Meral Akşener, Sinan Ateş suikastını kast ederek, “eskiden de siyasi cinayetler vardı ama mertçeydi” dedi. Şüphesiz ki Meral Akşener’in geldiği faşist geleneği ve halen zihin dünyasındaki faşist düşünceyi hesaba kattığımız zaman neden böyle düşündüğünü anlamak zor değil. Peki, neydi bu “mertçe” olan siyasi cinayetler?
Burjuva cumhuriyetin kuruluşundan itibaren “kutsal devlet” ve onun beslemesi burjuvazinin de oluşumuyla birlikte neredeyse her alan, bahsedilenin tersine sınıf çelişkileriyle doludur. Bu sınıf çelişkilerinin artarak devam etmesi, toplum içinde mayalanan daha yaşanır bir dünya özlemini ortaya çıkarmış ve bu özlem çeşitli kanallarla dile getirilmeye başlanmıştır. Her defasında da bu özlemi dile getirenlerin üzerine burjuvazinin okları çevrilmiştir. İşte bundandır ki TC’nin 100 yıllık tarihi katliamlar, suikastlar, sürgünlerle doludur.
Eskiden “mertçe” denilen siyasi cinayetlere baktığımız zaman, bir gerçek ortaya çıkıyor. Burjuvazinin kendi sistemini sürdürebilmek ve işçi sınıfını kölelik koşullarına razı edebilmek için yapmadığı zorbalık kalmamıştır. Örneğin, 1977 1 Mayısı’nda DİSK ve Kemal Türkler önderliğinde, yüz binlerce işçi Taksim Meydanını doldurmuş, sınıfımızın coşkusunu, heyecanını, taleplerini, kardeşliğini alanlara gür bir şekilde taşımıştı. Coşku o düzeydeydi ki o güne kadar İstanbul böyle bir İstanbul görmemişti. İşçi sınıfının bu coşkusundan ve örgütlü taleplerinden tedirgin olan burjuvazi, eli kanlı faşist çetelerini göreve çağırarak bir katliama girişmiş, kitle üzerine yağdırılan kurşunlar ve yaşanan izdiham sonucu 37 sınıf kardeşimiz katledilmiştir.
Yine devam eden süreçte, Türkeş’in organize ettiği faşist çeteler ve kontrgerilla güçleri tarafından 16 Mart Beyazıt katliamı gerçekleştirilmiş, devrimci öğrenci gençler üzerine açılan ateş sonucu 7 genç devrimci katledilmiştir.[*] İşçi sınıfının ve onun devrimci gençliğinin gelişmesini, sınıfın göz bağlarının açılmasını istemeyen egemen sınıf her fırsatta faşist çetelerin iplerini gevşetmiştir.
İşçi sınıfının uyanışa geçtiği yıllar olan 60’lı ve 70’li yıllar burjuvazi açısından da tam bir tedirginlik yılları olmuştur. Yine 1978 Bahçelievler katliamı, bizzat devlet ve onunla iç içe geçmiş olan faşist çeteler tarafından planlanmış ve hayata geçirilmiştir. İçlerinde Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı’nın da bulunduğu faşistler 20 yaşlarındaki 7 TİP’li genci telle boğarak katletmiştir.
Özellikle 12 Eylül faşist darbesi iktidara gelebilmek için, kardeş kardeşi öldürüyordu yalanının arkasına sığınmıştır. Oysa kardeş kardeşi değil, devlet eliyle organize edilen faşist çeteler, Çorum’da, Maraş’ta Alevileri katletmiştir. İşçi sınıfının önderi Kemal Türkler’in 1980’de katledilmesiyle burjuvazi işçi sınıfının kolunu kanadını kırmak istemiştir. 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte burjuvazi toplumun tepesine demir yumruğunu indirmiş, bütün örgütlü güçleri darmadağın etmiş ve işçi sınıfının tüm kazanımlarının üzerinden bir silindir gibi geçmiştir.
Mücadeleci işçilerin ve devrimcilerin yanı sıra, bu toprakların aydınları, sanatçıları da faşist güçlerin hedefi olmuş, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Hrant Dink ve daha niceleri ya ömrünü zindanlarda geçirmiş ya da kalleş saldırılara kurban gitmişlerdir. Özellikle bu topraklarda devlet eliyle köpürtülen Kürt düşmanlığı yüzünden Kürt halkı her alanda ağır bedeller ödemiştir. 12 Eylül zindanlarında yapılan işkenceler, katliamlar, 90’lardaki faili malûm cinayetler, Roboski katliamıyla 34 köylünün katledilmesi, Taybet Ananın 7 gün sokak ortasında can çekişerek ölmesi bir şeyi özetlemiyor mu? Suruç’ta, Ankara’da, Diyarbakır’da “savaşa hayır” diyen yüzlerce canımızın bombalarla katledilmesi burjuva devletin nasıl bir yapıya sahip olduğunun açık bir özetidir.
Burjuva devletin geçmişi kirlidir, karanlıktır ve egemenlerin hamuru bin bir türlü alçaklıkla yoğrulmuştur. Halkların kardeşleşmesinin ve devrimci bir yükselişin önüne geçebilmek için faşist güçler her türlü alçaklığı yapmaktan geri durmamıştır. Şüphesiz ki saymakla bitmeyecek acılarımız vardır. Fakat bu acılar öfkeye ve örgütlülüğe dönmelidir.
Neredeyse 100 yıllık bir tarih sınıf savaşımı ile geçmiştir. Burjuvazi ve onların temsilcileri kirli katliamlarına istedikleri kadar güzellemeler dizsinler, güneş balçıkla sıvanmaz. Her şeye rağmen işçi sınıfının devrimci öncüleri onların alçak oyunlarına teslim olmamış, tersine örgütlü mücadelesini güçlendirmek için canla başla çalışmıştır. Devrimci işçi sınıfı burjuvaziyi her fırsatta teşhir tahtasına çivilemekten asla vazgeçmeyecektir. Kapitalist sömürü sistemi devam ettiği sürece, hiçbir karanlık güç işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önüne geçemeyecek, işçi sınıfının devrimci meşalesini söndüremeyecektir.
[*] Detaylı okuma için bakınız: Kerem Dağlı, Burjuva Devletin Katliam Geleneği, Mart 2006, marksist.net/node/970
link: İstanbul’dan MT okuru bir işçi, Eskiden Siyasi Cinayetler “Mertçe” miydi?, 29 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8179
Zor Günlerde Bir Fikrin ve Eylemin İnsanı Olmak
Gazze’de İsrail’e Kızarken Kürtlere Saldırmak