Burjuva liderler Avrupa Birliği'ni içine düştüğü krizden kurtarmak, ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamak için zirve üstüne zirve yapadursunlar, son haftalarda Yunanistan, Fransa ve Almanya'da gerçekleştirilen seçimlerin arz ettiği manzara, egemenlerin bu arzularına kolayca ulaşamayacaklarını bir kez daha teyit etti. Almanya'daki eyalet seçimleri, sert saldırı programlarındaki ısrarcılığıyla AB'nin demir leydisi rolünü oynayan Merkel'in suyunun ısındığını gösterdi. 6 Mayısta gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız işçi sınıfı kemer sıkma politikalarına duyduğu öfkeyi, Sarkozy'yi koltuğundan devirip bir "sosyalist" adayı 17 yılın ardından iktidara taşıyarak ortaya koydu. Yunan işçi sınıfı ise, aynı gün gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde, faşist cuntanın 1974'te devrilmesinden bu yana bir tahteravalli oyunuyla emekçi kitleleri oyalayan Yeni Demokrasi ve PASOK'u sandığa gömdü.
Yunan emekçilerin neo-liberal saldırı politikalarına ve kemer sıkma programlarına duyduğu öfke politik bir depreme yol açarken, burjuva siyaset sahnesindeki çıkışsızlığın seçimler aracılığıyla bir kez daha tescillenmesi egemen sınıfı derin kaygılara boğdu. Düzenin geleneksel partileri Yeni Demokrasi ve PASOK'un oy oranları toplamı 2009 seçimlerinde %80'e yaklaşırken, bu seçimlerde %32'ye düştü. Bununla birlikte, %3'lük seçim barajını geçtikleri halde gerekli çoğunluğu sağlayamayan yedi partinin koalisyon çabaları da başarısızlıkla sonuçlandı.
Parti |
Oy oranı (%) |
Koltuk sayısı |
Yeni Demokrasi |
18,8 |
58 + 50 |
Syriza |
16,8 |
52 |
PASOK |
13,2 |
41 |
Bağımsız Yunanlar |
10,6 |
33 |
Komünist Parti |
8,5 |
26 |
Altın Şafak |
7 |
21 |
Demokratik Sol |
6 |
19 |
Seçim kanunları gereğince, birinci gelen partiye fazladan 50 milletvekilliği verilmesi dolayısıyla, Yeni Demokrasi normalde 58 milletvekilliği kazanırken bu sayı 108'e çıkmış ve hükümet kurma görevi ilkin ona verilmişti. Ancak seçimlerden önce hükümet ortağı olan bu sağ partinin koalisyon görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandığı gibi, aynı denemeye girişen Syriza ve PASOK da benzer bir neticeyle karşılaştı ve nihayetinde seçimlerin 17 Haziranda tekrarlanması kararı alındı.
Görüldüğü üzere, burjuvazi dizginleyemediği kitle hareketi karşısında duyduğu korkuyla, seçimlere gidip zaman kazanmaktan medet ummuş, ancak seçimler egemen sınıfın içine düştüğü kaosun tescilinden başka bir işe yaramamıştır. Bu tablo, bir yandan kitlelerin eskisi gibi yönetilmeme arzusunu çarpıcı bir şekilde dışavururken, öte yandan burjuvazinin yönetememe krizinin iyice derinleştiğini de gözler önüne sererek, olgunlaşan bir devrimci duruma işaret etmektedir. Ne var ki bu seçimler, daha önce vurguladığımız bir diğer gerçekliğin de altını çizmiştir: Devrimci önderliğin eksikliği ve bu boşluktan yararlanan reformizmin işçi sınıfı açısından yarattığı tehlike!
Mayıs seçimlerinden sonra yapılan anketler Haziranda yapılacak seçimlerde Syriza'nın oy oranının %25'e yaklaşacağını gösterirken, bu durum Syriza önderliğindeki bir sol koalisyon hükümetine yönelik reformist beklentileri de arttırmıştır. Yunan Komünist Partisi'nin (KKE) bu koalisyona katılması doğrultusundaki basınca devrimci pozlar keserek direnmesi her ne kadar bu planı belirsizliğe itse de, çabalar hız kazanarak devam etmektedir. Peki KKE'li ya da KKE'siz, böylesi bir koalisyon hükümeti gerçekte ne anlama gelecektir? Bu sorunun yanıtı elbette Syriza'nın ve KKE'nin siyasal meşrebinde yatmaktadır.
Reformizm tuzağı
Syriza, yani Radikal Sol Koalisyon'dan başlayacak olursak, bu seçim blokunun adındaki "radikal" sözcüğü kimseyi yanıltmamalıdır; söz konusu olan halisinden bir reformist oluşumdur. Syriza'nın en büyük bileşenini Synaspismos oluşturmaktadır. Synaspismos'un kendisi de 1989 seçimlerinde Yunan Komünist Partisi'nin SSCB yanlısı ve avro-komünist iki kesiminin oluşturdukları bir seçim bloku olarak şekillenmiştir. Ancak 1991 yılında yaşanan bölünmede avro-komünist kesim Synaspismos'u partiye dönüştürürken, Stalinist kesim şimdiki KKE'yi oluşturmuştur. Şu anda Syriza'nın lideri konumunda olan Çipras da o dönemde KP'nin gençlik kollarından koparak Synaspismos'a geçen kadrolardan biridir. 2004 yılında ise Synaspismos ve çeşitli sosyalist gruplar, bir seçim bloku olarak Syriza'yı oluşturmuşlardır. Bununla birlikte, Syriza'nın esas gövdesi, kapitalizmi yıkmayı değil ıslah etmeyi amaçlayan Synaspismos'tan meydana gelmektedir.[*]
Sözde sosyalist PASOK'un sınıfa ihanet politikalarının üzerinin örtülemez hale gelmesi, son süreçte Syriza'yı önemli bir çekim merkezi haline getirmiştir. 2009'da 315 bin oya ve %4,6 oy oranına sahip olan bu parti, burjuva siyaset arenasını altüst eden son derece çalkantılı üç yılın ardından oy oranında 12 puanlık bir sıçrama kaydetmiştir. Daha önce PASOK'un hâkimiyeti altında olan Atina, Pire, Selanik gibi yoğun bir işçi nüfusuna sahip kentlerden ve bölgelerden birinci parti olarak çıkmıştır. Seçimlerden sonraki koalisyon görüşmelerinde kemer sıkma politikalarına karşı duracağı yönündeki beyanlarında ısrarcı olması, Syriza'ya olan ilgiyi daha da arttırmıştır. Bunun yanında, sekter tutumundan prim vermeyen KKE'nin seçmen tabanından da Syriza'ya birkaç puanlık bir kayışın olması beklenmektedir.
KKE'ye gelecek olursak, Yunanistan'da işçi sınıfının kapitalizme öfkesinin ve sosyalizme sempatisinin çarpıcı bir yükseliş kaydettiği mevcut devrimci durumda, bu parti sıçramalı bir büyüme kaydetmek yerine bellibaşlı işçi bölgelerinde oy kaybına uğramış, ülke genelinde ise bir önceki seçimlere göre sadece 1 puanlık bir artış göstermiştir. Syriza seçmen sayısını 800 bin arttırırken, KKE'deki artış 19 binin altında kalmıştır. Aslında bu durum hiç de şaşırtıcı değildir. Yıllardır her türlü kitlesel eylemde sınıfı bölen, sekterliğiyle ün salan bu parti, izlediği politikayla işçi sınıfının geniş kesimlerinde hiç de güven uyandırmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. Başta Syriza olmak üzere başkalarını reformizmle, liberallikle suçlayan KKE, kendi reformizminin üzerini devrimci bir söylemle örtmeye çalışmaktadır. Ama bu onun sekterlikle yoğrulmuş reformizmini gizlemeye yetmemektedir. Pek devrimci geçinen KKE'nin 6 Mayıs seçimlerindeki sloganı şundan ibaretti: halkın iktidarıyla AB'den ayrılmak ve borçların tek yönlü iptali! Devrimci durum tespitleri yapılan bir süreçte, bir "komünist" partinin öne çıkarmakla övündüğü sloganlar işte bunlardır.
Yunanistan, hiçbir hükümete ikircikli politikalar izleme şansı tanımayacak kadar kritik bir süreçten geçmektedir. Bu süreçte, en solcusu da dahil hiçbir düzen partisi, hükümet koltuğuna oturduğunda Troyka'nın dayattığı politikaları uygulamaktan kaçınamayacaktır. Tüm ülkelerde düzen partilerinin benzer politikaları uygulaması bir tesadüf değildir. KKE bunu bildiği için böylesi bir dönemde Syriza'yla ittifak yaparak bu yükün altına girip işçi sınıfının gözünde itibarını sıfırlamak istemeyerek, kendince akıllı bir politika izlemektedir. Dolayısıyla tüm devrimci lafazanlığına rağmen, onun yaptığı devrimcilik değil, kendini güvence almaya çabalayan sinsi bir reformizmdir. Burada Elif Çağlı'nın şu vurgusunu hatırlatalım: "… reformizm devrimci sözlerle örtündüğünde daha da tehlikeli hale geliyor. Sinsi reformizm diye adlandırabileceğimiz bu tür bir siyasi çizgiyi izleyenler genelde devrimin gerekliliğini açıkça yadsımaktan kaçınıyorlar. Fakat siyasal mücadele anlayışlarına damgasını vuran temel öğe, devrim uğruna örgütlenmekten ve işçi sınıfını devrim için hazırlamaktan uzak duruşlarıdır." (Reformizm Üzerine, MT, Ocak 2006)
Şurası çok açıktır ki, Syriza da, KKE de, devrimci bir programa ve anlayışa sahip olmayan, işçi sınıfının devrimci enerjisini düzen içine hapsetmeye çalışan reformist partilerdir. Elif Çağlı'nın belirttiği gibi, "Bu nitelikteki sol örgütlerin çarpıcı özelliği, mücadeleyi burjuvazinin kabul sınırları içinde tutmaya yeminli olmalarıdır. İşçi sınıfını legalizmin batağına sürükleyen bu siyasal eğilimin önderlerini, Lenin yasal Marksistler olarak niteler. Bunların, Marksizmi burjuvazinin isteklerine ve ağız tadına göre değiştirmeye çalışan siyasetçiler olduğuna dikkat çeker. Devrim böyleleri için sanki hiç gelmeyecek bir tarihe ertelenmiş boş bir düştür, devrimci içeriği tamamen boşaltılmış sosyalizm sözcükleriyle bezeli yasalcı mücadele ise her şeydir". (age)
Yunan işçi sınıfı için kurtuluş yolunun Syriza-KKE koalisyonundan geçtiğini savunanların aksine, böylesi bir reformist hükümetin, ayağa kalkan proletaryayı felçleştirerek burjuva düzene soluk alma fırsatı tanımaktan başka bir işlevi olmayacağı ortadadır. Ancak Elif Çağlı'nın vurguladığı gibi reformizm devrimci durumlarda bundan çok daha tehlikeli sonuçlara da yol açar:
"Reformist sosyalistler, toplumsal devrimin insanlara durduk yere nice bedeller ödeteceği, nice acılara mal olacağı düşüncesini ileri sürerek, kapitalizmin reformlar yoluyla çok daha kolay, kansız ve acısız yoldan dönüştürülebileceği yalanına sarılıyorlar. Oysa tarihsel örneklerin kanıtladığı gibi, devrim olmadan kapitalizmden kurtulmak mümkün değildir. Ve işin aslında, reformist siyaset işçi-emekçi kitlelere en büyük yenilgileri, karşı-devrimci darbe ve rejimleri armağan etmekten başka bir sonuca da hizmet etmemiştir.
"İşte 1918 Alman devrimi örneği! İkinci Enternasyonalin sosyalist geçinen o koca partileri, reformist siyasetin çıkmaz yollarında dolanıp neticede karşı-devrimin zaferine davetiye çıkarmaktan öte bir işe yaramadılar. Hâlbuki devrimci mücadele çizgisi güçlendirilmiş ve işçi sınıfının devrim için örgütlenmesi başa alınmış olsaydı, tarihin akışı ne kadar da farklı olabilirdi! Alman devrimi başarıya ulaştırılabilir, Avrupa'da devrimci dalga gerilemek yerine burjuva iktidarlara karşı hücuma geçebilir ve sonuçta 1917 Ekim Devrimi de yalnız kalmaz ve bürokrasinin çizmeleri altında can vermekten kurtulabilirdi." (age)
Son üç yıldır ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yükselişe geçen işçi hareketi karşısında Avrupa'nın pek çok ülkesinde faşist hareketin de gözle görülür bir tırmanış sergilemesi tesadüf değildir. Burjuvazi, devrim tehdidi karşısında karşı-devrimci gücünü tahkim etmekte, reformizmse izlediği politikalarla faşist yükselişin önünü açmaktadır.
Yükselişe geçen faşizm
Gerek Yunanistan'daki gerekse Fransa'daki seçimler, işçi sınıfının reformizm tuzağına çekildiği gerçeğinin yanı sıra, faşist hareketin büyük bir ivmeyle yükselişe geçtiğini de gösterdi. Fransa'da faşist Marine Le Pen'in ilk turda aldığı %18 oyla üçüncü aday olarak sivrilmesinin yarattığı şaşkınlık, Yunanistan'da da faşist Altın Şafak partisinin aldığı oyla yaşandı. 2009 seçimlerinde yaklaşık 20 bin oy (%0,29) alan bu parti, Mayıstaki seçimlerde seçmen sayısını 441 bine, oy oranını ise %7'ye çıkardı ve parlamentoya 21 milletvekili sokma hakkı kazandı.
2009 seçimlerinde %6'ya yakın bir oyla parlamentoya giren ve 2011 Kasımında PASOK ve Yeni Demokrasi'nin oluşturduğu "ulusal birlik hükümeti"ne katılan LAOS, bunun cezasını seçimlerde barajın altında kalarak ödedi. Ancak bu ırkçı partinin tabanı, bu kez de tam bir paramiliter faşist güç olarak örgütlenip piyasaya sunulmuş olan Nazi bozması Altın Şafak'a kaydı.
Ekonomik krizin iflasa sürüklediği, kapitalist saldırı programlarının yaşam koşullarını katlanılmaz hale getirdiği küçük-burjuvazinin yanı sıra, işçi sınıfının işsiz ve lümpen genç kesimleri de, radikal ve düzen karşıtı demagojik bir söylem tutturan faşist partilerin potansiyel oy tabanını oluşturmaktadır. Tıpkı Fransa'da olduğu gibi Yunanistan'da da bunun başlıca sorumlusu elbette, bu alanı boş bırakan ve izlediği düzen içi politikalarla kitleleri umutsuzluğa sevk eden reformist soldur. Milliyetçi temellerde yürütülen AB karşıtlığı, korumacılık savunusu, sendikaların göçmenleri örgütlemekten uzak durması gibi faktörler, işçi sınıfı içinde de şoven eğilimleri besleyerek faşizme güç katmaktadır. Aynı şekilde, solun "yurtseverlik" adı altında pompaladığı milliyetçilik de, faşizmin kitlelerin gözünde "sıradan" hale gelmesine ve meşruiyet kazanmasına hizmet etmektedir.
Ulusal gururu okşayan, "düzen"i tesis etmekten, topluma refah getirmekten söz ederek umut dağıtan Altın Şafak, anti-kapitalist bir söylemle ezilenleri kendine çekmeye çalışmaktadır. Irkçılık, Yahudi düşmanlığı, göçmen düşmanlığı ve şiddetli bir komünizm düşmanlığıyla öne çıkan Altın Şafak, açıktan açığa Alman Nazizmini örnek almaktadır. Seçimlerden sonra basın toplantısı düzenleyen liderleri odaya girdiğinde, korumaların tüm gazetecilerden ayağa kalkmalarını istemesi, aslında bu partinin ve lideri Mihaloliakos'un zihniyetini yeterince açık bir şekilde göstermektedir.
1985 yılında kurulmasına rağmen 2009'dan itibaren derinleşmeye başlayan kriz sürecine kadar son derece marjinal bir örgüt olarak kalan Altın Şafak, her ne hikmetse tam da devrimci bir durumun yaşandığı son süreçte kitle faaliyetine geçmiştir. Eski bir ajan olan Mihaloliakos tarafından kurulan, doğrudan paramiliter bir güç olarak örgütlenen ve orduyla ve polisle yakın ilişki içinde olan Altın Şafak, ipleri doğrudan devletin ve sermayenin elinde olan bir faşist partidir. Bu faşist partinin itlerinin seçimlerin üzerinden iki hafta geçmeden, demir çubuklarla, sopalarla göçmenlere saldırması ve göçmenlerin çalıştığı bir fabrikayı basmaya kalkması, onun devrim karşısında karşı-devrimin vurucu gücü olarak piyasaya sürüldüğünü çıplak bir şekilde ortaya koymaktadır. Göçmenlere, işçi hareketine ve sosyalistlere saldıran bu karşı-devrimci parti karşısında komünistlerin işçi sınıfını ciddi bir şekilde bilinçlendirmeleri ve öz-savunma güçleri inşa etmek üzere harekete geçmeleri yakıcı bir zorunluluktur.
Yunan işçi sınıfı, burjuvaziyi alaşağı edip iktidarı kendi ellerine alamadığı takdirde, faşizm ya da Bonapartizm şeklinde ortaya çıkabilecek bir karşı-devrim tehdidiyle yüz yüze kalacaktır. Burjuvazinin bu seçeneğe başvurmayı geciktirmesinin tek nedeni henüz reformizmden umudunu kesmemiş olmasıdır. Reformist bir hükümetin işçi sınıfının tansiyonunu düşürebileceğine olan inancı, onu şimdilik bu seçeneğe başvurmaktan alıkoymaktadır. Ancak kitle hareketi reformist bir hükümete rağmen yükselişine devam ederse ve o hükümeti de işlemez hale getirirse, burjuvazi elindeki son çareye başvurmaktan çekinmeyecektir.
Bu koşullar altında Yunan komünistlerini çok yakıcı bir görev beklemektedir: Reformizmin gerçek yüzünü teşhir ederek kitleler nezdindeki her türlü reformist yanılsamayı yok etmek, faşizm tehdidi karşısında sınıfı uyandırıp harekete geçirmek ve iktidara giden yolda proletaryaya devrimci bir programla önderlik etmek! Yunanistan'da sınıfa önderlik edecek kadar güçlü bir devrimci örgütlülüğün henüz mevcut olmadığı doğrudur. Ancak devrimci durumlar, doğru bir politik çizgi izlediği takdirde sınıfın devrimci öncüsü açısından da hızlandırılmış olgunlaşma ve güç kazanma dönemleridir aynı zamanda. Dolayısıyla umutsuzluğa gerek yoktur, ancak bön bir iyimserliğin de sırası değildir. Gün, sadece Yunanistan'da değil tüm dünyada işçi sınıfının enternasyonalist komünist temellerdeki devrimci örgütlülüğünü güçlendirme günüdür.
[*] Synaspismos'un ekürileri Fransa ve Almanya'daki Sol Parti'lerdir. Bu partiler, neo-liberal politikalarla özdeşleşmeleri nedeniyle itibarlarını yitirmeye başlayan Fransız Sosyalist Partisi ve Alman Sosyal Demokrat Partisi'nden kopanlar tarafından, daha sol bir söylemle oluşturulmuşlardır. Amaç, söz konusu iki sosyal demokrat partinin uğradığı güç kaybının burjuva siyaset sahnesinin solunda yarattığı boşluğu doldurmaktır ve her iki ülkede de bu yeni reformist oluşumlar belli bir başarıya ulaşmışlardır. Son tahlilde burjuva işçi partileri kategorisine giren bu tür partilere ilişkin devrimci Marksist bir değerlendirme için bkz: Elif Çağlı, Burjuva İşçi Partileri Üzerine, MT, Aralık 2005.
link: İlkay Meriç, Yunanistan’da Reformizm Tuzağı, Haziran 2012, https://marksist.net/node/3037
Aile ve Korku
AKP’nin Kürt Hareketini Baskıyla Sindirme Çırpınışları