Son zamanlarda Ege ve Akdeniz bölgeleri başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında orman yangınları çıkıyor. Dalaman’da meydana gelen yangın ise 20 saatten fazla süre söndürülemedi ve 350 hektardan fazla alan yanıp kül oldu. Bu örnek de bir kez daha gösterdi ki kamu hizmeti çökmüş durumda. Aslında son dönemde, sadece Türkiye’de değil dünyanın genelinde, neo-liberal saldırı programlarının bir gereği olarak kamu hizmetleri kısılıyor ya da özel şirketlere devrediliyor. Daha geçtiğimiz yıl 102 kişinin ölümü ve yüzlerce insanın yaralanmasına yol açan ve iki haftadan fazla süren yangınla gündem olan Yunanistan’da bu trajedinin asıl nedeni hükümetin uyguladığı kemer sıkma programıydı. Kamu hizmetlerinde yapılan kısıntıdan nasibini alan Yunan itfaiyesi yangını söndürmekte yetersiz kalmış ve ortaya büyük bir facia çıkmıştı. Yangın söndürme araçlarına yeterli düzeyde bütçenin ayrılmaması ve hatta mevcut bütçelerinin de yarı yarıya azaltılması yüze yakın insanın ölümüne yol açmıştı.
Türkiye’de de iktidarın izlediği neo-liberal politikaların kriz koşullarında daha da azgınlaşması nedeniyle felâketler birbirini takip eder hale gelmiştir. Sağlık hizmetlerindeki kesintiler, ameliyatların yapılmaması, ilaç ve malzemelerin alınmaması gibi sonuçlara yol açmış, buna koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan bütçenin kısıtlanması da eklenince bulaşıcı hastalıklar yeniden hortlamaya başlamıştır. İnşaat aşkının ve kimi altyapı çalışmalarındaki kesintilerin sonucu arka arkaya gelen sel felâketlerinde de can kayıpları yaşanmakta ve ortaya çıkan temiz su ve gıda maddesine ulaşma sorunlarına bulaşıcı hastalık tehlikesi de eklenmektedir. Ulaşımda yapılan kısıntıların bedelini de Çorlu’da yaşanan tren kazasında olduğu gibi emekçiler ödemiştir. Örnekler böyle uzayıp giderken şimdi de arka arkaya patlak veren orman yangınlarında AKP iktidarının bütçe kısıtlamalarının, özelleştirme uygulamalarının sonuçları ortaya çıkmaktadır.
Özel sektörle özel anlaşmalar
Ege’deki büyük yangınların bir türlü söndürülememesinin ardından tartışmalar artınca ortaya çıktı ki AKP’nin Tarım ve Orman Bakanlığı yangın söndürme işini özel sektöre devretmiş. Bölgedeki yangınlarda şimdiye kadar Türk Hava Kurumuna (THK) ait uçaklar kullanılırken bir süredir onların yerine özel bir mimarlık firmasıyla anlaşıldığı ve onların helikopterleriyle yangının söndürülmeye çalışıldığı ortaya çıkmıştır. İşin uzmanlarının bu yangınlar sırasında dikkat çektiği pek çok başka husus da ayrıca kahredicidir. Örneğin uçakların her kalkışta helikopterlere kıyasla daha fazla suyu taşıyabildiği, helikopterlerin pervane akımı nedeniyle yangını yaydığı, THK’ya ait filoda gece uçuşu yaparak yangına müdahale edebilen uçaklar olduğu halde bunların kullanılmadığına ilişkin bilgiler gündeme gelenlerden bazılarıdır.
Muhalefet partileri ortaya çıkan bu tablonun ayrıntılarını öğrenip kamuoyuna duyurmak üzere Meclise soru önergeleri verdiler. Ama pek çok konuda verilen binlerce önergenin başına geldiği gibi bu önergeler de tek adam rejiminin işlevsizleştirdiği Meclisin karanlık koridorlarında kaybolmuş görünüyor. Muğla’daki yangınlarda Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli Türk Hava Kurumunun uçaklarının neden kullanılmadığı ve yapılan yangın söndürme ihalesinin neden özel bir şirkete verildiği sorularına “daha ucuz olduğu için” cevabını verdi. Ama sözleşme yapılan şirketin helikopterlerinin uçuş başına aldıkları para ve yangın olsa da olmasa da garantisi verilmiş ödemelerden söz etmedi. Hatta Dalaman’daki yangında THK’ya ait uçakların yangına müdahaleye hazır olduklarının bildirilmesine rağmen kullanılmamış olması da dikkat çekiciydi. Emekçi sınıfların ensesine basıp vergisini kesen burjuva devletin iki kurumu arasındaki çekişmenin bedeli, 20 saatten fazla süren yangında binlerce hektar ormanın, bu ormanlardaki binlerce canlının kaybı ve emekçilerin hayatlarını kaybetmenin eşiğine gelmeleri olmuştur. Erdoğan rejiminin devleti şirket gibi yönetmekten ne kastettiği de her geçen gün daha anlaşılır olmaktadır.
Özellikle Dalaman ilçesindeki yangın vesilesiyle söndürme çalışmalarındaki sorunların ayrıntılarına inildikçe, yangınların söndürülmesinde görev alan çalışanların çoğunun bölgenin arazi yapısı ve yangınların özellikleri konusunda deneyimli olmadığı, politik kadrolaşma sonucu işe alınan insanlardan oluşturulduğu ve onların hayatlarının da tehlikeye atıldığı görülmüştür. Bölgelerde yaşayan orman köylülerinin deneyimlerinden faydalanılmaması, ihtiyacın altında işçi çalıştırılması sıradan uygulamalar haline gelmiştir. Hatta bakanlığın geçici orman işçilerinin sözleşme sürelerini 10 aydan 6 aya indirerek 4 binden fazla orman işçisinin işine son vermeyi planladığı ortaya çıkmıştır.
Tarım Orman-İş Sendikası Başkanı Şükrü Durmuş, özellikle 2019 yılının ilk 7 ayında 993 hektar alanın zarar gördüğünü, AKP iktidarı döneminde orman yasasında 41 kez değişiklik yapıldığını ve bütün bu değişikliklerin asıl amacının da orman alanlarının amaç dışı kullanımı ve rant olduğunu söylemektedir. Geçmiş yıllarda orman yangınlarına ilk müdahaleyi yapan orman köylülerinin tasfiye edildiğini ve 2009-2018 yılı arasındaki 10 yıllık zaman diliminde 83 bin 557 futbol sahası büyüklüğünde bir alanın tahrip olduğunu dile getirerek şunları vurgulamaktadır: “1980’li yıllarda nüfusu 45 milyon olan Türkiye’de 12 milyon orman köylüsü vardı … Üretim, fidanlama, bakım ve ilaçlama işlerinin hepsini, bunun yanında yangına ilk müdahaleyi de onlar yapıyordu. Kurumun en önemli birimi orman muhafaza memurluğu orman köylülerinden oluşurdu. Ancak 1980 sonrasında özellikle neo-liberal politikalar nedeniyle hizmetler ticarileştirildi. Orman köylüsünün elinden önce üretim işi alındı. AKP döneminde «ayakta satış» diye bir yöntem başladı. Köylü aç kaldı. İşçiyi parti merkezlerinden almaya, memurluğa mülakatla kendi yandaşını atamaya başladılar. Bu tür işleri artık orman köylüsüne vermiyorlar. Yapılacak işleri tüccara veriyorlar, o da ucuz işçi çalıştırmaya başladı. Bunların bir sonucu olarak orman köylüsü tasfiye edildi.”[*] Durmuş, norm kadroya göre 12 bin 500 orman muhafaza memurunun olması gerekirken 4 bin memurun çalıştığını, üstelik İş-Kur’dan sağlanan bu işçilerin niteliklerinin de yetersiz olduğunu dile getirmektedir.
Rant ve talan düzeni devam ediyor
Son çıkan yangınların kasıtlı olmayan insan hatalarından kaynaklandığı açıklanmış olsa da Orman Genel Müdürlüğünün verilerine göre son 6 yılda sadece Ege bölgesinde 4 bin 200 orman yangını çıkmış ve bunun 238’inin kundaklama sonrası çıktığı anlaşılmış. Yanan bölgelerin birçoğunun sonradan büyük otel ve turistik tesislerin yapılması için açgözlü kapitalistlere peşkeş çekilmiş olmasına bakınca bu yangınların önemli bir bölümünün çıkış nedeni de görünür hale geliyor.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı misali 31 Mart yerel seçimleri öncesi Erdoğan’ın “denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm … doğa şöyle olmuş böyle olmuş umurunda değil” demişti. Hiç şaşırtıcı değil ama söylemeden de geçmeyelim. Bu konuşmadan üç gün sonra, mahkeme kararıyla doğaya zarar verdiği tespit edilmiş BMC Karasu fabrikasının açılışını yapmıştır. AKP iktidarının en fazla ağacı biz diktik palavrasına rağmen İstanbul başta olmak üzere nüfus yoğunluğu giderek artan sanayi merkezlerinde ve rantı büyük kıyı sahillerinde yeşil alanlar hızla kıraçlaşıyor. Yeşilliklerin göbeğinden çirkin binalar inanılmaz bir hızla yükseliyor.
Ormanların yakılıp yok edilmesinin önünü açan “orman vasfını yitirmiş arazilerin kullanımı”na dair 2A ve 2B yasalarının ardından “imar affı” uygulaması da gelecek kuşaklara ağır faturalar hazırlamaktadır. Halen devam etmekte olan bu imar affı kıyağının daha ne kadar orman yakacağı da meçhuldür. Daha şimdiden Ege ve Akdeniz kıyı şeridinde yapılaşma tavan yapmıştır.
Toplumsal duyarlılık, doğaya saygı, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak kapitalizmin doğasına aykırıdır. Türkiye’de de AKP iktidarları korkunç bir talanın, ormanların ve doğanın yağmalanmasının önünü sınırsız bir şekilde açmıştır. Termik ve nükleer santraller, hırsla kurulan barajlar, inanılmaz bir hızla artan endüstriyel kirlilik, inşaat aşkı, mega proje hastalığı yakın zamanda mega felâketlerin sebebi olacaktır, hatta olmaktadır. Bir yandan ormanlar içindeki canlıların katliamına dönüşen yangınlarla yok olurken, birkaç saatlik aşırı yağışlar can ve mal kaybına yol açan felâketlere dönüşmektedir. Doğanın geri dönülmez yıkımı, küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin yarattığı büyük facia ve felâketler, ekolojik dengenin bozulması, en çok emekçi sınıfların canını yakarken, burjuvazi kâr ve talan peşindedir. Dünyayı yıkıma sürükleyen bu açgözlülüğe ancak kapitalizm ortadan kaldırılarak son verilebilir.
link: Derya Çınar, Rant, Talan, Özelleştirme ve Yanan Ormanlar, 30 Temmuz 2019, https://marksist.net/node/6711
Syriza’nın Seçim Yenilgisinin Gösterdikleri
Rejimin Yumuşayacağı Hayalleri