Suriye’deki çatışmalı süreç birinci yılını doldurmuş durumda. Esad’ın diktatörlüğü hâlâ gücünü koruyor ve rejim çoluk çocuk demeden insanları katletmeye, işkenceden geçirmeye, şehirleri bombalamaya devam ediyor. Ancak Esad rejiminin uyguladığı bu baskılar ve kanlı saldırılar, değişim isteyenlerin isyanını bastırmaya yetmiyor. Protestolar, ayaklanmalar, direnişler daha fazla şehre ve bölgeye sıçramış durumda.
Suriye’deki demokrasi ve özgürlük taleplerini kendi planlarına payanda etmek isteyen emperyalist güçler ise, ne anlama geldiği Ortadoğu halkları tarafından pek iyi bilinen “demokrasi ve özgürlük” nutukları çekerek, “insani yardım ve müdahale” yalanlarını tekrarlayarak, Esad rejiminin her ne pahasına olursa olsun devrilmesi gerektiğini söylüyorlar. Oysa en son Libya örneğinin de gösterdiği gibi emperyalist müdahale Suriye halkına ne demokrasi ne de özgürlük getirecektir. Tersine Esad rejiminin yıkılması halinde bile çatışmalar sonlanmayacak, halklar etnik ve mezhepsel ayrımlarla birbirine düşürülüp ülke emperyalistlerin planları doğrultusunda yağmalanacaktır. Daha da önemlisi, Suriye’ye yapılacak bir emperyalist müdahale, bölge ülkeleri arasında baş gösterecek son derece kanlı ve uzun bir savaşın fitilini ateşlemeye de adaydır. Dolayısıyla gerek Suriye halkının gerekse de bölge halklarının selameti açısından tek çıkar yol, başta emperyalist müdahaleye ve savaşa karşı durarak, sadece Esad’ın diktatörlüğünü değil diğer ülkelerde hüküm süren burjuva diktatörlükleri de yıkmak için devrimci bir sınıf mücadelesinin tüm Ortadoğu’da yükseltilebilmesidir.
Domuzdan post, emperyalistten dost olmaz!
Kendilerini utanmazca “Suriye’nin Dostları” olarak adlandıran Batılı emperyalist güçlerin ve Türkiye’nin, Nisan ayı başında İstanbul’da gerçekleştirdikleri toplantının amacı bellidir. Amaç, Esad rejiminin devrilmesi yönünde yapılacak müdahaleler için meşruiyet yaratmaktır. Rusya ve Çin’in vetoları yüzünden BM’den istenilen karar çıkmayınca ABD’nin de icazetini alan Türkiye, adeta kraldan çok kralcı bir biçimde, Suriye konusunda koçbaşı rolüne soyunmuş ve bu toplantıyı düzenlemek için harekete geçmiştir.
Mart ayı başından itibaren tüm AB ülkeleri Suriye Ulusal Konseyi’ni zaten “Suriye halkının meşru temsilcisi” olarak tanımışlardı. Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri Mart ortasında ve Türkiye de Mart sonunda Şam’daki büyükelçiliklerini kapattı. Suriyeli üst düzey bürokratların ve Esad ailesinin çoğunun AB ülkelerine girmesi yasak durumda. Ekonomik ambargo halihazırda devam etmektedir. ABD’nin Özgür Suriye Ordusu’na yaptığı silah ve malzeme yardımları artmaya başlamıştır. Suriye ordusundan kaçan generallerin ve subayların yönettiği Özgür Suriye Ordusu’nun Türkiye sınırları içinde iki yerde kampı bulunmaktadır. Yani Esad rejimini devirmeye uğraşan emperyalist kamp ve bu kampın ön saflarında yer alan Türkiye açısından gidişat bellidir. Ama tiyatro oynanmalı ve “uluslararası kamuoyu”nun gözünde de işler kitabına uydurulmalıdır. Bu meşruiyetin sağlanması ihtiyacının arka planında yatan sebeplerden biri de, Suriye’ye yapılacak emperyalist müdahalenin doğuracağı ciddi sonuçların gayet iyi bilinmesidir.
“Suriye’nin Dostları” toplantısı vesilesiyle, Batılı emperyalistler ve Türkiye’nin oluşturduğu kamp, İstanbul’da üslenmiş olan ve burjuva güçlerin hâkimiyetinde bulunan Suriye Ulusal Konseyi üzerinden tüm muhalefeti kendi çıkarları doğrultusunda birleştirmeye, silahlı grupları Özgür Suriye Ordusu adı altında merkezileştirmeye ve Suriye Ulusal Konseyi’ne bağlamaya uğraşıyorlar. Böylece ilerde Esad rejiminin yerini alabilecek bir burjuva hükümeti şimdiden yaratmış olacaklar. Olası askeri müdahaleler de, şimdiden Suriye halkının meşru temsilcisi ilan edilmiş olan Suriye Ulusal Konseyi’nin çağrısıyla ve “ricasıyla” gerçekleşecek. Tampon bölgeler kurulup fiili işgal durumları yaratılacak, “insani yardım” koridorları açılarak ve bu yardımları korumak için “uçuşa yasak bölgeler” ilan edilerek hava bombardımanına başlanacak, Özgür Suriye Ordusu daha fazla silahlandırılıp iç savaşın dozu arttırılacak. Ta ki Esad rejimi devrilene kadar… Sonuç Libya’da yaşananların katmerlisi olacak; yani ölü sayısının katlanması, zorunlu göçler nedeniyle insanların yerinden yurdundan olması, altyapının çökmesi ve yoksulluğun artması nedeniyle halkın sefalete sürüklenmesi vs. İşte Batılı emperyalist güçlerin “dostluk” adına yapmaya niyetlendikleri bunlardır.
Sürecin diğer ayağını ise Suriye’nin uluslararası alandaki desteğini zayıflatma çabaları oluşturmaktadır. Ancak karşı taraf da bu çabaları boşa çıkarmaya çalışmaktadır. BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen Annan Planı’na bakıldığında, Rusya ve Çin açısından bunun Esad rejimine zaman kazandırma işlevi gördüğü, rejim karşıtı emperyalist güçler açısından ise karşı tarafın elindeki diplomatik kozların alınması anlamına geldiği görülüyor. Suriye tarafından da kabul edilen bu plana göre Esad yönetimi bir reform sürecinin başlatılması için Annan’la işbirliği yapmayı taahhüt etmiştir. Buna, muhalif güçlere karşı ağır silahlarla yürütülen saldırıların durdurulması, insani yardımın muhaliflere ulaştırılmasına ve çatışmalarda yaralananların tahliyesine müsaade edilmesi, tutuklanan muhalefet üyelerinin serbest bırakılması, gazetecilerin Suriye genelinde serbest dolaşımının sağlanması, muhalefete toplanma özgürlüğü ve barışçıl gösteri yapma hakkının tanınması gibi taahhütler de eklenmelidir. Ama herkes bilmektedir ki Esad rejiminin bu sözleri yerine getirmeye ne niyeti ne de imkânı vardır. Dolayısıyla Esad rejimi açısından sorun zaman kazanmaktır ki, Rusya ve Çin de kendisine şiddetle bunu telkin etmişlerdir. Rejim karşıtı emperyalist kamp açısından ise, Esad’ın kendisine bir nevi son şans olarak tanınan bu anlaşmaya uymaması, müdahalelerinin meşruiyeti açısından önemli bir vesile olacaktır.
Ancak emperyalist müdahalenin önünde çeşitli engeller bulunduğunu da söylemek gerekir. Her şeyden önce muhalefet Suriye içinde yeterli halk desteğine ulaşamadığı gibi parçalı bir yapıdadır. Ayrıca Suriye’ye arka çıkan Rusya-Çin-İran üçlüsüne bir de Irak eklenmiştir. İran’la arasını iyi tutmaya çalışan Şii Maliki’nin iktidarda olduğu Irak, Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahaleye karşı çıkmakta ve Esad rejimine açıktan olmasa da destek vermektedir.
Esad rejimini devirmeye çalışan emperyalist güçlerin ve AKP hükümetinin planları bölge halkları bakımından çok acılı sonuçlar doğuracaktır. Bu güçlerin bugün Suriye halkının temsilcisi olarak lanse ettikleri Suriye Ulusal Konseyi, tümüyle yerli ve yabancı burjuva güçlerin çıkarlarını savunmaktadır. Bu konsey her halükârda, Esad karşıtı emperyalist kampın çıkarlarına göre hareket edecek bir kukla hükümet olmaktan öte bir işleve sahip olmayacaktır. Libya örneği bu noktada da emsal teşkil etmektedir. Emperyalist güçler, Suriye’de gerçekten özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren emekçileri de, Özgür Suriye Ordusu’nun kıskacına alarak onların inisiyatifini boğmaya çalışmaktadır.
TC’nin asıl sancısı: Kürt sorunu
Suriye konusunda TC açısından en önemli problem hiç kuşkusuz Kürt sorunudur. Nicedir Türkiye’nin iç sorunu olmaktan çıkmış bulunan Kürt meselesi, Suriye-Irak-İran-Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele olarak tüm Ortadoğu’nun ortak gündemindedir. Esad rejiminin devrilmesinin olası sonuçlarından birinin Kürtlerin özerk bir yönetime kavuşması olduğu açıktır. Türkiye’nin korktuğu da budur. Çünkü bu olasılığın ucu, bölgedeki tüm Kürtlerin birleşmesine ve bağımsız bir Kürt devletine açıktır. Nitekim Barzani son dönemlerde bu olasılığa vurgu yapan açıklamalarda bulunmaktadır.
Suriye’ye yönelik bir savaşın Ortadoğu’daki dengeleri değiştireceği ve Kürt sorununu daha yakıcı hale getireceği açıktır. Bu da Kürt sorununu çözmek ve Kürt halkının haklı taleplerini tanımak konusunda on yıllardır hiçbir ciddi adım atmamış olan, dönüp dolaşıp hareketi askeri yollarla bastırmayı deneyen, her seferinde çuvalladığı halde tekrar tekrar Kürt hareketini bölmek hevesine kapılan TC’nin hiç de işine gelmeyecek bir durumdur. Gerçek ve kalıcı bir çözüm yerine TC, Kürtlere özerklik tanınmayacağı yönünde Suriye Ulusal Konseyi’nden söz üstüne söz almakta, anlaşmalar yapmaktadır. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Kürt sorununu, Kürt halkını tatmin edecek bir biçimde çözmediği sürece, TC’nin Kürt sorunundan kaçıp kurtulma şansı yoktur. Dolayısıyla Kürt sorunu da, gerek Suriye gerekse de İran meselelerinde, hatta Türkiye’nin Ortadoğu’yla ilgili her hamlesinde AKP’nin ayağına dolanacak bir “sorun” olmaya devam edecektir.
TC kendi kontrolü dışında yaşanacak gelişmeler sonucu Kürt hareketinin güç kazanabileceği ihtimaline karşı, Suriye meselesinde bu denli atak ve aceleci davranmaktadır. Türkiye burjuvazisi, Irak örneğinden sonra aynı durumun (özerk bir Kürt yönetiminin oluşması) Suriye’de de tekrar etmemesinin tek yolunun, Suriye’de yaşanacak gelişmelerin tamamen kendi kontrolünde olmasından geçtiğine inanmaktadır. Bu yüzden artık ümidi kestiği Esad rejiminin bir an önce devrilmesini ve onun yerini alacak Suriye Ulusal Konseyi’nin de istikrarı sağlamasını ve Kürtlere de en ufak bir taviz vermemesini istemektedir.
Ancak Suriye’ye yönelik emperyalist bir müdahale (ki Libya’daki gibi bir NATO müdahalesinin yanı sıra tampon bölge oluşturulması gibi durumlar da Suriye tarafından bu kapsamda değerlendirilecektir) son derece ciddi ve ağır sonuçlara yol açacaktır. Emperyalist savaş sürecinin genel gidişatı içinde düşünüldüğünde böylesi bir müdahale, savaşın bir üst düzeye sıçraması anlamına gelecektir. Suriye savaşının aslında İran’a yönelik bir emperyalist saldırının açılış hamlesi olduğu dikkate alındığında da, sürecin kısa sürede bölgesel düzeyde bir savaşın tetikleyicisi olacağı kesindir.
Ortadoğu’ya barış işçi iktidarlarıyla gelecek!
Nisan ayının başında İstanbul’da gerçekleşen “Suriye’nin Dostları” toplantısıyla hayata geçirilmeye çalışılan emperyalist planlar ve bu planların olası sonuçları işte bunlardır. Suriye’nin işçi ve emekçi halkı iyi bilmelidir ki, gerçek dostları ABD, AB, Türkiye, Rusya, İran veya Çin gibi ülkelerin burjuvaları değil, emekçileridir. Suriyeli işçi ve emekçiler, başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelerin işçi sınıflarıyla işbirliği yapmalıdır. Çünkü Suriye işçi sınıfına özgürlüğü getirecek yegâne güç, bölge emekçilerinin birliğinden doğacak güçtür.
Suriyeli işçi ve emekçiler, “kırk katır mı kırk satır mı” misali, emperyalistlerle Esad rejimi arasında tercih yapmak zorunda değildir. Suriye halkı için üçüncü bir şık mevcuttur. Ama bu kolay bir iş değildir. Esad rejiminin ve emperyalistlerin tezgâhladığı oyuna gelmemeli, onların Alevi-Şii-Sünni diye yarattığı suni ayrımları aşmalıdır. Suriyeli işçi ve emekçiler, Suriye Ulusal Konseyi gibi burjuva muhalefet odaklarına güvenmemelidir. Kendi bağımsız sınıf çıkarlarını ortaya koyabilmeli ve kendi yollarını çizebilmelidirler.
Bu noktada Türkiye işçi sınıfına da önemli görevler düşmektedir. Suriye halkının değişim ve özgürlük talepleri kesinlikle desteklenmelidir. Fakat bu talepleri hayata geçirmesi ve baskıcı Esad rejimini devirmesi gereken bizzat Suriye işçi sınıfının kendisidir. Bu davada Türkiye işçi sınıfının, Suriye işçi sınıfına yardım elini uzatması son derece gereklidir. Tam da bu yardımın ve işçi enternasyonalizminin bir gereği olarak, Türkiye işçi sınıfı önce kendi burjuvazisinin emperyalist emellerine karşı çıkmalı, savaşa ve her türlü emperyalist müdahaleye karşı durmalıdır.
link: Kerem Dağlı, Suriye Halkının “Dostları” Kimlerdir?, Nisan 2012, https://marksist.net/node/2997
1915’te Katledilen Ermeniler Taksim’de Anıldı
1 Mayıs: Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşecek!