1532 yılının Kasım ayında Peru’nun dağlık bir bölgesinde İspanyollar İnkaların imparatorluk ordusuna saldırdı. Güneş batmadan önce 7 bin insanı katlettiler ve İnka İmparatorluğunun denetimini ele geçirdiler. Bu savaşta tek bir İspanyol bile hayatını kaybetmedi.
Peki, bu savaşta kaç İspanyol yer almıştı sizce? Yalnızca yüz altmış sekiz! Nasıl olmuştu da 168 İspanyol 80 bin kişilik ordusu olan İnkaları yenip dize getirmişti? Ne yapmışlardı da yenmişlerdi? Ellerinde ne vardı? Ya da soruyu tersinden soralım, İnkalar ne yapmamışlardı da yenilmişlerdi? Öyle ya, yalnızca öldürülmüş olan 7 bin kişiyi bile hesaba katsak, ordunun diğer kısmının savaş alanında olmadığını varsaysak bile, bir tarafta 7 bin kişi, diğer tarafta yalnızca 168 kişi!
Altın ve zenginlik elde etmek için orada olan, başka hiçbir şeye değer vermeyen ve çoğu katil olan bu paralı askerler, emekli bir yüzbaşı olan Francisco Pizarro tarafından yönetiliyorlardı. Pizarro’nun Orta Amerika kolonilerinden yağmayla, katliamla elde ettiği bir serveti vardı. Orta Amerika’yı yağmalamak yetmiyordu onun gibilere. Askerlerini güneye doğru, daha önce gidilmemiş, bilinmeyen yerlere doğru sürüyordu. Onlar Antlara tırmanan ve Güney Amerika’da bu kadar güneye giden ilk Avrupalılardı. Güneye indikçe yerli büyük bir medeniyetin, İnka İmparatorluğunun izlerini buldular. İnkalar daha önce hiç beyaz adam görmemişlerdi ve bu adamların nasıl bir tehdit oluşturdukları hakkında herhangi bir fikirleri yoktu. Bu yabancıların dünyalarını birkaç gün içinde altüst edeceğini hayal bile edemezlerdi. Tarlalarında çalışan İnkalar atların üzerinde giden İspanyolları ilk gördüklerinde dehşete düştüler. Garip ve korkutucuydular. Çünkü görüntüleri sıra dışıydı. Daha önce atları da, hayvanlar tarafından taşınan insanları da hiç görmemişlerdi. O yüzden at üstündeki insanları gördüklerinde atla insanın tek bir canlı olduğunu, yarı insan yarı hayvan görünümlü bu garip yaratıkların tanrı olduğunu düşündüler. İnkaların daha önce görmedikleri atlar, motorlu araçların olmadığı bir dönemde insanlara hareketli olma, topraklarını kontrol etme, uzun mesafeleri aşma ve savaşta üstün olma olanağı veriyordu.
Tanrı benzeri bu yaratıkların haberi kraliyet habercisi tarafından İnka imparatoruna en kısa sürede iletildi. İmparatorluk kuzey Peru’daki Kahamarka vadisinde 80 bin kişilik bir ordu tarafından korunuyordu. “Güneşin oğlu” imparator Atahualpa’ya yaşayan bir tanrı olarak saygı duyuluyordu. Atahualpa atlı İspanyolların tanrı olmadığını biliyordu. İspanyolların ilerleyişini duyduğunda savaş ilan etmek yerine onlara hediyeler göndererek sarayına gelmelerini rica etti. İmparator, İspanyolların kendisine gelmesini istiyordu, ya ordusuna katılacak ya da teslim olacaklardı. İlk ziyarete gelen birkaç İspanyol, sarayın avlusunda Atahualpa’nın karşısında bile attan inmedi. Hatta atını İnka imparatorunun burnunun dibine kadar soktu. Atahualpa onlardan korkmuyordu. Kafalarında “yemek pişirmede hiç kullanılmamış küçük tencerelerle” oradan oraya gezen bu insanları adamdan saymıyordu. Birkaç atlı ve yüz kadar İspanyol İnkalara ne yapabilirdi? Nerdeyse hiçbir şey!
16 Kasım 1532’de ikinci kez İspanyol askerleri ve İnka savaşçıları bir araya geldi. 80 bin kişilik İnka ordusu ve süslenmiş bir şekilde tahtında oturan imparator karşıladı İspanyolları. Bu İspanyollar için oldukça korkutucu bir manzaraydı! İspanyollardan kalan günlüklerde “çoğumuz altımızı ıslattık korkudan” diye yazıyor. Oysa İnkalar silahsızdı. Atahualpa insanların sözde tanrıları görüp kaçmayacağı bir kutlama yapacaktı. İnsanların onları tanrı olarak düşünmesi sorun değildi. Tanrıları silahsız olarak yenmesi onu tanrılardan daha güçlü yapacaktı. Ama Atahualpa İspanyolların neye güvenerek geldiklerini bilmiyordu. İspanyolların ellerindeki silahların gücü hakkında hiçbir fikri yoktu. Silah teknolojisini sürekli olarak geliştirmek için uğraşan İspanya 1530’larda çakmaklı silahlarla savaşın seyrini değiştirdi. Çakmaklı silahla tek mermi atılıyordu, ikincisi için silahı yeniden doldurmak gerekiyordu. Bu esnada bir kılıç darbesiyle öldürülmek de vardı ama bunun için düşmanın panik olmaması gerekiyordu!
Pizarro en uygun olanın, beklenmedik bir saldırı olması gerektiği biliyordu. Daha önce aynı yöntemlerle Aztekler yenilmişti. Avrupalı yağmacı katiller geçmişten ders almayı biliyordu. Kendilerinden öncekilerin savaş ve katliam deneyimlerinden dersler almışlardı. Kalabalığın hazırlıksız olduğu bir anda silahlar patladı ve atlar ortaya çıktı. Günümüz insanı için çok ilkel olarak tanımlanacak bu silahların çıkardığı ses, duman ve gürültü İnkalarda büyük bir dehşet ve korku yarattı. İnkalar daha önce at görmemişti ama bu atlar da sıradan atlar değildi, İspanyol atlarıydı. Hiddetli, büyük, savaşçı atlardı. İnsanların arasına dalabiliyor ve insanları ezebiliyorlardı. Ama ne İspanyollar ne atlar yenilmez değildi. İnkalar eğer panik olup kaçışmak yerine atların üzerindekileri çekip aşağı indirselerdi her şey farklı olacaktı. Sayı olarak kıyaslanmayacak bir üstünlüğe sahiptiler. Fakat bunun bilincinde değillerdi. Bu yüzden panik olup saflarını dağıttılar, kaçmaya çalıştılar. İspanyollar atlarıyla aralarına girdi ve onları kılıç darbeleriyle öldürmeye başladı. Devasa farka rağmen İspanyollar atları, kılıçları ve stratejileriyle, kendilerini tükürükle boğabilecek çapta büyüklükteki bir orduyu yok ettiler. 1530’larda İnka İmparatorluğu çok büyük ve güçlü bir imparatorluktu. İlkel de olsa silahlara, imparatorun önderliğinde izledikleri bir savaş düzenine ve kendilerine özgü bir savaş stratejisine sahiptiler.
Tarihteki her olaydan günümüz için ders çıkarmamız mümkündür. Bir avuç İspanyolun on binlerce İnkayı katlederek bir tarih devrinin kapılarını kapatması da bize birçok açıdan dersler sunuyor aslında. Bugün çalışarak, üreterek dünya üzerinde kapitalist sistemin çarkının dönmesini sağlayan milyarlarca işçi ve emekçi, sermaye sınıfını yenilmez sanıyor. Elinde yenilmez silahlar olduğunu düşünüyor. Kendini ait olduğu kesimin yani işçi sınıfının ordusunun bir parçası olarak göremiyor. Bu düşünce onu felçleştiriyor. Oysa işçi sınıfı, sömürücülerin yenilecek bir güç olduğunun farkına varabilse, korku gömleğini yırtıp atabilse, diğer ezilenlerle bir araya gelmek için harekete geçebilse, karşısındaki gücü tükürüğüyle bile boğabilir.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, İnkaların Yenilgisinden Ders Çıkarabilir miyiz?, 6 Ekim 2019, https://marksist.net/node/6758
Emekçiler Can Derdinde, Rejim Düzeni Koruma ve Rant Derdinde
AfD’nin Yükselişi Tehlikeli Gelişmelere İşaret Ediyor!