Erdoğan, İsrail’in Gazze’de Filistin halkına karşı yürüttüğü ağır saldırılar karşısında İsrail’in işgalci bir güç ve terör devleti, Hamas’ın ise özgürlük savaşçısı olduğunu, savaş suçlusu İsrail’in Lahey Adalet Divanında yargılanması gerektiğini, yaşananların soykırım olduğunu söylemişti. Netanyahu ise bu sözlere “Kürtlere soykırım uygulayan, kendi yönetimine karşı çıkan gazetecileri hapse atma konusunda dünya rekorunu elinde bulunduran Erdoğan, bize ahlâk vaazı verecek son kişidir” diyerek karşılık verdi.
Her iki ezen ulus şefinin işlerine gelen doğruları telaffuz ettiklerine şüphe yoktur. İsrail’in Filistin halkına yönelik olarak onyıllardır uyguladığı zulüm ve imha politikaları herkesin malûmudur. İsrail, Filistin topraklarını işgal etmiş katliamcı bir güçtür. Ancak Türkiye ve Erdoğan da masum değildir. Onyıllar boyunca Türkiye’de de iktidarlar Kürtlere karşı inkâr ve imha politikalarını izlemişlerdir. Bugün de Erdoğan’ın başında olduğu faşist rejim, Gazze’de Filistin halkı için timsah gözyaşları dökerken Kürtlere karşı en ağır baskıları hayata geçirmekte, Rojava’da ve Irak’ın kuzeyinde Kürtlere karşı saldırılara girişmekten çekinmemektedir. Türk ordusu halen on binlerce askeri Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki askeri üslerde bulundurmakta, pek çok Kürt kentini elinde tutmaktadır. TC’nin Suriye’de toplam 125 askeri üste 10-15 bin arasında askeri, Irak’ın kuzeyinde ise 60 kadar üs veya noktada 10 bin civarında askeri bulunuyor. Bu rakamlar askeri saldırılar sırasında daha da artmaktadır.
Türkiye son 5 yılda Irak’ın kuzeyine ve Rojava’ya 6 binden fazla hava saldırısı düzenlemiştir. 2022 yılından bu yana saldırılar yaklaşık 3 kat artmıştır. Sadece son birkaç ayda gerçekleşen saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybetmiştir. Özellikle geçen yılın sonlarına doğru SİHA’larla suikastlar gerçekleştirilmiş, sivil yerleşim yerleri bombalanmış, ölen ve yaralanan insanların yanı sıra altyapı ciddi biçimde zarar görmüş, zaten yıllardır savaş cehenneminde kavrulan insanlar göç etmek zorunda kalmıştır. BM raporuna göre geçtiğimiz yılın sadece Ekim ayında TSK, Rojava’da 224 farklı alana 304 hava ve kara saldırısı gerçekleştirmiş, bu saldırıların 221’inde ağır silahlar ve 83’ünde ise SİHA ile savaş uçakları kullanmıştır. Gaz ve petrol tesislerinin, elektrik santrallerinin, su istasyonlarının, mültecilerin yaşadığı kampların ve sivil yerleşim yerlerinin hedef alındığı bu saldırılarda 47 kişi hayatını kaybetmiş, 55 kişi ise yaralanmıştır. Bu arada yoksul ailelerin evlatlarının cenazeleri evlerine gelmekte, analar yine gözyaşı dökmektedir. İşte Gazze’de İsrail’i terörist devlet olmakla itham edip savaş suçlusu ilan eden Erdoğan Türkiye’sinin içi militarizmle, ırkçılıkla, şovenizmle dolu politikasının sonucu budur.
Çok açıktır ki, büyük emperyalist güçler arasındaki kapışma kızıştıkça savaşın alevleri de yayılmakta, daha fazla cephe açılmakta ve Ortadoğu iyiden iyiye kaosa sürüklenmektedir. Türkiye de bu kaos ortamında ve ABD ile Rusya arasında yürüttüğü manevralarla, Ortadoğu’da kendi emperyal planlarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Suriye’deki savaş henüz sonlanmış değildir, İsrail’in Gazze’de başlattığı savaşın alevleri Lübnan ve Suriye’ye de sıçramıştır, Yemen de bu savaş cehenneminin içine girmeye adaydır. Ve Türkiye de fırsattan istifade ederek, Kürtlere yönelik saldırgan politikalarını devreye sokmaktadır.
TC’nin “Kürtler anasını görmesin” politikası
TC’nin Kürt sorununa yönelik temel politikası, neredeyse kuruluşundan beri inkâr ve imha üzerine kuruludur. TC, Kürt halkının özgürlük, eşitlik ve demokrasi temelinde haklı taleplerine on yıllardır kulaklarını tıkamaktadır. Ancak Irak’ın kuzeyinde “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” adıyla özerk bir siyasal kimliğe kavuşan Kürtler, Rojava’da da “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” (KDSÖY) adıyla de facto bir özerk yönetim alanı oluşturmuşlardır.
Türkiye’nin Rojava’ya dönük saldırıları ve işgali, Suriye savaşının patlak vermesinin ardından Kürtlerin bu bölgede denetimi sağlamasıyla başlamıştır. 2012’de YPG güçlerine karşı başlatılan bu saldırılar halen devam etmektedir. Kürtlerin sadece Türkiye sınırları içinde değil başka ülkelerin sınırları içinde dahi siyasi haklar elde etmesini engellemeye çalışan, o günün koşulları nedeniyle mani olamadığı Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetiminin yanı sıra Suriye’nin kuzeyinde de özerk bir Kürt yönetiminin tanınmasını istemeyen TC, bu amaçla Rojava’da Kürtlere karşı savaşmaktadır. Bu bağlamda TC’nin en çok dillendirdiği argüman YPG’nin “terörist” bir organizasyon olduğudur. İsrail’e karşı savaşan Hamas’ın “terörist bir örgüt” olarak adlandırılmasına karşı çıkan ve Hamas’ın savaşını haklı bulan TC, sıra Kürtlere gelince “terörist” sıfatını yapıştırmaktan ve Kürtleri hain ilan etmekten çekinmemektedir. Çünkü TC egemenleri, YPG’nin bölgede etkin bir güç haline gelmesinin ve Suriye’de de özerk bir Kürt yönetimi mevcudiyetinin, Türkiye içindeki Kürt hareketini de ivmelendireceğini düşünmekte ve nihayetinde Kürt halkının haklı taleplerinin karşısında duramayacağına inanmaktadır. TC devletinin bu durumu “beka sorunu” olarak adlandırması da bundandır.
Bu nedenle de Kürtlerin Suriye’de Fırat nehrinin batısına geçmesini kırmızıçizgisi olarak ilan etmiş, engel olamayınca da askeri saldırılara girişmiştir. 2016’daki Fırat Kalkanı Harekâtı, 2018’deki Zeytin Dalı Harekâtı, 2019’daki Barış Pınarı Harekâtı, 2020’deki Bahar Kalkanı Harekâtı ve halen devam eden Pençe Operasyonları en önemlileridir. Gelinen noktada Suriye’nin kuzeyindeki Afrin, İdlib, Cerablus, El Bab, Azez, Resulayn (Serekaniye) ve Tel Abyad gibi şehirlere askeri üsler kurulmuş, çeşitli bölgeler binlerce askerle işgal edilmiş, bölgenin Kürtlerden arındırılarak Araplaştırılması-Türkleştirilmesi için çeşitli politikalar uygulanmış, IŞİD dahil İslamcı-cihatçı gruplar desteklenmiştir.
Kürt hareketi ise Suriye’nin kuzeyinde bulunan ve Rojava denilen, Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgede öz yönetim ve demokratik özerklik sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca Rojava’daki Kürt hareketi İslamcı militanların emirlikler kurma çabalarına da karşı durmuş ve başta ABD olmak üzere Batı’nın da desteğini kazanmıştır. Bu süreçte, Kürtlerin yanı sıra Arap, Türkmen, Asuri, Ermeni ve Süryani gibi farklı etnik kökenden gelenlerin oluşturduğu cephe de bölgeyi savunmuş ve radikal İslamcı gruplara karşı mücadele etmiştir. İşte Rojava’da Kürtlerin bu çabaları, hem “Kürtler anasını görmesin” diyen hem de yayılmacı emellere sahip olan TC’nin işine gelmemektedir. TC, sürekli olarak planlarının istediği yönde ilerlediği algısını yaratmaya çalışsa da durum çok farklıdır.
Emperyalist savaşın kıskacında bir halk: Kürtler
Kürt sorununun uluslararası bir nitelik kazandığını nicedir dile getiriyoruz. Bunun anlamı Kürt sorununun Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaşın bir parçası, alanı ve aracı haline gelmesidir. Rojava’daki Kürt siyasi hareketi, inişli çıkışlı bir şekilde de olsa halen ABD’nin desteğine sahiptir. ABD, bölgeye dönük uzun vadeli stratejik çıkarları ve planları gereği Kürtleri desteklemektedir. Ancak Kürtler, ABD’nin desteğine rağmen Esad rejimi ve Rusya ile de dengeli bir siyaset yürütmek zorunda hissediyorlar. Türkiye ve İran gibi, hem bölgede söz sahibi olmak isteyen hem de bu bağlamda Kürt hareketini ezmek için fırsat kollayan güçlerin varlığı koşullarında, Kürtlerin işi kolay değildir.
Bu tablonun anlaşılabilmesi için yakın geçmişe, 2023 Nisan’ında Moskova’da Rusya-Suriye-Türkiye-İran arasında gerçekleşen dörtlü görüşmelere bir göz atmak faydalı olacaktır. Bu buluşmanın temel gündemlerinden biri Rusya’nın Türkiye ve Suriye yönetimlerini bir araya getirerek bir bağlamda uzlaşıya varılmasını sağlama ve böylece Türkiye’yi ABD-Batı çizgisinden uzaklaştırma çabasıydı. Ancak Esad rejiminin ön şart olarak Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmesini öne sürmesi ve Türkiye’nin de (“Kürt özerk yönetimi dağıtılmadan”) buna yanaşmaması nedeniyle Rusya’nın çabası sonuç vermedi. Aynı buluşmanın bir diğer önemli gündemi ise KDSÖY’nin 9 maddelik çözüm önerisiydi. Bu öneri metni, özetle Kürtlerin Suriye’nin bütünlüğünün devamından yana oldukları, ama Suriye’nin demokratikleşmesinin şart olduğu ve bu bağlamda Rojava’daki özerk yönetimin bir model oluşturduğu perspektifini içermekteydi. Ancak bu öneri de Esad rejiminin taviz vermeye yanaşmaması nedeniyle havada kaldı. Rusya ise Kürtlerin fazla ayak diremeden ve ABD’yle işbirliğinden vazgeçerek Esad rejiminin “güçlendirilmiş yerel yönetim” şeklinde nitelendirebileceğimiz teklifini kabul etmesini istemektedir. Kısacası Rojava’daki Kürt yönetimi ne ABD’den yeterli desteği alabilmekte ne de Rusya-Suriye ile istediği türden bir anlaşmaya varabilmektedir. Rusya, başka sebeplerin yanı sıra, Kürtleri hizaya getirebilmek için Türkiye’nin sınır ötesi saldırılarına zaman zaman izin verirken ABD de Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmamak için bu saldırılara zaman zaman göz yummaktadır.
Ayrıca ABD, Rojava’daki Kürt güçlerini, Suriye içindeki İran-Hizbullah güçlerine karşı da kullanmak istemektedir ki bu da Kürtlerin “tarafsızlık” politikasını zora sokmaktadır. Örneğin ABD, Suriye’nin güneydoğu kısmında Irak sınırına yakın bazı bölgelere, silahlandırılmış Sünni Arap aşiretlerini yerleştirmek ve böylece Irak sınırını tutarak İran-Hizbullah’ın Suriye ile irtibatını kesmek, bu maksatla da Kürtlerin bahsi geçen Arap aşiretlerini askeri olarak eğitmesini istemektedir. Kürtler ise bu tür bir girişimin kendileri açısından intihar anlamına geleceğini bildiklerinden ABD’nin bu planından uzak durmaktadırlar. Kürtlerin isteksizliğini fırsat bilen Türkiye, bu işi kendisinin yapabileceğini ABD’ye beyan etmiş ve bunun karşılığında ABD’nin Kürt politikasını gözden geçirmesini istemiştir. Üstelik ABD’nin bu planı Kürtlerle bazı Arap aşiretler arasında çatışmalar yaşanmasına ve bazı Arap aşiretlerinin “isyan çıkartmasına” kadar varmıştır. Bu noktada TC’nin bu Arap aşiretleri içinde çeşitli türden kışkırtma hamlelerine giriştiğini de varsaymak gerekir. Bir başka örnek de Ukrayna’nın, Kürt güçlerinin Suriye’deki Rus güçlerini SİHA gibi silahlarla vurması doğrultusundaki önerisidir. Her ne kadar hayata geçirilmeleri çok zor görünse de bu ve benzeri örnekler, Kürtlerin Rojava’da hedeflerine ulaşabilmek için ne denli ince ve keskin bir hat üzerinde ilerlemek zorunda olduklarını ortaya koymaktadır.
İşte tam da bu tabloya paralel olarak ve Moskova görüşmelerinin akabinde, TC’nin Rojava’da Kürtlere dönük saldırı tehditleri artmaya başlamıştır. Haziran’da Astana görüşmeleri sürerken TC, Rojava’da SİHA’larla Kürt siyasi liderlerine dönük saldırılar gerçekleştirmiştir. ABD’nin, NATO’nun genişlemesi çerçevesinde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine Türkiye’nin engel oluşturmaması amacıyla bu saldırılara göz yumması da tehdidi ağırlaştırmıştır. Ayrıca buna, ABD’nin İsrail’i korumaya ve İran’ı bölgede tecrit etmeye dönük politikalara ağırlık vermeye başlamasını da eklemek gerekir. Rusya da Astana zirvesinde Kürtlerin özerklik yönündeki taleplerine ters yönde açıklamalar yapmıştır, çünkü ABD’nin desteklediği bir özerk Kürdistan istememektedir. Fırsatları gören ve değerlendiren TC, tıpkı İsrail’in her fırsatta Gazze’ye ve Filistinlilere saldırması gibi, Rojava’daki (ve Irak’ın kuzeyindeki) askeri operasyonlarına ve saldırılarına hız vermiş ve Türkiye-Suriye sınırına paralel olarak 30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge oluşturma ve buraya Arapları (Gazze’den Filistinli Arapları ve/veya Türkiye’deki Suriyelileri vb.) yerleştirme planını tekrar gündeme getirmeye çalışmıştır.
İsrail Gazze’de Filistinlileri büyük bir kırıma uğratırken ve tüm dünyanın gözü Gazze’deki insanlık dramına çevrilmişken, Erdoğan da bir yandan İsrail’e sayıp dökmeye başlamış, diğer yandan da Rojava ve Kuzey Irak’taki saldırılarına devam etmiştir. Ancak Gazze’deki savaş aynı zamanda Ortadoğu’daki emperyalist savaşın daha da yayılması ve kızışması anlamına geliyor. Bu savaşın bir anda Lübnan’ı, Yemen’i ve hatta İran’ı da içine çekmesi işten bile değildir. Zaten bunun fragmanları sahneye konmaya başlamıştır. ABD de bölgeye ciddi miktarda ek askeri güçler yığarak (özellikle İsrail açıklarına ve Umman denizine) ve bölgedeki tüm ülkelere “İsrail’e dokunanı yakarım” mesajı vererek masaya ağırlığını koymuştur. Bu gelişmenin Türkiye’nin planları ve hedefleri açısından çelişkili etkiler yarattığını görmek gerekir. Ortadoğu’da ABD ve Rusya-Çin gibi büyük güçler ağırlığını ve varlığını arttırdıkça ve savaşın alevleri bölge ülkelerini daha fazla yakmaya başladıkça Türkiye gibi ülkelerin manevra alanı daralmaktadır. Türkiye her ne kadar Rojava’da fırsattan istifade bazı hamleler yaparak Kürtlere baskısını arttırmaya çalışsa da işin aslı ABD’nin Kürt politikasında bir değişiklik söz konusu değildir ve ABD, Türkiye’nin hamlelerine karşılık vermiştir. Kısacası Gazze’deki savaş genelde Ortadoğu’da ve özelde de Suriye-Rojava’daki denklemi daha da karmaşık hale getirmiştir.
Filistin ve Kürt halkının kaderi ortaktır
Yakın zaman önce kaleme aldığımız “Filistin Sorunu Neden Çözülemiyor” başlıklı yazımızda, Filistin sorununun çok boyutlu bir sorun olduğunu, mevcut durumun asıl failinin emperyalist güçler olduğunu, bölünmüş yapısından kaynaklı olarak Filistin kurtuluş hareketinin tıkandığını ve yozlaştığı için de Filistin halkının desteğini kaybettiğini, Filistin sorununun emperyalist güçlerin bölgedeki hegemonya mücadelesinin aracı ve alanına dönüştüğünü söylemiştik. Kürt sorununda da benzer dinamikler işlemekte ve güç kazanmaktadır.
Kürt halkı Türkiye, İran, Suriye ve Irak topraklarına dağılmış, bölünmüş durumdadır. İran ve Türkiye kendi toprakları içinde Kürt halkının haklı taleplerine tamamen kulaklarını tıkadıkları gibi ağır baskılar uygulamaktadırlar. Her iki devlet Irak’ın kuzeyi ve Rojava’daki Kürtlere de sürekli saldırılar düzenlemektedirler. Terörist ilan ettikleri Kürt siyasi örgütlerinin varlığını bahane göstererek Rojava’da ve Irak’ın kuzeyinde askeri üsler kurmakta, açıkça yayılmacı politikalar izlemektedirler.
Benzer bir durum farklı nitelikte de olsa ABD ve Rusya (ve artık Çin) gibi büyük güçler için de geçerlidir. Irak’taki rejimi kontrol altında tutmak ve nüfuzunu devam ettirmek için Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni destekleyen ve kullanan ABD, Rojava’da da KDSÖY’ye de benzer bir gözle bakmaktadır ve YPG’yi kendi planları için bir vurucu güç gibi kullanmak istemektedir. Rusya’nın ise Kürtlerin demokratik haklarıyla zaten bir ilgisi yoktur. Her iki ülke de Kürtleri hizaya çekmek için gerektiğinde Türkiye ve İran’ın saldırgan politikalarının önünü açmaktan geri durmamaktadırlar.
Çok açıktır ki, yoksul Kürt halkının çıkarları hiçbir emperyalist veya bölge gücünün umurunda değildir. Emperyalist güçlerin planları genelde bölgeye ve özelde Kürt halkına yıkımdan ve acıdan başka bir şey getirmemektedir. Onyıllardır emperyalist paylaşım savaşının alanı olan, burjuva yapıların yoksul emekçilerin sorunlarını zerrece umursamadıkları Ortadoğu’da emekçilerin çıkarları da kaderleri de ortaktır. Her yerde olduğu gibi Ortadoğu’da da tablonun böyle şekillenmesi işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve devrimci bir önderlikten yoksun oluşuyla doğrudan bağlantılıdır. Emekçiler açısından tek gerçek çözüm, toplumsal kurtuluş için anti-kapitalist bir mücadele yürütülmesinden geçmektedir. Kürt emekçilerin yanı sıra Türkiyeli işçi-emekçiler ve Filistinli emekçilerin yanı sıra İsrailli emekçiler de bu mücadeleye katılmaksızın yol alınması mümkün değildir. Tüm bölge halklarının en büyük özlemlerinden biri olan savaşsız ve sömürüsüz bir düzen, ancak emekçiler bunun için savaşırsa gelecektir.
link: Kerem Dağlı, Gazze’de İsrail’e Kızarken Kürtlere Saldırmak, 29 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8180
Eskiden Siyasi Cinayetler “Mertçe” miydi?
Can Atalay’ın Vekilliğinin Düşürülmesi İşçi Sınıfına Saldırıdır