Yunanistan halkının 7 Temmuzda sandık başına gittiği seçim, 2008’de patlak veren ekonomik krizden bu yana gerçekleştirilen altıncı genel seçim oldu. Kuşkusuz bu, Avrupalı ve Yunan egemenler açısından bir istikrar tablosu değildir. Öte yandan tüm dünyayı sarsan şiddetli krize rağmen Yunanistan sermaye sınıfının krizin ağır faturasını işçi sınıfının sırtına yıkarak şimdilik bu dalgaları atlatmayı başardığı da ortadadır. Yunanistan burjuvazisi bu “başarısını” büyük oranda Syriza’ya (Radikal Sol Koalisyon) borçludur. Yıllar boyunca krizin faturasının kendilerine kesilmesine karşı defalarca ayağa kalkan, genel grevlerle, eylemlerle ülkeyi sarsan, Avrupalı egemenlerin yüreğini ağzına getiren Yunan işçi ve emekçiler seçimlerle oyalanmış, reformizm silahıyla vurulmuş, yatıştırılmıştır. Sonuçta ekonomik krizin bedeli kendilerine, umut bağladıkları “radikal sol” kılıflı bir iktidar eliyle ödetilmiştir.
“Reformizm, işçi-emekçi kitlelerin mücadelesinin egemen sınıfın dayanaklarını ortadan kaldırmayan uzlaşmacı bir çizgiye çekilmesidir.”[1] Tarih, bugün Yunanistan ve Syriza örneğiyle verdiği bu dersi daha önce de defalarca vermiştir. Ancak Syriza örneği gösteriyor ki bu ders ne yazık ki hâlâ alınamamıştır. Avrupa ve Türkiye solunun büyük kısmının, iktidarını sevinçle karşıladığı ve desteklediği, işçi düşmanı icraatları üzerine pek söz söylemediği Syriza’nın seçim yenilgisi de bir muhasebeye yol açmamıştır. Göklere çıkartılan Syriza, tıpkı kendisinden önce iktidara gelen reformist partiler gibi, Yunan işçi ve emekçilere sol gösterip sağ vurmuştur. Kapitalizmin tarihsel kriz içinde debelendiği, işçi ve emekçi kitlelerin nice ülkede ayağa kalktığı günümüzde bu vesileyle Marksist Tutum sayfalarında Syriza üzerine yapılan değerlendirmeleri hatırlatarak reformizm tehlikesine bir kez daha işaret etmek sınıf devrimcilerinin boynunun borcudur.
7 Temmuz seçimleri ve Syriza’nın yenilgisi
Geçtiğimiz senenin sonunda Aleksis Çipras liderliğindeki Syriza hükümeti Makedonya ile yaşanan isim krizini[2] çözüme kavuşturmuş, bu durum milliyetçi kesimlerin ve koalisyonun küçük ortağı sağcı Bağımsız Yunanlar Partisi ANEL’in tepkisine yol açmıştı. Bu tepkinin bir ifadesi olarak ANEL Genel Başkanı Panos Kammenos 2019’un ilk haftalarında koalisyon hükümetindeki savunma bakanlığı görevinden istifa etti, partisine bağlı diğer bakanları da hükümetten çekti. Çipras hükümeti Ocak ayında güven oylamasına gitmek zorunda kaldı ve sadece 3 oy farkla meclisten güvenoyu alabildi. Yaşanan gerilim nedeniyle, Ekim ayında yapılması planlanan genel seçimlerin erkene alınması tartışmaları başladı. Nitekim 26 Mayısta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde[3] oy oranı yüzde 23,7’de kalan ve Haziran ayı başındaki yerel-bölgesel seçimlerde de benzer bir başarısızlık tablosu ortaya koyan Syriza, 7 Temmuzu erken seçim tarihi olarak belirledi.
Kısaca özetlersek seçimin ardından ortaya çıkan tablo şu şekildeydi: Nüfusunun 11 milyona, kayıtlı seçmen sayısınınsa 10 milyona yakın olduğu ülkede 7 Temmuz seçimlerine 20 parti katıldı. Seçime katılım oranı %57 civarında gerçekleşti ve yeni parlamento 6 partiden oluştu. Kiryakos Miçotakis liderliğindeki sağcı Yeni Demokrasi Partisi (ND) oyların yaklaşık %40’ını alarak 300 sandalyeli mecliste 158 sandalye elde etti ve tek başına hükümet kurma hakkı kazandı. Beklendiği gibi iktidarı sona eren Syriza ise ND’nin yaklaşık 9 puan gerisinde kalarak oyların %31,6’sını aldı ve mecliste 86 sandalye elde etti. Geri kalan partilerin oy oranı ve sandalye sayısı ise şu şekilde gerçekleşti: KINAL (PASOK’un[4] devamı olan Değişim Hareketi) %8,3’lik oy oranıyla 22 sandalye, KKE (Yunanistan Komünist Partisi) %5,3’lük oyla 15 sandalye, Elliniki Lisi (Yunan Çözümü Partisi) %3,8’lik oyla 10 sandalye, DİEM25 (Avrupa’da Demokrasi Hareketi) ise %3,4’lük oyla 9 sandalye aldı. 2015 seçimlerinde Yunanistan meclisinde 18 sandalye, son AP seçimlerinde 2 sandalye kazanan faşist Altın Şafak ise barajı geçemeyerek parlamento dışında kalan partiler arasında yer aldı.
Aradan geçen haftalara rağmen Yunanistan, Avrupa ve Türkiye solunda bu tablo üzerine kafa karıştırıcı yorumlar yapılmaya devam ediyor. İktidarı sağ bir parti alsa da barajı geçebilen “sol” partilerin toplam oyunun %48’in üzerine çıktığı, barajı geçemeyenler de düşünüldüğünde “solun” toplam oyunun %50’yi aştığı hatırlatılıyor. Buna karşın sağ partilerin toplam oyunun ise %43 düzeyinde kaldığı ve tablonun düşünüldüğü kadar karamsar olmadığı söyleniyor. Syriza’nın yenilgisi son dönemlerde yaşanan Makedonya krizi benzeri siyasi gelişmelere ve AB’nin baskısı nedeniyle vaatlerinin bir kısmını gerçekleştirememesine bağlanıyor! Ancak Syriza’nın gerçek niteliği üzerine tek bir söz edilmiyor.
Oysa açıktır ki Yunan işçi sınıfı Syriza’yı ve Çipras’ı cezalandırmıştır ve bunun böyle olacağı daha en baştan bellidir. Çünkü Syriza, iktidara gelir gelmez işçi sınıfının reddettiği faturayı ona ödetmek için kolları sıvamıştır. Görevini başarıyla yerine getirdikten, rolünü oynadıktan ve kapitalizmi işçi sınıfının hedefi olmaktan kurtardıktan sonra diyetini seçim yenilgisi ile ödemiştir.
Bir kez daha reformizm, yanılsamalar ve gerçekler üzerine
Syriza, çok değil sadece 4,5 yıl önce, yoksul işçi ve emekçilerde büyük umutlar yaratmış ve ND’yi ağır bir yenilgiye uğratarak iktidara yerleşmişti. Syriza’nın zaferi sadece Yunanistan’da değil pek çok Avrupa ülkesinde ve Türkiye’de de sosyalist solda heyecan yaratmıştı. Kimi sol partiler “Yunanistan’da devrimci bir dönüşümün ilk halkası” olarak gördükleri Syriza’nın kendileri için esin kaynağı olduğunu belirtmekten, “Türkiye’nin Syrizası” olma arzularını dile getirmekten geri durmamışlardı. Kimileriyse Syriza’nın seçim zaferini “Avrupa’nın tüm neoliberal politikalarına sert bir tokat” olarak değerlendirmiş, “Syriza deneyiminin, ezilenlerin hiçbir ülkede merkez sağ ve sol partilere mahkûm olmadığını gösterdiğini” ileri sürmüşlerdi.
Gerçekten de Yunanistan’da Albaylar Cuntasının devrildiği 1974’ten 2012’ye kadar iktidar, kâh PASOK’a kâh Yeni Demokrasi Partisine geçmişti. ND ve PASOK’un sandığa gömüldüğü, “tahterevalli” sisteminin çöktüğü 2012 seçimlerinden Syriza ikinci parti olarak çıkmış ancak hükümet ND ve PASOK koalisyonundan oluşmuştu. O dönemde siyasal ve toplumsal gerilim artıyor, ekonomik krizin yarattığı yıkım giderek büyüyordu. Neo-liberal saldırıları hayata geçirmeye çalışan koalisyon ortağı iki parti krizin sorumlusu olarak görülüyordu. Bu şartlarda sosyalist söylemli Syriza kendini farklı, yeni bir seçenek olarak pazarlıyordu. Ancak güneşin altında hiçbir şey yeni değildi.
Daha 2012’de Marksist Tutum sayfalarında Syriza’nın niteliği ortaya konuyor, işçi ve emekçiler için değil ama sermaye için kurtarıcı bir seçenek teşkil ettiği vurgulanıyordu. Devrimci önderliğin eksikliğine ve bu boşluktan yararlanan reformizmin işçi sınıfı açısından yarattığı tehlikeye dikkat çekiliyordu. Syriza’nın katıksız bir reformist oluşum olduğu, böylesi partilerin ayağa kalkan proletaryayı felçleştirerek burjuva düzene soluk alma fırsatı tanımaktan başka bir işlevi olmayacağı vurgulanıyordu.[5] Nitekim bu değerlendirmeler kısa zaman sonra harfiyen doğrulanacaktı.
Kendileri de kriz içinde olan Avrupalı egemenler, Yunanistan’da iflası engellemeye ve tüm AB’de istikrarı sağlamaya çalışıyorlardı. Troyka olarak adlandırılan Avrupa Birliği, AB Merkez Bankası ve IMF, “kurtarma paketi” adı altında Yunanistan’a krediler veriyor, bunun karşılığında ağır kemer sıkma programları dayatıyordu. Yunanistan işçi sınıfı ve yoksul emekçiler, neo-liberal saldırı politikalarına ve kemer sıkma programlarına duydukları öfkeyi ülkeyi genel grevlerle, eylemlerle sarsarak, hükümetler devirerek, burjuvaziyi korkuya sürükleyerek ortaya koymaya devam ediyorlardı.
Syriza, kitlelerin önünde, iktidara gelmesi halinde Troyka’nın ve uluslararası kreditörlerin dayatmalarına karşı duracağını, dış borçların büyük kısmını ödemeyeceğini, AB ve NATO üyeliğinin sonlandırılmasını, Avro bölgesinden çıkışı gündeme getireceğini anlatıyordu. İşten çıkarmaların ve krizin faturasının emekçilere kesilmesinin önüne geçeceğini ileri sürüyordu. Zenginleri vergilendirme, yoksulların ödenemeyecek borçlarını silme, ücretleri yükseltme, istihdam yaratma, gıda ve kira desteğini hayata geçirme, kamusal hizmetleri arttırma gibi vaatlerde bulunuyordu. Bu propaganda sayesinde Syriza kitle desteğini giderek arttırıyor, yarattığı yanıltıcı heyecan büyüyordu.
Öte yandan Çipras, ABD ve AB başkentlerini dolaşıyor, kitleler önünde sergilediği propagandanın tam tersi sözler veriyordu. Uluslararası burjuvaziden Yunanistan’ı krizden kurtarmak için önünün açılmasını talep ediyordu. Hal böyleyken AB burjuvazisi içinden geçilen çalkantılı süreçten çıkmak için en uygun seçeneğin yeniden reformizme başvurmak olduğuna, Syriza’nın bu işin altından kalkabileceğine giderek daha fazla ikna oluyordu. Radikal söylemleriyle kitleleri peşinden sürükleyen ama kapalı kapılar ardında kemer sıkma dayatmalarına bağlı kalacağını garanti eden Syriza’nın önünü açmak artık zorunluluktu.
Syriza, 2014 sonunda cumhurbaşkanlığı seçimlerini bloke ederek ülkenin erken genel seçime götürülmesi taktiğini izledi ve 25 Ocak 2015’te yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başardı. ANEL ile koalisyon kurarak iktidara yerleşti. Bu seçim zaferinin ardından Marksist Tutum’da şu değerlendirmeler yer alıyordu: “Kapitalist krizin ezdiği kitleler, kendilerine bir alternatif vaat eden Syriza’dan büyük beklentilere sahiptirler. Bu beklentiler bugün Syriza’yı iktidara taşımıştır, ancak aynı zamanda yakın gelecekte Syriza’dan yüz çevrilmesinin de nedeni olacaktır. Çünkü ismindeki Radikal Sol ibaresi dışında Syriza’nın «radikal sol»la bir ilişkisi bulunmamaktadır. Syriza, ilk ortaya çıktığı gün de bugün de, sosyalist çizgide değil, burjuva sol çizgide (sosyal-demokrat) bir parti idi. O günden bugüne bu özelliği her geçen gün daha açık olarak ortaya çıkmaktadır. Oy oranları artıp iktidara yaklaştıkça, gerek yerli ve yabancı burjuvaziye, gerekse de Yunan küçük-burjuva seçmen kitlesine güven mesajları verebilmek için her adımda daha fazla sağa kaymış ve kapitalist düzenin içine daha fazla oturmuştur.”[6]
Syriza iktidara geldiğinde kriz 6 yıldır devam ediyordu. Bu sürede ekonomi %18 küçülmüş, kamu borcu GSYH’nin %180’ine çıkmıştı. Kriz gerekçesiyle ücretler %37 oranında düşürülmüş, “daralma ve tasarruf” adı altında kamu çalışanlarının sayısı %30 azaltılmış, sağlık, ulaşım, eğitim gibi kamu hizmetleri iyice kısılmıştı. Emekliler için yapılan harcamalar %48 oranında azaltılmıştı. Çok sayıda fabrika ve işletme kapanmış, işsizlik %30’lara, genç işsizliği ise %50’lere dayanmıştı. Buna karşılık vergiler ve ev kiraları giderek artmıştı. Yoksul işçi ve emekçiler en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuş, tüketici harcamaları %33 düşmüştü. Yaklaşık 1 milyon aile, diğer aile üyeleri işsiz olduğu için büyükanne ve büyükbabalarının düşük emekli maaşlarıyla hayatta kalmaya çalışıyordu.[7] Hatta bazı aileler karınlarını doyuramadıkları için çocuklarını sosyal hizmet kuruluşlarına bırakmak zorunda kalıyordu. Gençler Yunanistan’da kendilerine bir gelecek olmadığını düşünüyor, diğer Avrupa ülkelerine ve ABD’ye göçmenin yollarını arıyordu. Yoksulluk ve çaresizlik nedeniyle intiharlar artmıştı. Çözüm bekleyen bu yakıcı sorunlar yumağında işçi sınıfının mücadelesi giderek militanlaşıyor, grevler arka arkaya geliyor, halk sokaklara çıkıyordu. Olgunlaşmakta olan bir devrimci durumdu. Ama Syriza bu sorunların devrimci yoldan çözümüne mani olmak için vardı.
Yabancı sermaye güçlerine ve kemer sıkma dayatmalarına kafa tutacağı, işçi ve emekçilerin sorunlarını kökten çözeceği iddiasıyla iktidara yerleşen Syriza kitleleri oyalama taktiğini hayata geçirdi ve hızla vaatlerinden dümen kırmaya başladı. İktidarının ilk 5 ayını, vadesi gelen ve ödenemeyen dış borçların yeniden yapılandırılması için AB, AB Merkez Bankası ve IMF’nin oluşturduğu “troyka” ile müzakerelerle geçirdi. Ancak Syriza’nın verdiği tavizler yeterli gelmeyince “troyka” Yunanistan’a, iki yıl içinde 8 milyar avroluk bir kesinti programı dayattı. Bu program “temel tüketim maddeleri ve hizmetler üzerindeki dolaylı vergilerin daha yüksek oranda arttırılması, emeklilerin sağlık vb. harcamalarının bütçeye bindirdiği yükün azaltılması, emeklilik yaşının 2025’e kadar 67’ye çıkarılması gibi, yükü doğrudan işçi ve emekçilerin sırtına yükleyen ve ülkenin en az on yıllık geleceğini ipotek altına alan bir içeriğe sahip”ti.[8] Yunanistan işçi sınıfı bu programa razı olmayacaktı.
“Syriza hükümeti, Troyka’nın dayattığı ağır kesinti programı karşısında yükselen halk tepkisini bastırmak ve kendini kurtarmak için 5 Temmuzda referanduma gitmişti. Bu referandumdan %60’ı aşan bir oranda «hayır» oyu çıkmasına rağmen, Syriza AB’li emperyalistlerin baskıları karşısında geri adım atarak, çok daha ağır koşullardaki dayatmaları, sağcı Yeni Demokrasi Partisinin de desteğiyle parlamentoda onaylattı.”[9] Elbette bu durum büyük gerilim yarattı ve peşi sıra hükümetten gelen istifalar neticesinde erken seçim kararı alındı. 8 aylık icraatlarının etkisiyle oylarında düşme olsa da Syriza, 20 Eylül 2015 seçimlerinden de birinci parti olarak çıkmayı, ANEL ile koalisyon hükümeti kurmayı ve güvenoyu almayı başardı. Çipras, rahat bir soluk alırken seçim sonuçlarını “halkın zaferi” olarak ilan etmekten geri durmadı.
Türkiye sol hareketi saflarında ikinci bir sevinç dalgası yaratan bu tablo üzerine Marksist Tutum’da yer alan satırlarsa şöyleydi: “Nihayetinde bu seçimler de, ekonomik krizin faturasının kendisine kesilmesinden son derece rahatsız olan ve bunu son beş yıl içinde gerçekleştirdiği çok sayıda genel grevle ve zaman zaman isyana varan tepkileriyle dile getiren Yunan işçi sınıfını sandıkla kandırma çabalarının bir yenisi olmuştur.”[10]
Nitekim ikinci seçim zaferinin ardından Syriza saldırı politikalarına ve sermaye sınıfını krizden kurtarma çabalarına hız vermiştir. AB’den ve IMF’den alınan krediler karşılığında, tasarruf gerekçesiyle kamu ve belediye hizmetlerini kısmış, işçi ve emekçilerin vergi yükünü arttırmış, emeklilik yaşını kademeli biçimde 67’ye yükseltmiş ve ücretleri daha da düşürmüştür. Grevlerle, eylemlerle sesini duyurmaya çalışan işçilerin taleplerine kulak tıkamıştır. İşsizlik ve yoksulluk tablosunda iyileşme yaratmak bir yana “Yunanistan’ın rekabet gücünü canlandırma” gerekçesiyle “troyka”ya teslim olmuş, yıkımı derinleştirmiştir. Çözeceğini vaat ettiği tüm sorunları daha da ağırlaştırarak işçi ve emekçilerin yaşamını daha da zorlaştırmıştır.
“Syriza, halkın umutlarına «ihanet etmiş»tir. Bu ifadeyi tırnak içinde kullanmamızın nedeni onun ihanetini küçültmek değildir. Syriza gerçekte kendi küçük-burjuva sınıfsal misyonunu yerine getirmiştir, onun ihanet ettiği şey reformistlerin küçük-burjuva hayalleridir. Ondan başka türlüsünü beklemek zaten abesti. Syriza’nın seçim başarısının ardından gerek Yunanistan’da gerekse de Türkiye’de küçük-burjuva sol ile reformistler zafer çığlıklarıyla bayram kutlamaları yaparken biz bu gerçeği dile getirmiştik. Kimi sosyalistlerin «Syriza’nın hangi yola gireceğinin henüz belli olmadığı» şerhini koyarak katıldıkları bu bayram havasına karşı biz onun esas rolünün yükselen devrimci dalgayı bastırmak olduğunu belirtmiştik.”[11] İktidarı ND’ye devrederken Aleksis Çipras’ın sarf ettiği sözler bu tespitimizi kanıtlamaktadır: “Ülke o zaman çok zor bir durumdaydı. İflasın eşiğine gelmiş, kasası boşalmış, halkın çoğunluğu fakirlikle boğuşuyordu. Şimdi hazinede 37 milyar avroyla, tarihin en düşük faiz oranlarıyla, uluslararası alanda saygın bir ülke teslim ediyoruz.”
Dün Syriza’nın seçim zaferleriyle heyecanlananlar, bugün her şey olup bittikten sonra bile yaşananlar üzerine gerçekçi bir muhasebe yapmamıştır. Yunanistan’ı “düzlüğe” çıkaran, “istikrar” arayan Avrupa burjuvazisine istediğini veren Syriza’nın ve Çipras’ın tıynetini sorgulamamıştır. Ne işçi sınıfının Syriza hükümetinin kemer sıkma politikalarına karşı kitlesel ve militan genel grevleri ne krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçiler açısından anlamını ortaya koyan çarpıcı örnekler bu solcuları ayıltmıştır. Meselâ 2018 yılında 102 kişinin öldüğü yangın felâketi ile ortaya serilen gerçekler bile böyle bir etki yaratmamıştır. “Yunanistan’da yıllar içinde itfaiye gibi sosyal hizmetlere ayrılan paylar kademe kademe düşürüldü. 2009 yılında itfaiyeye bütçeden 500 milyon avro pay ayrılmıştı, bu bile yeterli gelmezken 2018 bütçesinden bu hizmete sadece 397 milyon avro ayrıldı. Peki, kesilen milyonlarca avro nereye gitti? Elbette silaha ve burjuvazinin cebine!”[12]
İşte seçim sonuçlarının netleşmesinin ardından Çipras’ın, 4,5 yıl önce teslim aldığı döneme kıyasla çok daha iyi durumda olduğunu söylemekten geri durmadığı Yunanistan bu Yunanistan’dır. İspanya’da Podemos, Brezilya’da PT, Venezuela’da PSUV, Bolivya’da MAS, Yunanistan’da PASOK ve Syriza… Görmek isteyen gözler için reformizmin nasıl büyük bir tehlike olduğu ortadadır. Bu bakımdan gereken, yeni örnekler, yeni dersler değil, geçmişin derslerini doğru kavramak için irade göstermektir. İşçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinde yerini alanların yapması gereken budur.
[1] Elif Çağlı, Reformizm Üzerine, Ocak 2006, marksist.com
[2] Oktay Baran, Makedonya ve Yunanistan’ın İsim Kavgası, Ocak 2019, marksist.com
[3] Oktay Baran, AP Seçimleri, Faşist Yükseliş ve Faşizme Karşı Mücadele, Haziran 2019, marksist.com
[4] Andreas Papandreu’nun kurduğu Panhelenistik Sosyalist Parti, işçi-emekçi düşmanı politikaları nedeniyle 2012 genel seçimlerinde sandığa gömülmesinin ardından bölünerek dağılmıştır.
[5] İlkay Meriç, Yunanistan’da Reformizm Tuzağı, Haziran 2012, marksist.com
[6] Oktay Baran, Syriza’ya Bağlanan Boş Umutlar, Şubat 2015, marksist.com
[7] Zeynep Güneş, Syriza ve Yunanistan Dönüm Noktasında, Temmuz 2015, marksist.com
[8] Zeynep Güneş, agm
[9] Yunanistan’da Syriza Oyalamacasına Devam, Eylül 2015, marksist.com
[10] agm
[11] Oktay Baran, Syriza’nın Şaşırtmayan Teslimiyeti, Ağustos 2015, marksist.com
[12] Yılmaz Seyhan, Yunanistan’ı Yakan Kapitalist Düzendir, Temmuz 2018, marksist.com
link: Ezgi Şanlı, Syriza’nın Seçim Yenilgisinin Gösterdikleri, 23 Temmuz 2019, https://marksist.net/node/6710
ABD’de Silahlı Saldırılar ve Silah Tekelleri
Rant, Talan, Özelleştirme ve Yanan Ormanlar