Eylül ayı başında Almanya’nın doğusunda bulunan Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde yapılan seçimlerde, Almanya için Alternatif (AfD) adlı faşist parti oylarını arttırarak ikinci büyük parti pozisyonuna geldi.[1] Saksonya eyaletinde Başbakan Angela Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU), Brandenburg’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) sandıklardan birinci parti olarak çıkarlarken önemli miktarlarda oy kayıpları yaşadılar. Bu sonuçlarla birlikte Saksonya’da CDU-SPD koalisyonu eyalet parlamentosunda çoğunluğu kaybetti. Branderburg’da ise SPD birinci parti çıkmasına rağmen tarihinin en düşük oyunu aldı. Üstelik eyaletteki koalisyon ortağı Sol Parti de ciddi oy kaybına uğradı. Faşist AfD’nin özellikle Almanya’nın doğu eyaletlerinde bir süredir devam eden yükselişi böylelikle kaydadeğer bir düzeye gelmiş oldu. 2013 yılında kurulan AfD, o tarihten bu yana, her seçimde oy oranlarını arttırıyor. Artık istikrarlı bir kitle tabanına sahip olduğu konusunda da kimsenin şüphesi kalmadı.
Aşırı-sağcı ve faşist hareketlerin dünya genelindeki yükseliş eğiliminin Almanya’da da güçlenmeye devam ettiğini gösteren bu durum, şüphesiz kapitalizmin krizinin yarattığı sonuçlarla doğrudan bağlantılı. İçinden geçtiğimiz dönemin bunalımlı karakteri, Alman burjuvazisinin gerektiğinde daha ileri noktalara taşıyacağı AfD tipinde oluşumları semirtmesini gerekli kılıyor. Ekonomik krizin ve emperyalist savaşın yarattığı sorunlar ve geleceğe dair yarattığı korkular, Avrupa’nın diğer ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha iyi verilere sahip Almanya ekonomisine rağmen, Alman emekçilerin bir kısmını da, burjuvazinin yol verdiği AfD gibi faşist bir partinin destekçisi konumuna sürüklüyor. Göçmenlere karşı kabartılan ve çeşitli kanallardan sürekli işlenen tepkilerin, bununla birlikte Avrupa Birliği’ne milliyetçi bir temelde geliştirilen karşıtlığın etkisindeki kesimlerin kitle tabanını oluşturdukları AfD giderek daha güçlü bir parti haline geliyor.
Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan faşizm melanetinin yenilgiye uğramasının ardından bir daha belini doğrultamayacağı, hele hele faşizmle “yüzleşen” Almanya’da asla yeniden yükselemeyeceği iddialarının ham hayal olduğunu, AfD’nin ilerlemesi tartışmaya yer bırakmayacak biçimde göstermektedir. Alman burjuvazisi faşizm döneminin hesabını gerçekten vermemiştir. Nazi ideolojisinin mahkûm edildiği izlenimi yaratan yüzleşme gösterileri de ikiyüzlücedir.[2] Nazizmin tahribatının kitlelerde yarattığı öfkeyi yatıştırmak için bir dönem boyunca kullanılan söylem ve uygulanan yasaklar gerçek bir hesaplaşmanın ürünü olmadığı, aslında burjuvazinin iktidarı sürdüğü müddetçe de böyle bir hesaplaşma olamayacağı için, faşizme cansuyu veren gerici düşünceler ve bu düşünceler temelinde örgütlenen yapılar yeniden güçlenmişlerdir.
Oysa bir dönem boyunca Almanya’da böylesi düşüncelerin ve örgütlenmelerin hiçbir başarı şansının olmadığı düşünülmekteydi. Faşizmin yükseliş ve iktidar yıllarında sıradan insanların yaşamlarına ilişkin tanıklıklarını kitaplarında etkili biçimde anlatan Sebastian Haffner, “Hitler: Hitler Üzerine Notlar” adlı kitabının son cümlesinde şöyle der: “Hitler’in intiharından otuz sene sonra Almanya’da onu kendine referans gösteren ve onun çizgisini devam ettirmek isteyen hiç kimse siyasi olarak en ufak bir şansa sahip olamaz. İyi ki de böyledir. Daha az iyi olan yaşlı neslin Hitler’le ilgili bütün hatıraları bastırmış olması, gençlerin büyük çoğunluğunun ise onunla ilgili hiçbir şey bilmemesidir.” Şimdilerde ise özellikle gençler arasında Hitler, güç özenmesinin bir ifadesi olarak itibar görmekte, siyasal gericileşmenin getirdiği atmosferde sempati gören bir önder olarak anılabilmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ardından yayınlanması yasaklanan Hitler’in ünlü kitabı “Kavgam”ın, 2015 yılı sonunda yeniden basılmasını takiben beklenmedik düzeyde satılması, bugün en küçük marketlerin kitap reyonlarında bile kendine yer bulması dahi, tek başına Nazi ideolojisine dair ilginin nasıl canlı kaldığının göstergesidir. Sosyal medyadaki çok sayıda grupta ya da wikipedia gibi platformlarda faşizme dair olumlamaların yaygınlığı, faşizmin yaptığı katliamlara gerekçeler yaratılması ve bu saçmalıkların kabul görmesi de bu yükselişin ifadeleridir.
Almanya’da Nazi partisinin görüşlerinin savunulması yasalarda halen suç olduğu için siyasi örgütler açıktan bir sahiplenmede bulunamasalar dahi, AfD siyasi faaliyetlerinde bu görüşlerin güncellenmiş hallerini kullanmaktadır. AfD her ne kadar parti olarak demokrasiyi, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü savunduğunu ifade etse de parti üyeleri neo-Nazi fikirleri desteklediklerini o ya da bu biçimde gösterebilmekte, ya da aralarındaki bağlantı inkâr edilse de Pegida gibi ırkçı, göçmen karşıtı organizasyonlarla iç içe eylemler düzenlenebilmektedir. Berlin bölgesi parlamento üyesi AfD’li Jessica Biessmann’ın açık şekilde Adolf Hitler’i destekleyici görseller paylaşması gibi örnekler istisna değildir. Bunun üzerine AfD’nin Biessmann’a göstermelik bir ceza vermesi ve durumu geçiştirmesi ise yasalardaki mevcut maddeler çerçevesinde hareket ediyor izlenimi verme zorunluluğundan başka bir anlama gelmemektedir.
Bu faşist partinin ırkçılık temelinde yükselttiği ideolojik söylemler giderek normal olarak algılanmakta, diğer düzen partilerine oy veren kitlelerin zihnine yerleşmekte, kabul görmektedir. Bu sayede AfD’nin yarattığı basınçla Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratların oluşturduğu koalisyon hükümetinin mülteci politikası şekillenmekte, polisin ve gizli servisin yetkilerinin arttırılması gibi kararlar daha kolay alınmaktadır.
Bugün Alman gençlerin Yahudi bir öğrenciyi Nazi selamıyla karşılayarak alay edebilmeleri ya da milletvekillerinin Hitler fotoğraflarıyla sosyal medyada Nazi dönemine sempatilerini ifade edebilmeleri mümkün hale geldi. Dünyadaki siyasal ve ekonomik gelişmelerin bu durumun oluşmasına zemin hazırladığı aşikâr. Ancak eklemek gerekir ki, yakın dönemin utanç konusu olan tutumların ve görüşlerin yeniden yaygınlaşma imkânı bulması burjuva devletin açtığı alanlar olmadan mümkün olamazdı. Nitekim bu alanın açıldığının göstergesi olan pek çok olayı ve durumu sıralamak mümkün. Polislerin yasalarda suç olarak tanımlanmasına rağmen Nazi selamı vermeleri, ırkçı saldırılara doğrudan katılmaları, neo-Nazi gruplarla işbirliği yapmaları ya da Pegida (Almanya’daki yabancı düşmanı hareket) mitinglerinde arz-ı endam etmeleri, polis teşkilatının yüksek kademelerinde bunlara destek verenler olmaksızın açıklanabilecek durumlar değil. Yargıda ise, ırkçıların ve diğer aşırı sağcıların yaptıkları saldırıların ardından salıverilmeleri, bu saldırılara maruz kalanların saldırının aşırı sağcı kişilerce yapıldığını belirttiklerinde ciddiye alınmamaları, suç kesinleştiğinde ise faillere karşı mahkemelerin genellikle çok hafif cezalarla yetinmesi ve saldırıların ardındaki politik ve ideolojik sebepler çok açık olduğunda bile bunun görmezden gelinmesi, özellikle de Nasyonal Sosyalist Yeraltı örgütü (NSU) davasında alınan kararlar bu tabloyu tamamlamaktadır.
Almanya’da devlet kurumları faşist örgütlenmelerin güçlenmesi için yolu açmıştır. Neticede devran dönmüş, geçmişte dünyanın tüm emekçilerine büyük acılar ve yıkımlar yaşatan faşizmin ideolojisine sahip örgütlenmeler, Almanya’da yeniden yol almaya başlamıştır. AfD’nin her seçimde oyunu arttırması da bu tablo içinde tehlikeli gelişmeleri işaret etmektedir.
Faşizm emekçiler için yıkım demektir!
Bu gelişme Almanya ile sınırlı değildir. Almanya’da olduğu gibi Hollanda, Fransa, Belçika, Macaristan, Polonya gibi AB ülkelerindeki aşırı sağ akımlar hiç de küçümsenmeyecek güçlere sahip duruma gelmişlerdir. Dünya genelinde ise siyasi gericileşmenin daha ileri noktalara taşındığı pek çok örnek vardır. Burjuvazi, genel olarak otoriter rejimlere ve faşizmin canlandırılmasına yönelmektedir. Bu tablo çok net biçimde gözler önündedir artık.
Bu yönelimin altında yatan temel sebep kapitalizmin tarihsel sistem krizidir. Yine aynı temelde gelişen dünya savaşı ve doğurduğu sonuçlar da bu eğilimi güçlendirici etkide bulunmaktadır. Faşizm ile kapitalizmin büyük krizleri ve emperyalist savaş dönemleri arasındaki bağ geçmişte yaşanan yıkımların deneyimleri ışığında kolaylıkla kurulabilir. Bugün de faşizm bu nesnellikten köklenerek, burjuvazinin itinalı bakımıyla gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır.
Kapitalist krizin etkileriyle umutsuzluğa kapılan emekçi kitleler, faşist örgütlerin aldatıcı söylemlerinin oltasına takıldıklarında toplumlar büyük bir felâkete doğru sürüklenmeye başlarlar. Faşizm, emekçilere yıkımdan başka hiçbir şey getirmez. Emekçi kitleler kendi sınıf çıkarlarını savunacak bilinç ve örgütlülüğe sahip olmadıklarında, burjuvazi, onlara zamanında büyük acılarla yaşattığı emperyalist savaş ve faşizm cehennemini yeniden yaşatmaktan geri durmayacaktır. Nitekim durmuyor da.
Geçen yüzyıl boyunca yaşanan ibretlik faşizm deneyimlerinde milyonlarca insan öldürüldü, sistematik olarak uygulanan işkencelere maruz kaldı, yerinden yurdundan edildi. İşçi örgütleri ezildi, dağıtıldı. En temel demokratik haklar yok edildi, emekçiler baskı ve zorbalık altında süren bir yaşama mahkûm edildi. Faşizm kendi ömründen çok çok uzun yıllar boyunca olumsuz sonuçlarının sancılarını toplumların yaşamasına neden oldu.
Elbette bütün bunlar olurken tarih sahnesinde sadece faşizmin karanlık güçleri yoktu. Faşizmin yarattığı koyu karanlığa devrimciler boyun eğmediler. Faşizmin karanlık tarihine inat, ona karşı mücadele eden devrimci işçi ve emekçilerin de insanlığın yüzünü ağartan kahramanca mücadeleleri oldu. Gerek faşizmin tırmanış süreçlerinde gerekse de sonrasında yükselttikleri mücadelelerle bugünün işçi-emekçi kuşaklarına önemli deneyimler bıraktılar. Faşizmin yürekleri karartan siyasetine karşı dirençle mücadele edenler, aydınlık bir gelecek için umudu diri tuttular. Şimdi de dünya geneline yayılan bu siyasi gericileşme eğilimine karşı mücadele etmek, umudu diri tutmak tüm mücadeleci işçilerin görevidir.
Bugün, farklı ülkelerde mücadeleci işçiler siyasi gericiliğin farklı evreleri ile karşı karşıya olmalarından kaynaklı olarak farklı pozisyonlarda, farklı yöntemlerle mücadelelerini sürdürüyor olabilirler. Ama mücadelelerin hedefi ortak olmalıdır: faşizmi ve emperyalist savaşları emekçilerin başına musallat eden kapitalizme son vermek!
[1] Saksonya’da CDU 7,3 puan kayıpla oyların yüzde 32’sini alarak birinci parti çıktı. Eyalette CDU’nun koalisyon ortağı SPD ise oy kaybederek yüzde 7,7’de kaldı. AfD ise Saksonya’da bugüne kadar bir eyalet seçiminde en iyi sonucunu aldı. Oylarını 17,8 puan arttıran partinin oy oranı yüzde 27,5’e yükseldi. Yeşillerin oyları yüzde 8,6’ya yükselirken, Sol Parti oyların yüzde 10,4’ünü aldı.
Brandenburg’da ise SPD 5,7 puan oy kaybetmesine rağmen, yüzde 26,2 ile eyalet seçimlerinde en çok oyu alan parti oldu. Eyalette oylarını 11,3 puan arttıran AfD ise yüzde 23,5 ile seçimlerden ikinci parti olarak çıktı. 7,4 puan oy kaybına uğrayan CDU yüzde 15,6 ile sandıktan çıkan üçüncü güç oldu. Eyalette SPD’nin koalisyon ortağı Sol Parti de yüzde 7,9’luk oy kaybı ile oyların yüzde 10,7’sini aldı. Yeşiller bugüne kadar Brandenburg eyaletinde aldıkları en iyi sonuçla yüzde 10,8 oy aldı.
[2] Selim Fuat, Burjuva Düzenin Hizmetindeki Faşizm ve Naziler, marksist.com
link: Selim Fuat, AfD’nin Yükselişi Tehlikeli Gelişmelere İşaret Ediyor!, 6 Ekim 2019, https://marksist.net/node/6759
İnkaların Yenilgisinden Ders Çıkarabilir miyiz?
Bireysel Kurtuluş Mümkün mü?