İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs tüm dünyada kutlandı. En gelişmiş kapitalist ülkelerden, yoksulluk ve sefaletin dizboyu olduğu en geri kapitalist ülkelere kadar dünyanın dört bir yanında yüzlerce kentte aynı gün içerisinde on milyonlarca işçi ve emekçi alanları doldurarak kapitalist sömürü ve sermaye egemenliğine karşı öfkesini dile getirdi. Neredeyse her ülkede aynı sorunlar dile getirildi ve aynı talepler haykırıldı. Hiç kuşkusuz kapitalizmin derin ve tarihsel krizi bu haykırışı daha da güçlendirmektedir. Dünyanın her köşesinde sermaye sınıfı, elindeki tüm güçleri seferber ederek, işçi sınıfına saldırmakta ve krizin faturasını her geçen gün daha ağır saldırılarla onun sırtına yıkmaya çalışmaktadır. Bu 1 Mayıs, bunun sanıldığı kadar sorunsuz ve sancısız bir süreç olmadığını ortaya koymuştur.
Tüm dünyada bu yılki 1 Mayıs gösterileri daha geniş emekçi yığınları seferber ederek mücadele alanlarına çekmiş, işçi alaylarının mücadele azmini yansıtarak onu daha da bilemiş, kutlama ve gösterilerin militanlığında bir artış olmuş ve politik talepler daha geniş yer tutmuştur.
ABD’de, gerek sendikalı işçilerin, gerekse de sendikasız göçmen işçilerin gösterilere geniş ölçüde katıldığını, geçtiğimiz aylarda dalga dalga yayılan işgal hareketlerinin 1 Mayıs vesilesiyle bir kez daha gündeme geldiğini görüyoruz.
Avrupa’da ise son yılların en büyük 1 Mayıs gösterileri milyonların katılımıyla gerçekleşmiş ve özellikle Portekiz, Yunanistan, İspanya, İtalya ve Fransa gibi ülkelerde, yüzlerce kentte işçiler ve gençler alanları doldurarak, kapitalizme karşı öfkelerini dile getirmişlerdir. Avrupa’daki 1 Mayıs gösterilerine damga vuran taleplerin başında kemer sıkma önlemleri, teknokrat hükümet uygulamaları ve geçtiğimiz aylarda kabul edilen mali disiplin anlaşmasına karşı mücadelenin yükseltilmesi gelmektedir. Almanya’da da uzun süredir sessizliğini koruyan sendikalar, tabanın basıncıyla, şimdilik sözler düzeyinde kalsa bile, yürürlüğe sokulan uygulamalara karşı tepki vermeye ve bunun böyle gitmeyeceğini dillendirmeye başlamışlardır. Şüphe yok ki, emperyalist Alman burjuvazisinin uzantısı durumundaki sendikal üst bürokrasi, tüm Avrupa çapında AB’ye ve onun hâkimi durumundaki Almanya’ya karşı giderek artan öfkenin farkındadır ve önlem olarak saldırı dozajının azaltılmasını istemektedir.
Türkiye’de 2012 1 Mayıs’ını değerlendirirken ilk saptanması gereken husus ise, bu yılki kutlamaların tıpkı dünyada olduğu gibi geçtiğimiz yıllara kıyasla çok daha yaygın ve kitlesel olarak gerçekleşmiş olmasıdır. Toplamda 100’e yakın il ve ilçede yüzbinlerce emekçi yine geçtiğimiz yıla kıyasla artan bir coşkuyla 1 Mayıs geleneğine sahip çıkmış, alanları doldurarak kapitalist sömürüye, toplumsal eşitsizliğe, siyasal baskılara, adaletsizlik ve zorbalığa karşı taleplerini haykırmıştır. Bu yılki gösterilerde öne çıkan husus hiç kuşku yok ki, AKP hükümetinin neo-liberal saldırılarına, siyasal baskı ve zorbalığına, emperyalist savaş tacirliğine ve Kürt halkına yönelik haksız savaşa duyulan tepki idi. Taksim’deki kutlamalarda emekçi Kürt kitlelerinin yoğun katılımının yanı sıra, kürsüden de Anadolu halklarının dilinde selamlamalar yapılması ve ortak bildiri metninin Türkçe-Kürtçe okunması önemliydi.
Ama bu yıl özellikle öne çıkan yeni bir katılımcı çevre daha vardı: Kapitalizme Karşı Mücadele Platformu adı altında kortej oluşturup mücadelede yerini almak istediğini deklare eden, anti-kapitalizm ortak paydasında kendisini ifade eden Müslüman gençler. Bu eğilimin giderek gelişeceğini Marksist Tutum olarak uzun zaman önce saptamış ve bunun önemi üzerinde durmuştuk. Sözkonusu kesimin 1 Mayıs meydanında kendisini işçi sınıfının mücadelesiyle aynı çizgide ifade etmesi, bizce son derece önemli bir gelişmedir. Kemalizmin atgözlükleriyle durumu değerlendiren kimi kendini bilmez sözümona sosyalistlerin yaklaşımlarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Nitekim “Kapitalizme Karşı Mücadele Platformu” korteji, gerek yürüyüş kollarında yer alan gerekse de alana girişlerinde onları selamlayan büyük kitle tarafından sıcak karşılanmıştır. Söz konusu platformda yer alan sınıf kardeşlerimizin deyimiyle “aramızdaki mahalle duvarlarını yıkmak”, Kemalizmin son derece bilinçli yarattığı engelleri parçalayıp atmak, kapitalizme karşı mücadeleyi kesinlikle güçlendirecektir.
Her türlü muhalif kesimin kendisini Taksim’de ifade ediyor oluşu, ne 1 Mayıs’ın sınıf eksenini kaydırır, ne onun politik anlam ve özünü bulanıklaştırır, ne de 1 Mayıs alanını panayır yerine çevirir. Tersine, eğer ki sınıf devrimcileri üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirirlerse bu durum son derece olumlu bir gelişme anlamına gelir. Tüm toplumsal muhalefetin işçi sınıfının mücadelesini temel alan, onun etrafında, yanında ve arkasında saf tutan bir pozisyona geçmesi, işçi sınıfının tüm ezilen kesimlere önderlik ederek devrimin lokomotifi olacağından başka hiçbir şeyi göstermiyor. Kapitalizme karşı mücadelenin ve devrimin önderliğinin en ufak bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde işçi sınıfında olduğunun bir tescilidir Taksim 1 Mayıs’ı.
Dördüncü bir husus olarak da, AKP hükümetinin ve onun yardakçılığını yapan sendikal oluşumların, 1 Mayıs’ın içini boşaltma teşebbüslerinin boşa çıkartılmış oluşunu saymalıyız. Sendika üst bürokrasisinin bu kesiminin renksiz, cılız, resmi bir bayram havasında ve göstermelik bir 1 Mayıs hevesleri kursaklarında kalmıştır. Nice yıldır süren bir mücadeleyle 1 Mayıs’ı zoraki kabul etmek zorunda kalan bu sermaye uşaklarının, hükümetten aldıkları destekle 1 Mayıs’ı davul zurna eşliğinde göbek atılacak, mehter takımlarının geçit töreni yapacağı, Türk bayraklarının dalgalanacağı bir güne çevirme isteklerine prim verilmesi düşünülemezdi bile. Nitekim ideolojisiz bir 1 Mayıs söylemiyle İstanbul’da birleşik bir kutlamayı baltalamaya girişen, sosyalist gruplara ve Kürt halkına düşmanlık empoze eden, kapitalizme ve hükümete karşı tepkinin dillendirilmesinin önüne geçmeye çalışan “dörtlü çete”nin oyunları ve hesapları, alanları dolduran yüzbinler tarafından bozulmuştur. Hükümetin gayrı resmi ortağı gibi davranan Hak-İş ve Memur-Sen’in Ankara Tandoğan Meydanına kaçarak gerçekleştirdikleri sözümona 1 Mayıs kutlaması sendikal mücadele tarihine ibretlik bir kara leke olarak geçmiştir. 1 Mayıs gibi, birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kodlanan tarihi bir günde kürsüden hükümet adına Çalışma Bakanına söz verilmesi, “Anadolu Kaplanlarına” selam gönderilmesi, bu rezilliğin çarpıcı bir dışavurumudur.
Son olarak şunu da belirtelim ki, bu toprakların proleter devrimcileri olarak ne mutlu bizlere ki, kapitalist dünyanın en kitlesel ve politik içerik ve anlamına en yakın 1 Mayıs kutlamaları bu topraklarda yapılmaktadır. Gerçekten de, özel bir durum oluşturan Küba bir tarafa bırakılırsa, İstanbul’daki kutlamalar dünyanın en büyük 1 Mayıs kutlaması olmuştur. Yalnızca katılım sayısı açısından değil, meydanlara rengini veren kızıl flamalarıyla, devrim ve sosyalizm sloganlarıyla, yüzbinlerin oluşturduğu muazzam koronun dilinden dökülen muhteşem 1 Mayıs marşıyla, örgütlülüğün verdiği coşku ve disiplinle geleceğe yürüyen genç işçi alaylarıyla bu topraklarda 1 Mayıs farklı bir renge bürünmektedir. On yıllardır katlanılan nice acıya, baskıya, zulüm ve zorbalığa rağmen, militan bir mücadeleyle var edilen, yitirdiğimiz canlarla doğan ve büyüyen 1 Mayıs geleneği zayıflamak şöyle dursun, gücünü korumakta ve her yıl daha da arttırmaktadır. Selam olsun işçi sınıfının mücadeleci geleneğini yaratanlara, bugünlere taşıyanlara ve onu yaşatıp büyütenlere!
link: Marksist Tutum, 1 Mayıs: Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşecek!, 2 Mayıs 2012, https://marksist.net/node/3000
Suriye Halkının “Dostları” Kimlerdir?
Bölüm 16 - Meksika Devrimi