Bayır-Bucak Türkmenlerinin ismi ilk olarak MİT tırları yakalandığında duyulmuştu. Suriye’deki çeşitli İslamcı muhalif gruplara silah götüren MİT tırlarından birisi, o zamanki kapışma içerisinde, AKP’nin “paralel” dediği devlet görevlilerince durdurulmuş ve kirli çamaşırlar ortalığa saçılmıştı. Başbakan Davutoğlu da çıkıp “vallahi de billahi de o tırlar Bayır-Bucak Türkmenlerine insani yardım götürüyor” demişti. Tabii sonradan Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan belgelerle iyice kanıtlanmıştı bu “insani yardımın” ne olduğu!
O toz duman arasında AKP yine gemisini yürütmeye, silah yüklü tırlar da sınırın öte tarafına gitmeye devam etti. Bu arada bu olay sayesinde Bayır-Bucak Türkmenlerinin varlığı da gündeme taşınmış oldu. Tabii AKP’nin Bayır-Bucak Türkmenlerine sevdası hemen geçmedi ve Suriye’deki paylaşım kavgası sürdüğü müddetçe de geçmeyecek belli ki…
Bayır-Bucak Türkmenlerinin adının ikinci kez duyulması da Rus jetinin düşürülmesiyle oldu. Davutoğlu ve Erdoğan’a göre Rus savaş uçakları “IŞİD’le savaşıyoruz” diye Bayır-Bucak’taki Türkmen kardeşlerimizi vuruyordu! Buna göz yumulamazdı ve Rus uçaklarından biri sınırı geçince de meşhur “angajman kuralları” gereğince düşürülmüştü! Yani Türkmenler, Rusya’ya gözdağı verilmesinin bahanesi olmuştu.
Aslında bu iki örnek de ortaya koymaktadır ki, AKP’nin Bayır-Bucak Türkmenlerine olan sevdasının altında Suriye’ye dönük kanlı hesapları ve çıkarları yatmaktadır. Dün Irak’ta olduğu gibi bugün de Suriye’de AKP iktidarı aynı “Türkmen kartı”nı masaya sürmektedir. Dün Musul’la ilgili emperyalist heveslerine bahane olarak kullanıyordu Türkmen kartını, bugün de Suriye’ye yönelik planlarını meşrulaştırmak ve Suriye topraklarına dönük bir işgalin ya da askeri müdahalenin bahanesi yapmak amacıyla kullanıyor.
“Bayır-Bucak elden gidiyor” tantanası
Rusya’nın kısa bir süre önce Suriye’deki emperyalist savaşa doğrudan ve aleni şekilde dâhil olması, zaten AKP iktidarının hiç hoşuna gitmemişti. Çünkü Rusya, başında Esad’ın olduğu BAAS rejiminin varlığını sağlamlaştırmak ve düne kadar muhaliflerin ele geçirmiş olduğu bazı bölgeleri (özellikle de sahil hattını yani kuzey ve batı bölgelerini) geri almak için hızlı biçimde hava bombardımanlarına başlamıştı. Rus savaş uçaklarının bombaladığı bölgelerin bir kısmı da, bizzat AKP iktidarının MİT’i de devreye sokarak desteklediği İslamcı güçlerin elinde olan ya da onların üslendiği yerlerdi. Dolayısıyla Rusya’nın hava saldırıları Türkiye’nin Suriye’deki emperyalist çıkarlarına yönelik de açık bir saldırıydı ve Suriye politikası zaten iflas etmiş olan Türkiye’yi iyice köşeye sıkıştırmıştı. Türkiye’nin Suriye’de eskisi gibi rahat at oynatamayacağı belli olmuştu.
İşte tam da bu süreçte AKP iktidarı Türkmen kartını tekrar masaya sürdü. “Suriye’deki Türkmen kardeşlerimiz katlediliyor” denilerek adeta bir kampanya başlatıldı. Bu kampanya ile hem iç ve dış kamuoyunun Rusya’ya karşı kışkırtılması hem de içerde milliyetçi kesimlerin AKP politikalarına yedeklenmesi hedeflendi. Bunda kısmen başarılı da olundu. Zaten bir süredir AKP’yle fiili bir ittifak halinde olan MHP, Rusya’yla gerilimin başlamasının hemen ardından, AKP’yi destekleyen açıklamalar yapmaya koyuldu. Yakın zamana kadar AKP’ye ve Erdoğan’a neredeyse küfreden MHP, çark ederek AKP’nin Suriye politikasını desteklemeye başladı. Yandaş medya da Türkmenlerin katledildiğine dair haberleri birbiri ardına pompaladı. Gazetelerde, Türkmenlerin yüzlerce yıldır orada olduğu, Suriye’deki Türkmenlerin Türkiye’nin korumasında bulunduğu ve bundan mütevellit Türkiye’nin müdahale hakkının bulunduğu yolunda manipülatif haberler yapılmaya başlandı. Erdoğan, MİT tırlarını hatırlatıp “silah olsa ne olur olmasa ne olur” diye pervasızca konuşurken Davutoğlu da “silah da insani yardımdır, oradaki kardeşlerimiz can verirken sadece yiyecek-giyecek gönderecek değildik ya” diyerek meseleye açıklık (!) getirdi.
Koparılan bu vaveyla esnasında önceden hazırlanıp basına servis edilmiş yalanlar da birbiri ardına “kamuoyu”nun önüne sürülmeye başlandı. Neydi bu yalanlar? Meselâ Suriye’de yaşayan Türkmen nüfusu abartıldıkça abartıldı. Tam sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte 300-600 bin civarında oldukları tahmin edilen Türkmen nüfusu, AKP’nin kalemşorlarınca şişirildikçe şişirildi ve en son 3,5 milyona kadar çıkartıldı.
Yine yandaş medyaya göre Suriye’deki Türkmenler öteden beri dillerini, dinlerini ve kültürlerini korumaya çalışıyor ve bu yüzden de ağır baskılara maruz kalıyorlardı. Güya bu Türkmenlerin yüzü hep Türkiye’ye dönüktü, en büyük arzuları yaşadıkları bölgenin bir gün Türkiye’ye dâhil olmasıydı. Konuştukları dil Türkiye Türkçesiyle neredeyse aynıydı, kendilerini Osmanlı’nın torunları olarak görüyor ve bu tarihi mirasa hep sahip çıkmaya çalışıyorlardı. Esad rejimine de bu sebepler ve demokrasi özlemleri nedeniyle savaş açmışlardı. Ama şimdi Rusya’yı da arkasına almış olan rejim orduları Türkmenlere yönelik katliamlara girişmekteydiler! İran ve Hizbullah’ın gönderdiği askerler de işin içindeydiler! Hükümet borazanı medyaya göre, bu şer güçler yüzlerce yıldır Türkmen toprağı olan bölgeleri ele geçiriyordu ve özellikle Bayır-Bucak’taki 25 bin sivil Türkmen katliam tehdidi altındaydı. Bayır-Bucak Türkmenleri bu şer güçlerinin özellikle hedefindeydi, çünkü Kürt-Rojava devletinin kurulmasının önündeki tek engel olarak Bayır-Bucak Türkmenleri kalmıştı! Bu yüzden PYD yani Kürtler de sürekli Türkmenlere saldırıyorlar, Türkmenleri köylerinden kovarak yerlerine Kürt ve Arap nüfusu yerleştiriyorlardı! Rusya Bayır-Bucak’ta IŞİD ve benzeri İslamcı güçlerin olduğunu söyleyerek buraları vuruyordu ama aslında böyle bir şey yoktu. Burada sadece sivil Türkmenler vardı!
Bu yalanlara dayanak oluşturmak için de tarihsel veriler destansı bir havayla anlatılıyor, böylece Türkiye’nin emperyalist emellerine tarihsel ve insanî bahaneler üretilmeye çalışılıyordu. Yandaş medya hep bir ağızdan Türkmenlerin Selçuklular zamanından beri orada olduğunu, Osmanlı zamanında da Türkmen nüfusunun arttığını, I. Dünya Savaşından Osmanlı’nın yenik çıkması ve elindeki toprakları kaybetmesiyle birlikte bu “çok yoğun” Türkmen nüfusun yaşadığı bölgenin kaybedildiğini, 1921 Ankara Anlaşması dolayımıyla bölgedeki Türkmen nüfusun Türkiye’nin “protektorası” yani koruyuculuğu altında olduğunu, Suriye devleti kurulduğundan bu yana oradaki Türkmenlerin çok kötü muamele ve baskı gördüğünü, birçok haklarının tanınmadığını, zorla asimile edilmeye çalışıldıklarını ve nihayetinde bu yüzden Esad rejimine karşı ayaklananların yanında yer aldıklarını anlatmaya başladı.
Medyada bunlar gündem edilirken, Davutoğlu ve Erdoğan da, estirilen bu milliyetçi Türkmen rüzgârı üzerinden atıp tutmaya başladılar. Bayır-Bucak Türkmenlerinin yalnız olmadığını, Türkiye’nin başından beri bu Türkmenlerin yanında olduğunu, yardım ettiğini, şimdi de yalnız bırakmayacaklarını, ne gerekiyorsa yapacaklarını vb. söylemeye devam ettiler. Arada Rusya’ya ve rejim güçlerine yönelik gözdağı içeren açıklamalar yapmayı da ihmal etmediler. Ancak çoğunlukla hamaset dolu ve demagojiden öteye geçmeyen bu açıklamalar bir yana bırakılıp yalanların üstü kazındığında ortaya gerçekler çıkmaktadır.
Bir kere tarihsel olgular abartılarak ve çarpıtılarak verilmektedir. Bölgeye 10. yüzyıldan itibaren çeşitli Türkmen topluluklarının geldiği doğrudur, ama ne sayıları abartıldığı kadar yüksektir ve ne de bunlar “Selçuklu Türkmenleri”, “Osmanlı Türkmenleri” diye adlandırılacak kadar homojenlik göstermektedirler. Bu Türkmen topluluklarının kendilerini Selçuklu’nun ya da Osmanlı’nın “devamı, mirasçısı” vb. gördükleri ise milliyetçilerin gönüllerini okşamak için uydurulmuştur. İşin aslı, çeşitli tarihsel dönemlerde ve birbirlerinden bağımsız gruplar halinde buraya gelmiş olan bu Türkmen toplulukları, önce Selçuklu’nun sonra da Osmanlı’nın sultası altında yaşamışlardır. Ve özellikle Osmanlı zamanında, tıpkı Anadolu’daki diğer Türkmen göçerleri gibi “etrak-ı bi idrak” yani idraksiz, bilinçsiz Türkler denilerek horlanmışlardır. Celali isyanlarından sonra Osmanlı’nın bu göçer toplulukları yerleşik hale getirme çabası yüzünden de pek çok kez devletle karşı karşıya gelmiş, isyan etmişlerdir. Uzun yıllar boyu Araplarla ve bölgedeki diğer etnik gruplarla bir arada yaşadıklarından dolayı da önemli bir kısmı asimile olmuştur. Tarih içinde bir Türkmen entelijansiyası da oluşmadığından, Türkmenlerin öyle bilinçli ve kararlı biçimde dillerini, dinlerini, kültürlerini koruma çabasından bahsetmek mümkün değildir. Zaten bizzat yandaş medyanın bazı köşe yazarları da bu gerçeği kabul etmekte ve Türkiye’nin şimdiye kadar çok ilgisiz kaldığından dem vurup ahlanıp vahlanmaktadırlar.
Hafız Esad veya genel olarak BAAS partisi döneminde baskıya uğradıkları, asimile edilmeye çalışıldıkları doğrudur (tıpkı Suriye’deki diğer halklar, meselâ Kürtler gibi) ama bu dönemlerde nedense Türkiye bu Türkmenlere sahip çıkma gereği hissetmemiş ve ilgilenmemiştir. Çok açıktır ki, Türkiye’nin genelde Suriye’deki Türkmenlere ve özelde de Bayır-Bucak Türkmenlerine ilgisi Suriye’deki savaşla birlikte başlamıştır. Ayrıca geçerken belirtelim, Bayır-Bucak Türkmenleri diye özel bir kategori olmadığını bizzat İlber Ortaylı zikretmiş ve bu kavramın da uydurma olduğunu söylemiştir. Sırf Bayır-Bucak denilen bölgede yaşadıkları için bu kavram icat edilmiş, ardından da sanki bu Türkmenler kalu beladan beri buradalarmış gibi bir hava yaratılmaya çalışılmıştır.
AKP iktidarının Bayır-Bucak ve diğer bölgelerdeki Türkmenlere ilgisi esas olarak Suriye iç savaşının kızıştığı 2012’de başlamıştır. Bu tarihten itibaren AKP iktidarı bölgeye MİT ajanları eşliğinde Suriye ordusundan kopmuş komutanları göndermiş ve bunlar eliyle Türkmen topluluklarını bizzat silahlandırıp Türkiye’de eğiterek Esad rejimine karşı savaştırmıştır. Önce Sultan Murat Tugayı, Sultan Abdülhamit Tugayı gibi birlikler kurulmuş, sonra bunların hepsi “Fetih Ordusu” adı altında birleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin ilgisi sadece Sünni Türkmenlerle sınırlı kalmıştır. Alevi veya Şii Türkmen toplulukları hiçbir zaman AKP’nin teveccühüne mazhar olamamışlar ve hatta kaderlerine terk edilmişlerdir. IŞİD ve benzeri Sünni İslamcı çeteler bu Alevi-Şii Türkmenlerin köylerini yakıp yıkarken Türkiye’nin gıkı çıkmamıştır.
Bu Türkmen gruplarla, yine kendisinin desteklediği diğer İslamcı grupların bağlantısını da kuran Türkiye, Türkmenler aracılığıyla diğer İslamcı gruplara da silah dâhil her türlü yardımı yapmıştır. Ve ancak Türkiye’nin işe karışmasından itibaren Sünni Türkmen topluluklarının bir kısmı Esad rejimine karşı otonomi taleplerinde bulunmaya başlamışlardır. Bu arada pek çok Türkmen topluluğu da başını Kürtlerin çektiği Suriye Demokratik Güçleri’ne katılmış, Rojava’daki kantonların kurulması sürecinde Kürtlerle ve Araplarla yan yana savaşmıştır. Türkiye ise sadece kendisinin desteklediği ve kendi güdümündeki Türkmen gruplarını öne çıkarmakta ve kendi adamlarını Suriye’deki tüm Türkmenlerin temsilcileri gibi lanse etmeye çalışmaktadır. Oysa bu da gerçeklikten uzaktır.
Türkmenler nasıl kurtulur?
Sözün kısası, AKP iktidarındaki Türkiye’nin tek yaptığı, kendi emperyalist çıkarları ve planları uğruna Suriye’deki Türkmenleri kullanmaya çalışmaktır. Bayır-Bucak denilen bölgede yaşayan sivil Türkmenler, ki yaklaşık 15 bin civarında oldukları tahmin edilmektedir, zaten Türkiye sınırına yakın yerlere göçmüş durumdadırlar. Onlardan boşalan yerlere ise El Nusra, Ahrar-üş Şam gibi İslamcı çeteler ve onlarla iç içe geçmiş, tamamen Türkiye’nin güdümündeki silahlı Türkmen grupları konuşlanmıştır. Bunların bazılarının komutanlığını ise bizzat MİT yönlendiriciliğinde Türkiye’den giden faşist unsurlar (MHP’li, BBP’li vs.) yapmaktadır. Rusya’nın hava bombardımanı ile önünü açtığı Esad’a bağlı birlikler de işte bunlara saldırmaktadırlar.
Suriye’de yaşayan sivil Türkmen nüfusun tamamına yakını yoksul köylülerden ve emekçilerden oluşmaktadır. BAAS rejiminin izlediği bilinçli politikalar sebebiyle bunlar devlet memuriyetine alınmamış ve çeşitli bahanelerle ellerindeki topraklara da el konulmuştur. Yani Türkmenlerin baskıcı BAAS diktatörlüğü altında rahat yaşadıklarını söylemek mümkün değildir, tıpkı Kürtler ve diğer ezilen halk katmanları gibi. Ancak AKP iktidarının derdi yoksul ve ezilmiş Türkmenleri kurtarmak değil, onları kullanarak Suriye’deki emperyalist savaşta söz sahibi olmak ve pay kapmaktır. Türkiye, 1921 Ankara Anlaşmasını gerekçe göstererek, Türkmenler üzerinden Suriye’deki emperyalist emellerini hayata geçirmeye uğraşmaktadır. Bu kapışmada, arada kalan yoksul Türkmenlerin çimenler gibi ezileceği açıktır.
Zaten bu tablonun farkında olan bazı Türkmen toplulukları da, tam da bu yüzden Türkiye’nin izlediği politikalara tepki göstermekte, Türkiye’nin daha önce Irak’ta da aynı taktikleri izlediğini, Irak’ta da etnik ve mezhepsel temeller üzerinden ayrılıkları kışkırtan politikaları hayata geçirmeye çalıştığını, orada da Türkmenleri önce kullanıp sonra IŞİD’in vahşetine terk ettiğini, şimdi aynı şeyi Suriye’de yapmaya çalıştığını, bu yüzden de kendilerinin bu oyuna gelmeyeceklerini söylemektedirler.
AKP iktidarı ve başkanlık hevesindeki Erdoğan, ülkeyi sonu belirsiz maceralara sürüklemekten geri durmayacağını, gerek Rusya’yla yaratılan gerginlik, gerekse de son günlerde gündeme oturan Musul’a askeri birlik gönderilmesi meselesinde olduğu gibi açıkça göstermektedir. Bu gidişatı engelleyebilecek tek güç örgütlü işçi sınıfıdır. Türkiye işçi sınıfının, yaratılan milliyetçi rüzgâra kapılmadan ve Suriye halkları üzerinde oynanan oyunlara alet olmadan AKP iktidarının emperyalist emellerine karşı durması, hem yoksul Türkmen emekçiler hem de Türkiye’deki işçi-emekçiler için hayati önemdedir.
link: Kerem Dağlı, AKP’nin Bayır-Bucak Sevdası, 10 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4704
Örgütsüzsek Güçsüzüz
Gençlik ve Pompalanan Hayaller