Sayfalar
Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar


Tarihsel bir kriz içinde debelenen kapitalizm, kendisiyle birlikte tüm toplumu çürütmekte ve insani değerleri hiçleştirmektedir. Öyle ki bu çürüme giderek toplumun geleceği olan çocuklarda dahi en aşırı şekillerde tezahür etmektedir. Örneğin bir çocuk büyüyünce idamı geri getireceğini söyleyebiliyor. Çocukluğumuzda muhtemelen hepimiz “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuyla karşılaşmışızdır. Bu soruya verilen cevaplar genellikle “doktor olup insanların hayatını kurtarmak istiyorum, mühendis ya da öğretmen olmak istiyorum…” şeklindeydi. Bugün ise çocuklardan aldığımız cevaplar iktidarın kindar bir nesil yetiştirme politikalarının nasıl bir etkisi olduğunu acı bir şekilde gösteriyor. Bu soruya karşılık küçük bir kız çocuğunun dilinden şu sözler dökülüyor: “Darbecileri idam ile yargılamak istiyorum. Bunun için de Cumhurbaşkanı olup idamı getirmek istiyorum.” Olağan koşullarda bir çocuğun gelecek tahayyülünün insanların ölmediği, arkadaşlarıyla kardeşçe yaşadığı bir dünya olması gerekir. Bunun tam tersi örnekler mevcut durumun ciddiyetini göstermesi açısından önemlidir.
Evet, kapitalizm çürürken toplumu çürütmekle kalmıyor, insanlığın geleceğini, yeni bir toplum yaratma umudunu da çürütmeye azami derecede gayret ediyor. Hiç durmadan toplumu yapay bir şekilde kutuplaştırmaya çalışan, birbirlerine karşı düşmanlaştırmaya gayret gösteren iktidar, böylece mevcut durumunu sağlamlaştırmaya, iktidarını baki kılmaya çalışıyor. Her ne kadar iktidar toplumu kindarlaştıran politikalarıyla, zorbalığıyla saldırıyor olsa da gardımızı düşürmüş değiliz. Bu sadece bir savunma pozisyonu değil, aynı zamanda iyi olan her şeye karşı yapılan saldırılara bir karşı saldırımızdır. Işığıdır Marksizmin yolumuzu aydınlatan ve yılmaz devrimcilerin ayak izleridir yürüdüğümüz yol.
Ocak ayında kaybettiğimiz devrimci Marksist önderlerimiz, Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı birer yıldız gibi yolumuzu aydınlatıyor ve mücadelenin onurlu bir yaşam demek olduğunu tekrar tekrar bilince çıkartmamızı sağlıyor. Burjuvazi onları bedenen aramızdan almış olabilir fakat onların mücadelesine olan inançları ve insanlığın kurtuluşu için verdikleri kavga devam ediyor. Liebknecht, son yazısında dile getirdiği sözlerinde tam da bunu ifade etmiş: “Biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!” Hava ne kadar kararırsa kararsın yolumuzu aydınlatan yıldızlara selam olsun…

link: Tuzla’dan bir öğrenci, Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar, 1 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5479
Ocak’ın Kardelenlerine


Karla kaplı kış bahçelerinde Her Ocak ayında, fırtınanın tam ortasında Dört kardelen karların arasından göğe uzanır Boyunları toprağa bakar Toprak ananın bağrında yatan nice tomurcuklara seslenirler Seslenişlerinde bir heyecan, Seslenişlerinde güneşin hasreti... Aynı gövdede iki kardelenden biri haykırıyor: “Vardım, varım, varolacağım!” Aynı gövdedeki diğer kardelen “Her şeye rağmen” diyor, “Bugün yenilenler yarın zafer kazanacaklardır”. Bir tanesi var ki bu kardelenlerden Çiçekleri geniş mi geniş kubbemsi Ve beyazlığı karlardan bile göz kamaştırıcı Toprağa eğilmiş başı, yapraklarıyla yarınları anlatıyor “Çok az olmamız felâket değil, milyonlar bizimle olacak." Ve bir diğeri henüz gelişmemiş diğerleri gibi Gövdesi ince, narin Yaprakları cansız Daha gencecik bir fidan daha körpe Haykırıyor hırçın fırtınaların arasından Karadeniz’i hatırlatıyor her şafak söktüğünde... Mevsim zemheri Toprak ananın üstü karla kaplı Tomurcuklar baharı düşlüyor Güneşin sıcaklığını düşlüyor Güneş ısıtırsa toprağı çıkacaklar yerin üstüne Rengârenk çiçek açacaklar Öyle ki bütün çiçekler yedi renge boyayacak toprağı... Yakındır güneşin doğması Yakındır sıcaklığının artması Bahar gelecektir Aylardan Ocak Günlerden 15, Günlerden 21, Günlerden 28, Dört kardelen toprağın altındaki tomurcuklara müjdeliyor baharı Zifiri karanlığı aydınlatırcasına...

link: Ankara’dan genç bir işçi, Ocak’ın Kardelenlerine, 25 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5469
Ekim’in 100. Yılına Merhaba!


Kapitalizmin krizi derinleştikçe işçi sınıfına yönelik saldırılar da derinleşiyor. Zenginler zenginleştikçe, işçi sınıfı olarak yoksullaşıyoruz. Patronlar sınıfı ekonomik krizi işçi sınıfının sırtına yüklüyor. Ve bunu yaparken bir yandan da Türk-Kürt düşmanlığı yaratarak işçi sınıfının bir araya gelmesini engelliyor. Çünkü daha önce yaşadıkları örneklerden iyi biliyorlar ki, işçi sınıfı birleşip örgütlenirse patronlar sınıfının mezarını kazabilir... İşçilerse kendi sınıflarının gücünün farkında değiller. Artan işsizlik, ücretlerin düşüklüğü, bitmeyen mesailer ve geçim sıkıntısından başka bir şey düşünemeyen işçiler yeni yılda umudunu piyangoya, iyi niyetli dileklere bağlıyor. Ancak umut ne piyangoda ne de “umarım her şey güzel olur” gibi gönülde kalan dileklerde.
1917’de Rusya’da işçiler iktidarı aldılar. 100 yıl öncesinde de işçiler ağır koşullarda çalışıyorlardı. İşgünü bugünkü gibi 12-14 saati buluyor, cepheden asker tabutları geliyordu. Ancak işçiler yıllarca mücadele ederek, boyun eğmeyerek saldırıları artan Çarlığı yıktılar. Üreten eller yönetir duruma geldi. Anlatılan tam da bizim hikâyemiz. İşçi sınıfının umudu 100 yıl öncesinde saklı. 1917 Ekim Devrimi zifiri karanlıkta yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. O yüzden bu yeni yılda 1917 Ekim Devriminin bilinciyle, Ekim Devrimini yaratanların izinden yeni bir mücadele yılına girelim. Sınırsız, sınıfsız, savaşsız bir dünya için umudumuzu ve inancımızı bileyerek omuz omuza mücadeleyi büyütelim. Çünkü umut tarih bilinciyle donanmış örgütlü işçilerin ellerinde, yüreklerinde... Gelin Nazım’ın dizelerinde söylediği güzel günleri birlikte yaratalım.
“beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.”

link: MT okuru bir işçi, Ekim’in 100. Yılına Merhaba!, 5 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5452
Yeni Ekimlere


Kapitalist sistemin krizi derinleştikçe egemen sınıf daha da saldırganlaşıyor. İnsanlığı bir yok oluşun içerisine sürüklüyor. Teknolojinin ve üretim araçlarının gelişmesi, iddia edildiği gibi kapitalist sistemin krizini aşmasına olanak sağlamıyor. Aksine bu durum krizi daha fazla tetikliyor. Kriz, derin ve sancılı olarak kendini dışa vuruyor.
Sistem kendi yarattığı krizi aşabilmek için dünyayı karanlığa, insanlığı ise yıkım ve ölüme sürüklüyor. Kapitalistler krizden çıkabilmenin yolunu dünyayı yeniden paylaşmakta arıyorlar. Daha fazla kâr, enerji, nüfuz ve pazar alanlarına hâkim olmak istiyorlar. Savaş bütçeleri toplamda yüz milyarlarca doları buluyor. Kitleler milliyetçilikle, faşizan söylemlerle kutuplaştırılıp düşmanlaştırılıyor. Milliyetçi-şoven kampanyalar eşliğinde iklim değişiyor. Otoriter ve baskıcı yönetimlerin önü açılıyor, polis devleti uygulamaları gündelik hayatın bir parçası haline getiriliyor. Despotik faşizan eğilimler hızla yükselişe geçerek, karanlık, umutsuzluk hâkim oluyor. Kapitalizmin tarihine baktığımızda böyle dönemlerin büyük emperyalist savaşlarla yol aldığını görüyoruz ve bugün de kriz ve emperyalist savaş döneminden geçiyoruz. Günümüzde de burjuvazi geçmişte olduğu gibi içerisinde olduğu sistem krizinden çıkabilmek için yeni bir emperyalist savaşı körüklüyor.
Egemenlerin en korktuğu şey ezilenlerin ve sömürülenlerin bu zulme baş kaldırmasıdır. Bunu engellemek için her türlü yol ve yöntemle kitleleri baskı altında tutmaya, egemenliklerini korumaya çalışıyorlar. Korku ve umutsuzluk imparatorluğunu daim kılmak için bütün propaganda aygıtlarını en etkin şekilde kullanıyorlar. Ama bu çabaları korktukları şeyin başlarına gelmesini engelleyemez. Tarih bize bu karanlıklar imparatorluğunu yıkabilecek bir güç olduğunu, bunun da tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı olduğunu gösteriyor.
1917 Ekim Devrimi, emperyalist savaşın alevleri içerisinde doğdu. Rusya işçi sınıfı tüm ezilen halklara umut vererek karanlığı yırttı, insanlığa aydınlık bir gökyüzünü gösterdi. Emperyalist savaş Ekim Devrimiyle sonlanmış ve egemen sınıfı korku içerisinde bırakmıştı. O güne kadar Rus Çarlığının zulmü altında inim inim inleyen halklar nefes almış ve geleceği birlikte var etme mücadelesine girişmişlerdi. Bu, emekçi kitlelerde muazzam bir enerji, aydınlanma, dönüşüm anlamına geliyordu.
Tarihin ilk muzaffer işçi devrimi, tüm dünya işçilerinin umudu oldu. Bolşevikler, Marksizmin ilkelerinden, enternasyonalizmden ödün vermemiş, milliyetçiliğe ve halklar arasında düşmanlığa giden yolları kapatmak için mücadele vermişlerdi. 1919’da, daha Rusya’da iç savaş sürerken Komünist Enternasyonal kurulmuş ve birçok ülkeden komünist delegeler kongreye katılmıştı. Enternasyonal, “Komünist Parti, işçi sınıfının bir parçasıdır; en ileri, en bilinçli ve bu nedenle en devrimci kesimidir” diyor ve işçi sınıfının öncülerini proleter devrimleri tüm dünyaya yaymaya çağırıyordu. Bolşevikler bunun için büyük bir uğraş veriyorlardı. Hedef insanlığı yok oluşa sürükleyen kapitalizmi yerle yeksan etmek, tüm dünyada insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldırmak, özgürlüğe giden yolu açmaktı.
Engels, Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmada Marx için bilimin, tarihi harekete geçiren bir güç, devrimci bir güç olduğunu dile getirmişti. Sınıflar arasındaki mücadeleyi tanımlayan ve işçi sınıfının bilimi olan Marksizm, yalnızca bir fikir değil tarihin akışını değiştirecek devrimci bir fikir, devrimci bir güçtür. Lenin’in ve Bolşeviklerin önderliğinde Marksizm, hayatı değiştirdi, tarih nehrinin yatağını değiştirdi. İşçi sınıfının iktidarı sovyetlerle hayat buldu. Sınıfın öncüsü olan Bolşevik Parti ve onun lideri Lenin olmasaydı, onlar Marksizmin yolundan yürümeselerdi, tarihin akışı değişmezdi.
Tarihsel ilerlemenin önündeki en büyük engel olan kapitalizm yıkılmadıkça, dünya ve insanlık kriz-savaş sarmalından çıkamayacak ve gittikçe çürüyecektir. Bu karanlığı yırtmak için ileri atılmak ve 1917 Ekim Devriminin derslerini kuşanıp yeni Ekimler yaratmak boynumuzun borcudur.

link: Gebze’den MT okuru bir işçi, Yeni Ekimlere, 25 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5405
Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar


Ek | Boyut |
---|---|
![]() | 1.26 MB |
Kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan otoriterleşme ve emperyalist savaş koşulları, işçi sınıfı devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının mücadele tarihindeki ilham verici örnekleri hatırlamak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının devrimci önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.

link: Elif Çağlı, Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar, 28 Haziran 2016, https://marksist.net/node/8090
Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!


1 Mayıs... Burjuvaziyi yeryüzünden söküp atmak üzere insanlığın son kavgasına atılan proletaryanın, kızıl bayrağını göklere çıkardığı mücadele günü olan 1 Mayıs! Sömürüye, zulme, açlığa ve yoksulluğa karşı dünyanın her köşesinden birlik, dayanışma ve kardeşlik çağrılarının yükseldiği şanlı gün!
Yıl 1856... Avustralyalı işçiler, ağır çalışma koşulları ve uzun iş saatlerine karşı 8 saatlik işgünü talebiyle mücadeleye giriştiler. 21 Nisan günü gerçekleştirdikleri bir günlük iş bırakma eylemi, sonrasında bütün dünyanın işçilerini sarıp sarmalayacak bir yangının kıvılcımı oldu.
Avustralya’da başlayan bu mücadele, büyük işçi kitlelerini ateşlemiş, 8 saatlik işgünü istemi Avrupa ve Amerika işçilerinin de temel mücadele talebi olmuştu.
16-17 saatlere varan çalışma sürelerinin ve ağır yaşam koşullarının altında ezilen Amerikalı işçiler şöyle haykırıyorlardı: “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” Mitingler ve grev dalgalarıyla sarsılan Amerika’da, 1886 yılının 1 Mayısı genel grev günü olarak kararlaştırıldı.
Yaklaşık yarım milyon işçinin katıldığı grev ve gösteriler, 1 Mayısı takip eden günlere de yayıldı. 3 Mayısta da devam eden gösterilere saldıran polis, 6 işçiyi katletti, onlarcasını yaraladı. Ertesi gün, katliamı protesto etmek ve taleplerini yinelemek isteyen kitleler, işçi önderlerinin çağrısıyla Haymarket Meydanı’nda büyük bir miting gerçekleştirmek için toplandılar.
Mitingin sonlarına doğru, polis işçilerin etrafını sarmaya başladı ve alanda bir bomba patlatıldı. Saldırıya geçen polis, kitlelere kurşunlar yağdırmaya başladı. 6 polisin, 10 işçinin öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı bu korkunç tezgâhtan işçi önderleri sorumlu tutuldu. İşçi sınıfına yönelik azgınca bir saldırıya geçen burjuvazi, 7 işçi önderini idama mahkûm etti. 3’ünün cezası hapis cezasına çevrildi, 4’ü idam edildi.
Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen işçi sınıfı, Avustralyalı ve Amerikalı sınıf kardeşlerinin yaktığı ateşi harlandırarak büyütmeye devam edecekti. 1889’da ise II. Enternasyonal 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü, uluslararası gösteri günü olarak kabul etti.
Dünyanın her yanında işçiler, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta alanlara akarken, Türkiye’de işçiler ilk kitlesel 1 Mayıs’ı 1976’da DİSK öncülüğünde Taksim Meydanı’nda kutladı.
1977’de ise yaklaşık 500 bin işçinin katıldığı çok daha coşkulu ve kitlesel bir miting yapıldı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarına doğru alanda silah sesleri duyuldu. Burjuvazi, tıpkı 1886’da Amerika’da ve işçi sınıfı her ayağa kalktığında yaptığı gibi uğursuz rolünü oynuyordu.
Kanlı ‘77 1 Mayıs’ında, Türkiye’de yükselen sınıf hareketinin gidişatından korkan Türk burjuvazisinin giriştiği katliam sonucunda 37 sınıf kardeşimiz ölmüş, onlarcası yaralanmıştı. Burjuvazi işçi sınıfının sesini boğmaya çalışmıştı, ancak açlık ve yoksulluk altında inleyen işçi kitlelerinin haykırışlarının yeniden yükselmesini engelleyemeyecekti. Bu sömürü düzeni var oldukça, işçi sınıfı kavgasını vermeye devam edecekti.
“Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.” 1 Mayıs, proletaryanın onun amansız düşmanına, burjuvaziye karşı verdiği savaşın bir tohumudur. İşçi sınıfı, bu tohumu yeşertecek, kapitalizmi kökünden söküp atacak ve yerine sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya kuracak. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın Sosyalizm!

link: İstanbul’dan Marksist Tutumcu gençler, Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!, 29 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5062
Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar


Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği ve içinden geçtiğimiz bu yıllarda, kapitalizmin tarihsel krizi ve yeni bir emperyalist savaş içinde olan dünyamızda insanlık yıkımlara ve kıyımlara uğruyor. Teknoloji ve üretim gelişiyor ve büyüyor. Fakat emperyalizm çağında olan kapitalist sistemin derinleşen krizi, gelişen büyüyen teknolojiye ve üretime rağmen insanoğlunu açlık, yoksulluk ve savaşlarla kıyımlardan geçiriyor.
İnsanlık ne yazık ki ilk kez bir dünya savaşıyla karşı karşıya değil. Kapitalist sistem emperyalizm aşamasının başlangıcı olan yirminci yüzyıl başlarında, yani bundan 100 yıl önce, birinci paylaşım savaşını başlatmıştı. Bu açıdan her iki asır da benzerlik gösteriyor. Fakat şu an için bazı ayrımları da özellikle belirtmekte fayda var.
Yirminci yüzyılın başları, savaşın yanı sıra işçi sınıfı hareketinin de güçlü olduğu, devrimlerin gerçekleştiği bir dönemdi. Şüphesiz büyük yıkımlar, savaş koşulları kitlelerin isyanlarına, devrimci durumlara zemin hazırlar. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, büyük acıların yaşanmasına sebep olan emperyalist savaş, ebette ki bir sonuç doğuracaktı. Fakat sonucun nasıl şekilleneceğini belirleyen, zaferin ya da yenilginin belirleyicisi, nihai olarak öznel faktördür. Lenin’in de dediği gibi “kritik an geldiğinde tarihe yön verecek olan önderliktir”.
Sınıfımızın tarihinde devrimci liderlerin rolü, devrimlerin gelişiminde ya da gerileyişinde belirleyici olmuştur. Özellikle o dönemde yaşamış olan ve büyük roller üstlenen Lenin’in, Rosa ve Karl Liebknecht’in, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının dört yıl içinde (1919-1924) peşpeşe ölmeleri gidişat üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Lenin de, Rosalar da, Suphi ve yoldaşları da Marksizmin ışığında, dünya devrimini savunan ve bu uğurda canlarını ortaya koyan devrimci önderlerdir. Onlar bizim örnek alarak mücadelemizde yaşattığımız devrimci önderlerimizdir.
Teori ve pratiği ile işçi sınıfının tarihsel önderlerinden biri olan Lenin, Bolşevik Partinin ve Komünist Enternasyonalin kurucusudur. Bugün dahi hâlâ tartışılan konulara dair devrimci teorileri güncelliğini koruyarak bizlere yol göstermeye devam ediyor. Devrimci tutkusuyla kurduğu Bolşevik Parti sayesinde sınıfımızın büyük zaferi gerçekleşti. Diğer taraftan bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu Alman devrimi için canları pahasına mücadele eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht... Özellikle 2. Enternasyonalin önderliğini üstlenen fakat burjuvaziyle işbirliği yapan Alman Sosyal Demokrat Partisi ile savaş halindeydiler. Kitlelere bu yozlaşmışlığı göstermeye çalışırken yazdıkları yazıları bugün de önemini sürdürüyor. Almanya’da devrimci sınıf mücadelesinin sembolleri haline gelen Rosa ve Liebknecht’in katledilmesi üzerine Alman devrimi başsız kaldı ve yenildi. Bunun sonucu aslında dünya devriminin yenilgisi oldu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli ise Sovyet Rusya’nın yanı başındaki topraklarda, savaşlardan dolayı yorgun ve umut arayan Anadolu halkını doğrudan etkiledi. Mustafa Suphi ve yoldaşları devrim dalgasını Anadolu’ya taşımak istemişlerdi. Fakat kirli hesaplar güden Kemalist burjuvazi, Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’in karanlık sularında boğdurtarak katletti. Böylece devrim dalgasının Anadolu’da kabarmasının önüne geçilmiş oldu.
Sınıfımızın en çetin kavga dönemlerinde kilit roller üstlenmiş ve sosyalizm bayrağını en yükseklere taşımış devrimci önderlerimize sahip çıkmanın ve onların yapmaya çalıştığı şeyi, uluslararası anlamda devrimci partinin inşasını yani Enternasyonali kurmanın önemini unutmamalıyız. Marksizmin özü olan Enternasyonal, dünya işçi sınıfının kurtuluşudur. İşte şu an içinde olduğumuz dönem ve koşulları hesaba katarak, devrimci önderlerimizin hayatlarını adadıkları dünya proleter devrimi için var gücümüzle mücadele etmek zorundayız. Emperyalist savaşa son verip, sosyalizm bayrağını yükseltecek olan bizleriz. Bunun içindir ki Lenin’in, Rosa’nın, Liebknecht’in ve Onbeşlerin mücadelesi bizim geleneğimiz olmalıdır. Soğuk ve sancılı mücadele dönemlerinde onların yaktığı meşale hem yolumuzu aydınlatmalı hem de kavgamızda yüreğimizdeki ateşi daha da alazlandırmalıdır.
Ölmediler onlar, ölmezler ki
Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar
Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde
Gecelerde yıldız yıldız tutuşan
Unutma söz etmek yok gözyaşlarından
Yaylar şimdi daha güçle gerildi
Yarın adına göğüs göğüs kuşandık gecede
Gecede en yenilmez güç bizde gönendi
Ölüler koştular ordu ordu dağlardan
Ölüler ansızın içimizde dirildi.
(Perulu şair Luis Nieto)

link: Marksist Tutumcu bir öğrenci, Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar, 29 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4876
Selam Olsun Ekim Devrimine Yürüyenlere


1917 Ekim Devriminin üzerinden tam 98 yıl geçti. Bu büyük devrim Marksist temelde mücadele yürüten biz sınıf devrimcilerinin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Günümüz tarihinde başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yürüyen emperyalist talan savaşları işçi sınıfının ve yoksul halkların adeta dünyalarını karartıyor. Özellikle Suriye ve Irak’ta yürüyen savaşta, IŞİD gibi eli kanlı örgütlerin oluşumunda büyük pay sahibi olan ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Fransa gibi ülkeler bu savaşı körüklüyor.
Kapitalizm her çıkmaza girdiğinde yeni yıkımlar üretiyor. Egemen güçler pastadan daha fazla pay alabilmek için yoksul halkları kıyımdan geçiriyorlar. Bir zamanlar medeniyetin beşiği olan Ortadoğu adeta bir kan denizine dönmüş durumda. 3. Dünya Savaşının fitilini ateşleyip nüfuz alanlarını yeniden bölüşmek isteyen egemenlerin bu kanlı tarihlerine yabancı değiliz. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı dönemi dünyanın gördüğü en kanlı dönemlerden biri olmuştu. Emperyalist-kapitalist devletlerin nüfuz alanlarını genişletmek için girdikleri bu savaş 1914’te başlamıştı. Bu dönem aynı zamanda Rus işçi sınıfının mücadeleye daha güçlü bir şekilde atıldığı bir dönem de olmuştur.
1905 devrimi yenilgisi sonrası Rus işçi sınıfı yarım bıraktığı işi bitirmek için mücadeleye devam etmişti. Açlık ve sefalet içinde yaşayan işçilerin ve yoksul halkın yaşananları sineye çekecek ne sabrı ne de gücü kalmıştı. Bu büyük savaş Rusya’nın ezilenleri için bardağı taşıran son damla olmuştu. 1917’nin 22 Şubatında pek çok fabrika greve gitmiş ve 24 Şubatta grevler büyüyerek devam etmişti. Tarih 25 Şubatı gösterdiğinde devrimci hareket tüm Petrograd’ı sarmıştı. Grevler tek tek birleşerek Rusya’nın birçok kentine yayılmıştı. “Kahrolsun Savaş” , “Kahrolsun Çar”, “Ekmek İstiyoruz” flamaları taşıyan işçiler 26 Şubat sabahı Çarlığı yıktılar. Yerine liberallerden ve sosyal demokratlardan oluşan geçici bir hükümet kuruldu. Burjuva karakterli olan bu hükümetin başında Kerenski vardı. Çarlık devrilmişti ama Lenin ve Bolşevikler için devrime giden yol yeni başlıyordu.
Lenin önderliğindeki Bolşevikler bu hükümeti desteklemediler. Lenin Bolşeviklere nasıl bir çalışma yürütmeleri gerektiğini anlatıyor ve diğer taraftan da “Nisan Tezleri”ni yazıyordu. Çarlık yıkılmıştı, sıra geçici hükümetteydi. 18 Haziranda Sovyet Komitesinin çağrısıyla “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla bir gösteri düzenlendi. Lenin işçileri, yoksul köylüleri Bolşevik Parti etrafında toplamaya çalışıyordu. Vakit gelmişti ve Lenin devrimin işaretini vermişti. Bolşevikler harekete geçtiler. 25 Ekim gecesi Kışlık Saray’ı ele geçirerek geçici hükümeti de alaşağı eden Rus işçi sınıfı böylece iktidarı ele almış oldu. 25 Ekim gecesi toplanan 2. Sovyet Kongresi bütün iktidarın Sovyetlere geçtiğini ilan etti. Kongre ayrıca Lenin’in önerisine uyarak Barış Bildirgesi’ni onayladı. Yeni işçi devletinin temelleri barış üzerine kuruluyordu. Eski burjuva devlet aygıtı da yıkılarak yerine yeni sovyet düzeni kuruluyor, sovyetler yeni yeni kararlar ve uygulamalar geliştiriyordu.
“Toprak Kararnamesi” ile topraklar köylülere dağıtıldı. İşçiler fabrikalarda denetleme ve yönetme hakkına sahip oldular. Ulusal eşitsizlik oluşturan uygulamalar kaldırıldı.
Bolşevikler savaştan çekilmek istiyordu, ancak önceki hükümetin müttefikleri savaşı sürdürmek niyetindeydi. Bunun üzerine doğrudan Almanya ile görüşülmeye başlandı. Ancak emperyalist Alman devleti yeni Sovyet devletinden koparabildiği kadar toprak koparmak istiyordu.
1918’de Rusya savaştan çekildi. Öte yandan başta Almanya olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Rus işçi sınıfının yaratmış olduğu heyecanla işçi sınıfı kendi burjuvalarına karşı mücadeleye atılmıştı. Kendi ülkelerindeki işçi mücadelelerini bastırmak için bütün emperyalist devletler tek tek savaştan çekilmişlerdi. Marksist teoriyi doğru pratikle birleştiren Lenin gibi bir önder ve Bolşevik Parti etrafında toplanan devrimci işçiler, sosyalist bir devrimi gerçekleştirmekle kalmamış, aynı zamanda 1. Dünya Savaşına da son vermişti.
Günümüzde Ekim Devrimi her yönüyle yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. 3. Dünya Savaşının kızıştığı şu dönemde biz sınıf devrimcilerinin sorumluluğu ve yükü her zamankinden daha ağır ve zorludur.
Ekim Devrimi 1. Dünya Savaşına noktayı koymuştu, ama işçi sınıfı tüm dünyada iktidarı ele geçiremediği için bugün geldiğimiz noktada savaşlar hâlâ devam etmektedir. Ancak kapitalizmi kökünden söküp attığımız zaman savaşlar da, sömürü de, adaletsizlik de, sınıflar da ortadan kalkacaktır.
O zaman ne diyelim? Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara ve onun yolundan yürüyenlere!

link: Avcılar’dan bir metal işçisi, Selam Olsun Ekim Devrimine Yürüyenlere, 4 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4627
IRMT’nin Marksist Tutum’a 1 Mayıs Mesajı
Marksist Tutum’lu yoldaşlara
Sevgili yoldaşlar,
Kapitalist sistemin derin krizi şimdiden yedi yılı geride bıraktı ve hâlâ devam ediyor. Venezuela’daki Chavezciler ve Yunanistan’daki Syriza gibi sahte kurtarıcılar, tahmin edilebileceği gibi, hayatta kalmak için daha fazla işçiyi köleleştiren (hatta yiyen) bu yaralı ve can çekişen canavarın yerini alabilecek herhangi bir gerçek alternatif sunamamıştır. Emperyalist ülkelerde ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde işçilerin yerine bilgisayarları ya da robotları kullanmak olsun ya da kırsal Hindistan’a ve Çin’e genişlemek olsun kapitalizmin günümüzde verip verebileceği tek şey yoksulluğun, savaşın ve adaletsizliğin devamı ve yoğunlaşmasıdır. Geçmiş 20-25 yılın muazzam teknik ilerlemelerine rağmen kapitalizm yine de işçilerin ve insanlığın büyük çoğunluğunun en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan acizdir. Sırf yeterli yiyecek ve barınma için bile bu sistemin ötesine geçmemiz gerekiyor!
Bu genel duruma ilave olarak geniş Ortadoğu bölgesi son birkaç yılda birçok değişiklikten geçmiştir. Türkiye ve İran’ın kapitalist sınıfları bölgesel üstünlük için kapışmada önde gelen “oyuncuların” ikisini oluşturmaktadır. Bu kapışma birçokları tarafından Çarlık Rusya’sı ile İngiliz İmparatorluğu arasındaki “Büyük Oyun”a benzetilmektedir. Egemenler arasındaki bu kapışma Türk ve İran kapitalizminin içinde artan çelişkileri açığa vurdu ve vurmaya devam edecek. (Ve İran özelinde, ABD emperyalizmiyle artan işbirliği, rejimin gerçek sınıf karakterini daha geniş işçi kesimlerinin gözünde teşhir edecektir.)
Ancak kapitalizmin zayıflığını teşhir etmek yeterli değildir. Kapitalizmdeki bu çelişkilerden ve çatlaklardan azami derecede yararlanabilmesi için, işçi sınıfını hazırlamak bizim görevimizdir. İşçi sınıfının bölgesel ve uluslararası bağlar oluşturmasını sağlayacak örgütsel ve teorik hazırlıklar yapmalıyız ki, kapitalist sınıfı yıkmak ve onun devlet aygıtını parçalamak mümkün olsun.
Mevcut duruma ilişkin tam bir gerçekçilik ve gelecekte sınıfsız bir toplum kurma konusunda alabildiğine iyimserlik ruhuyla, daha yakın işbirliği içinde Türkiye’de, İran’da ve ötesinde Bolşevik-Leninist partiler inşa etme umuduyla, size en sıcak 1 Mayıs selamlarımızı gönderiyoruz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Bolşevik-Leninizm!
Yaşasın proleter sosyalist devrim!
Iranian Revolutionary Marxists’ Tendency (İranlı Devrimci Marksistler Eğilimi –IRMT)

link: IRMT, IRMT’nin Marksist Tutum’a 1 Mayıs Mesajı, 1 Mayıs 2015, https://marksist.net/node/4170
Marksist Tutum dergisi 10. Yaşında


Marksist Tutum 10. Yılında İşçi Sınıfına Yol Gösteriyor
Dünyayı üzerindeki her şeyle birlikte yok oluşa sürükleyen kapitalizm, her geçen gün toplumu daha da çürütüyor. Gençleri alıklaştırıyor. Örgütlülüğe kara çalıyor, insanların devrimci fikirlerle buluşmasına engel olmak için her türlü olanağı seferber ediyor. Marksist Tutum bundan 10 yıl önce yayın hayatına girdiğinde, akıntıya karşı kürek çekerek, işçi sınıfının devrimci fikirlerini günümüze taşımaya başladı. Aradan geçen 10 yıllık dönemin her anında, Marksist Tutum’un sayfalarında yer alan devrimci fikirler, hayat tarafından doğrulandı.
10 yıl önce yayınlanan ilk sayıyı üniversite sıralarında karşıladık. Marksist Tutum, o zamana kadar okul sıralarında öğrendiklerimizin yalan olduğunu kavrama olanağı sundu. Gerçekleri ve sınıflı toplumu kavramaya dönük büyük bir merak uyandırdı. Tarih diye anlatılanlar koca bir yalandan ibaretti, bilim denilen şeyler egemen sınıfa hizmet ediyordu. Milyonların katledildiği, “ulusal çıkarlar” adına gerçekleştirilen savaşlar da gerçekte bir avuç kapitalistin çıkarından başka bir şey için yapılmıyordu…
Üniversite yıllarının ardından bir işçi olarak hayata atıldıktan sonra, Marksist Tutum sayfalarında yer alan analizler, tarihsel deneyimler bize yol göstermeye devam etti. Okuldan sonra bu fikirlerin sadece okunmak için yazılmadığını daha iyi kavradık. Çünkü kapitalizm denen illetin, ezilmenin, sömürülmenin, hayat kavgasının ne olduğunu işçilik hayatında öğrendik. Peki, bu sorunları öğrendik ama bunlara karşı ne yapılabilirdi ki? İşte tam bu noktada Marksist Tutum bizlerin imdadına bir kez daha yetişti. Sahip olduğu deneyimlerle ve fikirlerle bizlere kapitalizme karşı nasıl mücadele edileceğini öğretti. Bu fikirlere sıkı sıkıya sarılmamız sayesinde kapitalizmin sömürü çarkında eriyip kaybolmadık, sıradanlaşmadık, işçi sınıfının mücadele saflarında yerimizi aldık.
İşçiysen ve kapitalizmin işçilere reva gördüğü yaşam koşulları ve hak gaspları seni rahatsız ediyorsa, Marksist Tutum’un devrimci fikirlerine ne kadar ihtiyaç duyduğunu daha iyi anlıyorsun. Çünkü bir şeylerden rahatsızsın, bir şeyler yapmak istiyorsun ama ne yapacağını bilmiyorsun ya da bildiğini sandığın şeyler aslında seni yanlış yere götürüyor. Sonunda tüm bu karmaşanın içinde boğuluyorsun veya kendini çaresiz hissediyorsun. Bizler Marksist Tutum sayesinde 10 yıldır kendimizi çaresiz değil tam aksine her geçen gün daha güçlü ve bilinçli hissediyoruz. Çünkü fikirlerimiz sağlam. Çünkü mücadele deneyimlerimiz yoğun. Çünkü öngörümüz çok güçlü.
Eğer sen de işçi sınıfının mücadelesinde yer almak istiyorsan doğru silahlara sahip olmak zorundasın. Doğru ve güçlü fikirlerle donanmış güçlü bir örgütlülük, sahip olabileceğimiz en güçlü silah. Bu yüzden Marksist Tutum’u okumalı ve okutmalıyız.
Aydınlı’dan Marksist Tutum okuru işçiler
Marksist Tutum’la 10 Yıl
Yayın hayatına 10 yıl önce başladı Marksist Tutum. Çıktığı andan itibaren, kesintisiz ve aralıksız bir şekilde biz mücadeleci işçilere kılavuzluk etti, karanlıkta bir fener gibi yolumuzu aydınlattı, aydınlatmaya devam ediyor. Gönülden bir teşekkürü borç bilirim. Emeklerinize, ellerinize, yüreğinize sağlık…
10 yıl boyunca, kesintisiz her ay okudum Marksist Tutum’u. Geçmiş yıllarımda, öğrendiğim ne kadar yanlış şey varsa silip süpürdünüz mücadele hayatımdan. Yanlışların yerine doğruyu, inançsızlığın yerine inancı, yılgınlığın yerine mücadeleyi, milliyetçiliğin yerine proletarya enternasyonalizmini ve halkların kardeşliğini, örgütsüzlüğün yerine örgütlü mücadeleyi koydunuz.
Marksizmin tarihsel mirasını, biz devrimci işçilere her koşulda, gelişen her türlü olaylara inat taşıdınız, aktarma kayışı görevini üstlendiniz. Marksist Tutum sayesinde proleter sınıf çizgisinden hiçbir zaman kopmadık. “Örgütlüysek Her Şeyiz, Örgütsüzsek Hiçbir Şey” sloganı ile işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önemine yaptığınız vurgular, bizi sürekli işçi sınıfının içerisinde örgütlenmeye itmiş ve kitlelerden koparmamıştır. Güncel politik olaylar karşısında, ortaya koyduğunuz bağımsız sınıf çıkarları temelindeki tutumunuz her zaman yolumu aydınlatan bir fener oldu ve olmaya da devam ediyor.
İşçi sınıfının tarihsel mücadele deneyimlerini, süzülen dersler ile birlikte, geleceğimize ışık tutan, en yalın hali ile Marksist Tutum sayfalarından okuyabildik. Marksist Tutum’dan çok şey öğrendik ve öğrenmeye de devam ediyoruz. Sizlerin varlığı, bizi dimdik mücadele ruhu ile ayakta tutuyor, yol gösteriyor. Sınıfsız bir dünyanın inşasında, Marksist Tutum’un katkıları, yol göstericiliği, biz devrimci işçiler için çok kıymetli ve değerlidir. Özlem duyduğumuz dünyayı yaratıncaya kadar, Marksizmin ışığında, kılavuzluğunuzun daim olacağına olan inancım sonsuzdur. Sizlerden öğrendiğim gibi: “Örgütlüysek Her Şeyiz, Örgütsüzsek Hiçbir Şey!”
Sarıgazi’den Marksist Tutum okuru bir işçi
Şan Olsun Devrimci Saflarda Büyüyen Marksist Tutum’a!
Devrimci Marksizmi, Bolşevik geleneği bu topraklara, genç işçilere taşıyan Marksist Tutum 10 yaşında! Marksist Tutum tam 10 yıldır devrimci işçilerin, ezilenlerin pusulası oldu, olmaya da devam ediyor.
Bugün insanlık kapitalistler tarafından giderek daha fazla sefaletin ve korkunç bir yaşamın içine itilmektedir. Dünyanın dört bir yanında emperyalistlerin çıkar savaşları sürüyor. Yüz milyonlarca insan yoksulluk ve sefaletin pençesinde yaşam savaşı veriyor. İşçiler iş cinayetlerinde öldürülüyor. Yani insanlık kapitalizmin yarattığı cehennemi yaşıyor. Böylesi bir çürümüşlüğün, gericiliğin hâkim olduğu bir dönemde yüzünü sınıf mücadelesine dönmüş bizim gibi devrimcilerin umutlarını Marksist Tutum büyütüyor. Öfkemizi bileyen, güzel günlere olan inancımızı körükleyen yoldaşlarımızın eşsiz deneyimleriyle 120 aydır mücadelede sağlam fikirlerle yürüyoruz, büyüyoruz.
Marksist Tutum yayına başladığı günden bu yana süreçleri doğru analiz etmiş ve belirli öngörülerde bulunmuştur. Bu öngörüler zamanın süzgecinden geçmiş ve gerçekliğe dönüşmüştür. Dolayısıyla sınıfa öncülük edecek fikirlere sahip olduğunu göstermiş, devrimci işçilerin güvenini kazanmıştır. Ayrıca sadece Türkiye’deki devrimciler için de değil, bu mücadeleye gönül vermiş dünyanın farklı ülkelerindeki devrimci işçiler için de! Böylesi bir geleneğin, emeğin parçası olmanın gururunu Marksist Tutum’un 10. yılında bir kez daha yaşıyoruz.
İşçi sınıfı hareketi içinde enternasyonalist bir damar yaratan Marksist Tutum önümüzdeki zorlu dönemlerde de kılavuzumuz olacak. Marksist Tutum’un bize taşıdığı inanç ve kararlıkla yürüyecek ve insanlığın hak ettiği sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı kuracağız.
Selam olsun devrimci Marksizmin mücadelesini yükselten Marksist Tutum’a!
Tuzla’dan bir kadın işçi
İşçi Sınıfı Kılavuzu İle Güçlüdür
Marksist Tutum 10. yılını doldurdu. Yayın hayatına başladığı ilk günden beri kesintisiz bir şekilde her ay düzenli olarak çıktı. Biz sınıf mücadelesi içerisinde yer alan işçiler olarak siyasi gelişmeleri, Marksist Tutum’un bize gösterdiği doğru bakış açısıyla değerlendirebiliyoruz. Marksist Tutum sınıf mücadelesinin deneyimlerinden süzülüp gelen birikimiyle, sınıf temelli bakış açısıyla yolumuzu aydınlatıyor. Burjuvazinin işçi sınıfının devrimci mücadelesinin önüne geçmek için yaptığı tüm çarpıtmalara karşı Marksist Tutum devrimci sınıf mücadelesinde yol göstericimiz oldu ve olmaya da devam ediyor.
Kapitalizm gün geçtikçe çürümeye ve gericileşmeye devam ediyor. İçine düştüğü krizden çıkabilmek için milyonlarca insanı savaş cehennemine sürüklemekten geri durmuyor. Kendine yeni pazar ve kâr alanları yaratarak içine düştüğü derin buhrandan çıkmaya çalışıyor. Ortadoğu savaş ateşiyle cayır cayır yanarken, işçi-emekçiler birbirine düşmanlaştırılarak kırdırılıyor. Bombalarla işçi ve emekçilerin yaşamları ve bedenleri paramparça ediliyor.
Fabrikalarda işçiler patronlar sınıfına muazzam kârlar üretirken, her gün işçilerin payına düşen ise daha fazla yoksulluk oluyor. İşçiler aldıkları ücretlerle ay sonunu dahi getiremezken, çocuklarına nasıl bir gelecek bırakacakları konusunda kaygılılar. Tüm bu yoksulluk yetmezmiş gibi patronlar daha fazla kâr edebilmek için iş cinayetlerinde işçilerin canını almaktan geri durmuyorlar.
Yeryüzünde milyonlarca insan açlıkla, savaşlarla, yoksullukla boğuşuyor. İşçilerin hayatları günden güne daha da katlanılamaz hale geliyor. İşçi sınıfı mücadeleye atıldığında, işçileri, emekçileri savaşlarla katleden, düşük ücretlerle açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden, üç kuruş daha fazla kâr etmek için fabrikalarda canından edenlerden bir gün hesap soracak.
Kapitalizmin yarattığı tüm bu savaş, gözyaşı ve acı, işçilere bu dünyayı günden güne daha da zindan ediyor. İşçi sınıfı ancak bir araya gelip doğru bir tarzda örgütlenerek kapitalizmi yıkabilir. İşte Marksist Tutum ilk çıktığı günden beri, işçi sınıfının kapitalizmden ve onun sebep olduğu tüm pisliklerden kurtuluş mücadelesine ışık tutuyor. Kapitalizmin tüm çürümüşlüklerinden tek kurtuluş yolumuz olan sınıfsız, sömürüsüz bir dünyanın kapılarını açacak nihai hedefi gösteriyor.
İşçi sınıfı kapitalizmi ancak doğru bir önderliğin yol göstericiliği ile yıkıp yerine sınıfsız bir toplum kurabilir. Marksist Tutum işte bu doğru yolda fikirlerinden ve ilkelerinden taviz vermeden emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor. Marksist Tutum ilerledikçe yarının sınıfsız toplumunu yaratacak olan unsurları da kendisi ile birlikte ilerletmeye devam ediyor. İşçi sınıfının devrimci önderliğinin kılavuzu Marksist Tutum’un ışığı ile mücadeleye devam!
Pendik’ten bir işçi
Marksist Tutum Yolumuzu Aydınlatıyor
Marksist Tutum yayın hayatına 2005 yılının Nisan ayında başladı ve aynı yıl 1 Mayıs’ta işçilerle, emekçilerle buluştu. Aradan 10 yıl geçti ama o gün hâlâ dün gibi aklımda. Savunduğum, inandığım fikirlerin hayat bulduğu bu yayını 1 Mayıs alanında işçilerle, emekçilerle buluşturmak görevini üstlenenlerden biri de bendim. O gün duyduğum heyecanı ve gururu unutmam mümkün değil. Elimde dergilerle işçi kortejlerinin önünden geçerken sesimin yettiğince haykırıyordum: “Marksist Tutum çıktı! Marksist Tutum ‘Enternasyonalle kurtulur insanlık’ diyor!” Meraklı gözleri, ilgiyle uzanan elleri hatırlıyorum. 10 yıldır tek bir ay aksamadan adına layık bir şekilde yayın hayatını sürdürüyor Marksist Tutum. 120. kez hiç tavizsiz “Enternasyonalle kurtulur insanlık” yazıyor kapağında.
Marksist Tutum 10 yılda muazzam bir birikim yarattı. İşçi sınıfının geçmiş mücadele deneyimlerini, devrimci hareketin tarihini taşıdı sayfalarına. Hem dünyada hem de Türkiye’de yaşanan politik gelişmeleri bağımsız sınıf çizgisinden taviz vermeden değerlendirdi her seferinde. Ne zaman burjuvazi puslu bir hava yaratsa ya da küçük-burjuva devrimciliğinin tozu dumanı kaplasa ortamı, Marksist Tutum’un ışığıyla gördük önümüzü. Ne zaman yanlış yollara sapacak olsak bu güçlü ışık sayesinde bulduk tekrar doğru yolu.
Ve ben 10 yıldır Marksist Tutum’un savunduğu fikirlerin arkasında yürütülen devrimci mücadelenin içerisinde yer almaktan gurur duyuyorum. Bu sağlam ideolojik zeminin üzerinde biriken işçileri, emekçileri, gençleri gördükçe daha bir artıyor gururum ve inancım. Elbette Marksist Tutum’un Marksizmin ışığıyla aydınlanmış fikirlerine hayat verecek daha fazla nefere ihtiyaç var. Bunun için daha sıkı sarılmalıyız mücadeleye.
İnanıyorum ki işçi sınıfı kapitalizmi yıkıp kendi iktidarını kurana kadar Marksist Tutum güçlenerek devam edecek yoluna. Bizler de o büyük gün için, “umudumuz” için Marksist Tutum’un yolunda devam edeceğiz mücadelemize. Uzak mıdır yakın mıdır bilinmez o gün ama ne fark eder? Elif Çağlı’nın dizeleri her an kulaklarımda:
Her an seninleyim,
Seni düşünüyorum umudum,
Belki uzak, belki yakınsın bana.
Ne fark eder?
Ya elimde kızıl bir bayrakla karşılayacağım seni,
Ya da o gün yoldaşlar kızıl bir karanfil dikecekler başucuma.
Sarıgazi’den Marksist Tutum okuru bir işçi
Marksist Tutum’la Hedef Dünya Devrimi!
İşçi sınıfının Marksist sesi Marksist Tutum 10 yaşında. 10 yıl boyunca her ay düzenli yayınlanan dergimiz, ideolojik, teorik ve politik alanlarda işçi sınıfı devrimcilerine yol gösterdi. Marksist Tutum dergisi işçi sınıfının uluslararası çıkarlarının evrensel dili oldu. Sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumu amaçlayan Marksist Tutum, yayın politikasının özünü de bu doğrultuda ilk sayısından itibaren enternasyonalizme oturtarak yol aldı.
İşçi sınıfı devrimciliğinin küçümsendiği, devrimci Marksist mücadelenin çağ dışı ilan edildiği, reformist siyasetin akılları esir aldığı günümüzde, Marksist Tutum akıntıya karşı kürek çekerek, rüzgâra karşı durarak 10 yıl boyunca buz kıran işlevi gördü. Türkiye ve dünyada yaşanan nice siyasi gelişmede işçi sınıfı ve sol örgütlenmeler burjuvazinin sinsi politikalarına yedeklenirken, Marksist Tutum bağımsız sınıf siyasetini ayakta tutmayı başardı. Marksist Tutum’un bu emsalsiz rolü işçi sınıfının kurtuluşu için önemini koruyor.
Emperyalist kapitalist sistem içinde alt-emperyalist bir konuma yükselen Türkiye burjuvazisi, bölgesel gücünü pekiştirmek için paylaşım savaşlarına girme hazırlıkları yapıyor. Burjuvazi bu türden emperyal hevesleriyle, milliyetçi, militarist politikaları işçi sınıfına sirayet ettirerek ilerlemek istiyor. Marksist Tutum’un 10 yıllık faaliyeti boyunca işçi sınıfı içinde burjuva milliyetçi siyaseti ifşa etme ve yükselen şovenist arzuları geriletme yolunda öncü mevzilerin şekillenmesi için tüm gücüyle çaba harcadı.
Marksist Tutum’un savunduğu siyasi anlayış, Marksist teori ve pratiğin örgütlü birliğini hayata geçirmek oldu. Savunduklarını işçi sınıfının örgütlü halkaları üzerinden hayata geçirmeye önem vermiş, söylediğini yapmış, yaptığını söylemiştir. Marksist Tutum düşünce tembelliğine, rutinizme, ezbere ve tutuculuğa büyük bir darbe indirmiştir. İdeolojik duruşuyla ön açan dergi, siyasal gelişmeler karşısındaki somut tutumlarıyla da mücadeleye dinamizm kazandırmıştır.
Marksist Tutum dergisinin ilk sayısının yayınlanışından 10. mücadele yaşına kadar yükselttiği hedef, dünya devrimi hedefi oldu. Bu doğrultuda işçi sınıfı içinde enternasyonalizm bayrağının ödün vermez bir savunucusu oldu. Marksist Tutum’u daha fazla sınıf devrimcisiyle buluşturmak hepimizin boynunun borcudur.
Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!
Yaşasın Dünya Devrimi!
Gebze’den bir işçi
Kapitalizm Canavarı Marksizm Silahıyla Öldürülecek
Güvenli, sıcak ana rahmine ilk düştüğümüzde dışarıda bizi bekleyen canavardan habersiziz. Gözlerimizi dünyaya açamadan pençelerini çoktan üstümüze geçirmiş oluyor o canavar. Hem de en güvenilir bulduğumuz annemizi, en yakınımızdaki babamızı kullanarak yapıyor bunu. Ama ne yazık ki zavallı ailelerimiz kendilerine ve bize uzanan kirli ve korkunç elleri görmüyorlar bile.
“Anne” ve “baba” demeyi öğrendikten sonra “benim” demeyi öğreniyoruz. Çünkü o canavar “benim” kelimesini öyle bir yerleştirmiş ki insanların beynine “bizim” demek unutulmuş. Hep birlikte televizyon izliyoruz. Ne renkli, ne heyecanlı, ne güzel şeyler var televizyonun içinde. İzlerken sanki evin içi dönüşüyor ve televizyonun içinde yaşıyoruz. Geceleri düşler görüyoruz. Canavar rüyalarımızda da bizimle ne yazık ki. Korkarak uyanıyoruz, dualar yetişiyor imdadımıza ve rahatlıyoruz. Artık her korktuğumuzda ve çaresiz kaldığımıza dualara sığınır oluyoruz.
Okul, merakla beklediğimiz yüce mekân. İlk adımımızı attığımızda kapıdan, bir zehir yayılıyor vücudumuza biz hiç farkında olmadan. “Biz en yüce milletiz” diyor öğretmenler. Yunanlılar, Ermeniler, Kürtler bizden değil diye belletiyorlar iyice. Dersler, ödevler artıyor, bir yarışa katılmış oluyorsun sonra. Sınavlar kâbuslar gibi üst üste üst üste… Ali amcanın kızı, Fatma teyzenin oğlu sınavlarda hep başarılı oluyormuş. Ya sen? Haydi, başla koşmaya, rekabete, kıskançlığa doğru koş! Koş ki ileride iyi bir iş sahibi olasın, kariyer yapasın. Ailelerimiz kendilerince bizim “kurtulmamızı” istedikleri için ittiriyorlar arkadan, “Biz yapamadık, onlar okusunlar da zengin olup bizi de kurtarsınlar” diyerek.
Fakat tüm bunlar gerçekleşirken biz yuvarlanıyoruz. Yolumuzun üstünde bin bir türlü tuzak var bilmediğimiz. Çeşitli maddeler var bizi bu kötü dünyadan kısa bir süreliğine alıp götüren: Uyuşturucu. Kapılıveriyoruz işte, gençliğimiz heba oluyor sahte mutluluklar peşinde. Daha pek çok şeye bağımlı yapılıyoruz biz: Alkol, cinsellik, teknoloji (televizyon, bilgisayar oyunları, telefon, internet, facebook, instagram vs.), yalanlar, boş hayaller… İşte tüm bunlara bağımlı asalaklar gibi yaşıyoruz o canavarın ellerinde. Yanlış anlaşılmasın, o canavar herkese böyle zalim davranmıyor. Kimileri var ki onları bal kaymağın içinde büyütüp besliyor. Bize gösterip, arkasından koşturduğu hayatı, onlara, burjuvaziye sunuyor. Biz ise ailelerimizin bin bir emeğiyle büyüyor, soluk soluğa tırmanıyor, sonra da bir fiskeyle yere çakılıyoruz.
Biz işçi sınıfının gençleriyiz. Biz tüm ezilmişliği, tüm yenilgileri, umutsuzluğu yaşıyoruz. Ta ki kafamızı kaldırıp ışıl ışıl parlayan güneşi görene kadar. O güneş ki tüm karanlığa rağmen dünyayı hep aydınlattı. O güneş ki o kadar güçlü ve direngen. O güneş Marksizmin söndürülemeyen ışığıdır. Marksizm, çürütülen genç beyinlerimizi tazelemek için, dünyayı tekrar yeşertmek için, kapitalizm canavarını öldürmek için ışık saçıyor, yolumuzu aydınlatıyor. Marksizmi bizlere taşıyan, o sağlam fikirleri berrak biçimde anlatan ve yaşam biçimimiz haline getirmeyi amaçlayan Marksist Tutum eğilip bükülmeden, durmaksızın yoluna devam ediyor. 10 yılı geride bırakan Marksist Tutum dergisi işçi sınıfının geçmişini ve geleceğini, işçi sınıfının bilimiyle ortaya koyuyor.
Biz gençlere düşen görev, böylesine değerli birikimi sahiplenmek ve onun bize gösterdiği temelde devrimci mücadele saflarında yerlerimizi almaktır. Elif Çağlı’nın “Marksizm ve Gençlik” yazısında söylediği gibi: “İşçi sınıfının devrimci dünya görüşü, bugüne kadar bütün ezilenlerin içinde çırpındıkları maddi ve manevi esaretten çıkış yolunu gösteriyor. Genç kuşakların yaşamını ve geleceğini, bu köhnemiş düzeni yıkacak devrimci mücadeleye atılmanın onuru kadar değerli ve anlamlı kılacak başka hiçbir şey yok!”
Yıldız Teknik Üniversitesi’nden MT okuru bir öğrenci
Dünden Bugüne Marksist Tutum
Nasıl ustalaştık
Zamanı tarif etmekte
Sağlam yollar çizmekte diye soruyorsan kendine
Söylemekte yarar var
Doğası gereği
Her şey belli bir emek ve deneyimin ürünüdür
Hele ki
Bu devrimci bir çizgi Marksist bir tutum almaksa
Karanlığa ve zorbalığa karşı
Dik durmaksa, bütün yalpalayanların yanında
Savrulanların içinde
Kopmadan durabilmekse, kendi dalında
Varın düşünün arka planında duran tarihi.
“Avrupa’da bir heyula dolaşıyor”
Diyordu 167 yıl önce Marx
Komünizm heyulası
Paris Komününde
Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için diyorduk
Ve özgürlük için, eşitlik için
Can veriyorduk
1917’de Çarın sarayını yıkarken proletarya
Lenin’in işaretiyle yürüyorduk.
Ve bir hayaletten
Muhteşem bir dev yaratarak,
Hiç duyulmamışı ilan ederek
Hiç görülmemiş olanı göstererek.
Yürüyorduk, Bolşevikçe.
“Hareket etmeyenler, zincirlerin ne kadar ağır olduğunu bilmezler”
Diyordu Rosa.
Bu bilinçle
Haykırdık faşizme
Bu bilinçle yürüdük yolumuzda
Ve ne zaman tükensek
Azalıp eksilsek
Hep o kızıl kanatlı devrimcinin sözleri düştü aklımıza
Vardık, varız, var olacağız!
Troçki’yle aynı sürgündeydik
Aynı yollar, aynı kırgınlıklar taşındı yüzümüze
İhaneti aynı yorgunlukla yaşadık.
Umudu ve inancı aynı zeminde paylaştık.
Suphi’yle boğulduk Karadeniz’de
Ve dirildik Kavel’de, Netaş’ta
15-16 Haziranda
Kavganın olduğu her yerde.
En doğru tutumdu yaşam
En doğru tutumdu inanç.
Ve bugün var isek
Dün, bizim için dövüşenler olduğu içindir.
Ve yarın olacaksak
Kazanacaksak -ki kazanacağız
Geçmişin en doğru en sağlam unsurlarına tutunduğumuz için.
Nasıl ustalaştık
Zamanı tarif etmekte
Sağlam yollar çizmekte diye soruyorsan kendine
Söylemekte yarar var.
Marksist Tutum 167 yaşında.
Dudullu OSB’den bir metal işçisi
Marksist Tutum Fikirleriyle Birlikte Büyüyor
Yıllardır, aralıksız, fikirleriyle ve mücadeleye doğru bakışıyla bize yol gösteren Marksist Tutum 10. yılını doldurdu. İnsanlık kapitalizmin çukurunda gün geçtikçe bataklığa saplanıyor. Koşulların giderek kötüleştiği şu süreçte doğruları öğrenebileceğimiz tek kaynak Marksist Tutum. Burjuvazinin kaynakları bize yaşananları kader, fıtrat ya da çaresi olmayan sorunlar olarak anlatıyor, bilincimizi köreltiyor. Marksist Tutum ise bilincimize ışık tutarak bize doğru yolu gösteriyor. On yıldır inançla ve azimle bu doğru ve sağlam yolda ilerliyor.
Bizler Marksist Tutum okurları olarak fikirlerimizin hayatta bir karşılığı olduğunu görebiliyoruz. Yaşadığımız sorunların kapitalizmin içinde çözülemeyeceğini biliyoruz. Ama bu sorunları nasıl ortadan kaldıracağımızı da biliyoruz. On yıldır bize doğru mücadele yolunu gösteren Marksist Tutum, bu sömürü düzenini teşhir ettiği gibi buna karşı nasıl mücadele edeceğimizi de gösteriyor.
Evet, bizler Marksizmin ışığıyla yolumuzu aydınlatmaya ve öğrendiklerimizle bu ışığı yaymaya devam edeceğiz. Bu sömürü düzenini yıkacak, sınıfsız, sınırsız bir dünyayı kuracak olan, işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. Bizlere yol gösterecek olansa Marksist Tutum’dur.
Aydınlı’dan bir grup kadın işçi
Marksist Tutum 10 Yıldır Mücadele Yolumuzu Aydınlatıyor!
Çinliler birbirlerine beddua ederken “tuhaf zamanlarda yaşayasın!” derlermiş. Bu bedduanın anlamını tuhaf zamanları yaşamayan veya tuhaf zamanlarda yaşadığının farkında olmayanların anlaması biraz zor!
Evet, bizler bugün tuhaf zamanlarda yaşıyoruz. İnsanlığın daha fazla açlıkla, yoksullukla, yıkımla karşı karşıya kaldığı, haksız savaşlarda katledildiği, inançlarından dolayı zulme uğradığı, boğazlandığı, köle gibi satıldığı, tecavüz edildiği, kadın olduğu için katledildiği, işçi olduğu için ölesiye çalıştırıldığı, iş cinayetlerinde canından olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Milyarlarca işçi doğru düzgün beslenemediği, barınamadığı, sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum kaldığı bir yaşam sürüyor. Dolap beygiri gibi patronlar sınıfına çalışmaktan başka bir şey yapamaz hale geliyor.
Dünya burjuvazisi yaşanan krizi atlatmak için işçi ve emekçilerin boğazını daha fazla sıkıyor, halkları birbirine kırdırıyor, başta Ortadoğu olmak üzere halklar savaşlarda kıyımlardan geçiriliyor. Türkiye kapitalistleri de pastadan payını almak için, emperyalist güçlerin arasında ön saflarda yerini almak için çırpınıyor. Filler tepişirken çimenler eziliyor.
Ama tarih bugüne kadar bize defalarca gösterdi ki; ne kadar baskı altında olursa olsun ezilen kitleler mutlaka bir gün isyan ateşiyle yeri göğü yakıyor. Zulüm arttıkça öfke birikiyor ve bu isyan ateşi derinlerde bir gün açığa çıkacağı günü bekliyor. O gün geciktikçe volkanın içindeki ateş büyüyor, büyüyor, büyüyor... Sonra bir gün bir küçücük kıvılcımla bile patlayıveriyor.
Bizler insan neslinin fazlasıyla zulüm gördüğü, acı çektiği bir tuhaf çağda yaşıyoruz. Marksist Tutum bizlere bu tuhaf zamanlarda yaşananları nasıl değerlendirmemiz gerektiğini gösteriyor, öğretiyor. Bu koşullar bize kapitalizmin çoktan yıkılmayı hak ettiğini gösteriyor. Ya barbarlık ya sosyalizm!
Kapitalizmi yıkıp tüm zulmün sona erdiği, insanların aşsız, işsiz kalmadığı, aşağılanmadığı, hor görülmediği, sömürücülerin çıkarları için hayatının altüst olmadığı, tüm dünyada üretilen zenginliği paylaştığı, kısacası insanca yaşadığı bir dünya yaratmak imkânsız bir şey değil!
Böyle bir dünya yaratmak işçi sınıfının mücadelesi için iyi bir hazırlıktan geçiyor. Çağımızın temel sorunu olan önderlik sorununu çözmekten geçiyor. İşçi sınıfına iyi bir rehber olmaktan geçiyor.
Marksist Tutum bizim için fırtınadaki pusula. Pusula olmadan, rehber olmadan mücadele başarılamaz. Bizim mücadelemiz sadece burjuvazi ile ve onun ideolojisi ile değil. Aynı zamanda ortalığın bulanmasına yol açan sınıftan kopuk çeşitli sol anlayışlarla da!
10 yıldır Marksist Tutum’un fikirleriyle besleniyoruz, büyüyoruz, burjuva medyanın karanlık sularında boğulmadan, sınıf ekseninden uzak çeşitli sol anlayışların fikirleriyle yolumuzu bulandırmadan Marksist Tutum’un şemsiyesiyle ilerliyoruz.
Yaşasın işçi sınıfının devrimci mücadelesi!
Örgütlüysen her şeysin, örgütsüzsen hiçbir şey!
Pendik’ten Marksist Tutum okuru bir öğretmen
Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık
Marksist Tutum’u yeni takip etmeye başlamış biri olarak bende yaratmış olduğu değişiklikten bahsetmek istiyorum. Marksist Tutum’u okumadan önce kapitalist sisteme küfreden, dil, din, ırk her türlü ayrımı reddeden ama sınıf bilincinden yoksun biriydim.
Marksist Tutum sayesinde güncel olaylara nasıl bakmam gerektiğini, yaşananlara karşı doğru tutumu nasıl alacağımı öğreniyorum. Sadece güncel olayları değil, geçmişte neler olduğunu da doğru yönleri ile bize anlatıyor. Bugün patronlar sınıfı burjuva medyayı kullanarak işçileri sınıf mücadelesinden uzaklaştırıyor, bizleri köreltmeye çalışıyorlar. Marksist Tutum bizleri bu körelmeden kurtarıp sınıfımızın saflarında yer almamızı sağlıyor.
Marksist Tutum’u okumaya başladıktan sonra, tek başına bu düzene küfretmenin yeterli olmadığını, bu düzeni yıkıp yerine işçilerin iktidar olduğu bir düzenin yaratılabileceğini öğrendim. Bu düzenin yıkılması için sadece Türkiye’de yaşayan işçilerin değil, tüm dünyadaki işçilerin bir araya gelmesi gerektiğini öğrendim.
İstanbul Deri Organize Sanayi Bölgesinden bir işçi
Marksist Tutum 10 Yıldır Yolumuzu Aydınlatıyor!
Marksist Tutum diyor ki, Dünyaya Barış İşçilerle Gelecek!
Marksist Tutum diyor ki, Enternasyonalle Kurtulur İnsanlık!
Marksist Tutum diyor ki, Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
“Marksist Tutum diyor ki…” diye avazımız çıktığınca bağırarak, bir yandan da elimizde kaldırarak, 2005 Nisanında Marksist Tutum’un ilk sayısını miting alanına akan işçi kitlelerine tanıtmıştık. Yayın hayatına başlayan Marksist Tutum’u, Marksist açıdan ele alınan güncel politik olayları, burjuvazinin ve onun yazar-çizer tayfasının, medyasının yalanlarını derginin içerisindeki yazıları da göstererek o gün işçi ve emekçi kitlelere anlatmaya çalışmıştık. O gün benim için çok anlamlı ve hayatım boyunca unutmayacağım bir gün ve muazzam bir deneyimdi. İdeolojik olarak inandığımız, işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin yürütülmesinde bize kılavuzluk eden sosyalist yayınımızın ilk sayısını işçi kitleleriyle buluşturmak onur vericiydi.
Ve Marksist Tutum tam 10 yıl sonra 120. sayısını geride bırakarak biz işçi sınıfı devrimcilerinin, sosyalistlerin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Ve tam 10 yıldır burjuva ideolojisine işçi sınıfının devrimci ideolojisiyle, Marksizm ile karşı duruyor. Ve biz 10 yıl boyunca Marksist Tutum’u, işçi sınıfının içerisinde, ondan öğrendiklerimizle mücadelemizi yürüterek daha nice mücadeleci işçiye ulaştırdık ve ulaştırmaya da devam ediyoruz.
İşçi sınıfı içerisinde doğru bir tutumla, tarzla ve doğru fikirlerle mücadele yürütmek büyük önem taşıyor. Bugün emperyalist savaşın tüm dünyada işçilere ve emekçilere kan kusturduğu, onları yerinden yurdundan ettiği, derinleşen kapitalist krizin işçi sınıfını gittikçe bir darboğaza soktuğu, emperyalist güçlerin çıkar kavgalarının arttığı, burjuva hükümetlerin anti-demokratik yasaları birbiri ardına geçirdiği, Kürt sorununun ve daha pek çok sorunun sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla gelişen bu olayları ve durumları doğru bir şekilde anlamak, işçi sınıfının penceresinden bakmak ve yaşananları işçi kitlelerine aktarmak büyük önem taşıyor. Marksist Tutum, tarihi, olayları kavramak ve işçi kitlelerine gerçekleri aktarmak için doğru bir kılavuzdur. Ondan ve ona emek veren tüm yazarlarından öğreneceğimiz çok şey var.
Şimdiye kadar ele aldıkları konularla bizleri aydınlatan ve yürüttüğümüz devrimci mücadelede bize yol gösteren tüm Marksist Tutum yazarlarına ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Marksist Tutum’un gösterdiği gibi gelecek sosyalizmindir ve sözümü işçi sınıfının devrimci ideolojisinin mimarı Marx’ın şu sözüyle bitirmek istiyorum: Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!
Kartal’dan bir Marksist Tutum okuru
Marksist Tutum Dergisi 10 Yıldır Taraf Tutuyor!
Öncelikle 10. mücadele yılı vesilesiyle, Marksist Tutum’a emek veren ve Marksist Tutum’un ışık tuttuğu yolda yürüyen dostlarıma sımsıcak bir merhaba diyorum.
Marksist Tutum dergisi Marksist dünya görüşünü savunuyor. Burjuva liberalizminin “tarafsızlık” yalanlarının aksine Marksist Tutum dergisi gerçeğin en devrimci yanıyla kitlelere sesleniyor. Marksist Tutum dergisi taraf tutuyor. Marksist Tutum dergisi yaşamı kahır içinde olan, alınteri sömürülen dünya işçi sınıfının tarafındadır. İş cinayetlerinde katledilen veya sakat bırakılıp bir kenara atılan işçilerin tarafını tutuyor. Marksist Tutum dergisi uzun iş saatlerinden, savaşlardan, ecelsiz ölümlerden dolayı anasız, babasız büyüyen çocukların tarafındadır. Çocuklarının ölümünü görmek zorunda kalan anaların, babaların tarafını tutuyor. Marksist Tutum dergisi Akdeniz’in karanlık sularında yaşama veda eden göçmenlerin tarafındadır. “Fıkaralıktan içleri pasaporta ısınmamış” Roboskili çocukların tarafını tutuyor. Marksist Tutum dergisi işkenceden geçirilen, katledilen, kaybedilen devrimcilerin tarafındadır. Göz pınarları kurumuş Türkiyeli, Arjantinli ve tüm dünyadan Cumartesi Annelerinin tarafını tutuyor. Marksist Tutum dergisi kimliklerinden, derilerinin renginden kaynaklı yok sayılan, ezilen ulusların, dini inançların tarafındadır. Türkiye’de Kürtlerin, Alevilerin, Amerika’da siyahların, Doğu Türkistan’da Uygurların, Filistin’de Filistinlilerin tarafındadır. Marksist Tutum dergisi ezilenlerin, sömürülenlerin, yok sayılan ve yok edilenlerin tarafını tutuyor.
Marksist Tutum dergisi doğru tarafta olmanın gerekliliğinin en iyi örneğidir. Marksist Tutum dergisi temsil ettiği ideolojik çizgiden bir an bile şaşmadan emin adımlarla yolunda yürüyor ve bizleri taraf tutmaya çağırıyor. Kesintisiz yayın hayatı boyunca sınıf hareketinin ihtiyaçlarını gözeten ve çıkarlarının savunucusu olan Marksist Tutum dergisi her geçen gün sınıfın içinde kök salıyor. Bizlere düşen görev bu devrimci köke can suyu olmaktır. Marksist Tutum’un sesine ses, nefesine nefes olmaktır. Bizlere düşen görev devraldığımız bayrağı hak ettiği yerde, en yukarılarda dalgalandırmaktır. Marksist Tutum dergisini okumak, okutmak ve güçlendirmektir.
İstanbul Üniversitesi’nden MT okuru bir öğrenci
Marksist Tutum 10 Yıldır Sınıf Mücadelesine Güç Veriyor
Marksist Tutum ve sınıf mücadelesiyle kimimiz geç, kimimiz erken tanıştık. Marksist Tutum’un ilk sayısını elimize aldığımızda çok heyecanlanmıştık. Tek tek bütün yazıları detaylı bir şekilde incelemiştik. İşçi sınıfının, gündemdeki sorunlara, tarihsel deneyimlere hangi perspektiften bakması gerektiğine ilişkin pek çok konuda yazılar mevcuttu. Marksist Tutum o günden bu yana geçen 10 yılda çizgisinden hiç ödün vermeden her konuya getirdiği Marksist açıklamalarla işçi sınıfının yolunu aydınlattı.
Bu fikirlerle tanıştığımızda hep “keşke daha erken tanışsaydık” dedik. Kürt sorunundan Ermeni soykırımına, kadın sorunundan din konusuna kadar işçi sınıfını ilgilendiren tüm konulara bakışımız Marksist Tutum’la birlikte netleşmeye başladı. Marksist Tutum yaşadığımız tüm sorunlara gerçek bir aydınlık getirdi. Millet, ırk, din, dil, mezhep ve hatta cinsiyet konusunda ayrıştırıldığımız bu sistem içerisinde tüm bu gerçekleri görmeye başladık. Bu problemlerin aslında belirtilen “ayrım” noktalarıyla alakalı değil, tümüyle bu sistemin karşımıza çıkardığı sorunlar olduğunu net bir şekilde anlar ve hatta çevremizdeki işçi, öğrenci arkadaşlarımıza da anlatabilir duruma geldik.
Burjuvazi, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi birçok farklılığımız üzerinden bizleri kutuplaştırma ve taraf olmaya zorlama çabası içerisinde. Lakin o tarafın neresi olacağına Marksizmin ışığında değil de burjuvazinin propagandaları ışığında karar verdiğimiz takdirde, “diğer” tarafa düşman olmaktan ve burjuvazinin ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir şey geçmeyecektir elimize. Bizler Marksist Tutum sayesinde işçi sınıfının tüm farklılıklarıyla burjuvaziye karşı bir taraf olduğunu anladığımızda aslında tüm güncel sorunlara da doğru bir yaklaşım ve tavır sergileyebilir hale geldik. Marksist Tutum, tüm saldırılara karşı, biz işçilerin burjuva ideolojisine kapılmasının önüne geçen bir panzehir oldu. Geçmişte kafamızda yaratılan önyargılardan ancak Marksist Tutum’da yer alan fikirlerle tanıştıktan ve bu fikirleri tartışmaya başladıktan sonra kurtulmaya başladık. İşçi sınıfını bölüp parçalayanlara inat işçi sınıfının saflarında birleşmemiz ve mücadele etmemiz gerektiğini anladık. Öyle de yaptık!
İşçi sınıfına 10 yıldır doğru yolu gösterdiği için Marksist Tutum’a minnettarız.
Tuzla’dan bir grup Marksist Tutum okuru

link: okurlarımızdan, Marksist Tutum dergisi 10. Yaşında, 1 Nisan 2015, https://marksist.net/node/4138
8 Mart Burjuvazinin Değil İşçi Sınıfının Günüdür


8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Burjuvazi işçi sınıfının tüm değerlerini karalamaya, onların içini boşaltmaya çalıştığı gibi 8 Mart’ın da mücadeleci yanını ve ruhunu yok etmeye çalışıyor. O günü erkeklerin kadınlara hediye ve çiçek aldığı, işyerinde müdürlerin, patronların kadın işçileri “düşündükleri” için güller dağıtıldığı, çiçek sipariş sitelerinden en pahalı çiçeklerin gönderildiği, mağazalarda indirimlere gidildiği bir gün olarak kullanıyor.
Burjuvazi 8 Mart’ı bir tüketim gününe çevirerek piyasayı canlandırıp cebini dolduruyor. Ayrıca kadın işçi ve emekçilerin ve onların çocuklarının 8 Mart’ı, mücadele günü yerine sadece erkeklerin kadınlara hediyeler aldığı bir gün olarak görmelerini sağlıyor. Oysa 8 Mart işçi sınıfının kadınlarına, patronlar sınıfının dayattığı ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, şiddet, taciz ve yok sayılmaya karşı mücadelenin yolunu göstermektedir. İşçi sınıfının kadınları 8 Mart’a sahip çıkmalı, onun tarihi önemini ve mücadelesini örnek almalıdır.
8 Mart burjuvazinin çarpıtmalarının aksine işçi sınıfının kadınları için mücadele ve hak alma günüdür. 1857 yılında New York’ta daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma ve yaşam koşulları talebiyle 40 bin dokuma işçisi kadın greve çıktı. 8 Mart, bu grevin polis tarafından kanla bastırılması sonucu 129 kadın işçinin hayatını kaybettiği bir gündür. O günün baskıcı koşullarında 40 bin kadın dokuma işçisinin verdiği onurlu mücadele ve katledilen 129 kadın işçinin anısına Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart 1910 yılında İkinci Enternasyonal’de Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir.
Bugün kapitalist sistem işçi sınıfının kadınlarına cehennemi yaşatıyor. Binlerce kadın iş kazalarında hayatını kaybediyor. Milyonlarca kadın şiddete, tacize maruz kalıyor. Emperyalist savaşlarda evini barkını bırakıp göç etmek zorunda kalanların binlercesi öldürülüyor, tecavüze uğruyor ya da pazarlarda satılıyor. Kadınlara tecavüz edenler, onları vahşice öldürenler doğru düzgün bir ceza almadan salıveriliyor. Egemenler kadınların kaç çocuk yapacağına, giydiği kıyafete, kürtaja, kadın erkek aynı evde kalınmasına kadar kadınların hayatlarının her alanına müdahale ediyorlar. Muhafazakâr, itaatkâr, “edepli” yaşayan ve eve hapsolmuş bir kadın yaratmak istiyorlar. İşte tüm bunlar ve daha pek çok sayamadığımız şey kapitalizmin işçi sınıfının kadınlarına sunduğu hayatın kendisidir!
İşçi sınıfının mücadeleci kadınları olarak bizler, “çocuklarımızın kemikleri bile olsa size bırakmayız” diyen Cumartesi Anneleri’nin, gencecik evlatlarının parçalanmış bedenlerini elleriyle toplayan Roboski Anneleri’nin yürek yangınını unutmadık. Van’da hastalanan 1,5 yaşındaki minik Muharrem’in çuvalda taşınan cenazesinin acısını unutmadık. Bizler mücadele ettiği için katledilen kadınları unutmadık, unutmayacağız. Emekçi kadınlar olarak tüm bunların hesabını sormak için örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz. Emperyalist savaşların, sömürünün, açlığın, yoksulluğun olmadığı ve kadının yok sayılmadığı bir dünyayı ancak işçi sınıfının kadınıyla erkeğiyle verdiği mücadele kuracaktır.
Yaşasın 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü!
Yaşasın İşçi Sınıfının Örgütlü Mücadelesi!

link: İMES’ten bir kadın tekstil işçisi, 8 Mart Burjuvazinin Değil İşçi Sınıfının Günüdür, 5 Mart 2015, https://marksist.net/node/3995
Okurlarımızdan: Ekim Devrimi Mücadelemizde Yaşıyor


Selam Olsun Ekim Devrimini Yaratanlara!
Yıl 1917, aylardan Ekim. Derinlerden gelen sesiyle Lenin “dün erkendi, yarın geç, zaman tamam bugün” dedi. Yağlı çarklarla işçiler “bugün” dedi. Lenin ve Bolşevik Parti önderliğindeki işçi sınıfı Rusya’da gerçekleştirdiği devrimle köhnemiş kapitalist düzene son verdi. O güne kadar dışlanan, hor görülen, hiçe sayılan işçiler, iktidarı ele alarak sovyetleri aracılığıyla kendi kendilerini yönetmeye başladılar. Mahallelerinde, fabrikalarında kendi temsilcilerini seçmeye başladılar ve beğenmediklerini seçtikleri gibi geri alma yetkisine de sahip oldular.
Ekim Devrimi bir işçi devrimiydi ve kurulan demokrasi işçilerin demokrasisiydi. Burjuva demokrasisinden çok farklıydı. Ekim Devrimi dünya işçi sınıfına yol göstermiştir. Demiştir ki “ey işçiler biz dünyanın her yerinde kapitalistlerin kârı için, onların çıkarları için çalışıyoruz. Kapitalizmde bize ait hiçbir şey yok. Biz işçiler üreten bir varlığız. Eğer işçi sınıfı olarak örgütlenip iktidarı ele alırsak dünyadaki bütün nimetleri hep birlikte paylaşırız. Kötülükleri ortadan kaldırıp yerine daha güzel yaşanacak bir dünya kurarız. İnsanın insanı sömürmediği, açlığın, yoksulluğun, savaşların olmadığı bir dünya işçi sınıfının nasırlı elleriyle kurulacaktır.”
Ekim Devrimi dünya işçi sınıfına bırakılan en önemli miraslardan biridir. Geçmişin işçi kuşakları gelecekteki işçi kuşaklarına bu işin nasıl yapılacağını göstermiştir. Dünya işçi sınıfının bir bütün olduğunu da göstermiştir. Ekim Devrimi her ne kadar yalnız kalıp yenilse de, işçi sınıfının kapitalist sistemi yıkabileceğini güçlü bir şekilde kanıtlamıştır. Önemli olan ondan ders çıkarmak ve doğru bir şekilde yolunda yürümektir.
Ekim Devrimi göstermiştir ki, devrimci önderlik çok önemli bir faktördür. Eğer Lenin ve Bolşevik Parti olmasaydı Ekim Devrimi başarıya ulaşamazdı. O dönemlerde asıl devrim Almanya’dan bekleniyordu. Fakat Alman Sosyal Demokrat Partisi önderliği işçi sınıfına ihanet ederek Alman burjuvazisiyle anlaştı ve işçi sınıfını devrime yöneltmek yerine Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşında cepheye gönderdi. Bu olumsuzluğa rağmen Bolşevik Parti önderliğindeki işçiler Ekim Devrimini gerçekleştirdiler. Ekim Devriminden korkan emperyalistler savaşa son vermek zorunda kaldılar. Ekim Devriminin kendi ülkelerine yayılmasından çok korktular. Bastırmak için de ellerinden geleni yaptılar. Ekim Devrimi yalnız kaldığı için yayılamadı. Ama burjuvazi hâlâ o korkuyla yaşıyor ve işçi sınıfı üzerindeki kırbacını eksik etmiyor. Çünkü biliyorlar ki bir gün o kırbaçlar işçiler tarafından kendi boğazlarına dolanacak. Bunu unutmayalım, işçi sınıfının tarihi deneyimlerle doludur. 1917 Ekim Devrimi işçi sınıfına ışık tutmaya devam ediyor. Geçmişimizi bilmezsek geleceğimizi de bilemeyiz. Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara!
Marksist Tutum okuru bir kadın işçi
Bir Zincir Yitirenler Bir Dünya Kazanacak!
II. Dünya Savaşı sonrasında burjuva ideologları her ne kadar bu son savaştı deseler de, özellikle SSCB’nin çökmesiyle birlikte dengeler değişti ve hegemonya yarışı üst düzeye sıçradı. Kapitalist sistemin rakipsiz kalmasıyla birlikte, işçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek elde etmiş olduğu kazanımlara karşı büyük bir saldırı gerçekleşti ve bu kazanımlar büyük oranda kaybedildi. Yeryüzünü kan deryasına çeviren, insanı değil parayı yücelten kapitalistler, en ufak bir hak talep etmenin bile suç sayıldığını gerek yasalarıyla gerek propaganda araçlarıyla gerekse de zor aygıtlarıyla insanların zihnine işlediler. İşçi sınıfının her başkaldırı girişimi, egemenlerin zor aygıtları aracılığıyla bastırıldı.
Artan teknolojik imkânlar ve makineleşmeye rağmen her gün milyonlarca insan yatağa aç girerken, milyonlarca insan da işsizlik pençesinde boğuşmaktadır. Kapitalistlerin öve öve göklere çıkardıkları bu köhnemiş düzenin işçi ve emekçiler açısından ne ifade ettiğini günümüz koşulları gayet net özetlemektedir. Yeryüzünde açlık, yoksulluk ve savaşlar iç içe geçmiş durumda. Savaşlara ayrılan bütçe her yıl alabildiğine artarken, işsizliğe, eğitime, sağlığa ayrılan bütçe alabildiğine kısılmaktadır. Özellikle son on yıldır Ortadoğu’da yürüyen paylaşım savaşında, milyonlarca insan katledilmiş ve bir o kadarı da yerinden yurdundan edilmiştir.
Bugün işçi sınıfının ve ezilen dünya halklarının en büyük sorunu örgütsüzlüktür. Burjuvazi kendi iktidarlarını ve sermayesini koruyabilmek için her türlü kirli örgütlülüğü yaratırken, sıra işçi sınıfına ve ezilen halklara gelince örgütlenmek suç sayılmış ve lanetlenmiştir.
Oysa tarih bize gösteriyor ki, işçi sınıfı düşman sınıfa yani burjuvaziye karşı birleşerek ve örgütlenerek, haksız savaşların, sömürünün, askeri darbelerin, halklar arasına serpilen düşmanlık tohumlarının sonunu getirebilir. Bugün Ortadoğu’da ve dünyanın pek çok bölgesinde yürüyen emperyalist savaşların sonunu da ancak kendi iktidarını kurarak devrimci işçi sınıfı getirebilir.
İşte bu açıdan 1917 şanlı Ekim Devrimi işçi sınıfına ve sınıf devrimcilerine kılavuz olmaya devam ediyor. Nasıl ki I. Dünya Savaşında emperyalist yağmaya karşı, işçi sınıfı, Bolşevik Parti önderliğinde iktidarı ele alıp, bu kirli savaşa son verdiyse, bu örnek günümüz koşullarında da hayli hayli mümkündür. Ekim Devrimi örneğinde de olduğu gibi, yürüyen bu kirli savaşlar ancak işçi sınıfının iktidarı almasıyla durdurulabilir. Savaşsız, sömürüsüz, halkların kardeşçe yaşayacağı bir dünya yaratmak için 1917 Ekim Devrimi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Yaşasın sosyalizm! Yaşasın enternasyonalizm!
Kıraç’tan Marksist Tutum okuru bir işçi
Ekim Devriminin Kadınları Mücadelemizde Yaşıyorlar
Ekim Devriminin öncesinde birçok haktan yoksun olan kadınlar özellikle çalışma hayatında katmerli sömürüye maruz kalıyorlardı. Kadın işçiler, bir yandan evin ağır iş yükünü çekerken, bir yandan da erkeklere göre çok daha az ücretle, uzun saatler boyunca ve ağır koşullarda çalıştırılıyorlardı. Hem cinsel hem sınıfsal ezilmişliğin ortadan kaldırılmasının nesnel şartlarını yaratan Ekim Devrimi, emekçi kadınların yükselttiği talepleri bir bir yerine getiriyor; 8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret, eşit oy hakkı, kürtaj hakkı gibi birçok hak yasalaşıyordu. Sovyet Rusya, kadınların hükümete seçildiği ilk ülke oluyordu. İşçi iktidarının kurulmasının ardından Sosyal Yardım Halk Komiseri olarak Sovyet hükümetinde yer alan Aleksandra Kollantay bunlardan yalnızca biriydi. Kadının özgürleşme mücadelesinde önemli rolü olan Kollantay gibi birçok kadın komünist Ekim Devriminin inşacısı olmuş, kadının gerçek kurtuluşunun ancak sınıf mücadelesi içinde gerçekleşebileceğini göstermişlerdi.
Kapitalist düzen, çürümüşlüğü ve tükenmişliği içerisinde son çırpınışlarını yaparken, onu tarihin çöplüğüne gönderecek olan işçi sınıfına en azgın şekilde saldırmaya devam ediyor. Dünyayı yakıp yıkan iki büyük dünya savaşına bir yenisini daha ekleyerek yoksul emekçi halkları katliamlardan geçirirken, Ekim Devriminin ve diğer mücadelelerin dünya işçi sınıfına sağladığı kazanımlara göz koymaktan da geri durmuyor. Bu saldırılardan en büyük pay da kuşkusuz emekçi kadınlara düşüyor. Kapitalist sistemin her türlü saldırısına ve sömürüsüne karşı koymanın yolunu Ekim Devriminin kadınları ve sayısız nice kavganın kadın militanları on yıllar öncesinden göstermişlerdi. Bugün devrimci önderlerin ışık tuttuğu yoldan yürüyen sınıf devrimcileri, Ekim Devriminden ve dünya işçi sınıfının nice deneyiminden dersler çıkartarak, kazanımların kalıcı hale gelmesi ve dünya devriminin zafere ulaşması için mücadele ediyorlar. Mücadele eden emekçi kadınlar, adları tarih sayfalarına sığmayan, bugün bile bize yol gösteren Ekim Devriminin kadınlarını mücadelelerinde yaşatıyorlar. Ve tıpkı onlar gibi, gerçek kurtuluşun ancak sınıf mücadelesiyle gerçekleşeceğini biliyorlar.
Marmara Üniversitesi’nden bir Marksist Tutum okuru
Dünyamıza Barış İşçiler Savaşırsa Gelecek!
Günümüzden bir asır önce, 1914’te, insanlık o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bir yıkımla karşılaştı. Resmi rakamlara göre 10 milyona yakın insanın ölümüne, 20 milyondan fazlasının sakatlanmasına neden olan bir savaş başladı. Emperyalist güçler kapitalizmin sıkışmışlığını aşmak, pazar alanlarını yeniden paylaşmak için bir dünya savaşına ihtiyaç duydular. İnsanlar katledildi. Şehirler yakıldı, yıkıldı. Adına Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı dediğimiz bu cenderede sıkışan yine emekçi sınıflar oldu. İşçi sınıfı yine emperyalistler tarafından birbirine boğazlatıldı. Kendi ülkelerinin burjuvaları daha fazla kâr etsin diye, sermayelerine sermaye katsın diye, ülke savunusu adı altında, savaş cephelerine sürüldü işçiler. Henüz cepheye gitmemiş işçiler ve işçi aileleri savaşın ne demek olduğunu ancak ölü olarak dönen sınıf kardeşlerini, eşlerini, dostlarını görünce kavrayabildiler. Fakat tarihin saati 25 Ekim (7 Kasım) 1917’yi vurduğunda burjuvazinin kanlı oyunu bozuldu. Bolşeviklerin uzun yıllardır sürdürdüğü sebatlı çalışma karşılığını bulmuş; açlıktan, yoksulluktan ve savaştan bıkan işçi sınıfı “ekmek, toprak ve barış” talebiyle Bolşeviklerin önderliğinde Çarlık otokrasisine karşı şahlanmıştı. Ardından işçi sınıfı silahları kendi burjuvalarına çevirerek iktidarı kendi ellerine aldı. Tarihte ilk defa ezilenler, yöneten oldu. Kurulan işçi iktidarı ilk iş olarak savaştan çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Çarlık Rusya’nın yaptığı tüm gizli savaş anlaşmalarını tek tek açıkladı. Dünya işçi sınıfı, Rus proletaryasının kendi sınıfı için verdiği bu savaştan güç aldı. Pek çok ülkede ve cephelerde savaş karşıtı grevler, isyanlar patlak verdi. Dünya işçi sınıfına umut olan Ekim Devrimi tarihin akışını değiştirerek Birinci Dünya Savaşının sonunu getirdi.
Kimyasal silahların, kitle imha silahlarının ve diğer tüm savaş makinelerinin geliştirildiği günümüz dünyasında, kapitalizm insanlığı yok oluşla tehdit ediyor. Sermaye için insanlığın, doğanın, dünyanın hiçbir kıymeti yok. Onun için kıymetli olan tek şey daha fazla kârdır. Bizlere düşen görev Ekim Devriminden ve sınıflar mücadelesinin tüm deneyimlerinden süzülenleri almak ve bu yolda mücadele etmektir. İşçi sınıfı ya sermayenin çıkarları uğruna savaşacak ve üzerinde yaşadığı dünya ile birlikte yok olacak ya da kendisi için savaşarak dünyaya ve gelecek nesillere barışı, bolluğu ve bereketi armağan edecektir!
İstanbul Üniversitesi’nden Marksist Tutum okuru bir öğrenci
Ekim Devriminin Işığında Yürüyelim
Özlemini duyduğumuz dünyaya dair tüm bu hayaller çok sığ kalır. Şu an tasavvur edemediğimiz o yaşanası dünyayı anlatabilmek çok güzel olurdu elbet. Ama şimdi gerçekleri yazmak gerek. Şu an bir avuç kapitalistin insanlığa kan kusturduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bolluk içinde kıtlık, varlık içinde yokluk yaşıyoruz. Günde 12 saat çalıştırılıyor, çalışırken ölümlere mahkûm ediliyoruz. Biz hâlâ acı çekiyoruz. İnanmak güç ama hâlâ basit hastalıklar yüzünden ya da hatta açlıktan ölüyoruz. Hem de öyle beşer onar değil, binler, on binler olarak. Ve savaşlar hâlâ yakıp kavuruyor halkları. Egemenlerin çıkarları için katliamlar yaşanıyor. İşçiler canlı birer alet, makine gibi görülüyor. Tüm bu zalimliklerin kaynağı sermaye düzenidir. İşgücünü satarak geçinen milyarlarca insanın sırtında dönüyor dünya.
İşçi sınıfı her şeyi üretebildiği gibi bu dünyayı değiştirip, yepyeni bir dünyayı inşa edebilecek yeteneğe de sahip. Tarihin yapraklarını karıştırmaya başladığımızda işçi sınıfının mücadelesini görürüz. Patronlar sınıfının unutturmak istediği, tozlu raflarda tutmaya çalıştığı şanlı bir mücadele tarihi var işçi sınıfının. Bundan 97 yıl önce Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, bugüne dek işçi sınıfının burjuvaziye indirdiği en ağır darbedir. Ekim Devriminin yarattığı etki tüm dünyayı sarsmış, iktidarı ele alan işçiler patronları korkudan tir tir titretmişler ve işçi sınıfının muazzam gücünü ortaya koymuşlardır. Kapitalizm denen bu köhnemiş düzene bir dünya devrimiyle son verileceğine inanan sınıf devrimcileri için Ekim Devrimi hâlâ yolumuza ışık tutuyor. 1917’de burjuvaziyi alaşağı eden devrim, sınıf devrimcilerine esin kaynağı olmaya devam ediyor, edecek. İşçi sınıfının kurtuluşu yeni Ekimlerle olacak!
YTÜ’den bir Marksist Tutum okuru
Sınıf Tarihimizi Öğrenmeli ve Öğretmeliyiz
İlkel komünal toplumlardan günümüz kapitalist toplumuna uzanan on binlerce yıllık insanlık tarihi mücadelelerle doludur. Geçmişi bilmek insanlığın gelecek tarihi için çok önemlidir. İnsanın insanı sömürmediği, sınıfların olmadığı bir dünya kurmak için mücadele eden her insanın bu nedenle geçmişini bilmesi gerekir. Sınıflı toplumların en son aşaması olan kapitalist toplumda, burjuvazi varlığını sürdürebilmek için, yaratmış olduğu mezar kazıcılarının yani işçi sınıfının bilincine nüfuz etmek üzere her yöntemi kullanmakta. İşçi sınıfının kendi tarihini öğrenmemesi için burjuvazi kendi tarihini gerçekten herkesin tarihiymiş gibi çeşitli basın organları, okullar vb. aracılığıyla işçilere, emekçilere sürekli propaganda etmekte.
Tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir. Sınıfların ortaya çıkmasından bu yana, egemen sınıflar ile ezilen-sömürülen sınıflar arasında yürüyen savaş hiç sona ermemiştir. Kapitalist toplumda da işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşı devam etmektedir. Toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı burjuvaziye karşı yürüttüğü savaşta çok önemli kazanımlar elde etmiştir. Tarihimizin en görkemli sayfası ise Ekim Devrimi tarafından yazılmıştır.
Paris Komünarlarından mücadele bayrağını devralan Rus işçi sınıfı, Bolşevikler öncülüğünde, Ekim 1917’de, “üreten biziz, yöneten de biz olacağız” diyerek burjuvaziyi iktidardan alaşağı etti. Tarih sahnesinde işçi sınıfı için yeni bir dönem başlıyordu. Bu bir devrimdi ve işçi sınıfı kendi iktidarını kurmuştu. Sınıfsal hafızamıza yeni bir terim girmişti: işçi demokrasisi. Azınlık olan burjuvazinin değil, üreten ve toplumun çoğunluğunu oluşturan işçilerin birlikte karar aldığı, toplumun çıkarları için üretimin planlı yapıldığı bir düzendi bu. Her çeşit kamu görevine seçilenler görevlerini yapmadıklarında geri alınabiliyor ve ücretleri ortalama bir işçi ücretini geçmiyordu. Kâr elde etmek için değil toplumun ihtiyaçlarına göre üretim yapılıyordu. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kaldırılmış ve üretim araçları devletleştirilmişti. İnsanların inançları üzerindeki baskılar kaldırılmış, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştı. Eğitim parasız hale getirilmiş, ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler kurulmuştu. Çocukların bakımı devlet tarafından üstlenilmiş ve kadınlara çeşitli haklar tanınmıştı. Lenin önderliğindeki Rus işçi sınıfı, Ekim Devrimiyle, dünyayı kasıp kavuran emperyalist paylaşım savaşına da son vermişti. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurma yolunda yaşanan bu deneyim işçi sınıfının örgütlü mücadelesine ışık tutmaya devam ediyor.
Bugün kapitalist sistemin içine girdiği ekonomik krizi atlatmak için işçi-emekçilere yönelik saldırıları her geçen gün daha da arttırdığı bir dönemdeyiz. Ortadoğu ve dünyanın birçok bölgesinde yürüyen siyasal kriz ve savaşlar, siyasal rejimlerin otoriterleşmesi, baskıların artması, burjuva demokrasisinin sınırlarının daralmasıyla karakterize olan bir süreçten geçmekteyiz. Burjuvazinin çıkarları uğruna emperyalist savaşlarda yüz binlerce insan ölüyor, sakat kalıyor. İnsanların yoksullaşması, hayatlarının cehenneme dönmesi egemenler için hiçbir önem taşımıyor.
İşçi sınıfının sömürüsü üzerinden kendini var eden kapitalist sistem, insanlık için umutlu bir gelecek değil yıkım ve yok oluş vadediyor. İnsanın insanı sömürmediği, sınıfların ortadan kalktığı ve insanca yaşanabilir bir dünya kurmak için kapitalizme karşı işçi sınıfının örgütlü mücadelesini yükseltmek gerekiyor. Paris komünarlarından devralınan kızıl mücadele bayrağını göndere çeken Ekim Devrimi, bu mücadelede işçi sınıfına yol göstermeye, ışık tutmaya devam ediyor.
Esenyurt’tan Marksist Tutum okuru bir metal işçisi
Ekim Devrimi ve İşçi Sınıfı İçin Önemi
Ekim Devriminin kavranabilmesinde, bu devrimi önceleyen sürecin bilinmesi de önem taşıyor. 1900’lerin başı, Çarlık rejiminin ezilen sınıfa saldırılarını en ağır şekilde uyguladığı yıllardı. İşçiler çok ağır koşullarda çalışırken, sendikal ve siyasal örgütlenme yasadışı sayılıyordu. Mücadeleci ve sosyalist işçilere karakollarda günlerce işkence yapılıyor, sürgüne gönderiliyor veya meydanlarda Çarın askerleri tarafından vuruluyorlardı. Ancak bu saldırılar işçi sınıfında içten içe bir öfkenin ve tepkinin birikmesine de yol açıyordu.
Nihayet 1905’te beklenen toplumsal patlama gerçekleşti. Çar’a karşı ayaklanan işçilere polis ateş açmış, yüzlerce insan ölmüş ve yaralanmıştı. Patlak veren devrimin önüne geçemeyen Çar, hareketi sönümlendirmek için bir bildiri yayınlamıştı. Bildiride, yurttaşların hak ve özgürlüklerinin arttırılacağından, bir meclis kurulacağından, muhalefete özgürlük tanınacağından ve patronların işçilere yaptığı haksızlıklara izin verilmeyeceğinden bahsediliyordu. Ama bu bir tuzaktı.
Nihayetinde bu büyük işçi ayaklanması yenilgiyle sonuçlandı. Fakat bu durum Çarlığı kurtarmaya yetmeyecekti. Lenin önderliğindeki Bolşevikler yurtiçi ve yurtdışında çıkardıkları işçi gazeteleriyle, fabrikalardaki öncü işçilerle işçi sınıfını örgütlüyor ve onlarla olan bağlarını gittikçe kuvvetlendirip güvenlerini kazanıyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı başladığında, Bolşevikler, işçilere ve köylülere, bu savaşın halkların değil egemenlerin savaşı olduğunu anlatmaya giriştiler. Bolşevikler dışarıda ve içeride çalışmalarını hiç ara vermeden fedakârlıkla sürdürürken, gözleri de Avrupa’daydı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde gerçekleşecek işçi devriminin kendi ülkelerine de ulaşacağını ve buna hazırlıklı olmaları gerektiğini öngörerek çalışıyorlardı. Ne var ki devrim Avrupa’dan önce Rusya’nın kapısını çalacaktı.
1916 yılının sonunda, Birinci Dünya Savaşının yarattığı yıkım had safhadaydı. 1917 Şubatında, savaşa karşı çıkan ve 8 saatlik işgünü isteyen kadın işçilerin başlattıkları gösteriler ve grevler çığ gibi yayıldı ve Rus monarşisi yıkıldı. Devrim beklenmedik bir hızla gerçekleşmişti. Hiçbir parti bu gelişmeyi öngörememiş ya da bir plan doğrultusunda iradi müdahalede bulunamamıştı. Çarlığı yıkan Rus işçileri hemen kendi taban örgütlerini kurdular. Fabrikalarda işçilerin oyuyla seçilmiş işçi temsilcilerinin oluşturduğu sovyetler her tarafa yayılmıştı. Ve bu sovyetler, birkaç ay sonra iktidarı tamamen ellerine alacaklardı.
Ekim Devrimi, işçilerin kendi iktidarını kurmalarının bir hayal olmadığının apaçık bir kanıtıdır ve işçi sınıfını aşağılayanlara tarihi bir tokat niteliği taşımaktadır. İşçi sınıfı bu tokadı zamanı geldiğinde kendisini temsil etmeyen iktidarlara, düzen partilerine, işçi sınıfını görmek istemeyen ve kabullenmeyenlere yine atacaktır. Ancak bunun koşullarının oluşması işçi sınıfının öncüsünün Bolşevik tarzda örgütlenmesine bağlıdır.
Dünya işçi sınıfı ve biz Ekim Devrimini kendimize kılavuz edineceğiz. Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin yarattığı krizlerin, dünyanın neredeyse her bölgesinde çıkarttığı savaşların, işçi sınıfına ve ezilen halklara yapılan sömürü ve zulmün son bulmasını, işçi sınıfı kendi iktidarını kurarak sağlayacaktır.
Esenyurt’tan Marksist Tutum okuru bir emekçi

link: MT okurları, Okurlarımızdan: Ekim Devrimi Mücadelemizde Yaşıyor, 12 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3663
Ekim Devrimi Neden Önemli?


Ekim Devriminin üzerinden 97 yıl geçti, ama bu büyük devrim anlam ve önemini hiç yitirmedi. Ekim Devrimi tarihteki ne ilk ne de son devrimdi, ama kapitalist düzeni kökten yerle bir ederek yerine işçi sınıfının iktidarını kurabilen ilk devrimdi. Bu açıdan tarihte bir ilki temsil ediyordu. Ekim Devriminden sonra onlarca ülkede ayaklanma ve devrimler oldu. Ama Ekim Devrimi, işçi iktidarını hayata geçiren tek devrim olma ününü sürdürmeye devam ediyor.
1917’de yaşanan bu devrim, milyonlarca emekçinin ölümüne neden olan Birinci Dünya Savaşını da sona erdirmişti. Peki Ekim Devriminin bu gücü, bu sihri nereden geliyordu? Bir farklılık vardı bu savaşın bitirilişinde. Bu işin sırrı, Rusya işçi sınıfının başka ülkelerin işçileriyle savaşmayı reddederek silahını kendi egemen sınıfına doğrultmasıydı. Ekim Devriminin yarattığı devrimci rüzgâr başta Avrupa olmak üzere, tüm dünyayı sarstı, tüm burjuva devletlere korku saldı. Savaşa tutuşmuş emperyalist güçler, “ya bizim işçiler de ayaklanırsa, ya bizde de devrim olursa, savaşa devam edip her şeyi kaybetmektense savaşa ara verip devrimi engellemek daha mantıklı” diye düşünmek zorunda kaldılar.
Ekim Devrimini takip eden on yıllarda yaşanan II. Dünya Savaşı tam bir katliamla sonuçlandı: 40 milyon Avrupalı işçi ve köylü yaşamını yitirdi, bunun 20 milyonu SSCB vatandaşı idi. Tarihte yaşanmış en kanlı, en büyük savaştı. Bu savaş bir işçi devrimiyle sona erdirilemedi. Avrupa’nın birçok bölgesi ve Japonya yerle bir edildi, nükleer silah kullanılarak savaşa son verildi. Savaşı kazanan emperyalist güçler, kendi çıkarları temelinde yeni bir dünya düzeni kurdular.
Günümüzde emperyalist savaşlar en acımasız biçimiyle özellikle Ortadoğu’da sürüyor. Milyonlarca işçi ve emekçi yaşamını yitirmeye devam ediyor. Yeni bir dünya savaşı, yeni bir paylaşım savaşı yaşanıyor. Ortadoğu’nun acılı halkları savaşın pençesi altında kıvranıyorlar. Savaş artık Türkiye’nin de kapısına dayanmış durumda. Peki, bu savaşı kim, nasıl sona erdirecek? Ortadoğu’ya gerçek bir demokrasiyi, barışı ve huzuru kim getirecek? Tarih bunu ancak işçi sınıfının yapabileceğini gösteriyor bize. Ancak bir devrimle iktidarı eline alan işçi sınıfı, bu acıları yaratan emperyalist-kapitalist sisteme son verebilir.
Kuşkusuz sadece Ortadoğu ülkelerinde devrimlerin yaşanması yeterli olmayacaktır. Çünkü emperyalizm küresel bir sistemdir. Hatırlayacak olursak, Ekim Devriminin kazanımları, Alman devrimi yenildiği ve devrim Avrupa’ya yayılamadığı için korunamamış; ilerleyen süreçte bürokrasi bir karşı-devrimle iktidarı ele geçirerek işçi sınıfı üzerinde kendi diktatörlüğünü kurmuştu.
Ama Ortadoğulu işçi ve emekçilerin yükseltecekleri devrimci mücadele, dünya devrimini başlatacak önemli bir kıvılcım olabilir. O yüzden bu kıvılcımı çakabilmek çok önemlidir. Bunun için de tüm Ortadoğu emekçilerinin, ezenlere ve sömürenlere karşı ortak bir mücadele hattı oluşturabilmeleri son derece elzemdir. Böylece işçilerin kendi kendilerini yönettiği, ezilen halkların kendi kaderlerine özgürce karar verdiği bir düzen kurmak mümkün olacaktır. Ortadoğu’nun ve tüm dünyanın emekçi halklarının özgür geleceği ancak bir dünya devrimi ile olacaktır. Bunu başarmak işçi sınıfının elindedir.

link: İstanbul’dan MT okuru bir emekli işçi, Ekim Devrimi Neden Önemli?, 7 Kasım 2014, https://marksist.net/node/3645
IRMT’den Marksist Tutum’a 1 Mayıs Mesajı


گرايش مارکسيستهای انقلابی ايران
iran_socialists@yahoo.com http://militaant.com/
Marksist Tutum’lu yoldaşlara
Sevgili yoldaşlar,
Burjuvazi şimdilerde, Büyük Bunalımdan bu yana görülen en büyük ekonomik krizin sonuna gelinmekte olduğunu iddia ediyor. Bu, önümüzdeki birkaç ay içinde olsun ya da olmasın, krizin derin etkisi –ve kapitalistlerin bundan nasıl kaçacakları– uzun yıllar hissedilecek ve bu, gelecekteki mücadeleleri de etkileyecektir. Dünyanın her yanında gördüğümüz önemli karakteristik olgulardan üçü şunlardır: işçi sınıfının daha fazla yoksullaştırılması, orta sınıfa mensup olan milyonlarca insanın proleterleşmesi, ve burjuva demokrasisinin altının bizzat kapitalist sınıf tarafından oyulması! Burjuvazi her zaman olduğu gibi kendini kısa vadede korumak için umutsuz tedbirler benimsiyor. Ama bu, sonrasında daha derin bir kriz yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu karakteristik olgulardan her biri, çok daha geniş kitleleri sosyalizm için mücadeleye çekecek ve taleplerini ve kararlılıklarını radikalleştirecektir.
Birinci Emperyalist Dünya Savaşının yüzüncü yıldönümünden sadece birkaç ay önce gelen Ukrayna krizi, bize, yüz yıl önceki pek çok karakteristik olgunun “modern” ve “yüksek-teknolojik” dünyamızda hâlâ var olduğunu göstermektedir. Daha da önemlisi, gözler Ukrayna ve zayıf düşmüş Rus emperyalizminin üzerindeyken, daha tehlikeli bir rekabet, Pasifik’te, ABD emperyalizmi (ve “müttefikleri”) ile Çin emperyalizmi (yıl sonunda Amerikan emperyalizmini geçmeye başlayacak olan) arasında gelişiyor.
Kapitalizmin giderek daha da gericileşen varlığıyla ve savaş yönündeki emperyalist itkiyle savaşmanın tek yolu Bolşevik-Leninist bir enternasyonali yeniden inşa etmektir. İlk dönemindeki Komintern gibi bir enternasyonali inşa etmeye hazırlanma işi, ancak geçmiş mücadelelerin derslerinden öğrenerek ve onları bugünün mücadeleleriyle kaynaştırarak yerine getirilebilir.
Size bu 1 Mayıs mesajını, bu büyük ve yaşamsal görevi yerine getirmekte birlikte önemli bir rol oynayabileceğimiz ümidiyle gönderiyoruz.
Bolşevik-Leninist selamlarla
Iranian Revolutionary Marxists' Tendency [İranlı Devrimci Marksistler Eğilimi]

link: Iranian Revolutionary Marxists' Tendency, IRMT’den Marksist Tutum’a 1 Mayıs Mesajı, 30 Nisan 2014, https://marksist.net/node/3441
"İranlı Devrimci Marksistler Eğilimi"nden 1 Mayıs mesajı
Iranian Revolutionary Marxists’ Tendency گرايش مارکسيستهای انقلابی ايران |
28 April 2013
Sevgili yoldaşlar,
Büyük Buhrandan sonraki en büyük ekonomik krizin beşinci yılına girerken görüyoruz ki, tüm dünyada işçi sınıfı ve diğer sömürülen katmanlar ve ezilen halklar yüz yüze kaldıkları pek çok engele rağmen cesur ve kararlı mücadelelerini sürdürüyorlar.
Emperyalistler bazı başarısızlıklara uğradılarsa da dış müdahalelerini, saldırılarını ve istilalarını sürdürmek için yeni planlar hazırlama fırsatı da buldular. “İçeride” sadece “kendi” işçilerinin süregelen sömürüsünü devam ettirmekle kalmayıp sömürü oranlarını yükselttiler, ücretlerde ve yan ödemelerde kesintiler yaptılar, emeklilik maaşlarını tırpanladılar ve işçi sınıfının yaşamının her yönüne saldırdılar. Sendikaların ve “sosyalist” ya da “işçi” partilerinin geleneksel liderliğinin, onyıllardır biriktirilen kazanımları savunmada ya etkisiz kaldıklarını ya da bu saldırılara iştirak ettiklerini, hatta bizzat inisiyatif aldıklarını gördük.
Aynı zamanda, bu reformist liderler karşısında sözde “devrimci sosyalist” alternatifin de kendi krizinin daha derinlerine battığını gördük. Tam da şimdi, Bolşevik-Leninist bir enternasyonali yeniden inşa etme görüşü, kestirme yollar ya da hazır yanıtlar arayanlara iç karartıcı görünebilir. Dünya proletaryasının devrimci önderlik krizinin çözümünün unsurları önümüzde uzanıyor: işçi sınıfı içinde sabırlı, ciddi, tutarlı çalışma ve gündelik sorun ve mücadelelerin burjuvaziyi yıkma nihai hedefine bağlanması. Eminiz ki, geçmiş mücadelelerin derslerinden öğrenerek, onları bugünün mücadeleleriyle birleştirerek, ilk dönemindeki Komintern gibi bir enternasyonalin hazırlık çalışması başarılabilir.
Size bu 1 Mayıs mesajını, bu büyük ve hayati görevi başarmada işbirliğini sürdürebilme umuduyla gönderiyoruz.
Bolşevik-Leninist selamlarımızla,
İranlı Devrimci Marksistler Eğilimi

link: IRMT, "İranlı Devrimci Marksistler Eğilimi"nden 1 Mayıs mesajı, 28 Nisan 2013, https://marksist.net/node/3232