Kapitalist sistem gün geçtikçe çürümeye, çürüdükçe de insanlığın başına belâ olmaya devam ediyor. Sistem krizi derinleştikçe egemenler işçi sınıfına ve ezilen halklara çok daha şiddetli saldırmaya girişiyor. Siyasi ve ekonomik krizleri aşmak, sistemlerinin devamını sağlamak için insanlığı felâkete sürükleyecek emperyalist savaşlar çıkarmaktan geri durmuyorlar. Otoriterleşme ve olağanüstü rejimlere has uygulamalar dünyanın tamamında tırmanıştadır. Çıkışsızlık içinde debelenen kapitalizm, toplumda oluşan tepkileri engellemek için her yerde faşizan uygulamalara hız vermekte, burjuva demokrasisi her yerde yerini açık zorbalıklara, polis devleti uygulamalarına bırakmaktadır.
Türkiye’ de de durum farklı değildir. “Çocuklar ölmesin” diyenlerin bile terörist sayıldığı, Kürt illerinde yaşanan vahşete “bu suça ortak olmayacağız” diyerek karşı çıkan akademisyenlerin vatan hainliğiyle suçlandığı bir dönemden geçiyoruz. İktidardakilerin emelleri uğruna her gün onlarca insan katlediliyor. Her gün insanın kanını donduracak cinsten vahşet görüntülerine tanık oluyoruz. Kesilmiş başlar, işkence yapılmış, yakılmış bedenler... Vicdanların kuruduğu, insanların insanlıktan çıktığı bir dünyada yaşıyoruz.
Aylardır süren sokağa çıkma yasakları ve ablukalar altında inleyen onlarca kentte Kürt halkı vahşice katlediliyor. İnsanlar açlığa, susuzluğa ve ölüme terk edilmiş durumdalar. Kürtlere yönelik savaşın boyutları akıllara durgunluk veriyor. Her türlü saldırı ve aşağılama Kürt halkına mubah görülüyor. Beyinleri dumura uğramış katiller, öldürdükleri insanların çıplak bedenleri başında poz vererek güya intikam alıyorlar. Özel timler, her türden aşağılama ve hakaretleriyle aynı zamanda psikolojik savaş da yürütüyorlar.
Egemenlerin bunları yapmaktaki niyeti hiç kuşkusuz Kürt halkına boyun eğdirmektir. Korkutarak ve sindirerek Kürtlere diz çöktürmek istiyorlar. Yapılan insanlık dışı uygulamaların teşvik edilmesinin, önünün açılmasının, görmezden gelinmesinin sebebi budur. Duvarlara “Türksen Övün Değilsen İtaat Et”, “Türkün Gücünü Göreceksin” gibi Kürtleri yok sayan, dışlayan ve aşağılayan yazılar yazılması da bu yüzdendir.
Hükümet, katledilen Kürt kadınların çıplak bedeni yanında poz veren canilerle ilgili soruşturma bile açmamaktadır. Devletin valisi olay tüm çıplaklığıyla ortadayken ve farklı devlet kurumları tarafından itiraf edilmişken dahi “bazı sosyal medya hesapları üzerinden başarıya gölge düşürmeye ve güvenlik gücü mensuplarımızı halkımız nazarında itibarsızlaştırmak amacıyla kaynağı belli olmayan bazı fotoğrafların sosyal medyada servis edilmesi suretiyle karalama kampanyasına yönelik olarak paylaşımlarda bulunulduğu tespit edilmiştir. Güvenlik güçlerimiz tüm iş ve işlemlerini ilgili Cumhuriyet Savcısı’nın talimatları doğrultusunda hukuk çerçevesinde gerçekleştirmektedirler. Sosyal medyada yayınlanan fotoğrafların Cizre ilçesiyle hiçbir alakası bulunmamaktadır” diyebilmiştir. Ölen insanlar, ölülerine bile işkence edilenler, çocuklarının cesedini bile alamayan analar bunların umurlarında değildir.
Kürt halkına yaşatılanlar da doğal olarak hükümetin “başarısı” sayılmaktadır. Ancak bu “başarı”nın sahipleri, günlerdir sığındıkları bodrumlarda aç, susuz ve yaralı şekilde bekleyenlerin çığlığını hiç mi hiç duymamaktadır. Aksine bu çığlığı bastırmak için bombardımanı sürdürmekte, insanları diri diri yakarak “başarı”sını devam ettirmektedir.
Bodrum katındaki insanlar dışarıya çıktıklarında biliyorlardı ki katledileceklerdi. Çünkü ne sağlık ekiplerinin ne de HDP milletvekillerinin binalara yaklaşıp yardım götürmelerine izin verdiler. Günlerce aç, susuz ve yaralı bir biçimde yardım beklediler. Borulardan ve kazandan sızan sularla hayatta kalmaya çalıştılar. Yardıma giden gönüllü sağlık ekiplerinin binaya 300 metre kala önleri kesildi. Orada çatışma var diyerek binaya sokulmadılar. Yetmedi, yardıma giden sağlık ekiplerine ateş açıldı. Bu olayla ilgili haber yapan İMC TV evde bulunan HDP Milas eski ilçe eş başkanı Derya Koç’la telefonda görüştü. Koç “yaralıları benzin döküp yaktılar, yanan arkadaşlarımızın çığlıkları geliyor” dedi. İşte buydu iktidarın “başarısı”!
Bu yaşananlar faşizan uygulamaların bir parçasıdır. Toplumu sindirerek ve korkutarak ele geçirmeye çalışan Erdoğan ve AKP hükümeti “onlar zaten terörist, teröristlere karşı savaşıyoruz” diyerek gerçeklerin üstünü kapatmaya çalışmaktadır. Ama daha vahimi, toplumun bir kesiminin, bu denli açık vahşet uygulamaları karşısında bile iktidarı desteklemeye devam etmesi, hatta “oh olsun, hak ediyorlar” diyebilecek kadar insanlıktan çıkmasıdır. Böyle diyenlerin olması ve gün geçtikçe sayılarının artması ürkütücüdür. Faşist tırmanışın hızlanması açısından bu düşüncedekilerin çoğalması en büyük tehlikedir. Çünkü faşizme kitle tabanı oluşturanlar tam da bu kesimlerdir. Gözleri milliyetçikle adeta kör olmuş insanların beyinleri “iç ve dış güçlerin ülkeyi bölmesi” paranoyasıyla felçleştirilmektedir.
Ne var ki, bugün iktidarın uyguladığı vahşete destek verenler ya da sessiz kalarak göz yumanlar, yarın sıra kendilerine geldiğinde çaresizlik içinde kıvranacaklardır. Sıra her zaman susanlara gelmiştir, yine gelecektir. Kürtlerin yanı sıra devrimciler ve sosyalistler zaten bu devlet teröründen nasibini almaktadır. Sırada Aleviler, Suriyeli göçmenler, belki Romanlar, belki başkaları vardır. Vaktiyle Hitler Almanya’sında Yahudiler tren vagonlarına doldurulup ölüm fırınlarına götürülürken, Yahudi olmayan komşuları gerçekleri bilmelerine rağmen yaşananlara sessiz kalmışlardı. Ama ölüm onların kapısını da çalmaktan geri durmadı. Bu yüzden hangi millet ve dinden olursa olsun sınıf kimliğiyle kenetlenmek, bu gidişata karşı durabilmenin tek yoludur.
Yaşanan bunca vahşete ve insanlık suçuna duyarsız kalmak her şeyden önce insanlıkla bağdaşmayan bir tutumdur. Kudurgan bir milliyetçilikle zehirlenmeye çalışılan işçiler ve emekçiler bu duruma artık yeter demelidir. Gözbağlarını çıkarmalıdır. Tarihte yaşanan örneklerden dersler çıkarmak gerekir. Yaşanan bu tabloyu değiştirebilme gücüne sahip olan işçi sınıfı henüz gücünün farkında değildir. Örgütlü işçi sınıfının önünde hiçbir güç duramaz. Milliyetçi hezeyanlara kapılmadan, hiçbir suni ayrım yapmadan toplumun tüm kesimleri örgütlenmek zorundadır. Akademisyenler, sanatçılar, aydınlar, işçi sınıfı herkes kendi bulunduğu yerde örgütlendiğinde bu gidişata dur demek mümkündür.
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, Susmak Ortak Olmaktır!, 27 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4928
Suriyeli Çocukların Kaybolan Hayalleri ve Yaşamları