ABD emperyalizmi, 2003 yılında Irak’a “demokrasi ve özgürlük” götürürken, dönemin ABD başkanı Bush, sonsuza kadar sürecek bir savaş başlattıklarını açıklamıştı. Kuşkusuz bu ifade laf olsun diye kullanılmamıştı. Geçtiğimiz günlerde ise benzer bir itiraf döküldü, bir başka burjuva liderden. Almanya Başbakanı Angela Merkel “kimse Avrupa’ya yarım yüzyıl daha barışın hâkim olacağına inanmamalı” dedi. Sonsuzlukla kıyaslandığında, yarım yüzyıl daha “usturuplu” bir zaman tahmini gibi görünse de emperyalist savaş cehenneminin içinde bulunan dünyanın ve üzerindeki tüm canlılığın 50 yıllık bir geleceği olup olmayacağı tartışma konusu. Diğer bir ifadeyle tarihi milyar yıllarla ölçülen yerküre, tarihi yüz bin yıllarla ölçülen insanlık ve tüm canlılık 50 yıl içerisinde, burjuvazinin atacağı “son!” kazığı yiyebilir.
Marksist Tutum sayfalarında, devrimci uyarı görevi olarak uzunca zamandır ve ısrarlı biçimde işlenen, biçimsel farklılıklar taşısa da özü itibariyle öncekilerinden farksız olan 3. Dünya Savaşı tespitleri tam da bu nedenle yaşamsal bir öneme sahip. Öyle ki savaşın sıçradığı boyutla bağlantılı olarak bu tespitler artık egemen sınıfın temsilcilerinin ağzından bile dökülmeye başladı. Son aylarda burjuva liderlerden Papa’ya uzanan geniş bir burjuva kesim, yaşananların “3. Dünya Savaşı” olduğu gerçeğini açıklayan demeçler verdi.
3. Dünya Savaşının kalbi şimdilik Ortadoğu’da atıyor. Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Batı Avrupa’ya pek çok kara parçası ise emperyalist güçlerin uğruna tepiştiği paylaşım pastasını oluşturmakta. Gerilim tırmanıyor, savaş iklimi sertleşiyor. 2016 Küresel Barış Endeksi, dünyada “çatışma” yaşanmayan sadece 10 ülke kaldığına işaret ediyor. Yani emperyalist talan savaşı kelimenin tam anlamıyla tüm dünyaya yayılmış durumda. Üstelik küresel ve bölgesel güçlerin son dönemlerde artan hırlaşmaları, savaşın daha da kızışacağının ipuçlarını vermekte.
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, sermaye devlerinin ve büyük silah üreticilerinin de davetliler arasında olduğu bütçe görüşmelerinde, dünyanın diğer iki nükleer gücüne (Rusya ve Çin) karşı yürütülecek operasyonları ayrıntılı biçimde dile getirdi. Carter, tanklardan piyade saldırı araçlarına kadar büyük miktarda donanımı, olası bir müdahalede hız kazanmak amacıyla tabiri caizse Rusya’nın burnunun dibindeki nüfuz alanlarına depolayacaklarını açıkladı. Carter’ın konuşmasındaki bir başka önemli husus ise Çin ile Pasifik’te yürüyen kapışma için ABD savaş filosunun modernleştirilmesine yapılan özel vurguydu.
Savaşla paralel olarak militarizmin ivme kazanmasına, kitlelerin bilincinin bulandırılmasına Almanya’daki bir hadiseden örnek verebiliriz. Münih’teki bir bıçaklı saldırının, “İslamcı saldırı” şüphesi uyandırmasıyla Savunma Bakanı, birkaç yıl içinde yaklaşık 15 bin askeri personel alınacağını açıkladı. Soğuk Savaş döneminin ardından gelen yıllar boyunca sürekli küçülmeye giden Alman ordusunun İslamofobi silahını kullanarak aldığı bu “radikal” kararı, burjuva basın tarafından “çağın ruhu silahlanmayı gerektiriyor” tezahüratları eşliğinde çılgınca alkışlandı.
Dünyamız emperyalistlerin silah poligonu
Kendisine yöneltilen bir soru üzerine “üçüncü dünya savaşının hangi silahlarla yapılacağını bilmiyorum ancak dördüncüsü taşlar ve sopalarla olacak” diyordu ünlü bilim insanı Albert Einstein. 1945-1990 yılları arasındaki Soğuk Savaş döneminde emperyalistler yüzlerce nükleer silah testi yaptı. Kirli envanterlerindeki atom bombasının yanına ondan daha büyük bir kitle imha silahını, hidrojen bombasını da eklediler.
Bugün ise dünyada kullanıma hazır binlerce nükleer silah başlığı (biz bunu “dünyayı onlarca kez imha edecek kadar” olarak okuyalım) bulunuyor. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) 9 ülkede yaklaşık 20 bin nükleer başlık bulunduğunu, nükleer silahlanma yarışına yüz milyarlarca dolar harcandığını duyurdu. SIPRI’nin saptamalarına göre sadece ABD 7 bin, Rusya 7 bin 290 nükleer başlığa sahip. İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’nin elinde ise toplamda 4 bin 120 nükleer başlık bulunuyor. NATO üyesi Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye’deki üslerde ABD’ye ait olarak bulunan yaklaşık 200 nükleer silahı da göz önüne aldığımızda, dünyanın nükleer cephaneliğe döndüğünü söylemek yanlış olmasa gerek.
Üstelik uluslararası anlaşmalara göre nicel olarak arttırılamayan nükleer silahların niteliği, modernizasyon (teknolojik yenileme) adı altında arttırılıyor. Emperyalist haydutlar, uzun menzilli karadan füzeler ve bombardıman uçakları, yeni nesil balistik füze denizaltıları, kıtalararası balistik füzeler gibi “yeni nesil” silahlar istiyorlar. Üretim araçlarının ve bilimin gelişimini, yıkım silahlarının kapasitesini arttırmak için kullanıyorlar. Keza bugün dünyada 500 bini bilim insanı olmak üzere 15 milyon insan, silah endüstrisinde çalışıyor.
Bir yanda genişleyen emperyalist savaş, bir yanda gelişen silah endüstrisi, silah piyasasını da hareketlendiriyor. Küresel Silahlanma Raporuna göre dünyada silah ihracatı son 5 yılda yüzde 14 artışla 65 milyar dolar seviyesine yükseldi. 23 milyar dolarlık ihracatla en büyük ihracatçı konumunu devam ettiren ABD’yi, Rusya ve Çin izliyor. Dünya genelinde silah ithalatının büyük kısmı ise şaşırtıcı olmayan biçimde savaşın yoğunlaştığı Asya ve Ortadoğu ülkelerine yapıldı. Silahlanma artmaya devam ederken savaşlar da, emperyalist paylaşım savaşının aldığı boyutun bir göstergesi olarak tüm dünyayı kapsar hale geliyor.
Silahlanma yarışı dörtnala giderken kapitalist devletlerin savaş bütçeleri de artıyor, adeta dipsiz bir havuza dönüyor. Türkiye 2016 bütçe planlamasında “savunma bütçesi”ni (bunu da savaş bütçesi olarak okuyalım) geçen yıla oranla yüzde 20 arttırdı. Toplamda 62 milyar liraya karşılık gelen bu bütçe, sağlık bütçesini üçe katlıyor. Biraz ötelere gidersek meselâ Japonya da, bugüne kadarki en yüksek savaş bütçesini onayladı. İnsansız hava araçları, savaş gemisi ve uçakları alma planları yaparak bütçenin 42,1 milyar dolarını savaş harcamalarına ayırdı.
İşçi sınıfına yönelik görülmemiş çapta ekonomik saldırıların yaşandığı ve bu nedenle ciddi bir toplumsal öfkenin patladığı Fransa’da ise Paris saldırısı yaşanmadan önce geçirilen yasa tasarısıyla, savunma adı altındaki iç ve dış savaş bütçesi 671 milyon dolar arttırılarak 32 milyar dolara çıkarılmıştı. Dünyanın jandarması olarak adlandırılan ABD’de de durum diğerlerinden farklı değil. Pentagon, “Rus saldırganlığı ve terör tehdidi” bahanesiyle sadece Avrupa “savunma” bütçesini 2017’de dört katına çıkarmayı planladığını açıkladı. Bu katlamalı artışa, nükleer silahların modernizasyonu için 2015-2024 yılları arasında 348 milyar dolar harcanacağının açıklanmasını ve bu rakamın 30 yılda 1 trilyon dolara çıkacağına dair beklentileri eklediğimizde, kapitalizm altında insanlığı kan ve gözyaşının akmadığı bir geleceğin beklemediği aşikâr.
Yürümekte olan 3. Dünya Savaşının bir nükleer savaşa dönüşme ihtimali de var. Analizler, nükleer savaşın bir ültimatom ritüeli olmadan geleceği yönünde. Yani ansızın! Tam burada sıkça yaptığımız bir vurguya tekrardan başvuralım: “Küresel güçler arasında gerçekleşebilecek olası bir nükleer savaş … gezegen üzerindeki canlı yaşamı yok etme potansiyeline sahiptir. Bu yüzden emperyalist devletler 1945’ten bu yana nükleer silahları birbirlerine karşı doğrudan kullanmadılar ve birbirlerine açıkça savaş ilan ederek topyekûn savaşa girişmekten kaçındılar. Nükleer silah denemeleriyle ellerindeki gücü dünyaya ilan etmek suretiyle nükleer silahlarını tehdit aracı olarak kullandılar. Ancak bu durum, yani nükleer savaşın emperyalistler açısından «son seçenek» olması, nükleer savaşın asla gerçekleşmeyeceğinin garantisi olamaz.” (Serhat Koldaş, 3. Dünya Savaşı Tespitleri ve Elif Çağlı, marksist.com)
Peki, bunca nükleer silah ne için? Nükleer caydırıcılık? Evet, şimdilik önemli boyutu bu, fakat emperyalistler tarafından diğer tüm hamleler tüketildiğinde, son kozun oynanmayacağını düşünmek hayalcilik olur! Rus tiyatro yazarı Çehov’un dediği gibi, oyunun başında sahnede bir silah varsa, o silah oyunun sonunda mutlaka patlar. Bu da tamir edilemez bir yıkımı, diğer adıyla bir yok oluşu beraberinde getirir!
Kapitalizmin yarattığı çelişkiler yumağının üzerinde duran işçi sınıfı ya emperyalistlerin elinde harabeye dönen dünyanın “ebedi son”a doğru adım adım ilerleyişine sessiz kalacak ya da tarih sahnesine çıkarak sosyalist devrim kavgasının kızıl sancağını dünya üzerinde dalgalandıracaktır.
link: Yılmaz Seyhan, Silahlanma Yarışıyla Harlanan Emperyalist Savaş Ateşi, 2 Temmuz 2016, https://marksist.net/node/5212
“Fevzi Babam Evren’i Ayağıma Getirdi”
Darbeleri de Bu Düzeni de Ortadan Kaldıracak Olan İşçi Sınıfıdır