Sayfalar
Korkmuyoruz, Sinmiyoruz, Meydanlara Çıkacağımız Günlere Hazırlanıyoruz!
Yaşamak…
Yeşermek bitkiler gibi
Yaşamak…
Dönüşmek geleceğe
Güçlü ellerle kavrayıp çelişkiyi
Birlikte dövüşüp
Birlikte büyütmek
Geleceği.
Elif Çağlı’nın bu dizeleri çınlıyor beynimizde. Örgütlü işçiler olarak, her geçen gün dallarımızı daha da yeşerterek yaşıyoruz. Karartmadık yüreklerimizi hiçbir vakit. Soldurmadık yeşeren dallarımızı. Gözümüzdeki ışığı söndürmeye hiçbir vakit yetmeyecek nefesleri. Biz örgütlü işçiler olarak, Marksizmle yeşerttik körpe dallarımızı. Bizler güçlü ellerle birleşmiş, yıkılası, kahrolası bu düzenin çelişkilerini kavramış örgütlü işçileriz. Burada Marksizmin ışığında öğrendik dövüşmeyi, burada dövüştükçe öğrendik ellerimizi birleştirdikçe geleceğimizi büyütmeyi. Yüreklerimiz bu lanet, kokuşmuş düzene öfkeyle doluyken, kim durabilir bu coşkun selin önünde, kim set çekebilir?
Kapitalist düzene olan öfke ve hıncımızla, gelecek güzel yarınlara olan inancımızla, bugün 1 Mayıs coşkusunu yaşıyoruz yüreklerimizde. Egemenlere bir çift sözümüz var: Bugün meydanları işçi sınıfına kapatmış olsanız da, asla sinmeyeceğiz, korkmuyoruz sizin asalak düzeninizden. Yeniden çıkacağız elbette bizim olan o meydanlara. Yeniden türkülerimizi söyleyeceğiz hep bir ağızdan, yeniden taleplerimizle inleyecek o meydanlar. Yeniden kol kola halaya duracağız özgür göğün altında işçi kardeşlerimizle. Bugün meydanları kapatmış olabilirsiniz ama yüreklerimizden 1 Mayıs ruhunu asla silemeyeceksiniz! Bekleyin, hazırlanıyoruz işçi kardeşlerimizle, birlikte büyütmek için geleceği…
İşçi sınıfı öyle bir güç ki, kendi korkularının esiri olan egemenler, bu güçten korktukları için koronavirüsle işçileri korkutup evlere hapsediyorlar! Tarihsel bir sistem kriziyle temellerinden sarsılıyor düzenleri. Korkuyla yanıp tutuşmaları bu yüzden. Güçlü ellerle çelişkileri kavrayıp, birlikte dövüşürse işçiler, bir fiskeyle yıkılacak çürümüş, kokuşmuş bu düzen. İşçi sınıfını evlere hapsedip meydanları kapatmaları bu yüzden. Elbette uyanacak, elbette koronavirüs korkusundan kurtulacak işçiler. İşte o zaman yatağından boşalan nehirler gibi akacağız alanlara, sığmayacağız meydanlara, sığmayacağız fabrika önlerine!
Koronavirüsle bizi korkutmaya çalışıyorlar. Biz çok iyi biliyoruz ki, asıl tehlike virüs değil, kapitalizmin ta kendisidir. Kardeşler, gün birlik olma günüdür, gün dayanışma günüdür. Ellerimizden alınan hakların hesabını sorma günüdür. 1 Mayıs’ın mücadele ruhuyla birleşme günüdür. Yeniden çıkacağımız o meydanlara hazırlanma günüdür. Çocuklarımızın geleceğini yeşertme günüdür. Bu anlamlı günde yüreklerimizi yüreklerimizin üzerine koyalım. Birlikte yeşertelim geleceğimizi. Bu duygularla işçi sınıfımızın Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Gününü yürekten kutluyoruz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Birleşen İşçiler Yenilmezler!
link: Sancaktepe’den bir grup işçi, Korkmuyoruz, Sinmiyoruz, Meydanlara Çıkacağımız Günlere Hazırlanıyoruz!, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6915
Karanlıklar Aydınlığa Mücadeleyle Dönüşecek, Yaşasın 1 Mayıs!
Sınıfımızın mücadele tarihinin en önemli günlerinden biri olan 1 Mayıs uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününün, burjuvazi eliyle koronavirüs arkasına saklanarak engellendiği bir dönemden geçiyoruz. Tarihsel bir kriz içinde olan kapitalist sistemin efendileri, işçi sınıfının, emekçilerin gözünden krizin gerçeklerini saklamak için türlü yalanlara başvurmaktan geri durmuyorlar. Bugünlerde de artan işsizlik ve hayat pahalılığını korona perdesi arkasına gizlemek istiyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar ilelebet bu gerçekleri işçilerin gözünden kaçıramazlar. Korkunun ecele faydası yok, yaşlanmış ve çürümüş, insanlığa sunabilecek hiçbir şeyi kalmayan bu sistem eninde sonunda işçiler eliyle yıkılacak.
Dünya genelinde yüz milyonlarca işçinin kalbinin 1 Mayıs heyecanıyla attığı bugünlerde alanlara çıkamamanın burukluğu içindeyiz. Ama burjuvazi şunu da unutmasın, bu tür yalanlarla ne biz işçilerin mücadele azminden bir şey eksiltebilirler ne de sonsuza değin yalanlarla bu gemiyi yürütebilirler. Tam tersine hem öfkemizi hem de mücadele azmimizi daha çok güçlendiriyorlar. Egemenler unutmasın ki mücadele ve 1 Mayıs alanları slogan ve marşlarımızla özgürlük ve eşitlik şarkılarıyla yeniden dolacak.
Biz
Yeni bir dünya kuracağız
Yeni
Yepyeni bir dünya
Yağmurlarda yıkanıp
Güneşte kuracağız
Göklerle dost
Yıldızlarla kardeş olacağız.
link: Esenyurt’tan bir grup işçi, Karanlıklar Aydınlığa Mücadeleyle Dönüşecek, Yaşasın 1 Mayıs!, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6914
1 Mayıs Karanfillerine Sahip Çıkıyoruz
1 Mayıs işçi sınıfının birlik, beraberlik, dayanışma ve mücadele günüdür. 1886’dan bu yana tam 134 yıl geçti. Her 1 Mayıs günü yüreklerimiz dünya işçileriyle birlikte çarpar. Alanlara çıkarak 1 Mayıs geleneğine sahip çıkarız. Patronların yüreklerine korku salan bu büyük gün bizzat işçi sınıfının patronlar sınıfına karşı mücadele edip kazandığı bir gündür. 1800’lü yıllarda Amerika’da işçi sınıfının çalışma koşulları alabildiğine ağır olmasına rağmen işçiler her gün 16 saat çalışıyorlardı. İşçiler insanlık dışı koşullarda çalışmaya mahkûm edilmiş, patronların azgınca sömürüsü işçileri canından bezdirmişti. İşçi sınıfı bu koşullara karşı örgütlenmeye ve daha kısa işgünü için mücadele bayrağını yükseltmeye başlamıştı. Evlerine gidip dinlenemeyen, çocuklarının yüzlerini göremeyen işçilerin mücadele sloganları artık duyuluyordu. “Sekiz saat çalışma, sekiz saat uyku, sekiz saat canımız ne isterse.” İşçiler bu anlamlı sloganlarını alanlarda haykırmaya devam ettiler. Chicago’da 80 bin işçi greve gitmiş, ülke genelinde 350 bin işçi yürümüştü. Hayat adeta durmuştu. Patronlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ellerinden gelen her türlü baskıyı yapsalar da, saldırıyı arttırsalar da bir kere ok yaydan çıkmıştı.
Amerikalı işçiler bunca zaman çektikleri açlığın, yoksulluğun pençesinden kurtulmak için ayağa kalkmıştı. İşçiler kararlı, bilinçli ve örgütlüydüler. İlerde işçi sınıfına önemli bir miras olarak kalacak hakları için canla başla mücadele ettiler. Bu süreçte Amerikan burjuvazisi kirli planların ve oyunların peşindeydi. İşçi sınıfına önderlik edenleri tutuklatıyor, çeşitli dalaverelerle suçlu ilan ediyor, yargıçlara rüşvet veriyordu. Dört işçi önderini bu yalanlarla idam ettirdiler. İdama giden işçi önderlerinden August Spies şunları söylemişti: “Eğer bizi asarak, tahakküm altında yaşayan, sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız, eğer düşünceniz buysa, o zaman durmayın asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada, burada veya orada, arkanızda ve önünüzde her yerde alevler yükselecek. Bu gizli bir ateştir. Bunu asla söndüremeyeceksiniz, asla!” Patronlar sınıfı işçilerin mücadele ateşini hiçbir zaman söndüremeyecek. Tarih boyunca işçi sınıfı patronlar sınıfına karşı her daim mücadelesini sürdürmüştür ve sürdürüyor.
Bugün kapitalistler yarattıkları ekonomik krizlerle, savaşla, yalan fırtınalarıyla dünyayı karanlığa boğsa da her daim umut vardır, var olacak. Karanlıklar işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle dağılacaktır. İşçi önderlerinin yarattığı kıvılcımı bugün bizler taşıyoruz. Geçmişin işçi kuşakları gelecek kuşaklar için suyun önünü açmışlardır. Bu onurlu mücadele kapitalizmi tarihin çöplüğüne atana kadar sürecek. Bizler Türkiyeli bilinçli işçiler olarak 1 Mayıs karanfillerine sahip çıkıyoruz. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın Sosyalizm!
link: Beylikdüzü’nden bir kadın işçi, 1 Mayıs Karanfillerine Sahip Çıkıyoruz, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6913
Önyargı Duvarının Yıkılışı
Yıllardan 1886, günlerden 1 Mayıs, Amerikan işçi sınıfı ayakta, 12 saat olan işgününün kısaltılmasını istiyorlar. Yarım milyona yakın işçi ve emekçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde yürüyüşe geçiyor. Sermaye sınıfı oyun tezgâhlıyor, işçi önderlerini ölüme gönderiyor ama işçi sınıfını durduramıyor. Böylece işçiler haklarını mücadeleyle alıyorlar. Biz işçilere onların mirasıdır sekiz saatlik işgünü. O zamanlar ikinci sınıf insan olarak görülen siyahîler Luizvil’de (Kentaki) parklara bile giremiyorlardı. Ama onlar da işçi kardeşleriyle birlikte yürüyüşe katılarak Ulusal Parka girdiler. Her eyalet ve kentte birlikte yapılan gösteriler ses getirdi. O günün gazeteleri tarafından şöyle başlıklar atıldı: “Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu.” O günlerde çifte zafer kazanmışlardı.
Onların mirasına ancak mücadele ederek sahip çıkarız. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu şu durumda bizlere karşı inanılmaz bir saldırı var. “Covid-19 virüsüne karşı savaştayız!” diyerek işçilerin haklarına saldırıyorlar. Bizleri çaresizliğe itmek istiyorlar. Fakat biz işçiler çaresiz değiliz. Biz işçileri evlere hapsettiler, dünyayı yarı-açık bir hapishaneye çevirdiler. 1 Mayıs’ta en gür sesimizle haklı taleplerimizi haykıracağımız, meydanlarda olacağımızı bildikleri için, bunun önünü kesmek için virüsü bahane ettiler. Geçmişe baktığımızda her zaman işçileri bastırmaya çalışmışlar, korkular yaratılmış, ama işçi sınıfı meydanları terk etmemiş. 1 Mayıs günlerinde işçiler, emekçiler doldurmuş meydanları. Hem de daha kalabalık olarak. Dilleri, dinleri, renkleri farklı olsa da meydanlara çıktıklarında tüm dünya işçileri bir bütün haline gelir. Enternasyonal Marşını aynı anda meydanlarda söyleyeceğimiz günler elbet gelecektir. Bu ölü toprağını muhakkak üzerimizden atacağız. Dünya işçileriyle alanlarda yine hep birlikte haykıracağız: “Bütün Dünyanın İşçileri Birleşin!”
link: Kıraç’tan bir kadın işçi, Önyargı Duvarının Yıkılışı, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6912
1 Mayıs Ruhuyla Dayanışmamızı Büyütelim
1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü. Kapitalizmin ilk geliştiği yerler olan Avrupa ve Amerika’da patronlar işçileri sömürmede sınır tanımıyorlardı. Çalışma süreleri günde 16 saati buluyordu. Bu kadar yoğun çalışan işçiler çok erken yaşlarda tükeniyor ve ölüyordu. Bu duruma dur demek isteyen işçi sınıfı Avrupa’dan Amerika’ya çok büyük mücadeleler verdi. Bundan tam 134 yıl önce 1 Mayıs 1886’da Amerika işçi sınıfı “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse” sloganıyla greve çıktı. Amerika’da ve pek çok ülkede işçiler bu haklar için çetin ve kararlı mücadeleler vererek günlük 8 saatlik çalışma süresini patronlara kabul ettirdiler ve bugünlere gelindi. Türkiye’de ise Osmanlı’nın Balkan vilayetlerinde 1 Mayıs kutlamaları yapıldıysa da yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde 1 Mayıslar uzun süre yasaklıydı. Uzun süren yasakların ardından 1 Mayıs, 1976’da DİSK ve Maden-İş’in öncülüğünde İstanbul Taksim Meydanında ilk kez kutlandı. 1980 askeri darbesi kesintiye uğratsa da ilerleyen yıllarda mücadeleci işçilerin, sosyalistlerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin çabalarıyla 1 Mayıslar yine kutlandı. Mücadelelerin sonucunda 1 Mayıslar işçi sınıfının gündemine daha çok girdi. Türkiye’de artan mücadeleler ve kitlesellik sonucu 1 Mayıs, 2010 tarihinden itibaren devlet tarafından resmî tatil olarak kabul edildi.
İçinden geçtiğimiz günlerde tüm toplum, koronavirüs salgını gerekçesiyle korku tüneline itilmek isteniyor. Gece gündüz televizyonlardan, gazetelerden, internetten korkuyu güçlendirecek yayınlar yapılarak kitleler manipüle ediliyor. İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs egemenler tarafından unutturulmaya çalışılıyor. Bizler sınıf bilinçli işçiler olarak egemenlerin yalanlarına kanmıyoruz. Büyük bir ekonomik krizin yaşanmakta olduğunu, gelecek günlerde bu ekonomik krizin daha da derinleşeceğini biliyoruz. Koronavirüs salgınının patronlar medyası tarafından bu kadar abartılmasının ardında da bu gerçeğin olduğunu biliyoruz. Büyük kriz büyük fatura demektir. Soru bu faturayı kimin ödeyeceğidir. Dünyanın dört bir yanında egemenler faturayı işçi sınıfına kesmek için ellerinden geleni yapıyor. Bizi çok zorlu günler bekliyor. Öte yandan dünyanın farklı coğrafyalarında işçi ve emekçiler yavaş yavaş hakları için sokağa çıkmaya, işyerlerinde grevler yapmaya tekrardan başladılar. Bu zorlu günlerden çıkmanın tek yolu örgütlü mücadeledir. 1 MAYIS ruhu ile örgütlü mücadelemizi, dayanışmamızı büyütelim.
YAŞASIN 1 MAYIS! YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
link: Sefaköy’den eğitim işçileri, 1 Mayıs Ruhuyla Dayanışmamızı Büyütelim, 1 Mayıs 2020, https://marksist.net/node/6911
Ekim Devrimi ve Bolşevikler Yolumuza Işık Tutuyor!
Dünyanın pek çok yerinde işçiler ve emekçiler meydanları dolduruyor, kapitalist sistemin yarattığı yakıcı sorunlara karşı mücadele ediyorlar. Bu durum bir yandan bizleri heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor, öte yandan ise şanlı Ekim Devriminin derslerini süzüp, içselleştirmenin ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. O devrim ki egemenlerin tüm palavralarına karşın, bu düzenin değişebileceğini, yeni bir dünya kurulabileceğini muştuluyor bize tam 102 yıldır!
Bundan 102 yıl önce Rusya’da işçi ve emekçiler savaşın ve krizin yıkıcı sonuçlarına karşı ayağa kalkmış ve neticede iktidarı ele geçirmişti. Ancak bugünden farklı olarak, Rusya’da işçilere yol gösterecek, yön verecek bir güç vardı. Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti uzun yıllar sabırla, inatla, en zor koşullarda dahi devrimci faaliyetleri yürütmüş ve bu şanlı mücadelelerinde kitlelerin öncüsü konumuna gelmişti. Ancak bizleri en çok etkileyen şeylerden biri, bu denli zor koşullar altında kararlılıkla mücadele eden Bolşevik Partinin militanlarının birçoğunun henüz yirmisine basmamışken dünyaya değiştirme mücadelesine katılmış olması kuşkusuz. Henüz çok genç yaşlarda yüreklerini kavganın ateşine atmış ve canları pahasına, sıkı sıkıya sarılmışlar mücadeleye. “Bu genç insanlar daha ergenlik çağını geride bırakmadan eski üyeler, kadrolar durumundaydılar. 17 yaşındaki Sverdlov, Sormovo sosyal-demokrat örgütünün başındaydı ve onu teşhis etmeye uğraşan Çarlık polisi ona “Ufaklık” lakabını takmıştı; Sokolnikov 18’indeydi ve Moskova mahallelerinden birinin sorumlusuydu. Zinovyev çoktandır Petrograd’ın önde gelen Bolşeviklerinden biri olarak tanınıyordu ve daha sonra 24 yaşında Merkez Komitede yerini aldığında Proleter’in editörüydü. Kamenev Londra’da delegeyken 22 yaşındaydı, Sverdlov Tammerfors Kongresinde 20, Serebriakov, örgütleyici ve Rusya yeraltı örgütlerinin 20 delegesinden biri olarak 1914’te Prag’da bulunduğunda 24.”[i] Pierre Bruoe’nin bu satırları bu genç devrimcilerin ne büyük sorumluluklar aldıklarını ve hakkıyla yerine getirebilmek için ne denli çabaladıklarını daha iyi anlatıyor bizlere. Elbette yaşadıkları dönemin, koşulların bu insanlar üzerinde etkisi olmuştur, ancak unutmamalıyız ki bu denli inançlı, kararlı ve azimli olmayan bir insan, koşullar ne olursa olsun böyle bir gelişimi ve dönüşümü gerçekleştiremez.
Bizler de bu dönemin mücadeleci gençleri olarak sınıfımızın mücadelelerinden dersler çıkarmak için çabalıyoruz. Geçmişin ve bugünün devrimci önderlerinin yaşamlarından öğreniyoruz, onların uzattığı bayrağı daha güçlü tutabilmek ve yarınlara taşıyabilmek için değişmeye ve dönüşmeye çalışıyoruz. Dünyanın birçok yerinde gençler çağının sorunlarına duyarsız kalmıyor, işçi sınıfıyla meydanlarda omuz omuza mücadele veriyor. Hiçbir gelecek vaat etmeyen bu kahrolası düzen yarattığı sorunlarla, gençleri, işçi ve emekçileri sokaklara döküyor. Ancak bizler biliyoruz ki ancak örgütlü bir mücadele bu düzene son verebilir. Şanlı Ekim Devrimi ve Bolşevik devrimciler bu gerçeği apaçık koyuyor ortaya.
Selam Olsun Şanlı Ekim Devrimine ve Onu Yaratanlara!
link: MT okuru bir grup genç, Ekim Devrimi ve Bolşevikler Yolumuza Işık Tutuyor!, 17 Aralık 2019, https://marksist.net/node/6801
Gençlik 1 Mayıs Geleneğine Sahip Çıkıyor!
Gün tüm dünyada aynı anda doğup, aynı anda batmıyor. Güneşin ilk ışıkları doğuya süzülürken dünyanın bir başka ucunda gökyüzünde yıldızlar parıldıyor. Her 1 Mayıs sabahı gün doğusunun milyonları sokaklara çıkmak için adımlar atadururken, burada biz heyecandan rüyalarla karışık hafif bir uykuda oluyoruz. Gün batısı ise son hazırlıklarını yapmakla meşgul. Nihayetinde işçilerin soluk alıp verdiği dünyanın her ülkesinde o gün sokaklar, caddeler genciyle yaşlısıyla işçilerle dolup taşıyor. Mücadeleyle kazanıldığından bugüne dek her 1 Mayıs günü yumruklar havada farklı dillerde marşlar söyleniyor, farklı renklerde dövizler hazırlanıyor, farklı seslerle sokaklar yankılanıyor. Tıpkı bu yıl olduğu gibi her 1 Mayıs kapitalist sömürü sistemine karşı ortak bir haykırışa dönüşüyor. Ve her 1 Mayıs günü daha fazla genç bu sistemin çürümüşlüğünden kurtulmanın mümkün olduğuna inanarak bir adım atıyor ve heyecanını, coşkusunu ve enerjisini dünya işçi sınıfının ortak mücadele gününe katıyor.
Kapitalist sistemin derin bir krizle sarsıldığı ve dünya savaşının büyüyerek devam ettiği bu yıl da tüm dünyada milyonlarca genç işçi ve öğrenci sokaklarda taleplerini haykırdı. Otoriter ve baskıcı rejimlerin dünyanın pek çok ülkesine sirayet ettiği bir atmosferde Türkiye’de de yüz binler pek çok kentte meydanlara çıkarak bu gidişatı kabul etmediğini haykırdı. Bu yıl yüz binlerce genç, kıdem tazminatının gaspına, hayat pahalılığına, işsizliğe, geleceksizliğe karşı çıktığı için yürüdü. Artan baskılara karşı çıktığını, ellerinden alınan demokratik haklara sahip çıktığını göstermek için yürüdü. Din, ırk, cins ayrımcılığına “Hayır” demek için yürüdü. Eğitim, sağlık ve sosyal hakları için yürüdü. İş cinayetlerinde ölmemek için, emperyalist savaşlara kurban edilmemek için yürüdü. Şiddete, tacize mahkûm edilen kadınlar için, susturulmaya çalışılan basın için, muhalif her türlü ses kısılsın diye gerekçesiz cezaevlerine tıkılan gencecik insanlar için yürüdü.
Biz Marksist Tutum okuru gençler de bu 1 Mayıs’ta tüm bu sorunların anası olan kapitalizmin yarattığı her türlü zorbalığa karşı çıktığımız için yürüdük. Bu 1 Mayıs’ta tıpkı dünyadaki diğer gençler gibi 1 Mayıs alanlarında ortak taleplerimizi olabildiğince güçlü bir şekilde haykırarak, bugüne sahip çıktığımızı ve yarınlarımıza da sahip çıkmak için mücadele edeceğimizi gösterdik. Biz işçi sınıfının bir parçası olarak mücadele eden genç işçiler ve öğrencileriz. 1 Mayıs’a sahip çıkıyor, onun yaşattığı mücadele ruhunu yılın 365 günü diri tutmak için çabalıyoruz. Çünkü 1 Mayıs 8 saatlik işgünü mücadelesinin ötesine geçmiş, dünya işçi sınıfının bu sömürü sistemine karşı bayrak açtığı ortak bir mücadele günüdür. Bizler işçi sınıfının genç unsurları olarak bugünlerde mücadele geleneğimize sahip çıkmanın her zamankinden daha fazla önemli olduğunu düşünüyoruz. Kapitalist yıkımdan nasibi alan, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her yerde 1 Mayıs’ın sönmeyen ateşinin elden ele dolaşması ve genç yüreklerin ortak düşmana karşı ortak bir hınçla buluşması dünya işçi sınıfının birliğinin ne kadar hayati olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor. İşte biz gençliğe düşen görev de bu birliğe giden yola güç katmak için koşullara aldırış etmeden mücadeleye daha sıkı kenetlenmektir.
link: İstanbul’dan MT okuru gençler, Gençlik 1 Mayıs Geleneğine Sahip Çıkıyor!, 4 Mayıs 2019, https://marksist.net/node/6656
1 Mayıs Ruhuyla Mücadeleyi Büyütelim
Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde!
Sermaye sahiplerinin ve siyasi iktidarın sınıfımıza dönük saldırıları artarak devam ederken, çalışma ve yaşam koşullarımız ağırlaşıyor. Zorunlu BES dayatması, kıdem tazminatının fona devredilerek gasp edilmesi gibi ciddi saldırıların yanı sıra işsizlik de giderek büyüyor. Son bir yıl içinde bir milyondan fazlamız işsiz kaldı. Resmi işsiz sayısı bile 4 milyon 700 bini geçti. Bizlerin ücretlerinden kesilerek oluşturulan işsizlik fonunda biriken paralarsa patronların kasalarına akıtıldı. Ağırlaşan yaşam koşullarına ve patronların saldırılarına boyun eğmeyeceğimizi göstermek için 1 Mayıs alanında yerimizi aldık.
İktidar her ne kadar “ekonomik savaş”, “dış müdahale”, “negatif büyüme” gibi kavramlarla kriz gerçeğini kitlelerden saklamak istese de mızrak çuvala sığmıyor. Enflasyon, istihdam ve işsizlik oranları, sanayi endeksleri gibi rakamlar tüm manipülasyonlara rağmen krizi gösteriyor. Bunun da ötesinde emekçilerin kriz olduğunu anlaması için TÜİK’in istatistiklerine de ihtiyacı yok. Hayatın her alanında kriz “ben buradayım” diyor. Pazarda, markette etiketlerde kriz yazıyor. Kasapta, manavda etiketlerde kriz yazıyor. Elektrik, su, doğalgaz faturaları kriz diyor… Bir de işsizlik rakamları var ki KRİİİZ diye bağırıyor! TÜİK “iş bulmaktan ümidini kaybettiği için iş aramıyor” diyerek milyonlarca insanı işsizlik rakamlarına dâhil etmese de, bunlarla birlikte şu anda 7 milyondan fazla işsiz var.
İktidar sözde istihdam kampanyaları ile işsizlik sorununu çözecekti! Fakat işsizliğin giderek tırmanması bu vaatlerin durumu idare etmeye dönük bir kandırmacadan başka bir şey olmadığını gösteriyor. İşsizliği azaltmak için işgününün kısaltılması, fazla mesailerin, işten atmaların yasaklanması, ücretlerin yükseltilmesi gibi çözümler hükümetin aklının ucundan bile geçmiyor. İşsizlik tırmandıkça hükümet işsizler yerine patronlara kaynak aktarıyor. İstihdam kampanyaları İşsizlik Sigortası Fonunu patronlara peşkeş çekmenin kılıfı yapılıyor. İşsizlik Fonu sermayenin hizmetine sunulurken, işsizlere adeta zırnık koklatılmıyor. Fazla mesailerle bile geçinebilmek mümkün değilken, işsizler için durum çok daha vahim bir hal alıyor. Sermayenin hizmetindeki hükümetlerden işçi sınıfının sorunlarına çözüm bulması beklenemez. İşçi sınıfı bu sömürü sistemini devirmediği sürece kriz, işsizlik hayat pahalılığı son bulmayacaktır.
1 Mayıs işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı sembolleşmiş mücadele günlerinden birisidir. Sınıfımızın bu onurlu mücadele gününde, sermayenin sınıfımıza dönük saldırılarına, krizin faturasını her geçen gün daha ağır saldırılarla sırtımıza yüklemeye çalışmasına karşı öfkemizi haykırdık. Sıkılı yumruklarımızı havaya kaldırıp, eşitlik, özgürlük, kardeşlik türkülerimizi söyledik. Haklı taleplerimiz etrafında birlik olmanın, dayanışmanın coşkusunu yaşadık. Birlik olduğumuzda ne kadar büyük ve güçlü bir sınıf olduğumuzu hissettik. Sınıfsız, sömürüsüz, barış ve özgürlük dolu bir dünya istediğimizi dillendirerek, o güzel günler gelene kadar mücadele edeceğimizi haykırdık.
Uzunca bir süredir iktidarın yarattığı yapay kutuplaştırma politikaları yüzünden işçiler olarak sınıfımızın sorunları temelinde bir araya gelemiyoruz. Mücadeleci işçiler olarak içinde bulunduğumuz koşulların zorluğunun farkındayız. Ancak sorumluluklarımızın da farkındayız. Bizler koşullar ne olursa olsun yaşadığımız sorunların çözümü için sınıfımızın örgütlülüğünü arttırmaya, mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz.
link: Pendik’ten MT okuru bir kadın metal işçisi, 1 Mayıs Ruhuyla Mücadeleyi Büyütelim, 3 Mayıs 2019, https://marksist.net/node/6655
Lenin
Tarihin önünde dimdik duruyordu Keskin çekik gözleri Kızıl kızıl parıldıyor dostça selamlıyordu bakan yüzleri Sahne onundu artık Sabırla örmüştü öfkesini Zamanı gelmişti artık Zorbaların saltanatına karşı dövüşecekti, dövüştü! Tarihsel sürecin yaşayan şahidi Vaktinde çıktı sahneye Korkusu yoktu! Korkak olanla işi yoktu. Çelik, bükülmez, direngen Ustasından almıştı suyunu!
link: Ankara’dan bir işçi, Lenin, 28 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6583
Okurlarımızdan: 1 Mayıs Mücadeleyi Büyütme Günüdür!
Aydınlıkları Yaratmak İçin 1 Mayıs’a
Kartal’dan bir kadın işçi
On binlerce yıl önce insanoğlu acımasız doğa koşulları karşısında çok güçsüzdü. El ele vererek doğa karşısında güçlü hale geldi. Vahşi hayvanlara, doğal afetlere, açlığa, kıtlığa, soğuğa karşı örgütlenerek, yardımlaşarak, dayanışarak neslinin devam etmesini sağladı.
Yaşadığımız yüzyılda insanlık hâlâ çok büyük sorunlarla ve felâketlerle karşı karşıya. Hem de insan eliyle yaratılan felâketlerle. Birçok bölgede süregiden çatışmalarda ve savaşlarda, bunların doğrudan ve dolaylı sonucu olarak her yıl bir milyondan fazla insanın hayatını kaybettiğini belirtmek bile bu felâketlerin boyutunu anlatmaya yetiyor. Açlıktan, yoksulluktan kıvranan milyarlarca insanı, salgın hastalıklarla kırılanları; işsizlik, yalnızlık, geleceksizlik tehdidi altında psikolojisi bozulan milyonları; AİDS, kanser gibi sistemin yarattığı hastalıklardan yaşamı zehir olan milyonlarca insanı saymaya kalktığımızda kapitalizmin yaşamlarımızı katlanılmaz hale getirdiğini görürüz.
Tüm dünyada baskıcı rejimlerin yükselişte olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sermaye sınıfı, dünyanın her tarafında işçi ve emekçi kitleleri daha fazla sömürmek için her türlü baskıcı planı hayata geçirmeye çalışıyor. Sermaye sınıfının yönettiği kapitalist sistem, küresel bir krizin içinden geçiyor ve bunun acısını tüm insanlık çekiyor. Üçüncü Dünya Savaşının alevleri tüm dünyayı giderek daha fazla sarıyor.
Dünyanın her tarafında emek gücünden başka hiçbir geçim kaynağı olmayan bizim gibi işçi kardeşlerimiz için yaşam, her gün daha fazla katlanılmaz hale geliyor. İster nedenini anlasın ister anlamasın işçi kardeşlerimiz yaşadıkları koşullardan, yaşadıkları hayattan mutlu değiller. Dünyanın hiçbir yerinde işçiler kendilerini güvencede hissetmiyorlar artık!
Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da tüm sorunlar daha da katmerli bir şekilde yaşanıyor. Biz de yaşadığımız topraklarda her gün biraz daha fazla karanlığı yaşıyoruz. Sorunlar saymakla bitmiyor. Koşullar giderek zorlaşıyor, baskı giderek artıyor, yaşananlar giderek dayanılmaz bir hal alıyor. Sorunlardan bıktığı için kendini yakan, canına kıyan insanlar giderek artıyor.
Peki, ne olacak, böyle mi devam edecek, sorunlar giderek büyüyecek mi?
Aslında dünyanın her tarafında sorunlar büyüyor, yaşam katlanılmaz hale geliyor ama insanlar da yaşadıklarını sessiz sedasız kabul etmiyorlar elbette. Dünyanın birçok yerinde işçi sınıfı 80’li yıllardan bu yana olmadığı kadar mücadele vermeye başlamış durumda. Geçtiğimiz Mart ayından Nisan ayına kadar ABD’de birçok eyalette on binlerce öğretmenin grevleri, Nisan ayında Fransa’da demiryolu işçilerinin grevleri ve bu greve destek verip 60 kampüste dersleri boykot eden öğrencileri hatırlamak işçi sınıfının susmadığını gösterecektir bize.
İşçiler bir kere birbirlerine güvenmeye başladıklarında, ortak davranmayı görev bilirler. Bugün milyonlarca işçi yaşanan sorunun bilincinde olmayabilir. Onları bir çırpıda kolayca ikna da edemeyebiliriz, ama birbirimize güvenmemiz gerektiğini kavratabiliriz.
Birbirine güvenen işçiler birbirlerinin sorunlarına daha fazla duyarlı olur. Sadece kendi çocukları için değil birbiri için de mücadeleye atılır. Geçmişte nasıl ki tek bir insanın doğa karşısında ayakta kalması imkânsızken, bugün de sömürücü sermaye sınıfı karşısında bir işçi tek başına kaldığında paçavra gibi kullanılıp atılmaktan kurtulamaz. O yüzden mücadele için daha fazla bilenmeliyiz, mücadele geleneğini yaşatmalı, mücadele günlerinin anlamını bilmeyen işçi kardeşlerimize kavratmak için uğraşmalıyız.
Önümüzde, sınıfımızın birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs var. İçinden geçtiğimiz zorlu günlerde bir mücadele tarihimiz olduğunu, insan gibi yaşamak için tek çaremizin mücadele etmek olduğunu, mücadele etmek için de birlik olmak, örgütlü olmak gerektiğini işçi kardeşlerimize kavratmamız gerekiyor.
1 Mayıs, ezilen işçilerin kendilerini sömürenlere karşı mücadele bayrağı açtıklarında istediklerinin çok daha fazlasını koparabileceğini, ancak örgütlü olduklarında bir güç haline gelebileceklerini bize hatırlatır. İşçi sınıfı 1 Mayıs’a sahip çıkacaktır ve er ya da geç kapitalist sömürüye karşı ayağa kalkacaktır.
Bu karanlık günler elbet bir gün geçecektir. Ama aydınlığı kendi ellerimizle yaratırsak karanlıklar korkudan titreyerek ayaklarımızın altında ezilecektir.
Umudu ve Mücadeleyi Büyütmek İçin 1 Mayıs’a
Pendik’ten bir kadın işçi
Dünya çapında bir sistem krizi ve ona eşlik eden bir emperyalist paylaşım savaşı yürüyor. Bunun bir sonucu olarak tüm dünyada otoriter ve militarist eğilimler artıyor. Anti-demokratik uygulamalar ve baskılar artıyor. Türkiye’de de siyasi iktidar iki yıla yakın bir süredir sürdürdüğü OHAL’le birlikte iktidarını mutlaklaştıracak adımları atmaya devam ediyor. Bunun için de devlet baskısını sınırsızca kullanıyor. Kendisine karşı küçük bir muhalif sese bile tahammül edemiyor. Her gün ortalama 6 kişi sosyal medya paylaşımı nedeniyle gözaltına alınıyor. On binlerce öğrenci şu anda cezaevinde bulunuyor ya da tutuksuz yargılanıyor. Gazeteciler tutuklanıyor, akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırılıyor. Grevler yasaklanıyor. Her gün ortalama dört işçi iş kazalarında hayatını kaybediyor. Kadına şiddet ve taciz artıyor. OHAL’in haksız, hukuksuz uygulamalarına yönelik protesto hakkının kullanımı bizzat OHAL gerekçesiyle engelleniyor. 1 Mayıs’ı işte böylesi ağır baskı ve yasaklar altında karşılıyoruz!
1 Mayıs, dünya işçi sınıfının kapitalist sömürüye, haksız savaşlara, militarizme karşı verdiği mücadelenin ifadesidir. 1 Mayıs’ta işçiler, dünyanın dört bir köşesinde aynı günde eyleme geçerek yüz yıldan uzun süredir dünya ölçeğinde yaşayan bir geleneğe bağlanıyorlar. Bugün sınıf bilincine sahip işçiler olarak bu geleneğe sahip çıkmak, içinden geçtiğimiz gericilik döneminde her zamankinden daha büyük önem taşıyor ve bizlere sorumluluk yüklüyor. 1 Mayıs gibi mücadele günleri işçi ve emekçi kitlelerin bilinç düzeyinde bir sıçrama yaratabilmek bakımından sınıf devrimcilerine önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu açıdan birleşik ve kitlesel bir 1 Mayıs, bugün emekçilere güç ve moral verecektir. Yan yana gelen, omuz omuza veren işçi ve emekçiler yalnızlık duygusunu yırtıp birliğin ve dayanışmanın coşkusunu yaşayacaklar.
İçinden geçtiğimiz bu karanlık tabloya boyun eğmeyip 1 Mayıs alanında yerimizi almak hepimizin boynunun borcudur. Zalimin yüreği kendisi için, zalime direnenin yüreği tüm insanlık için çarpar. İçinden geçtiğimiz karanlığa, savaşlara ve sömürüye karşı işçilerin dayanışmasını ve taleplerimiz için mücadeleyi büyütelim.
1 Mayıs’ta Mücadelemize Sahip Çıkalım!
Tuzla’dan bir MT okuru
1800’lü yıllar işçi sınıfının çalışma koşullarının çok ağır olduğu yıllardı. Günde 14-16 saat çalıştırılan, insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkûm edilen, yoksulluk ve sefalet içinde hayatta kalma mücadelesi veren işçiler, işgününü 12 saate düşürebilmek için mücadeleye atıldığında burjuvazi kuyruğuna basılmış kedi misali saldırganlaşmıştı. İşçilerin mücadelesi çoğu yerde kanla bastırılmaya çalışıldı. Burjuvazinin entrika ve dalavereleri, karalama kampanyaları, işçileri bölme, mücadeleyi engelleme çabaları sonuç vermediğinde kanlı katliamlar, idamlar sökün etti. Baskılara rağmen bu mücadele büyüdü ve işçi sınıfını ulus ötesi bir dayanışmaya sürükledi. 1 Mayıs mücadelesi işçi sınıfının genel çıkarlarının ifadesi idi. Onun mücadelesini tek bayrak altında topladı. 12 saatlik işgünü mücadelesinden 8 saatlik işgünü mücadelesine doğru yol alınırken bu mücadele bir kıtadan öbürüne büyüdü, güçlendi.
Avustralyalı işçiler 1856 yılında 8 saatlik işgünü talebiyle iş bırakarak greve çıkmışlardı. Düzenledikleri gösterileri bir işçi bayramına dönüştürmek istediler. Onlardan yıllar sonra mücadele bayrağını Amerikan işçi sınıfı devraldı. Amerikalı işçiler “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” sloganı ile 1 Mayıs 1886’da genel greve çıktılar. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü haline gelen 1 Mayıs’ı yaratan 1 Mayıs 1886’daki bu mücadele, Amerikan burjuvazisinin işçi sınıfından ölesiye korktuğunu da gösterdi.
Türkiye’de de egemenlerin 1 Mayıs korkusu tarihsel bir korkudur. Egemenler, işçi sınıfının 1 Mayıs’a kitlesel katılımını önlemek üzere korku atmosferi yaratma, baskı ve tutuklamalarla öncü, devrimci unsurları sınıftan koparma çabalarından vazgeçmediler. Çünkü o gün işçi sınıfının mücadele günüdür, işçi sınıfının enternasyonal eylem günüdür. Uzun yıllar yasaklı kalan 1 Mayıs, 1976 yılında DİSK’in öncülüğünde Taksim’de gerçekleştirilen bir mitingle ilk kez alanlarda kutlandı. Bu miting yüz bin işçinin meydana indiği, “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!” pankartının açıldığı, marşların, şarkıların söylendiği, mücadele sloganlarının atıldığı görkemli bir eyleme dönüşmüştü. Ertesi yıl yapılan Taksim Meydanı’ndaki 1 Mayıs mitingi çok daha büyük bir başkaldırının ifadesiydi. Büyük bir coşku ve kitleselliğin, birlik ve dayanışma ruhunun hâkim olduğu miting burjuvazinin kanlı saldırısıyla gölgelense de sınıf mücadelesi durdurulamadı. Burjuvazi ancak 12 Eylül faşist rejimi ile işçi hareketini baskı altına alarak önünü kesebildi.
12 Eylül’den sonra da 1 Mayıs’lar, işçi ve emekçilerin, yoksulların kadın, erkek omuz omuza kitlesel bir şekilde alanlara aktığı mitinglerle kutlandı, baskı ve zorlamalara rağmen kapalı salonlardan çıkıp açık alan miting ve gösterilerine dönüştü. Mücadele, dayanışma ve birliğin simgeleştiği bir gün haline gelen 1 Mayıs burjuvazinin ideolojik saldırılarından da fazlasıyla nasibini almıştır. Bu günü tarihsel anlamından koparmak isteyen, sıradan bir “tatil”, “piknik” gününe dönüştürmek için çırpınan burjuva devletler, bu konuda ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Ancak bu girişimler büyük oranda boşa çıkarılmış, burjuvazinin hevesi kursağında bırakılmıştır. İşçi sınıfının ve sınıf örgütlerinin 1 Mayıs gününün tarihsel geçmişle bağları ve gerçek özü konusundaki ısrarlı çaba ve mücadeleleri sayesinde 1990’da 107 devlette 1 Mayıs günü resmi tatil ilan edilmiştir.
1 Mayıs’ın tarihsel özünü ve içeriğini boşaltmak, işçi sınıfının bu günü bağımsız bir mücadele bayrağına dönüştürmesini engellemek üzere sömürücülerin ayak oyunlarından en çarpıcı olanı İtalya ve Almanya’da yaşananlardır. İki faşist lider, Mussolini ve Hitler 1 Mayıs’ın yaratacağı ruh halinden korktukları için, 1 Mayıs’ı sınıf mücadelesinden koparmak üzere harekete geçerek kendi 1 Mayıslarını organize ettiler. Faşist rejime bağlı korporatist sendikalar eliyle düzenledikleri “1 Mayıs” gösterilerini kendi propagandalarının kürsüleri haline getirdiler.
Bugün de pek çok ülkede otoriter rejimler işbaşında ve faşizm yükseliyor. Burjuvazi işçi sınıfını bölme, örgütlülüklerini dağıtma, iktidarının kullanışlı araçları haline gelmiş sendikalar aracılığıyla işçilerin bilincini bulandırmaya yönelik çabalarına hız veriyor. Tüm bu çabaları boşa çıkarmak için bu mücadele gününün özüne sahip çıkmak ve mücadeleyi güçlendirmek zorundayız.
1 Mayıs günü işçilerin birçok ülkede meydanlara aktığı, ağır çalışma koşullarına tepki gösterdiği, uzayıp giden iş saatlerini kısaltmak için mücadele ettiği, baskı ve yasaklara karşı mücadele bayrağını dalgalandırdığı ortak bir gündür. İşçi sınıfının enternasyonal dayanışmasının, birlikte mücadelesinin simgesidir. O yüzden 1 Mayıslarda yapılan eylem ve gösteriler kitleselleştikçe işçi sınıfının moralini yükseltmiş, onun kendine güvenini arttırmıştır. Bugün de içinden geçtiğimiz süreçte 1 Mayıs’ta mücadele bayrağına sahip çıkmak, bu bayrağı bize teslim edenlere borcumuz, gelecek kuşaklara karşı da görevimizdir.
Kahrolsun burjuva düzen, Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!
Yaşasın İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü!
Genç İşçiler 1 Mayıs’a Sahip Çıkıyor
Gebze’den bir petrokimya işçisi
Kapitalist tekeller kârlarını katlamak için yaşamımızı gittikçe çekilmez bir hale getiriyorlar. Bu düzen, yoksulluğu, kötü çalışma koşullarını, işsizliği, güvencesiz bir yaşamı her geçen gün işçilere daha fazla dayatıyor. Bizleri, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, diniyle, ulusuyla ayırt etmeden sömürüyor. Biz işçi sınıfının gençlerinden de sonunda işsiz kalacağımız ya da düşük ücretlere çalışacağımız gerçeğini saklamak için türlü boş hayallerin peşine düşmemizi istiyor. Çıkışsızlığa, umutsuzluğa mahkûm olacaklarını ve bu psikolojiyle kötü çalışma koşullarına ve düşük ücretlere boyun eğeceklerini bilmeden sermaye düzeninin yalanlarına kanan genç işçiler, bireysel kurtuluş hikâyelerinin peşine düşüyorlar. Sermayenin egemen olduğu medya ve eğitim kurumları işçi sınıfının içinde bulunduğu kötü yaşam koşullarının ancak sermaye düzenine biat ederek aşılacağını ve aynı gemide olduğumuz yalanlarını her gün tekrarlıyorlar.
Egemenlerin iyi bir yaşam için sundukları reçete ise, işçi gençler arasında rekabet ve kıskançlık. Birlik, dayanışma gibi değerler gereksiz, faydasız düşünceler olarak gösteriliyor. Bu şekilde parçalanan ve körleştirilen zihinler, adaletsizlikten, yoksulluktan, haksızlıklardan kurtuluşun, iyi bir doktor, mühendis, mimar olunca mümkün olacağını düşünüyorlar. Bu tarz aldatıcı kurtuluş reçetelerine inanan genç işçilerin sayısı az değildir. Elbette bu gibi bireysel kurtuluş düşüncelerini genç kardeşlerimiz kendi başlarına edinmiyorlar. Onları sınıf gerçeklerinden uzak tutmak isteyen egemenler her türlü yalan ve baskı mekanizmasını kullanıyorlar. Egemenlerin hesaba katmadığı şey ise tek çıkış yolu gibi gösterilen “yırtma” hayallerinin işçi gençlere hayır getirmeyeceğini ve böyle giderse ellerinde kalan şeyin umutsuzluktan başka bir şey olmayacağını anlatmak için büyük bir kararlılıkla öne atılan örgütlü ve bilinçli işçilerin varlığıdır.
Çıkışsızlıktan bunalan gençleri bireysel arzuların tuzağına iten egemenler, daha önce yenildikleri gibi bugün de yenilmeye mahkûmdurlar. Bugün anne ve babalarımızın çalışma koşullarının, dolayısıyla yaşam koşullarının kötü olmasının tek sorumlusunun sermaye düzeni olduğunu tüm işçi sınıfına haykırmak için alanlara çıkma sırası bizdedir. İşçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ta sermaye düzeninin ikiyüzlülüğünü teşhir etmek, kötü çalışma koşullarına, düşük ücretlere, savaşlara, faşizme ve her türlü adaletsizliğe dur demek için gençliğimizin ateşini alanlara taşıyacağız. Örgütlü işçi hareketi içinde biz de genç işçiler olarak yerimizi almalıyız. Anne ve babalarımızın sorunları, bizim de sorunlarımızdır. Bizler şimdiden haklarımıza sahip çıkmazsak gelecekte büyüklerimizden daha kötü yaşam koşullarına sahip olacağız. Alanlara çıkıp 1 Mayıs’a sahip çıkmak ve sermayenin tüm oyunlarına göğüs germek, geçmişte olduğu gibi bugün de sınıfın dinamik gücü olan biz işçi gençlere de düşmektedir. Adalete, eşitliğe, barış dolu yarınlara da sahip çıkıyoruz. Alanlara coşkuyu taşımak ve işçi önderlerinin yaktığı meşaleleri devralmak için haydi genç işçiler 1 Mayıs’a sahip çıkalım!
Gençler Haydi 1 Mayıs’a!
Gebze’den bir metal işçisi
İşçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Doğayı ve insanı hiçe sayan bu kahrolası kapitalist sisteme karşı kinimizi, öfkemizi, mücadele ruhumuzu biliyoruz. Tüm coşkumuzla sınıf kardeşlerimizle bir arada haykırmanın günü 1 Mayıs. Yaşadığımız topraklarda ve dünyada işçi sınıfı ve işçi sınıfının gençleri, bu 1 Mayıs’ı kapitalizmin yapısal krizinin, Üçüncü Dünya Savaşının etkilerinin arttığı, otoriter ve totaliter rejimlerin yükseldiği bir tarih sahnesinde karşılıyor. Kapitalist sistem topyekûn bunalıma sürüklendikçe kapitalistler arasındaki rekabet daha da azgınlaşıyor ve şiddetleniyor. Dünyanın her yerinde ücretler düşüyor, iş saatleri uzuyor, yoksulluk ve baskılar artıyor. Kapitalist kâr düzeni bir avuç zengin asalak insanın servetinin milyarlarca işçi ve emekçi insanın zenginliğinden daha fazla olduğu bir adaletsizliği yaratıyor.
İşçi sınıfının dünya genelindeki örgütsüzlüğü, patronlar sınıfına istediği gibi at koşturacağı, işçileri pervasızca sömüreceği bir ortam sunuyor. Zorlu mücadelelerle elde edilen haklar bir bir elimizden alınıyor. Otoriterleşme eğilimi güçleniyor, kitlelerin bilinçleri zehirleniyor, kitleler sistemin bekasını savunur pozisyona sürükleniyor. Sağlık, eğitim, ulaşım gibi kamu hizmetlerinden zaten kısıtlı biçimde yararlanabilen işçi sınıfının gençleri bir de muhalif oldukları için üniversitelerden atılıyor veya hapsediliyor. Bu sistem patronlar sınıfı için cennetken, işçi sınıfı için yeryüzünü cehenneme dönüştürüyor. Bu gidişatın önüne geçebilmenin tek yolu işçi sınıfının örgütlenmesi ve ayağa kalkmasıdır. Önümüzdeki 1 Mayıs işçi sınıfı ve onun gençleri için bir fırsattır. Zalimlerin zulümleri arttıkça ezilenlerin de kini ve öfkesi artıyor. Bu kin ve öfkeyi birlik, dayanışma ve mücadeleyle hep birlikte alanlara taşımalıyız. Kapitalist sistemi yıkıp geçeceğimizi, yerine sınıfsız sömürüsüz bir dünya kuracağımızı alanlarda hep beraber haykıralım!
link: Marksist Tutum, Okurlarımızdan: 1 Mayıs Mücadeleyi Büyütme Günüdür!, 30 Nisan 2018, https://marksist.net/node/6316
Nasıl Unutalım Sizleri!
Bazı aylar vardır, kimi anlamlarla bütünleşmiştir adeta. Yaşananlar, yaşattırılanlar, belleğimizde bir bir sıralanırlar. Haziran günleri, Şubat Devrimi, Ekim Devrimi… Peki ya Ocak ayı bizler için ne ifade eder? Yılın ilk ayını mı yoksa kış mevsimini mi sadece? Daima birer yıldız gibi parlayacak olanlarımız, güneşe gömdüğümüz işçi sınıfının önderlerini hatırlatır. Ocak ayı onlar ile özdeşleşmiştir. Başta Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve yoldaşları ve daha nicelerinin acısını ve öfkesini tekrar tekrar duyduğumuz ay.
28 Kânunusani ise Türkiye işçi sınıfının devrimci mücadelesinde unutmayacağımız ve her zaman öfkemizi diri tutacak olan bir gündür. Sınıfımızın tarihinde kanlı bir sayfa olarak yer edinen 1921 Ocağında Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı burjuvazi tarafından katledildiler. Karadeniz sularında, Trabzon açıklarında boğdurularak bizlerden kopartıldıkları o kanlı tarih. İşçi sınıfının ozanlarından Nâzım Hikmet şiirinde “28 Kânunusaniyi unutma!” diyerek bize tarihin sınıfların mücadelesi olduğunu hatırlatıyor. O günü ve yaşatılanlardan ne anlamamız gerektiğini şu dizelerle aktarıyor:
Kanunisani 28 Karadeniz Burjuvazi Biz On beş kasap çengelinde sallanan On beş kesik baş Yoldaş Bunların sen İsimlerini aklında tutma Fakat 28 Kanunisaniyi unutma!
Burjuvazi o gün sizleri aramızdan ayırdı. Unutturmaya çalıştı ve hâlâ çalışıyor. Fakat nasıl unutalım ki sizleri, hayatınızı sömürüsüz bir dünya kurmak yolunda feda etmişken? Mücadelenin neferleri olarak kavgamızda sizler hep yaşayacak, yüreğimizin en derinliklerinde olacaksınız.
link: Pendik’ten bir işçi, Nasıl Unutalım Sizleri!, 27 Şubat 2018, https://marksist.net/node/6232
Öğretmenimiz Ekim Devrimi
Marksist Tutumcu öğretmenler olarak insanlık tarihinin en büyük öğretmenlerinden biri olan Ekim Devriminin dersine girdik. Bu sefer sıralarda oturan bizdik. Kürsüde konuya son derece hâkim olan öğretmenimiz, Ekim Devrimi, derse günümüzden başlayarak giriş yaptı ve aynen şöyle dedi:
Krizin her geçen gün derinleştiği, emperyalist savaş yüzünden kitleler halinde insanların katledildiği, dünyanın birçok bölgesinde açlık, hastalık, denizlerde imdat çığlıklarının yükseldiği, kitlelerin milliyetçi ve otoriter liderlerce faşizmin kıskacına çekilmeye çalışıldığı bir zamanda yaşamaktasınız.
Burjuva siyasetinin ikiyüzlü yapısı gereği, kapitalist düzende dostlar aniden düşman, düşmanlar birden bire dost olabiliyor. Bolluk yaşanması gereken bir çağda hemen hemen her gün sefalet görüntüleriyle karşılaşıyorsunuz. Topluma burjuva ahlâkın dayatıldığı bu zaman diliminde tecavüzler, ihanetler, sahte, ruhsuz ilişkiler hâkim…
Basiretsiz, kifayetsiz muhterislerin toplum yönetiminde önemli mevkilere geldiği; talan, rüşvet ve emek sömürüsüyle zenginleşen asalak patronların tüm zenginliklerinizi gasp ettiği; bilimin ve bilcümle üretim araçlarının savaş, kâr, para, iktidar ve her türlü gericilik için kullanıldığı çürümüş bir kapitalizmin emperyalist yozluğunda yaşamaktasınız.
Peki, bu duruma kim, kimler dur diyebilir? Kimler bu cendereden insanlığı kurtarabilir? Meselâ yaşanan bu insafsız kanlı savaşı hangi güç durdurabilir? İnsanlığı bu zalim egemenlerin elinden hangi yöntemle kimler alabilir? Tarihte var mıdır ki örneği? Vardır.
Herkes şahittir. İşçi sınıfı tarihi şahittir. Dost ve düşman şahittir. Ağır, çelik, kara toplarıyla Avrora şahittir.
Saltanatının sonsuza kadar süreceğini düşünen ve bunu hiç utanmadan söyleyen Çariçe Aleksandra Fyodorovna şahittir.
İşçileri 9 Ocak 1905’te çok güvendiği Çar’a yakarışa götüren ve işçilerin eline sözümona Çar babanın ikonlarını tutuşturan ve o Kanlı Pazar gününde Çar’ın kurşunlarından kaçarak kurtulan Papaz Gapon şahittir.
Karşısında toplanan Kürt ve Türk halklarının Erzincan Sovyeti Temsilcilerine işçi devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkilerini anlattıktan sonra, “Türkler, Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barışa elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk rençperleri ve ameleleri birleşerek kendi şuramızı kuralım. Bizim Sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus amelesi zalim Çar’ı devirerek kendi hükümetlerini kurdular, biz de birleşerek kendi hükümetimizi kuralım. Lenin ve ordusu bizi destekliyor” diye seslenen Ermeni temsilcisi Muradof Paşa şahittir.
1904 ve 1905 yıllarında Japon denizinde savaştan yana zerre kadar çıkarları olmayan ama militarist Meiji iktidarının ve zalim Rus Çarı’nın doymak bilmez hırslarının kurbanı olarak birbirini boğazlayan zavallı Japon ve Rus asker çocuklar şahittir.
1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşında ölen milyonlar şahittir.
1917 8 Martında Dünya Emekçi Kadınlar gününde, Petrograd sokaklarında, ellerinde kızıl bayraklarıyla “Ekmek” diye başladıkları günden “Kahrolsun Otokrasi”yle çıkan Rus işçi sınıfının kadınları şahittir.
Şubat devriminde Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler burjuvaziye güvenip iktidarı teslim etmekteyken “Tüm İktidar Sovyetlere” diye bağıran Bolşevikler şahittir.
Ekim 1917’den sonra üretim araçlarına sahip olan işçiler şahittir.
Ekim 1917’den sonra topraklara el koyan köylüler şahittir.
Ekim 1917’den sonra kendi kaderleri için söz hakkı kazanan uluslar şahittir.
Ekim 1917’den sonra savaşı, o kahrolası savaşı artık sürdüremeyen zalim, egemen emperyalistler şahittir.
Ekim 1917’den sonra eşitlik ve kurtuluş yolunda dev adımlar atan kadınlar şahittir.
Ve o ki devrimin lideri, “bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim” diyen ve o örgütü bizzat inşa eden Lenin şahittir ki;
BU DÜNYADA
AYAKLAR
BAŞ OLDU!
link: Marksist Tutumcu öğretmenler, Öğretmenimiz Ekim Devrimi, 6 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6097
Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!
“sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir”
“bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir”
Atilla İlhan’ın da şiirinde anlattığı gibi, karşıtıyla yüklüdür her şey. Tartışılmaz zannedilen mükemmellikler, içinde saklar kusurları… Berrak sular bile yağlı çamurlardan kopup gelir. Yanlışlar ve doğrular, gerçekler ve yalanlar var eder birbirini. Ve elbet aydınlık da karanlığın içinden doğup çıkagelecektir, korkmayıp ışık çekirdeklerini ekenler var olduğu sürece!
İçinden geçtiğimiz süreci sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Eğer böyle bir yanlışı yaparsak hiçbir zaman aydınlığa çıkılacağına ihtimal verilmeyen kör bir karanlık görürüz. Evet, gerçekten de bugün dünyada kapitalizmin karanlığı hüküm sürüyor. Göz bebeklerimizi kanatan bir karanlık! Savaşlarda yerle bir olan kentler, göç yollarında kıyıya vuran çocuk bedenleri, açlık, sefalet, şiddet, baskı, nefret, karamsarlık, umutsuz kitleler, alabildiğine çürümüşlük… Ancak içinden geçtiğimiz bu karanlık süreç dünyada ilk kez yaşanmıyor. Tarih boyunca nice bitmez zannedilen karanlık süreçler olmuş ve hepsi de sonlanmıştır. Tıpkı Rusya’da 1917’de olduğu gibi…
Büyük baskılara rağmen başta Lenin olmak üzere Bolşeviklerin uzun yıllar boyunca yürüttüğü sabırlı çalışmalar, nihayet meyvesini vermişti. Rus işçi sınıfı 1917’de yani tam 100 yıl önce, Bolşeviklerin önderliğinde bir devrim gerçekleştirerek iktidarı ele geçirdi. Hem de savaşın, yoksulluğun, ölümün hüküm sürdüğü Çarlık Rusya’sında! Halklar hapishanesi olarak anılan Çarlık Rusya’sında! 100 yıl önce yakılan bu ateş sadece o günleri aydınlığa çıkarmakla kalmadı, bugün bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin sabırla ve inatla sürdürdükleri mücadele, zor dönemlerde aldıkları tutumlar bu gün bizlerin nasıl mücadele edeceği konusunda yol gösterici olmaya devam ediyor.
Bizler, tarih bilinci edinmeye çalışan gençleriz, Marksist Tutum okurlarıyız! İnanıyoruz ki karanlık aydınlığa dönecektir. Ancak günü kendiliğindenliğe terk etmek yok! Yüreğimizde ve bilincimizde kuşku ve korkuya yer yok! Koşulları ve ona uygun görevleri kavrayıp yerine getirirsek ışık çekirdeklerini ekebiliriz. Şairin dediği gibi, dünyayı sarsan büyük sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir. Bizler de şanlı Ekim Devriminin tüm derslerini bilincimize nakşedip sınıfımızın içerisinde sabırla ve inatla mücadele etmeye devam edeceğiz. Geçmişin deneyimlerini pusula edinip, yüzyıllardır hayal edilen ve uğruna mücadele edilen o yaşanılası dünyayı var etmek için canla başla çalışacağız. Selam olsun bir asırlık ezgiye, selam olsun şanlı Ekim Devrimine! Ve yeni Ekimlere…
link: İstanbul’dan MT okuru öğrenciler, Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!, 27 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6076
Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!
Tarihte çok önemli ve belirleyici dönemeç noktaları vardır. İşte 1917 Ekim Devrimi de işçi sınıfının sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde böyle bir dönemeç noktasıdır ve çok önemli bir kazanımdır. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. İşçi sınıfının can yakan sorunlarına devrimci tarzda çözümler getiren, Lenin önderliğinde Bolşevik Parti oldu. Böyle bir önderlikle tarihte ilk defa horlanan ve sömürülen kitleler siyasal iktidarı ele almış ve sömürüyü ortadan kaldırmaya girişmişti. İşçi sınıfı hem üreten hem de yöneten olmuştu.
Despotik Rus Çarlığı, ezilen ve sömürülen işçi-emekçi halka türlü türlü acılar yaşatmıştı. Açlık, yoksulluk ve emperyalist savaş kısırdöngüsü içinde kitleler bunalırken, egemen despotlar saraylarında sefahat içinde yaşıyorlardı. Sınıf devrimcileri olan Bolşevikler, en karanlık dönemlerde bile sınıfın devrimci gücüne inanarak bitmek bilmeyen bir sabır ve inatla işçi sınıfının can yakıcı sorunlarının çözümünü, devrime, kurtuluşa giden yolu göstermişti.
Kapitalizm çürüdü, miadını çoktan doldurdu. Bu çürümenin sonucunda ise kapitalizmin krizlerinin derinleştiği, emperyalist savaşın kızıştığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan göç ettirildiği, açlığın ve yoksulluğun arttığı karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler işçi-emekçi halkların örgütlü isyanından korktuğundan otoriter ve baskıcı burjuva yönetimleri işbaşına getiriyorlar. Baskı ve korku iklimi hâkim kılınmaya çalışılıyor. Ama korkunun ecele faydası yok! Kapitalizm insanlığa gelecek vaat etmiyor, vaat ettiği tek şey çürüme, açlık ve ölüm. Bu nedenle dünyanın çeşitli emperyalist ülkelerinde kapitalizme karşı öfke mayalanıyor.
Aradan bir asır geçmesine rağmen Ekim Devrimi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Kapitalizm kitlelere umutsuzluk, karamsarlık ve çıkışsızlık pompalıyor. Oysa umutsuzluğa yer yok, karamsarlığa yer yok! Lenin de inatla Marksist fikirlerin takipçisi olmuş ve sosyalist mücadeleyi sekteye uğratacak, yoldan saptıracak siyasal düşünce ve eğilimlere prim vermemiştir. Biz sınıf devrimcileri insanın insanı sömürmediği, sınırların ve sınıfların olmadığı, savaşların olmadığı, insanca yaşayabileceğimiz bir dünya istiyoruz. Böylesi bir dünya mümkün. Kapitalizmi alaşağı edecek kudret devrimci işçi sınıfının ellerinde yükselecektir. Kapitalizmin üzerine karabasan gibi çöken korkulu rüyası budur! Kapitalizm er ya da geç tarihin çöp sepetine gidecek.
link: Kocaeli’den metal işçileri, Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!, 19 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6058
Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!
1990’lı yıllarda sosyalizmin çöktüğü ve kapitalizmin zafer kazandığı ilan edildi. Artık savaşlar olmayacaktı. Dünyaya barış gelmişti. Ekonomik krizler olmayacaktı. İnsanların bütün temel sorunları çözülecekti. Kimse işsiz kalmayacak, herkesin barınacak bir yeri olacak, açlıktan kimse ölmeyecek, çıkarılan iklim yasaları vs. ile doğa korunacaktı… Kapitalizmin egemenlik kurmadığı, kapitalist ilişkilerin girmediği bir karış toprak kalmamıştı artık. Kapitalizm tam anlamıyla küresel bir sistem olmuştu ve güya insanlığın tüm sorunları çözülecekti. Burjuva ideologlar ve burjuva medya kitlelere bunları empoze ediyordu.
Ve yıl 2017. Şu an dünyaya baktığımızda gördüğümüz tablo hiç de anlatılanlara benzemiyor. Artık savaş olmayacak demişlerdi fakat her gün biraz daha büyüyen Ortadoğu eksenli emperyalist paylaşım savaşı binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaşadığı toprakları terk edip gelecek umuduyla göç yollarında ölüm-kalım mücadelesi vermesine yol açtı. Her gün binlerce insan bir parça yiyecek, bir yudum su bulamadığı için açlıktan ölüyor. Her geçen gün işsizler ordusuna binlerce insan katılıyor ve her gün sokakta yaşamaya mahkûm edilen insan sayısı artıyor. Milyonlarca insan açlığa, yoksulluğa mahkûm edilirken, çalışanların ücretleri düşürülüp çalışma saatleri uzatılırken, işçi-emekçilerin kazanılmış hakları dünyanın her yerinde saldırıya uğrarken, dünyayı yaşanmaz hale getirenler, sermaye sahipleri dolarlarına dolar katmaya, kârlarını artırmaya devam ediyorlar. Tüm insanlık artık refaha kavuşacak demişlerdi! Milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yalan söylemişlerdi, yalan söylemeye de devam ediyorlar.
Kapitalizmin içine sürüklendiği sistem krizi tüm insanlığı yok oluşa sürüklerken, emperyalist hiyerarşideki hegemonya krizi savaşın daha da derinleşeceğini gösteriyor. Dünyada otoriter ve baskıcı rejimler iktidar olurken, insanlığı çürümüş kapitalist düzene mahkûm etmek istiyorlar. Burjuva ideologlar, yazarlar, siyasetçiler istedikleri kadar allayıp pullayıp kapitalizmin insanlık tarihinin en iyi sistemi olduğunu söylese de, insanlığın büyük bir çoğunluğu yaşadığı hayattan rahatsız ve bir şeylerin değişmesini istiyor. Kapitalizmin yarattığı toplumsal çelişkiler her gün biraz daha derinleşirken, toplumun büyük bir kısmında öfke de büyüyor. Özellikle genç işçi-emekçiler arasında kapitalist ideologların öldü dedikleri sosyalist, devrimci, Marksist fikirlere yönelim eskisine göre daha fazla artıyor. Dünyanın birçok yerinde kitleler sokaklara çıkıyor, saldırılar karşısında grevlerle, direnişlerle sistemin yarattığı olumsuzluklara karşı mücadele ediyor. Sistemin yaratmış olduğu krizin faturasını ödemeyeceğini haykırıyor.
Yüzyıl önce de sistem kriz içindeydi. Krizden çıkmak ve dünyayı yeniden paylaşmak için emperyalist devletler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının sakat kalmasına neden olan bir paylaşım savaşına tutuşmuşlardı. 1914 yılında başlayan savaş, 1917 Ekim Devriminden sonra son bulmak zorunda kaldı. Zorunda kaldı çünkü burjuvaların, kapitalistlerin hiç beklemedikleri bir zamanda Rusya gibi Çarlıkla yönetilen geri bir ülkede işçiler kendi iktidarlarını kurmuşlardı. Kendi ülkelerinde de işçilerin ayaklanmasından ve iktidarı ele almasından korkan burjuvalar savaşa son vermek zorunda kaldılar. Öyle ya, ayaktakımı olarak gördükleri, köle gibi çalıştırdıkları işçiler nasıl iktidar olurdu? Evet, işçiler Lenin önderliğinde kurulan Bolşevik Partide örgütlenip sovyetlere dayanan kendi iktidarlarını kurdular. Sistemin yarattığı ve derinleştirdiği toplumsal çelişkilerin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk devrime dönüştü. Bolşevikler tarafından doğru zamanda sabırla, azimle ve karalılıkla örgütlenen işçi-emekçi kitlelerin öfkesi, Rusya’da işçi sınıfının iktidarıyla sonuçlandı. İşçilerin iktidara gelmesiyle savaş durdurulmuş, ezilen halklara özgürlüğü verilmiş, egemen sınıfların kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar ifşa edilmiş, topraksız köylülere toprak dağıtılmış, işyeri komiteleri aracılığıyla işçiler hem üretmeye hem de yönetmeye başlamıştır. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyerek kendi iktidar organlarını yaratmışlardır.
Bugün içinden geçtiğimiz dönemde toplumsal çelişkiler yüzyıl öncesine göre çok daha artmış durumda. Kapitalizm insanlığa iyi bir gelecek umudu vermiyor. Savaş, ölüm, açlık, yoksulluk, sefalet, baskılar, şiddet, işsizlik, umutsuzluk vs. dışında insanlara hiçbir şey vaat etmiyor. İnsanca bir yaşam için, insanlığın geleceği için tek çözüm kapitalist sistemin tüm kurumlarıyla birlikte yıkılıp tarihin çöp sepetine atılmasıdır. Nasıl mı? Dönüp tarihimize, geçmişimize bakarak, Ekim’den dersler çıkartarak, oradan almamız gereken deneyimleri alarak ve yolumuza devam ederek.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma yolunda önemli deneyimlerle dolu olan Ekim Devrimi, işçi iktidarı, sosyalist ve komünist toplum mücadelesi için tarihsel bir kilometre taşıdır. Ve insanlığın geleceği için devrimci mücadele bir zorunluluktur. Geleceğin toplumu için mücadele edenler, kendi sınıf tarihinden ve deneyimlerinden yararlanarak yol almak istiyorsa, bugüne yüzyıl öncesinden ışığını ulaştıran Ekim Devrimine ve ona öncülük eden Bolşeviklerin mücadele deneyimlerine sahip çıkmalı, bu deneyimlerin ışığında yol almalı, kitleleri devrimci mücadeleye çekebilmelidir.
link: Esenyurt’tan bir grup metal işçisi, Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!, 14 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6044