler, emperyalistler tarafından yolundan saptırılmaya çalışılacak. Daha önce yaşanan sayısız örneklerde olduğu gibi, Amerikan ya da İngiliz emperyalistleri, Orta Doğu’da ve Orta Asya’da ulusal bağımsızlık için ayaklanan ezilen halkları önce çeşitli vaatlerle kandırıp sonra da yoksul ve perişan vaziyette kendi kaderlerine terk edecekler. Bu halklar bilmelidir ki, emperyalist güçlerden hiçbiri asla dost olmadı ve olamaz! Kurtuluşları, işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle el ele verip, sosyalizme yürüyecek olan işçi-emekçi iktidarlarını kurmaktan geçiyor.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu paylaşım alanında yürüyen emperyalist savaş, işçi ve emekçi kitlelere “vatan savunusu” diye yutturulmaya çalışılacak. Oysa biliyoruz ki, kapitalistler için “vatan”, son tahlilde çek defterleri, banka hesapları, faiz oranları, borsa bileşik endeksleri vs, vs.dir. İşçi sınıfının böyle bir “vatan”ı korumaktan ne gibi bir çıkarı olabilir ki? İşsizliğin, yoksulluğun pençesinde kıvranan milyonlarca insan için, “çek defterleri”, “borsa endeksleri” sanki başka bir gezegene ait yabancı konulardır. O nedenledir ki, dünya işçi sınıfının ta Komünist Manifesto’dan beri dünya burjuvalarının suratına haykırdığı gibi “işçilerin vatanı yoktur”!
Türk, Kürt, Arap, Rum, vb. tüm işçi ve emekçi kitleler birbirlerinin kardeşidir. Çünkü onların kanlı savaşlarla paylaşılacak hiçbir kâr hesabı bulunmuyor. Bu nedenle “kendi” burjuvalarının ve burjuva iktidarlarının “vatan savunusu” propagandasıyla yürüteceği savaş seferberliği karşısında oyuna gelmeyip, baş düşmanın kim olduğunu ve nerede olduğunu açıkça bilmeleri gerek. Baş düşman, işçi ve emekçileri kendi maddi çıkarları uğruna cephelere sürecek olan egemen burjuvalar, emperyalist savaş lobileri ve onların iktidarlarıdır. Tüm kapitalist ülkelerde baş düşman dışarda değil, içerdedir! İşçi ve emekçilerin, kendilerini sömüren ve bununla da yetinmeyip petrol savaşlarında, çıkar paylaşımlarında kanlarını da isteyen kapitalistler için dökülecek bir damla kanı yoktur!
Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!
Türkiye bu emperyalist savaşın içindedir. Türk egemenleri, büyük sermaye çevreleriyle genelkurmayıyla, hükümetiyle, kendi çıkarlarına gelebilecek zararları asgariye indirmek ve mümkünse ganimetten pay kapmak için pazarlıklar yürütüyor. ABD ve İngiliz emperyalistlerinin savaş koalisyonu karşısında elleri pek güçlü görünmüyorsa da, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme girişimleri karşısında ne denli zalim kesilecekleri asla unutulmamalı! Kürt ulusunun en doğal hakkı olan “ayrılma ve kendi devletini kurma” konusu gündeme geldiğinde, Türk işçi ve emekçilerini kanlı maceralara sürüklemekten çekinmeyecekler. Türkiye toprakları hem Türk egemenlerin çıkar hesapları hem de ABD emperyalizminin dayatmaları nedeniyle Orta Doğu’daki savaş alanının bir parçası olacak.
Bu savaşın daha şimdiden sergilemeye başladığı gerçekler, parçalanan bedenler, yaralar içinde can çekişen insanlar, ölüm kusan silahlarla yaşamları sona erdirilen bebekler, tek kelimeyle insanı allak bullak eden dehşet manzaralarıdır. Bu acı görüntüler karşısında duyarlı olan tüm insanların bilmesi gereken katı bir gerçek var: Kapitalist savaş baronlarının zulmü, akıtılan gözyaşlarıyla değil, ancak yoksul insanların birleşik gücü, örgütlü mücadelesiyle sona erdirilebilir. Emperyalist savaşlar, barış duaları, pasif iç çekişler, vicdan sızılarıyla durdurulamaz.
Emperyalist paylaşım savaşları kapitalist sistemin değişmez bir gerçeğidir. Hegemonya çekişmesi içine giren rakip emperyalist güçlerin, kârlı pazarları, yeni yatırım alanlarını ele geçirmeye, nüfuz alanlarını paylaşmaya ihtiyaçları var. Kapitalist düzen devam ettiği sürece, haksız savaşlar varlığını sürdürecektir. Bu savaşlara son verebilmenin tek yolu, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktır. O nedenle, artık insanların bu tür savaşlarla acı çekmesini gerçekten istemeyen her kişi, eğer kendi içinde tutarlı olacaksa kapitalizmi de istememeli, ona karşı mücadele edenlere katılmalıdır. Artık şu yaşamsal doğruya karşı direnmenin bedeli gün geçtikçe çok daha pahalı olacak: Dünyayı yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist sistemden kurtuluşun yegâne yolu, sosyalizm için devrimci mücadeleden geçiyor. İçinde bulunduğumuz çağda insanlığı kelimenin gerçek anlamında ileriye taşıyabilecek, gerçek bir barış ve refah dönemini başlatacak yegâne ileri adım, üretici güçlerin gelişmesi önündeki özel mülkiyet ve ulus-devlet engelini parçalayıp atacak olan işçi iktidarıdır. Bugün Orta Doğu’yu yakan ve daha da genişleme tehlikesi taşıyan emperyalist savaş, beraberinde getirdiği tüm acılara rağmen, işçi ve emekçi kitleler için bir başka anlam da taşıyor: Bu tarz büyük savaşlar tarihte devrimlerin ebesi olmuştu, bugün neden olmasın?
Birinci Dünya Savaşı döneminde dünyada büyük bir devrimci kabarış yaşandı. Ne yazık ki, Avrupa ülkelerinde savaş bütçelerine olumlu oy veren sözde sosyalist milletvekilleri, II. Enternasyonal’in sosyal-şovenleri işçi sınıfına ihanet ettiler. Böylece milyonlarca işçi ve emekçi inanılmaz felâketlere sürüklendi. Bu acı deneyimler unutulmamalı. O nedenle bugün uluslararası işçi hareketinin içinden yükselen doğru sesler, Irak’taki emperyalist savaş için ne tek bir kuruş, ne tek bir asker ne de tek bir kurşun! çağrısı büyük bir önem taşıyor. İçine girdiğimiz bu yeni dönemde, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin önemi ülke düzeyinde olduğu kadar uluslararası düzeyde de misliyle artmıştır.
İşçi sınıfının devrimci görevlerini bir kez daha yakıcı biçimde ön plana çıkarttığı için, son derece önemli ve zorlu bir sınav dönemine girmiş bulunuyoruz. Bugünkü emperyalist savaş alanından bir hayli uzakta olsalar da, pek çok ülkede işçi ve emekçi kitleler, genç kuşaklar artık sokaklarda, miting meydanlarında, savaş karşıtı işçi grevlerinde, öğrenci boykotlarında seslerini yükseltiyorlar. Türkiye ise doğrudan doğruya emperyalist savaşın ateşi içine çekilmektedir. O nedenle, işyerlerinden, okullardan meydanlara akacak gösterilere, kitlesel mitinglere, savaş planlarını engelleyecek grevlere bu topraklarda ziyadesiyle ihtiyaç var. Ve her şeyden önemlisi de tüm bu tepkileri örgütlü kanallara akıtacak olan işçi eylem komitelerinin, işçi semtlerinde savaş karşıtı komitelerin oluşturulabilmesidir.
Devrimci fikirlerle donanmış örgütlü işçilere, işçi-emekçi kitlelerin aydınlatılmasında, sınıfın anti-kapitalist mücadelesinin yükseltilmesinde büyük görevler düşüyor. Yoksul insanların yaşamını mahveden kapitalist düzene karşı kitlelerin bilinçlendirilmesi için, her bir somut talep militan bir mücadele silahı düzeyine yükseltilebilmelidir. Unutmayalım, sistemin krizi nedeniyle işçi sınıfı işsizlik, yoksulluk ve açlığın pençesinde büsbütün kıvranırken, burjuva iktidarlar silahlanma harcamalarını, savunma bütçelerini arttırmanın yollarını arıyorlar. Kısacası, işçiler ve emekçiler izin verdiği sürece, yoksul kitlelerin sırtından çıkartılacak olan savaş fonları, ateş kusan silahlar ve bombalar şeklinde başımıza yağacak. Kapitalistler kriz bahanesiyle işçilerin sosyal haklarına saldırıları yükseltirken, eğitim, sağlık gibi yaşamsal alanlarda kamu harcamalarını kırpıp kuşa döndürürken, uysal vatandaşlar gibi savaş bütçeleri için vergi mi ödeyeceğiz? Somut taleplerimizi yükseltelim: Kapitalist silah harcamalarına hayır! Kamusal fonlar işçi-emekçi semtlerine, okullara, hastanelere ve emeklilere tahsis edilmeli! İşçi sınıfının denetimi ve demokratik yönetimi altında kamulaştırılmış planlı ekonomi!
Böyle bir momentte, işçi sınıfının emperyalist savaşa ve kapitalist düzene karşı mücadelesini kitlesel düzeye taşıyacak olan sendikaların önemi asla gözardı edilemez. Sendikaların başına bürokratlar çöreklenmiş olsa da, bu örgütler işçi sınıfının kitlesel mücadele araçlarıdır. İşçi sınıfının tabanından yükselecek bir mücadele dalgasıyla birlikte çok önemli işlevler yüklenebilecek olan sendikalar, hele ki içine girdiğimiz bu önemli dönemde bürokratların ellerine, onların insafına terk edilemez. İşçi sendikalarının tabanında mayalanan derin hoşnutsuzluğa bir bakın. Çeşitli sendika şubelerinin içinde mücadeleci bir çizgiyi egemen kılmaya çalışan militan işçilerin, işçi temsilcilerinin şu sesine kulak verin: Emperyalist savaşa karşı sınıf mücadelesini yükselt! Umutsuzluğa yer yok; emperyalist savaşa ve bu kahrolası kapitalist düzene karşı mücadelede görev başına!
Bu cani savaşa karşı çık!
Kahrolsun emperyalizm ve kapitalizm!
Emperyalist savaşa hayır, sınıf savaşına evet!
link: Elif Çağlı, Emperyalist Savaşa ve Kapitalizme Karşı Görev Başına!, 25 Mart 2003, https://marksist.net/node/300
Sendikalar Üzerine
27 Mart iş bırakma eylemi