Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana 2,5 milyon insan savaş nedeniyle Türkiye’ye geldi. Kendi ülkelerinde tüm yoksullukları ve ezilmişlikleriyle yaşasalar da kendi adlarıyla anılan bu insanlar, Türkiye’de “Suriyeli” denilerek ve başlarına gelen felâketlerle anılıyorlar. Yaşamak için sokaklarda dilenmek zorunda kalan “Suriyeliler”; kamplarda tecavüze uğrayan, mal gibi satılan, ailelerini kurtarmak için tanımadıkları erkeklerle evlenmek zorunda bırakılan “Suriyeli kadınlar”; ölüm teknelerinden soğuk denizlere dökülen bedenleriyle “Suriyeli göçmenler”; merdiven altı atölyelerde ölesiye çalışıp kazandıkları parayla sadece ekmek alabilen, horlanan, azarlanan, dövülen “Suriyeli çocuklar”… Bu çocukların sadece bir tanesi ismiyle anıldı, o da ismi yanlış bir şekilde yerleşerek Aylan olarak kalan Alan bebek. Alan bebeğin ismi ölümüyle zihinlere kazındı. Toplumun artık bebek yaşta adsız, sessiz sedasız ölümlerini bile kanıksadığı bu insanların, çocukların adları, geçmişleri, ne yaşadığı, ne hissettiği, ne travmalardan geçtiği giderek önemini yitiriyor. Suriyeliler onları bu acılara iten kapitalizmin efendileri için sadece sudan ucuz işgücü olarak “önemini” koruyor. Özellikle Suriyeli çocuk işçiler küçücük elleri ve bedenleriyle kapitalist sömürü çarklarının arasında ezilmeye en müsait grubu oluşturuyorlar. Ve bu çarklar, büyük bir hırsla Suriyeli çocukları, Alan bebeğin ölmeyip de büyüyebilen abla ve ağabeylerini dişlileri arasına almaktan bir an bile vazgeçmiyor.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin yüzde 54’ü 18 yaşından küçük. Bu rakam sadece yasalar önünde reşit sayılmayanların oranı değil. Bu rakam, ruhları ve bedenleriyle küçücük, henüz yaşamak için ailelerinin, toplumun desteğine muhtaç olan yaklaşık 1,5 milyon çocuk demek. Pek çoğu annesi ya da babasını kaybetmiş ve Türkçe bilmiyor. Zorunlu okul çağında olanların sayısı 600-700 bin civarında. Bu çocukların çoğu okula değil işe gitmek zorunda. İçlerinde geçmişte okulu sevmeyenler de var. Ama hepsi saatlerce çalışmanın okuldan çok daha zor olduğunu söylüyorlar. Eski günleri özlüyorlar. Tezgâh başlarında çalışırken taze bedenleri güçsüzlükleri olup çıkıyor karşılarına.
Türkiye’de 400 bin Suriyeli kayıt dışı çalışıyor ve bunların pek çoğunu çocuk işçiler oluşturuyor. Suriyeli çocuk işçiler günde 10-14 saat çalışıyor, 5 ilâ 10 lira arasında para kazanıyorlar. Bazısının tek hayali ülkesindeki savaşın bitmesi ve geri dönmek, bazısınınsa sadece yiyecek ekmek bulabilmek, uyuyabilmek. 10 yaşında Suriyeli bir çocukla yapılan ve sosyal medyada yayınlanan bir röportaj bu gerçeği gözler önüne seriyor. Çocuk çalıştığı işyerinde günde en fazla 6 lira kazandığını, işyerinde azarlandığını, kötü muamele gördüğünü anlatıyor. “Hayallerin neler?” sorusuna defalarca “hayalim yok” diyor. Aynı sorunun ısrarla sorulması üzerine, inanmaz ve kırgın bir ifadeyle “belki savaş biter, Suriye’ye geri dönerim” diyor. Emperyalist savaş ve onun döl yatağı olan kapitalizm çocukların yaşamlarını, hayallerini, çocukluklarını, alın terlerini ellerinden alıyor.
İngiliz Independent gazetesinin İş ve İnsan Hakları Kaynak Merkezi’nin raporuna dayandırdığı habere göre Next ve H&M gibi ünlü İngiliz firmaları Türkiye’de kendilerine üretim yapan tekstil atölyelerinde Suriyeli çocukların çalıştırıldığından haberdar. Üstelik bu durum onları pek “müteessir” kıldığından diğer tekstil firmalarını da konu hakkında bilgilendirmişler! Bu firmaların tedarikçilerinin çocuk işçi çalıştırıp çalıştırmadığını kontrol etmesini istemişler. Ama ne gazete haberinde ne de başka bir yerde bu firmaların Türkiyeli patronlara nasıl bir yaptırım uyguladığı ile ilgili bir bilgi yok. Çünkü öyle bir yaptırım söz konusu değil. Tersine, İngiltere de diğer AB ülkeleriyle birlikte kara kara Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya gelişini nasıl engelleyeceğini düşünüyor. AB ülkeleri Türkiye’ye göçmenleri kendi sınırları içinde tutması için rüşvet öneriyor. Suriyelilerin Türkiye’de mülteci sayılmaması, mültecilere tanınan haklardan yararlanamaması AB’li patronların umurunda bile değil. Yıllar sonra Suriyelilere verilen çalışma izinlerinin geçerli olması için daha aylarca bekleyecek olmaları da. Suriyeli çocukların merdiven altı kuytularda kaybolan hayalleri ve yaşamları da!
Elbette Suriyeli çocuklar sadece Next ve H&M’nin tedarikçilerinde çalışmıyor. Gazete haberinde, bunun ipuçları veriliyor. “Çin, Kamboçya ve Bangladeş ile birlikte Türkiye, İngiltere’de satılan tekstil ürünlerinin en büyük üreticilerinden. Topshop, Burberry, Marks&Spencer ve Asos gibi markalar da Türkiye’de üretim yaptırıyor. Türkiye ayrıca 2,5 milyondan fazla göçmen ile dünyada en fazla Suriyeli barındıran ülke. Türkiye’de binlerce Suriyeliye asgari ücret olan aylık 1300 Türk lirasının çok altında bir ücret veriliyor. 12 yaş altı çocukların çalıştırılması hem Türk hem de uluslararası yasalara aykırı” deniyor. Bu ifadeler bir anlamda malûmun ilamı oluyor ve Türkiye’de yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen 12 yaşından küçük çocukların çalıştırıldığının bilindiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Tekstil patronları, bu haberlerin yalan ve çarpıtma olduğunu, Türk ekonomisine zarar verme niyeti taşıdığını iddia ediyorlar. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Hikmet Tanrıverdi, H&M ve Next’e üretim yapan firmalarda Suriyeli çocuk işçi çalıştırıldığı haberlerinin rakip firmalarca çıkarıldığını iddia ediyor: “Uluslararası markalar çok fazla denetim yapıyorlar. Denetimlerde en ufak bir problem tespit edildiğinde üretici firmalarımız bir daha o markalara ihracat yapamıyorlar. Türkiye’de 35 bin konfeksiyon üreticisi var. Bunların 14 bini ihracat yapıyor. Çocuk işçi çalıştırmada kim bilgi istiyorsa gelsin verelim. 14 bin ihracatçı firmamızı gezdirmeye hazırız.” Tanrıverdi, “bunu söyleyenler gitsinler Vietnam’a, Kamboçya’ya, Myanmar’a baksınlar. Türkiye sürdürülebilirlik ve insan hakları konusunda en üst düzeydedir” diye eklemeyi ihmal etmiyor. 301 işçinin diri diri kapkara kömüre gömüldüğü maden için bile “tüm önlemlerin alındığı”, “Türkiye’nin en iyi maden işletmesinden biri olduğu” yönünde açıklamalar geldiği düşünüldüğünde bu yalanlar şaşırtıcı olmaktan uzaktır. Türk işçileri bile denetimsiz çalıştıran, işyerine denetime gelindiğinde işçilerini saklayan patronların Suriyeli işçilere ve özellikle çocuklara neler yapabileceğini düşünmek zor olmasa gerek. İstanbul’da çalışan bir Suriyeli aylık ortalama 600-800 lira arasında ücret alıyor. Çocuk olanların ücreti 300 liraya kadar düşüyor. Doğu ve Güneydoğu illerinde çalışan Suriyelilerin ücretleri daha da düşük. Haftalık ortalama 60 liraya çalışan Suriyelilerin saatlik ücreti ise 95 kuruş civarında. Haftanın 6 günü, günde 10 saat civarında çalışan Suriyeli işçilere yemek parası da çoğu zaman verilmiyor. Tanrıverdi ve onun gibi patronlar işte buna “sürdürülebilirlik ve insan hakları” diyor.
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Şeref Fayat ise “haberlerde dile getirilen konu münferit bir olay olabilir” diyor. İnsan merak etmeden duramıyor: 13 yaşındayken kafası makineye sıkıştığı için ölen Ahmet Yıldızların olduğu, Suriyelilerden evvel bile 1 milyondan fazla çocuğun çalıştığı bir ülkede olayın “münferit”likten çıkması için acaba kaç yüz bin Suriyeli çocuğun tekstil atölyelerinde ter akıtması gerekir patronların mantığına göre? İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Başkanı İsmail Gülle ise, “Dünya standartlarında üretim yaptığımız için AB bizi tercih ediyor. Ucuz işçi çalıştırdığımız için değil” demekten çekinmiyor.
Suriyeli çocuk işçilerin durumu sektördeki sendikaların içinde bulunduğu duruma da ayna tutuyor.
Türkiye Tekstil Örme ve Giyim Sanayi İşçileri Sendikası (TEKSİF) Genel Başkanı Nazmi Irgat, sendikalı çalışanların bulunduğu fabrikalarda çocuk işçiliğine rastlamadığını söylüyor. “Ancak konfeksiyon atölyelerinde Suriyeli çocuk işçi çalıştırıldığı ile ilgili duyumlar bize de geliyor. Bunu yapan firmaların zaten kendileri kayıt dışı. Şimdi Suriyelilere çalışma izni verilmesi konuşuluyor. Bu izinler verilirken Türkiye’deki işsizlik oranları da dikkate alınmalı” diyor. Kuşkusuz sendikalar gerek genel olarak çocuk işçiliğin önlenmesinde gerekse de Suriyeli çocukların bu denli kötü koşullarda çalıştırılmasının önlenmesinde önemli bir sorumluluğa sahiptir. Çözüm Suriyelilerin çalıştırılmasının yasaklanmasında değil, hem Türkiyeli hem de Suriyeli işçilerin eşit haklarla aynı çatı altında örgütlenmesinin sağlanması ve böylece haklarını koruyabilmelerinin önünün açılmasındadır.
Savaşın alevlerinden kaçan Suriyelileri “misafir etmekle” övünen AKP hükümeti, çocuk işçiler dâhil olmak üzere Suriyeli işçilerin güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalıştırılması, sömürülmesi karşısında kılını bile kıpırdatmıyor. Bu “misafirleri” AB’ye şantaj uygulamak için kullanan Türkiyeli egemenler ikiyüzlülükte sınır tanımıyor. Hatırlanacak olursa patronlar asgari ücretin yükseltilmesinin kayıt dışı çalışmayı artıracağını öne sürmüşlerdi. Asgari ücrete yapılan bu küçük zam bile patronların sızlanmasına yol açmıştı. Patronlar zammı fırsata çevirmek için ellerinden geleni yaptılar. Asgari ücretin 1300 liraya çıkarılmasının ardından çok sayıda patron daha fazla Suriyeli işçi çalıştıracağını duyurdu. Özellikle Suriye sınırındaki illerin sanayi odaları, patron örgütleri uzun zamandır hükümetten Suriyeli işçi çalıştırma konusunda kolaylık sağlamasını istiyorlardı. Patronların tüm talepleri fazlasıyla hayata geçmiş durumda. Asgari ücret zammı patronlara yük getirmedi. Suriyeli işçi çalıştırma izinleri sağlandı. Suriyelileri kayıt dışı ve son derece ucuza çalıştıran patronlar herhangi bir denetime ve yaptırıma tâbi tutulmadı. Tüm bunlar Suriyeliler için çok büyük masraflar yaptığını iddia eden Türkiye’nin egemenlerinin aslında Suriyeliler üzerinden çok büyük kazançlar sağladığı anlamına geliyor. Son dönemlerde yapılan araştırmalar Suriyeli mültecilerin Türkiye ekonomisine yük değil katkı sağladığını ortaya koyuyor. Bu katkıda küçük ve kahırlı ellerin büyük payı bulunuyor.
Ülkelerindeki savaşın bitmesini, doğdukları topraklara, oyun oynadıkları sokaklara, okullarına, sevdiklerine ve hayallerine geri dönmek istiyor Suriyeli işçi çocuklar. Yeniden adlarıyla anılmak istiyorlar. Ama kapitalizm ve emperyalist savaş melâneti altında yaşamak ve çok çalışmak zorundalar. Geçmişlerini ve kimliklerini geride bırakmak zorundalar. Çocuk zihninin parlak tazeliğini yeni bir dili, yeni bir ülkeyi ve yapmak zorunda oldukları işi öğrenmeye adamalılar. Çektikleri acıları yeni acılarla hafifletmeliler. Çocuk olamadan büyümeyi bilmeliler. Onlara biçilen kader bu! İnsanın insanı sömürdüğü kapitalizm altında çocuk olmak bile güzel değil, mutluluk değil.
Tüm çocukların ve insanların ihtiyacının bambaşka bir dünya olduğu öyle açık ki. Öyle açık ki böyle bir dünya için mücadele etmenin zorunluluğu. Kapitalizm, Suriyeli çocuklar, savaş coğrafyasının çocukları ve dünyanın tüm çocukları için yeni acılar mayalıyor. Ama çocuklarla birlikte emperyalist savaşlara, kapitalizmin çürümüşlüğüne tepki de büyüyecek. Çocuklar büyüyecek, öfkeleri büyüyecek, kudretleri büyüyecek. Kapitalizm kendini kurtaramayacak, eninde sonunda ezdiklerinin öfkesiyle yıkılacak. Zalim bir dünyaya doğan çocukların çektiği acılar geleceğin çocuklarının mutluluğunun harcı olacak. Merdiven altı kuytularda hayallerini kaybeden Suriyeli çocuklar, hayal bile edemeyecekleri kadar güzel bir dünyanın, çocukların hak ettiği bir dünyanın kurulması için verilen mücadelelerde de ter akıtacak.
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
link: Ezgi Şanlı, Suriyeli Çocukların Kaybolan Hayalleri ve Yaşamları, 27 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4930
Susmak Ortak Olmaktır!
Mersin’de Akademisyenlerle Dayanışma Gecesi