Marx’ı yeniden derinlemesine inceleyip onun eserlerinde bugüne kadar anlaşılamamış “yeni şeyler” keşfettiğini iddia eden genç bir felsefecinin, Japon Kohei Saito’nun son yıllarda yazdığı kitaplar pek çok dile çevrildi ve başta Japonya ve Almanya olmak üzere pek çok ülkede yüz binlerce sattı. Bu kitapların ve yazarın düşüncelerinin tanıtımı için dünyanın önde gelen medya kuruluşlarında da sayfa sayfa röportajları yayınlandı. Kohei Saito “küçülme komünizmi” adını verdiği ve Marx’ın son dönem eserlerini inceleyerek oluşturduğunu söylediği teorisini, Türkçede de yayımlanan “Karl Marx’ın Ekososyalizmi: Sermaye, Doğa ve Ekonomi Politiğin Yarım Kalmış Eleştirisi” (2017) ve “Antroposen’de Marx: Büyümeme Komünizmi Fikrine Doğru” (2023) kitaplarında anlatıyor. “Antroposen’de Marx” kitabının sadece Japonya’daki satışı 500 binden fazla oldu. Marx’ın küçülmenin esas teorisyeni olduğunu söyleyen Saito’nun fikirleri, Yeşil-Sol hareket olarak kendini ifade eden çevrelerde, Marksizm sosuna buladıkları fikirlerini Eko-Marksizm olarak tanımlayan kimi gruplarda ve daha önemlisi çevre sorunlarına duyarlı gençlerin bir kısmı üzerinde etkili oldu. Kohei Saito, kapitalizmi eleştiren, düşüncelerini güya Marx’a dayandırarak kapitalizmin yerine bir tür “komünizm” öneren bir sistem karşıtı olarak burjuva medyada ve akademide nam saldı.
Bu noktada bu kitapların içeriğini bir kenara bırakarak bazı sorular soralım kendimize. Kapitalizme karşı durarak komünizm için mücadele etmeyi savunan bir yazarın kitaplarını yaygın bir dağıtım ağı olan kaç yayınevi yayınlamak ve bu kitaplardan kaç adet basmak ister sizce? Kapitalistlerin kaçı kendi medya kuruluşlarında bu kitapların tanıtımını yapan röportajların yayınlanmasına ve böyle bir yazarın parlatılmasına göz yumar acaba? Kapitalistler sistem karşıtı fikirlerin yaygınlaşmasının yolunu mu açarlar, önüne mi geçmeye çalışırlar?
Sorular böyle sorulduğunda doğru cevaplara ulaşmak elbette daha kolay oluyor. Eşyanın tabiatı gereği sistemin böylesi durumlara izin vermeyeceği, oluşacak “kaçak”ları da kısa sürede bertaraf edeceği açık çünkü. Ne var ki bu türden soruları sormayı atlayıp, özellikle sistemin prestijli addedilen kurumlarından yayılan her türlü düşünceyi derinliğine sorgulamaksızın kabul etmek toplumun geneli için yaygın olan yaklaşımdır. Egemen sınıfın ideolojik saldırıları o kadar incelikli biçimler altında gerçekleştirilir ki sisteme muhalif kesimlerin bir kısmı da bu yönlendirmelerden etkilenir. Sağlam bir sınıf bilincine sahip olmayanlar bunların rüzgârına kolayca kapılabilirler. Bunlar aracılığıyla da egemen sınıfın işine yarayacak fikirler o ya da bu düzeyde sınıf hareketine taşınır. Bu yüzden burjuvazinin medyası, akademisi sistem karşıtı görünümlü düşüncelerin önünü açıyor hatta destekleyerek yaygınlaşmasını sağlıyorsa uyanık olmak şarttır. Görünenin ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak, bu düşüncelerin sınıf mücadelesinin saflarına sirayet etmesini engellemek için çaba göstermek gerekir.
Saito’nun “küçülme komünizmi” de bu türden, olumsuz bir niteliğe sahip “fikirler” içeriyor. Saito, Marx’a dair benzer “icat”lar yapan öncülleri gibi onun son yıllarındaki çalışmaları için aldığı notlardan keyfi sondajlar yaparak, 1870’lerde Marx’ın kapitalizm kuramında radikal bir dönüşüm yaşayarak, üretici güçlerin gelişimi için ekolojik bir sınır olduğu düşüncesini geliştirip bunu ekonomi-politik eleştirisinin temeli haline getirdiğini iddia ediyor. Yani Marx’ın, uzun bir dönem boyunca Engels ile birlikte geliştirdiği çok temel fikirlerinden, eserlerine hiçbir önemli not düşmeden vazgeçtiğini söylüyor. Bunu da sadece ve sadece Marx’ın Kapital’in üçüncü cildi için tarım, biyoloji ve benzeri konularda aldığı notlardan ve Vera Zasuliç’le yaptığı, Rusya’daki kır komünlerinin kapitalist bir dönem yaşanmadan doğrudan sosyalizme geçişte bir temel oluşturup oluşturamayacağına dair yazışmalarından cımbızlama ifadeler üzerinden yapıyor. Üstüne de bu “yeni” yaklaşımın “Marx’ı daha önceki tarihsel materyalizm formülasyonunu terk etmeye zorladığını”, “artık kapitalizmin ilerici karakterini destekleyemediğini” ve “Marx’ın geleneksel olarak anlaşıldığı şekliyle tarihsel materyalizmle yollarını tamamen ayırmış olması gerektiğini” ilan ediyor.
Neresinden bakılırsa mesnetsiz, saçma bu fikirlerin bizce bir değeri yok şüphesiz. Kohei Saito’nun, kapitalizmin yarattığı sorunların çözümü olarak ekolojik belediye reform hareketlerini överek yerel tüketim için yerel üretime odaklı bir ekonominin yaratılması temelinde bir kentsel yaşam ve küçük ölçekli işçi kooperatifleri kurulmasına dair önerilerini duysa Marx’ın yüzünde oluşacak müstehzi ifadeyi tahayyül etmek zor değildir. Bu yüzden onun iddialarına karşı açıklamalar yapmaya çalışmak, yanlışlığını ortaya koyacak bir çabaya girişmek de gerekmiyor. Neticede zırva tevil götürmez. Bizim için önemli olan bu türden görüşlerin parlatılıp önümüze konmasının amacını anlamaya çalışmak olmalıdır.
Meseleye asla sınıf mücadelesi perspektifinden yaklaşmayan Kohei Saito’nun bu “düşüncelerden” hareketle ulaştığı politik sonuçlar, onun neden bu sondaj çalışmalarına giriştiğini yeterince açık biçimde ortaya koymaktadır zaten.Green European Journal dergisinde yayınlanan bir röportajında ona sorulan “klasik komünizmde olduğu gibi küçülme komünizmine ulaşmak için bir devrime ihtiyaç var mı?” sorusuna verdiği yanıt politik derdinin ne olduğunu gözler önüne sermektedir:
“Önerdiğim şey Rus Devrimi türünden bir devrim değil. İktidarı ele geçirerek bu sistemi yıkabileceğimizi düşünmüyorum. Ulusal parlamentoda iktidarı ele geçirsek bile, bu durum ekonomik sistemi değiştirmez. (…) Reformlar ve politikalar, her ne kadar kapitalizmin hemen üstesinden gelmese de, günlük algı ve davranışlarımızda pek çok değişiklik yaratabilir. Ancak günlük yaşamdaki bilinç ve davranışlarımızı değiştirmek, daha radikal değişiklikler talep etmek için bize daha fazla alan yaratır. Bu şekilde kademeli olarak küçülme toplumuna geçiş yapacağımızı düşünüyorum. Almanya’da, Fransa’da ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlar ve özellikle gençler bu tür bir dönüşümü talep ediyorlar. Bu kademeli bir süreç ama bence 2030’lu yıllarda küresel düzeyde sistemik bir değişim yaratacak bu türden bir dönüştürücü değişim yaşanacak. Umduğum şey, Rus Devrimi’nde olduğunun aksine yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğru bir değişim. Şehir düzeyinde siyasete müdahale etmek ve dönüşüm yaratmak için daha fazla imkân var. Şehirler daha fazla mücadele etmemiz gereken alanlardan biri ve umarım bunun ulusal düzeye de yansıması olur.”[1]
Saito da, Marx’a dair benzer iddialarla ortaya çıkanların hemen hepsi gibi, düzen içi fikirlere sahip bir reformistten başka bir şey değildir. O da çok parlatılan Fransız iktisatçısı Thomas Piketty’nin “21. yüzyılda Kapital” kitabında önerdiği gibi “çok yüksek gelirlerin daha yüksek vergi oranlarına tâbi tutulması”na benzer önerilerin ötesine geçmemektedir.[2] Günümüzde gelir dağılımının bozukluğuna vurgu yaparak buna dair çözüm önerilerini geliştirmeye, eşitsizliği zerrece umursamayan sağcı iktisatçılar, politikacılar dahi girişmektedir. Son yıllarda Dünya Ekonomik Forumu toplantıları bu önerilerin tartışıldığı bir platform haline gelmiştir. Yani bunların emekçilerin sorunları için anlamlı çözümler olmadığı, aksine burjuvazinin bir bölümünün krizden çıkış arayışları için önerdiği politikaları destekleyici “yaklaşımlar” olduğu ortadadır. Ama 2008 krizinden bu yana bolca lafı edilen bu reformlar için en küçük bir adım bile atılmaması, hatta sert kemer sıkma saldırılarının yeniden hortlaması, boş lakırdıyla kapitalizm gerçekliği arasındaki farkı yeterince açık göstermektedir.
Parazit sesler ideolojik bulanıklığa yol açar
Kapitalizm, toplumu, dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik krizle, giderek yayılan emperyalist savaşla ve bu temellerin ürettiği ekonomik ve siyasal sorunlarla kesintisiz biçimde karşı karşıya bırakıyor. Bir toplumsal düzenin çöküşüne işaret eden semptomlar da, çok boyutlu derin sorunların sancılı biçimlerde yaşandığı bu süreçte net biçimde ayırt edilebiliyor. Bu koşullar da dünyanın pek çok yerinde başta gençler olmak üzere emekçilerin yeni arayışlara yönelmelerine kaynaklık ediyor. Henüz kapitalizmi bir bütün olarak hedefine koyma bilincine erişemeseler de pek çok emekçi kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı mücadele etmeye çalışıyor.
İşte bu noktada Saito, Piketty, Hariri ve benzerlerinin fikirlerinin burjuva mecralarda parlatılmasının nedeni anlaşılır hale geliyor: Kapitalizm tarihsel krizini yaşarken yarattığı derin sorunların emekçi kitlelerde yarattığı arayışların hiç olmazsa bir bölümünü daha baştan yolundan saptırmaya çalışmak. Burjuva medyanın, akademinin etkili kanallarından yayılan böylesi parazit oluşturan sesler sayesinde sınıftan yana doğru seslerin duyulmasını engelleyerek, emekçilerin ideolojik bulanıklık yaratan sol çevrelerin etkisi altında kalmalarını sağlamak.
Burjuvazinin, sisteme muhalif hale gelen gençlerin zihinlerinin bulandırılmasına, emekçilerin düzen içi, reformist programlarla hareket etmesine, bunu desteklemek için de ehlileştirilmiş bir Marx algısının yaratılmasına ihtiyacı var. Mücadele tarihinden biliyoruz ki bunu sosyal demokrasi üzerinden daha önce yarattı ve etkili biçimde kullandı. Ama eskiyen, etkisizleşen klasik sosyal demokrasiye ait yaklaşımların, toplumlarda oluşan güncel duyarlılıklarının da hesaba katıldığı “yeni” fikirler temelinde desteklenmesi gerekiyor. Bu nedenle Saito gibiler parlatılıp hedef grupların ilgisini çekmesi sağlanıyor.
Marksizm, çevre sorunları dâhil benzer tüm sorunların nedenlerine ilişkin yeterli ve tutarlı açıklamalara, bu sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin bilimsel temellere oturan bir perspektife sahiptir. Bu sorunların ancak bir işçi devrimi ile gerçekten çözülmeye başlayabileceğini, başka her türlü önerinin eninde sonunda kapitalizmin çıkarına hizmet edeceğini açıklamış, tarihteki pek çok olayla da bu doğrulanmıştır.
Bu yüzden daha önce benzer bir vesileyle söylediğimiz gibi, “İşçi sınıfı devrimcileri bu ve benzeri yaklaşımların, özellikle prestijli alanlardan sosyalist akımların içerisine sokulmaya çalışılacağını, bu perspektiflere uygun politik yapıların geliştirileceğini ya da oluşturulacağını beklemeli, bunlara karşı uyanık olmalıdır. Dünyanın prestijli üniversitelerinden akademisyenlerin, «sistem karşıtı» söylemlerine rağmen her nasıl oluyorsa görüşleri burjuva sistemin yayın organlarında hep yer bulan, görünür olan parlak, cazibeli kişilerin ideolojik manipülasyonlarına karşı kuşkucu olmayı bir an olsun elden bırakmamalıdır. Sistem karşıtı bazı görüş parçalarını kasıtlı olarak sistem içi hedeflere bağlayan, özellikle örgütlü, devrimci, işçi iktidarını hedefleyen mücadeleye dair görüşleri marjinalize etmeye dönük yaklaşımlar sergileyen, insanları devrime değil düzen içi değişim arayışlarına sevk eden düşüncelerin egemen sınıfın çıkarları için ortaya konduğu hiç unutulmamalıdır”.[3]
Bugünlerde kafaları bulandırmak için sosyalist görünenler de sosyalizmin yeminli düşmanları da işçi sınıfının üzerine sağanak halinde propaganda yağdırmaktadır. İşçi sınıfını yanlış yollara sürüklemek isteyenler bunu Marx’ın görüşlerini saptırarak ya da onu ve fikirlerini kara propagandaya maruz bırakarak yapmaya çalışırlar. Marksizm doğduğu günden beri burjuvazinin her türden saldırısına defalarca maruz kalmıştır. Kalmaya da devam edeceği ortadadır. Ancak her seferinde haklılığını kanıtlamış, burjuva ve küçük-burjuva fikirler karşısındaki üstünlüğünü ortaya koymuştur.
Marksizm, toplumların nereden gelip nereye gittiğinin bilimsel çözümlemesini yapmış ve oluşturduğu temeller sayesinde, karşılaşılacak yeni durumların değerlendirmesini en kapsamlı biçimde yapabilmenin araçlarını da yaratmıştır. Tarihsel olaylar, olgular üzerinden bu kadar sert sınandığı halde dimdik ayakta kalmaya, yol göstermeye devam etmesine rağmen hâlâ Marx’ta “yeni” şeyler aramanın da, bulduğunu iddia etmenin de anlamı bellidir. Bu çabalar onun düşüncelerini iğdiş etme, kendilerince ehlileştirme niyetinin ifadesidir ve elbette beyhudedir. Yine de işçi sınıfının devrimci mücadelesini yürütenlerin bu yanılsama yaratma çabalarına, tahrifatlara karşı uyanık olması şarttır. Amerika’yı yeniden keşfetme uğraşı işçi sınıfı için anlamsızdır. İşçi sınıfının dünyayı değiştirme mücadelesinin bilimsel öğretisi olan Marksizmin sınanmış doğrularına ve yöntemine bağlı biçimde devrim yolunda yürümek bütün zorlukları aşmayı zaten sağlayacaktır.
[2] Oktay Baran, NASA Raporu, Piketty’nin “Kapital”i ve Kapitalizmin Çıkmazı, Haziran 2014, https://marksist.net/node/3471
[3] Selim Fuat, Marx Tabii ki Haklı!, 5 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7855
link: Selim Fuat, Kohei Saito: İdeolojik Manipülasyon Süvarilerinden Biri Daha, 14 Ağustos 2024, https://marksist.net/node/8334
Çin’in Siyasi Atakları Hızlanıyor
Savaş Ateşine Yeni Odunlar