Ezilenlerin egemenlere karşı verdikleri mücadelede en büyük silahları birlikten aldıkları güçtür. Bu işçi sınıfı için olduğu kadar diğer emekçi kesimler ve ezilen halklar için de geçerlidir. Bu yüzden egemenler, nerede haklı bir mücadele varsa önce onu çeşitli yöntemlerle içten bölmeye, toplumsal dayanışmayı engellemeye ve böylelikle güçsüz düşürmeye çalışırlar. Bu tür mücadelelerde düzenin tüm aygıtları en ahlâksız yalanlar, çarpıtmalar için seferber olur. Grevler, direnişler, köylülerin, kentlilerin yaşam alanlarını, doğayı korumak için verdiği mücadeleler, öğrenci eylemleri, kısacası her türden hak arama mücadelesinin karşısına önce “aranızda dışarıdan gelen kışkırtıcılar, dış mihraklar, teröristler var” fitnesiyle dikilir egemenler. Demek isterler ki “onlar sizden değil, yabancılar, kötü niyetliler”, “siz iyi niyetli olabilirsiniz, amacınız meşru da olabilir ama dış unsurlar sizi kandırıp gizli amaçlarına alet ediyorlar”!
Peki dış olan nedir, iç olan ne? Asıl soru bu olmalıdır. İşçi sınıfının devrimci kılavuzu olan Marksizm, içeriyle dışarıyı ayıran şeyin sınıf çemberinden başka bir şey olmadığını ortaya koyar: Tüm emekçileri içine alan, egemenleri ise dışarıda bırakan bir sınıf çemberi! Egemenler bu sınıf çemberinin içini bölüp parçaladıklarında çemberin dış halkasını oluşturan kendi saflarını güçlendirmiş ve sömürücü iktidarlarını güvence altına almış olurlar. Tersi, yani işçi sınıfının saflarının güçlenmesi ise bu iktidar için ölüm çanlarının çalması anlamına gelir.
Egemenlerin bozgunculuk silahları dünyanın her yerinde aynıdır. Zira dünyanın her yerinde aslında bu “çember” hattında yürüyen bir sınıf savaşı yaşanmaktadır ve bu savaşın iki tarafı da silahlarını bu tarihsel savaşın çok boyutlu deneyimlerinden süzerek yetkinleştirmiştir. İşçi sınıfının en büyük silahı örgütlülüğüdür dedik. O bu silahtan yoksun düştüğünde hiçleşir ve her türlü saldırıya açık hale gelir. Ama bu silahı kuşandığında, egemenlerin tüm silahlarını boşa çıkaran devasa bir güce kavuşmuş olur. Öyleyse egemen sınıfın en temel amacı bu silahın içini boşaltmak, yani işçi sınıfını güçsüz, başıboş, dağınık bırakmaktır.
ABD’de üniversite işgallerinde polis-medya işbirliği ve egemen söylem
Bugünlerde “dışarıdan gelen kışkırtıcılar” edebiyatı bir mücadele alanında daha karşımıza çıkıyor. Bilindiği gibi aylardır dünyanın dört bir yanında milyonlarca işçi, emekçi, İsrail terörüne karşı ayağa kalkmış durumda. En kitlesel eylemler ise Avrupa ülkelerinde ve ABD’de gerçekleşiyor. İslamofobinin egemenler eliyle yaygınlaştırılıp faşizme payanda edildiği bu ülkelerde, tam da buna meydan okurcasına milyonlar sokağa dökülüp mazlum Filistin halkının haklarını savunuyor, soykırımcı İsrail devletine verilen desteğin önüne geçmeye çalışıyorlar.
İsrail devletinin Filistin halkını maruz bıraktığı soykırım karşısında sessiz kalmayan emekçilerin bir bölüğünü de öğrenci gençlik oluşturuyor. ABD üniversitelerinde başlayıp Avrupa’ya yayılan eylemler nedeniyle zalimin zulmü onları da hedef alıyor. Üç haftada 3000’den fazla insanın gözaltına alındığı ABD’de polis biber gazlarıyla, coplarla saldırdığı çadır kamplarını dağıtmaya çalışıyor. Avrupa’da da durum farklı değil.
ABD’de valiler, siyasetçiler, polis, medya ve üniversite yönetimleri Filistin halkıyla dayanışma eylemlerini itibarsızlaştırmak ve dağıtmak için işbaşında. Öğrencilere “içinizde dışarıdan gelen kışkırtıcılar var” denilerek kamplar basılıyor, saldırı politikası bu argümanla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Medya ise polis haber bülteni gibi işliyor; polis merkezli haberler gerçeklik olarak sunulurken, programlar bu yorumların güçlenmesine hizmet edecek kişilerin kürsüsüne dönüştürülüyor. Böylece kara propaganda ışık hızıyla yayılarak kamuoyunun bu doğrultuda oluşturulması hedefleniyor.
Dış kışkırtıcıların, teröristlerin her yerde oldukları, üniversitelerdeki dayanışma kamplarında da yuvalandıkları, çocukları ağlarına düşürmeye çalıştıkları fikri döne döne işleniyor. Bu yalanlar üniversite yönetimlerinin, polis müdürlerinin, belediye başkanlarının ve diğer siyasilerin açıklamalarında aynı kalıplarla yer alıyor. Örneğin Texas Üniversitesi, “eylemlerin üniversite dışından kişiler tarafından planlandığı yönündeki endişeleri” ifade eden bir bildiri yayınlarken, Emory Üniversitesi rektörü de gösterilerin arkasında son derece örgütlü, dışarıdan protestocuların olduğunu söylüyor. New York Belediye Başkanı ise profesyonel kışkırtıcıların üniversite üniversite dolaşarak gençleri “radikalleştirmeye” çalıştıklarından dem vuruyor.[*]
Egemenler, Filistin halkıyla dayanışmak, İsrail’e verilen desteği engellemek isteyen öğrencilerin eylemlerini boğmak için, “üniversiteler terör yuvası haline getirilmek isteniyor, buna izin vermeyeceğiz” diyerek saldırılarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Üst düzey polis şefleri beyan üstüne beyan vererek, medyaya da “buradan yürüyün” diyorlar. Mesela bu polis şeflerinden birinin bir televizyon kanalında, “sorumlu öğrencilerin tek başına hareket etmediklerini, nasıl profesyonel ajitatör olunacağı, nasıl profesyonel protestocu olunacağı konusunda, fon ve eğitim sağlayan bilinmeyen, kötü niyetli bazı güçler tarafından eğitildiklerini ve radikalleştirildiklerini” söylemesinin ardından, burjuva medyanın bunu temel argüman haline getirmek için birbiriyle yarıştığı görülüyor. Polisin bu iddiaları desteklemek için çarpıcı kanıtlar diyerek gösterdiği her türlü yalan sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. İster okul ister fabrika olsun, işgal eylemlerinin tümünde otomatik olarak yapılan pek çok iş olağandışı işler olarak gösterilerek teröristlere, kışkırtıcılara, dış mihraklara bağlanıyor: “Bu çocuklar okul kapılarını zincirlerle kilitlemeyi nereden bilsin, barikat kurmayı nereden bilsin?”
Malûmumuz, emekçilerle burjuvazi arasında yürüyen sınıf savaşında polis vurucu gücün yanı sıra ideolojik silah olarak da kullanılır. Burjuva devletlerin en geniş kabul gören yalanı, tıpkı ordu gibi polisin de halkı korumak için var olduğu, adı üstünde onların “emniyet güçleri” olduğu yalanıdır. Böyle görüldüğünden polisin söylediği her şey de bilinçsiz yığınlar tarafından gerçek olarak algılanır. Hele de medyada çanak sorular eşliğinde söyledikleri tartışmasız doğrular olarak görülür. İşte polis müdürlerinin kanal kanal dolaştırılmasındaki amaç, akıl dışı iddiaların bile doğrular olarak kabul ettirilip halkın manipüle edilebilmesidir.
Nitekim polis şeflerinden biri, çıktığı haber bülteninde yöneltilen “Bunlar sadece öğrenciler mi?” şeklindeki soruya tam da bu amaçla şu yanıtı veriyor: “Çadırlara bakın. Hepsi aynı renkteydi; NYU’da gördüğümüzle aynıydı, Columbia’da gördüğümüzle aynıydı. Bence birileri bunu finanse ediyor.”
Wall Street Journal’ın cevval gazetecilerinden biri, üstün gayretle o “birilerini” bulup ifşa ediyor:Dış mihrakların en evrenseli Soros! Bir iki protestocunun Soros’un Açık Toplum Vakfı bünyesindeki kuruluşlarının eski üyeleri olmaları, Amerikan polisinin bütün protestoların arkasındaki gizli eli ortaya çıkarmasına yetiyor! New York Post ise nokta atışı yapıyor: Soros’un finanse ettiği Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler örgütlenmesi! Bu sallama iddianın hiçbir kanıta dayandırılmaması onun savunulmaması için bir gerekçe oluşturamazdı elbette. Malûm, Türkiye’de “Gezi”nin de arkasında aynı şeytan vardı ve bunun hiçbir kanıta dayandırılmaması yıllar boyu tekrarlanmasını engellemedi! Hatta Kavala’nın bu nedenle yıllardır hapiste olmasının bu tür iddialara dayandırılmasında bile bir beis görülmedi. Görülüyor ki, halkı akıl dışı iddialarla manipüle etme yöntemleri ABD’de de Türkiye’de de birbirinden farklı değildir. Gezi davası, Kobani davası gibi yüzlerce kişinin yargılandığı davalardaki uydurma iddialara dayalı akıl almaz suçlamaları düşünelim. Ne kadar benzer değil mi?
Bu arada “hakikaten yüzlerce öğrenci aynı çadırları nereden bulmuş, bunu kim finanse etmiş” diye merak edenler varsa, bu “gizemli” sorunun yanıtını da verelim: Öğrencilerin 15 dolar gibi cüzi bir para karşılığında internetteki en ucuz çadırları almaları!
“Çadırlara bakın” diyen polis müdürü, üniversitelerde “ele geçirilen”lerin fotoğrafını da paylaşıp şu notu düşüyor sosyal medyada: “Gaz maskeleri, kulak tıkaçları, kasklar, gözlükler, bantlar, çekiçler, bıçaklar, ipler ve TERÖRİZM üzerine bir kitap. Bunlar protestocu öğrencilerin araçları değil, bunlar kışkırtıcıların, hain emelleri olan insanların araçları.”
“Terörizm üzerine bir kitap” denen kitabın, üniversite kütüphanelerinde, kitapçılarda ve internette rahatça bulunan bir akademik eser olduğu kısa sürede ortaya çıkıyor. Ama “yalanı kırk kere tekrarlarsan doğru olarak algılanmaya başlar” düşüncesiyle aynı yavelerin tekrarlanmasından vazgeçilmiyor. Gezi’de “camide bira içtiler” teranesinin, bu iddia o caminin imamı tarafından reddedilmesine rağmen hâlâ tekrarlandığını unutmayalım.
Medya ve polis eliyle bunlara benzer daha nice zırva dolaşıma sokuluyor. Biraz düşünen hiç kimsenin en ufak bir zekâ pırıltısı taşımayan bu uydurma iddiaları inandırıcılıktan uzak bulacağı çok açık. Ama burjuva medyanın işi halkı düşünmekten uzak tutmak değil mi zaten? Medya kanalları polis müdürlerini övgüler ve “size minnettarız” sözleri eşliğinde karşılayıp, kendilerinden istenen soruları sorarak alanı onlara bırakıyorlar. Faşist saldırılar “öğrencilerin polisle şiddetli çatışması”ymış gibi haberleştiriliyor, gözaltılar sırasındaki vahşi polis saldırıları ekranlara ve yazılı basına yansıtılmıyor, öğrencilerin coplanarak, tekmelenerek, merdivenlerden yuvarlanarak, gaza boğularak gözaltına alınmaları “yumuşak bir şekilde uyarılıp dağıtıldılar” diyerek yansıtılıyor.
Polis merkezli yalanlara göre, eylemlerde tutuklananların üçte biri ilâ üçte ikisinin eylemlerin gerçekleştirildiği okullarla ilişkisi yok! Demek ki diyorlar, protestolar dışardan gelip okullara sızanlar tarafından gerçekleştiriliyor, yani oradakilerin çoğu öğrenci değil! Oysa emekçiler için meselenin bam teli tam da burasıdır: Haksızlıklar karşısında direnenlerin yanında olmak, onlarla dayanışmak, destek vermek, hangi işyeri, sektör, üniversite, kent ya da köyden oldukları fark etmeksizin emekçi sınıfların her bir ferdinin en doğal hakkı olmakla kalmayıp sorumluluğudur da. Ezilenlerin mücadelelerinde sadece söz konusu mücadelelerin yaşandığı ülkelerdeki emekçiler değil tüm dünya emekçileri “içeriden”dir, bizimdir, çünkü bizim sınıfımızın parçasıdır.
Aslında İsrail’in işgal ve katliamlarına karşı emekçilerin ve egemenlerin tutumlarına bakıldığında bunun da apaçık bir sınıf mücadelesi olduğunu görmemek mümkün değildir. Dini, dili, milliyeti fark etmeksizin tüm dünya egemenlerinin Filistin halkının uğradığı zulüm karşısında lafta kalan kınamalardan açık İsrail destekçiliğine varan bir skala içinde takındıkları tutum tam da sınıf tutumudur. Öte yandan yine dini, dili, milliyeti fark etmeksizin dünya işçilerinin mazlumdan yana takındıkları tutum da sınıf tutumudur. Egemenlerin tepkilerinin o denli şiddetli olması da bu yüzdendir.
Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur ve egemenlerin tüm engelleme çabalarına rağmen böyle olacaktır. Türkiye’de 60’lı yıllardan itibaren yükselen işçi sınıfı mücadelelerine baktığımızda da bunu görürüz. Sınıfın örgütlülük düzeyi yükseldikçe dayanışma da artar, bilinçli bir eyleme dönüşür ve mücadelelerin sonuç almasında belirleyici unsur haline gelir. Grevlerden her türlü sendikal ve siyasal mücadeleye, gecekondu mücadelelerine, üniversite eylemlerine, köylü direnişlerine, Kürt halkının haklı mücadelesine vb. çok geniş bir mücadele alanında bu hakikat kendini apaçık göstermiştir. Egemenlerin engellemeye çalıştıkları da budur ve nasıl işçi sınıfının mücadele yöntemleri evrenselse, egemenlerin dili ve yöntemleri de evrenseldir.
Tüm grevlerde dayanışmak, deneyimlerini aktarmak için gelen mücadeleci işçiler, komünistler benzer karalamalarla işçilerin gözünden düşürülüp izole edilmeye çalışılırlar. Köyleri, dağları, ormanları madenlerle, taş ocaklarıyla talan edilen köylülere destek verenler, dışarıdan gelen kışkırtıcılar olarak nitelendirilip hedef gösterilirler. Ya da siyasal tepkilerini ortaya koymak için bir araya gelen yüz binlerce insan, iç ve dış mihrakların oyuncağıdır egemenlere göre. Şu an zindanlarda yatan ya da sürgünde yaşamak zorunda kalan pek çok insan da dış mihrak, terörist, kışkırtıcı olmakla suçlanarak cezalandırılmamış mıdır? Demirtaş, Kavala, Can Atalay ve daha yüzlercesi, binlercesi.
Dört bir koldan “dış mihraklar”ın kumpasları ve saldırısı altında olunduğu algısını yaratan egemenler, böylelikle kendi çıkarları için yapılan her türlü halk düşmanı eylemi meşrulaştırarak rahatça gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Egemenlerin her türlü saldırısına karşı koyulması ve bu sömürü düzeninin yıkılması için, Türkiye’de de, ABD’de, Avrupa’da da, dünyanın geri kalanında da sınıf mücadelesinin çok daha örgütlü ve bilinçli olarak yükseltilmesi ve sınıf dayanışması ağlarının güçlendirilmesi elzemdir.
[*] Medya ve polis yetkililerinin açıklamaları şu kaynaklardan derlenmiştir:
https://jacobin.com/2024/05/columbia-protest-nypd-terrorism-palestine
https://jacobin.com/2024/05/media-police-lies-palestine-protest
link: İlkay Meriç, Dayanışmanın ve Mücadelenin Düşmanları Her Yerde, 23 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8269
Tasarruf Tedbiri mi, Emekçiye Yeni Kırbaç mı?