Bugün Türkiye’de emekçi sınıfların doğrudan hissettiği en büyük sorun yoksullaşma. Siyasi iktidar elindeki otorite gücünü kullanarak emekçilerin derinleşen yoksulluğa öfkesini çeşitli yollarla bastırmaya çalışıyor. Enflasyonun arşa çıkması, cari açık ve dış borcun kabul edilebilir sınırları kat be kat aşması gibi ekonomik göstergelerin sorumlusu önce Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçler olarak gösterildi. Devamında “tüm dünyada ekonomik veriler kötü, biz de bundan etkileniyoruz” dendi. Bekleyin, sabredin, düzlüğe çıkacağız, şer odaklarını ezeceğiz denilerek kitleler oyalanmak istendi. Günün sonunda emekçiler için yaşam hep daha da zorlaştı. Türkiye, en zengin yüzde 1’lik kesimin zenginliğin yüzde 40’ına sahip olduğu, Avrupa ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde birinci sırada olan bir sermaye cenneti haline geldi.
Emekçilerin büyük bir kesimi yoksulluk ve gelir adaletsizliğine, kamu kaynaklarını sınırsızca kullanan, itibardan tasarruf etmeyen siyasi iktidara tepkililer. Kimi sokakta kendisine uzatılan mikrofona haykırıyor isyanını, kimi ücretini yükseltmek, çalışma koşullarını iyileştirmek için sendikal mücadeleye girişiyor, kimi yurtdışına çıkma yollarını zorluyor. Fakat emekçi sınıfların örgütlülük düzeyi çok düşük olduğu için tepki çeşitli düzey ve biçimlerde dışarı vursa da ciddi bir etki doğuramıyor. Bunun en somut örneği de 31 Mart yerel seçimlerinde yaşandı. Türkiye genelinde emekçiler siyasi iktidara tepkilerini kullandıkları oyla gösterdiler. Siyasi iktidar ise kitlelerin örgütsüzlüğüne ve burjuva muhalefetin çapsızlığına güvenerek, çizdiği ekonomik ve politik saldırı hattından bir gıdım sapmadı. 14-28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri sonrası vitesini daha da arttırdığı “emekçi sınıfların sırtına daha çok binerek ekonomiyi sermaye için rayına sokma” operasyonuna tam gaz devam etti. Bunun şimdilik son adımı 13 Mayısta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın külliyede açıkladığı “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” oldu.
En başta söylemek gerekir ki, bahse konu olan “tedbirler” gerçekten hayata geçirilse dahi yapılacak “tasarruf” (sunum sırasında gazetecilerden soru alınmadığı için sorulamamış ve sunumu yapanlar tarafından söz edilmemiş olduğu için yapılan tahminlere göre) 100 milyar TL civarında olacak. Bu rakam 2,7 trilyon lira bütçe açığının ancak yüzde 3,7’sine tekabül ediyor. Sadece Merkez Bankasının 2023 yılı zararı ise 818,2 milyar TL. Zaten geçmiş yıllarda pakette sözü geçen yüksek bürokrasinin lüks harcamaları, kamu binalarına ödenen kiralar, lüks makam araçları, kiralık araç filoları eleştirildiğinde o zaman da Maliye Bakanı olan Şimşek bunları “çerez parası” diyerek küçümsemişti. Bundan önce açıklanan tasarruf paketlerinin akıbeti düşünüldüğünde ise bu kadar bile tasarrufun gerçekte olmayacağını tahmin etmek zor değil. Mesela son hazırlanan paket 2021 yılında açıklanan “tasarruf önlemlerinin” neredeyse kopyala yapıştır hali. Farklı olarak kamu emekçilerinin hak gasplarına ve kamu hizmetlerinin kısıtlanmasına bu pakette daha çok yer verilmiş.
Paket bir yandan da kamuda ayyuka çıkan israfın, aslında malûmun ilanı mahiyetinde. Kamu idarelerinde mükerrer yapılanmaların önlenmesinden, Bakanlıkların yurtdışı teşkilatlarının ihtiyaç çerçevesinde gözden geçirilmesinden, açıktan atama izinlerinin bütçe kanununda net olarak belirlenecek olmasından bahsedilmesi, iktidarın kamu kurumlarını nasıl arpalık haline getirdiğinin itirafı. Lüks ve şatafatı ifşa eden maddeler devamında şöyle; hizmet içi eğitim gibi faaliyetler bundan böyle kamu tesislerinde yapılacakmış, yurtdışı geçici görevler sınırlandırılacak ve harcamaları bütçe başlangıç ödeneğini aşmayacak, ödenek aktarımı yasaklanacakmış. Yayın, rapor gibi tanıtım amaçlı doküman basımı durdurulacakmış. Temsil ve tanıtma ödeneklerinde 2024 yılında yüzde 25 kesinti yapılacakmış, devam eden yıllarda da bu baz alınacakmış. Uluslararası toplantılar ve milli bayramlar hariç gezi, kokteyl, yemek gibi faaliyetlerin düzenlenmesi yasaklanıyormuş. Ajanda, takvim, plaket, eşantiyon türü hediyelerin verilmesi yasaklanıyormuş. Zorunlu haller hariç mobilya gibi demirbaş alımları 3 yıl süreyle durdurulacakmış. Makine ve teçhizat ekonomik ömrü tamamlanmadan elden çıkarılmayacakmış. İktidarın çevresindekilerin gelir kapısını arttırmanın yolu olan yönetim kurulu ücretlerine de sınırlama getirilecekmiş. Kamuda çalışanlar sadece bir yerden yönetim kurulu maaşı alabilecek ve yönetim kurulu maaşlarına tavan sınır getirilecekmiş. Kamu iştiraki olan bazı özel kuruluşlarda görev alıp maaş alan bürokratların maaşlarının sınırı aşan kısımları bütçeye gelir olarak kaydedilecekmiş.
Bütün bu sıralananların gerçekten hayata geçirilip geçirilmeyeceği bir yana, bunlar zaten olması gerekenler değil midir? Bunları yapmayanların önce hesap vermesi gerekmez mi? Erdoğan bu paket açıklandıktan sonra katıldığı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Kurulunda “Biz tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu malının korunmasına son 21 yılda daima ihtimam göstermiş bir hükümetiz” dedi. Oysa aynı Erdoğan’ın Bakanı ve yardımcısının açıkladıkları tedbir paketiyle 21 yılda tüyü bitmemiş yetimin hakkını nasıl da dibine kadar sıyırdıklarının itirafını yapmalarının üzerinden daha iki gün geçmişti.
Kamu binaları ve taşıt kullanımındaki israf da yine bu pakette ortaya saçılıyor; 3 yıl süreyle yeni araç satın alınmayacak ve kiralanmayacak, yeni hizmet binası alımı ve yapımı 3 yıl boyunca durdurulacak, yeni bina kiralanmayacak, kişi başı metrekare standardı getirilecek, kurumlar arasında etkin kullanım sağlanacakmış. Bugüne kadar siyasi iktidarın alâmetifarikası, yaptıklarını allayıp pullayıp hayra yapıyormuş gibi göstererek şerre çalışmak oldu. Toplumda kamu binaları için ödenen yüksek bedellere oluşan tepkiyi öne çıkarıp, sonrasında bu binalara dokunmamanın, saltanatı devam ettirmenin bir yolunu bulup, daha sonra da emekçi halkın gerçekten ihtiyacı olan okul, hastane gibi kamu binalarının yapımı, bakımı ve onarımında kısıtlamaya gidileceğinden hiç şüphemiz yok. Tıpkı emekçilerin yüksek bürokrasinin emrindeki lüks araca olan tepkisini kamu emekçisinin servisini kaldırma hamlesine dönüştürdükleri gibi.
Kapitalist devlet, emekçi sınıflardan saklama gayreti içinde olsa da gerçekte her organıyla sermaye sınıfının devletidir. Doğru cepheden bakıldığında faaliyetlerinin hangi sınıfın çıkarına olduğu açıkça görülür. Açıklanan sözde tasarruf paketinde de bu sınıfsal tercih aslında kör göze parmak misali hem de inceliğe dahi gerek duymadan, kabaca uygulanmış.
Mesela pakette Lojman kiraları ve sosyal tesis ücretleri rayiç bedel dikkate alınarak yeniden gözden geçirilecek deniliyor. Böylece zaten yıllar içinde iyice kuşa çevrilmiş sosyal hakların tasarruf ve verimlilik adı altında sıfırlanması hedefleniyor. Ayrıca “savunma ve güvenlik hariç” toplu taşıma olan yerlerde kamuda personel servislerinin kaldırılacağı belirtiliyor. Kiraların ortalama bir memur maaşının yarısını aştığı ortadayken, emekçiler geçinebilmek için üç kuruşun hesabını yaparken bu kararlar kamu emekçisinin yoksulluğunu derinleştirecektir. Ayrıca kazanılmış haklara da saldırıdır.
Destek personel sayısının azaltılması, kamuda esnek ve uzaktan çalışmanın yaygınlaştırılması kamu emekçilerinin iş yükünü arttıracaktır. 3 yıl boyunca emekli olanlar dışında yeni personel alınmaması, kamu yatırımları ve bütçede harcama disiplinleri ile ilgili mal ve hizmet alım ödeneklerinde yüzde 10, yatırım ödeneklerinde de yüzde 15 kesinti yapılacak olması, kamu kurumlarının bütçe ödeneğine göre yatırım projesi yürütecek olması gibi “tedbirler” neticesinde zaten niteliksiz ve zor ulaşılan sağlık, eğitim, sosyal hizmetler gibi kamusal hizmetlere ulaşım emekçiler için daha da zorlaşacak ve kalitesizleşecektir. Milyonlarca üniversite mezununun işsizlik kâbusu, umutsuzluğu derinleşecektir. Kamuda sözleşmeli ya da hizmet alımı usulü çalışanlar ya işsiz kalacak ya da işsizlik korkusuyla terbiye edilmek istenecektir.
Bütün bunlar önümüzdeki günlerde hastanelerde daha çok malzeme eksikliği, ilaç ve muayene farklarının artması, okullarda çocukların ihtiyaç listesinin kabarması, vergi, harç vb. ödemelerin zamlanması gibi pek çok kalemdeki fiyat artışlarıyla yükün emekçilere bindirilmesi olarak karşımıza çıkacaktır.
Kamu emekçileri ve milyonlarca emekçi bu paketten “payını” böyle alırken, sermaye için neler öngörülüyor? Kamu ve özel işbirliğiyle (KÖİ) yapılan havaalanları, otoyollar, demiryolları, hastaneler üzerinden sermayeye aktarılan döviz bazlı ödemelerin en azından TL cinsine çevrilmesi yok mesela (neymiş, bu şirketlerle sözleşmeler varmış, sanki bu sözleşmeler yırtılıp yerine yenileri yapılamıyormuş gibi!), sermayeye tanınan vergi istisnalarının kaldırılması yok. Sermayenin ötelenen kira bedellerinin tahsili de yok (sadece İstanbul Havaalanının 2043’e ertelenen kira bedeli 1 milyar euro). Günlük harcaması 15 milyon liranın üzerinde olan Cumhurbaşkanı sarayının ödeneğinin kısılması yok. Sermayeye teşvik adı altında aktarılan kaynakta da bir kısıtlama yok. Tedbirler baştan “savunma ve güvenlik” giderlerini kapsam dışı bırakıyor ki, Türkiye bütçesinin büyük kısmı emperyalist savaşa ve iç “güvenliğe” yani faşizmin baskı aygıtlarına gidiyor. Yani içeride emek, barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlükler için mücadele edenlere baskıya; dışarıda ise Suriye’de, Irak’ta Ortadoğu halkları için acı ve zulüm demek olan emperyal politikalara devam deniyor.
İşçi ve emekçilerin üzerindeki yükü daha da arttıran bu paketin bu kadar pervasızca açıklanabilmesi, 31 Mart seçimleri sonrası yaşanan siyasi gelişmelerden ayrı düşünülemez. İşçi sınıfına saldırıda sınır tanımayan, Kürt halkına kan kusturan, iktidarını sürdürmek için yarattığı yapay kutuplaşmalardan medet uman bu faşist iktidarla yumuşama ya da normalleşmeden söz edip el sıkışarak kitlelerdeki öfkenin pörsütülmesine payanda olan bir burjuva muhalefetin varlığı ve onun DİSK, KESK gibi muhalif sendikaların tepe yönetimleri üzerindeki baskın gücü, krizin bedelini emekçilere ödetme programında faşist iktidara pervasızlık alanı açıyor.
Söz konusu paketin sunumunu yaparken Mehmet Şimşek’in de itiraf ettiği gibi bu saldırıların devamı artarak gelecek. Emekçi kitleler örgütlü olarak grevlerde, direnişlerde, meydanlarda gücünü göstermedikçe faşist iktidar emekçilerin ümüğüne çökmeye devam edecek. Tüm bu saldırılara karşı koymanın koşulu bağımsız sınıf siyasetini güçlendirmekten, sendikaları, emek örgütlerini mücadele alanlarına çekmekten geçiyor.
link: Meral İnci, Tasarruf Tedbiri mi, Emekçiye Yeni Kırbaç mı?, 26 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8270
Dayanışmanın ve Mücadelenin Düşmanları Her Yerde
Cumartesi Annelerini Yıldıramayacaksınız!