Sayfalar
Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor
Tarihte hangi mücadele kolay ulaştı zafere? Bundan 100 yıl önce bütün zorluklara rağmen zafere ulaşan Ekim Devrimi, bugün hâlâ bizim yüreğimize umut, burjuvazinin yüreğine korku salıyor. Tarihte ilk defa işçiler örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Yirminci yüzyılın başında tüm dünya savaşla sarsılıyordu. O savaşın ortasında kapitalistlerin yıkılmaz denilen kan ve zulüm iktidarının bir halkası zincirinden koparılmış, parçalanmıştı. Tarihin gidişatı değişmiş, işçi sınıfı gücünü göstermişti. Ekim Devrimi bizlere büyük bir miras bıraktı.
Ekim Devrimi insanlığa gösterdi ki yeni bir dünya kurmak mümkündür ve bunun temelleri mevcuttur. Önemli olan sınıf bilinçli işçilerin bu temelin üzerine sağlam bir bina örebilmesidir. İnsanın insanı sömürmediği bir dünyadır özlemimiz. Elbette ki işimiz çok kolay değil ama zaten hünerimiz de burada ortaya çıkmalıdır. Ne diyordu işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet;
“Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama
Bu iş biraz daha zor
Zor ama
Yapı yükseliyor, yükseliyor”
Ekim Devrimi insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının ellerinde olduğunu kanıtlamış şanlı bir zaferdir. Zamanın koşullarını düşünecek olursak bugünkü şartlara göre belki de daha zordu mücadele. Çünkü yaşanan her şey ilk kez tecrübe ediliyordu. Biz yeni kuşak işçiler o kıymetli deneyimleri derinden kavramaya çalışmalıyız. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı yanı başımızda sürüyor, başımızdan geçecek felâketleri bizlere gösteriyor. Yeni Ekim Devrimlerinin mayalandığı süreçler de yine başlamış bulunuyor. Yani tarih bizi göreve çağırıyor. İnsanlığı, doğayı, dünyayı yok olmaktan kurtarmak, üreten, var eden biz işçilerin ellerindedir. Yeter ki geçmişimize sahip çıkıp onun ışığında ilerleyelim.
link: Kocaeli’den bir kadın metal işçisi, Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor, 11 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6034
Okurlarımızdan: Ekim Devrimine Selam Olsun!
Lenin’e
Ankara’dan bir işçi
işte orada az ilerde, kürsüde alnı geniş, sakallı çenesi hafif öne çıkık çekik gözlü, yumruğu sıkılı kendinden emin duran paltosu kızıl kurdeleli gür sesiyle haykıran işte orada Lenin iktidarı sovyetlere veriyor toprağı köylüye yarenleri çepeçevre sarmış etrafını gururlanıyorlar ve meydan okuyorlar burjuvaziye parıldıyor işçinin gözünde umut dinliyorlar önderlerini coşuyorlar bu ne cüret, bu ne heyecan şaşkın dünya şaşkın dünyanın bütün çakalları ve Nazım Usta’nın dizeleri geliyor aklıma atıfta bulunuyor önderimize “bahar geldi çocuklar çıkın kırlara çiçeklenin çocuklar çiçeklenin güneş bütün varlığıyla tezahür etti güneşlenin çocuklar güneşlenin” Şan olsun 100. yılında Ekim Devrimine! Şan olsun onun izinde yürüyenlere!
Ekim Devrimi!
MT okuru bir sağlık işçisi
Kanlı bir pazardı tohumları serpildi İşçinin, emekçinin kanlarıyla sulandı Kollar sıvandı, yumruklar da sıkıldı Koca bir devrim adımları atıldı. Kadını çocuğuyla zulme dur demek için Bir yürüyüş başladı ezilmiş halklar ile Canlar dişe takıldı, direnişler başladı O nasırlı ellerde özgürlükler taşındı. Ekmek, barış, özgürlük direnişin adıydı Lenin’in öncülüğü, yoldaşların gücüydü Karanlıklara doğdu sosyalizmin güneşi Aydınlattı halkları, kapitalizmi yıktı. Büyük bir umut oldu dünyadaki halklara İnsanlığın kalbine ektiği tohumlarla Devrim ateşi yakıp kavurdu zalimleri Işık oldu bizlere yüz yıllık tarihiyle.
Biz Yolumuzda Yürüyeceğiz
Gazi Mahallesi’nden MT okuru lise öğrencileri
Dünyada pek çok sorun var ve bunların hiçbiri basit sorunlar değil. Bu sorunları tek bir sınıf çözebilir, o da devrimci işçi sınıfıdır. Bu sorunların kaynağı olan kapitalizmi yıkmazsak eğer; savaş, işsizlik, yoksulluk, açlık, sömürü ve kadına yönelik şiddet asla son bulmayacak. Biz adaletin, eşitliğin, huzurun ve barışın olduğu bir dünya istiyoruz. 100 sene önce Rusya’da böyle bir dünyayı inşa etmek için çok büyük bir adım atıldı. Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde işçiler Ekim Devrimini yaptı. Bizler devrimi bütün dünyada yapmalıyız. Bizler tarihten ders alırsak ve daha bilinçli olursak, kapitalizmi tüm dünyada yok edip sosyalizmi kurabiliriz. Tabii ki bunun için mücadele etmemiz gerekir. Aynı Rusya’da işçilerin kapitalizme boyun eğmeyip savaştıkları gibi!
Ekim Devrimi bize güçlü olduğumuzu hatırlatıyor. İşçilerin kadınıyla erkeğiyle neler yapabileceğini gösterdi. Tabii biz bu yoldayken karşımıza yine zorluklar çıkacak, bizi durdurmak isteyenler olacak. Bize inanmayanlar ve bizi dinlemeyenler çıkacak. Ama Marx’ın da dediği gibi; sen yolunda yürü, bırak ne derlerse desinler!
Yolumuzu Açanlara Selam Olsun
Ankara'dan MT okuru bir işçi
100. yılında Ekim Devrimini hatırlamak işçi sınıfı açısından her zamankinden daha çok önem kazanmaktadır. Sınıflı toplumlar tarihinin en büyük olaylarından biri olan Ekim Devrimi, 20. yüzyılın tarihini değiştirmiştir.
Ekim Devrimi biz işçilere de eşsiz deneyimlerle dolu bir miras bıraktı. Bolşeviklerin sıkılı bir yumruk gibi yaşamlarımıza girip yüreğimizin en kıymetli yerinde taht kurmaları bizi hem onurlandırıyor, hem de gururlandırıyor. Bu yolda nice kadın, erkek, genç, yaşlı insan yaşamını yitirdi, büyük acılar ve çileler çekti. Onların tarihsel mirasını şeref ve onurumuzla savunuyoruz.
21. yüzyılın devrimcileri olarak, bu nehirden beslenen ve bizlere pırıl pırıl suyu içiren devrimci Marksist önderlere de şükran borçluyuz. Elif Çağlı, Mehmet Sinan ve yoldaşlarının izinde ve kızıl bayrakları altında mücadele etmenin gururunu yaşıyoruz.
Selam olsun tarihin yiğitlerine...
Öğretmenimiz Ekim Devrimi
Marksist Tutumcu öğretmenler
Marksist Tutumcu öğretmenler olarak insanlık tarihinin en büyük öğretmenlerinden biri olan Ekim Devriminin dersine girdik. Bu sefer sıralarda oturan bizdik. Kürsüde konuya son derece hâkim olan öğretmenimiz, Ekim Devrimi, derse günümüzden başlayarak giriş yaptı ve aynen şöyle dedi:
Krizin her geçen gün derinleştiği, emperyalist savaş yüzünden kitleler halinde insanların katledildiği, dünyanın birçok bölgesinde açlık, hastalık, denizlerde imdat çığlıklarının yükseldiği, kitlelerin milliyetçi ve otoriter liderlerce faşizmin kıskacına çekilmeye çalışıldığı bir zamanda yaşamaktasınız.
Burjuva siyasetinin ikiyüzlü yapısı gereği, kapitalist düzende dostlar aniden düşman, düşmanlar birden bire dost olabiliyor. Bolluk yaşanması gereken bir çağda hemen hemen her gün sefalet görüntüleriyle karşılaşıyorsunuz. Topluma burjuva ahlâkın dayatıldığı bu zaman diliminde tecavüzler, ihanetler, sahte, ruhsuz ilişkiler hâkim…
Basiretsiz, kifayetsiz muhterislerin toplum yönetiminde önemli mevkilere geldiği; talan, rüşvet ve emek sömürüsüyle zenginleşen asalak patronların tüm zenginliklerinizi gasp ettiği; bilimin ve bilcümle üretim araçlarının savaş, kâr, para, iktidar ve her türlü gericilik için kullanıldığı çürümüş bir kapitalizmin emperyalist yozluğunda yaşamaktasınız.
Peki, bu duruma kim, kimler dur diyebilir? Kimler bu cendereden insanlığı kurtarabilir? Meselâ yaşanan bu insafsız kanlı savaşı hangi güç durdurabilir? İnsanlığı bu zalim egemenlerin elinden hangi yöntemle kimler alabilir? Tarihte var mıdır ki örneği? Vardır.
Herkes şahittir. İşçi sınıfı tarihi şahittir. Dost ve düşman şahittir. Ağır, çelik, kara toplarıyla Avrora şahittir.
Saltanatının sonsuza kadar süreceğini düşünen ve bunu hiç utanmadan söyleyen Çariçe Aleksandra Fyodorovna şahittir.
İşçileri 9 Ocak 1905’te çok güvendiği Çar’a yakarışa götüren ve işçilerin eline sözümona Çar babanın ikonlarını tutuşturan ve o Kanlı Pazar gününde Çar’ın kurşunlarından kaçarak kurtulan Papaz Gapon şahittir.
Karşısında toplanan Kürt ve Türk halklarının Erzincan Sovyeti Temsilcilerine işçi devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkilerini anlattıktan sonra, “Türkler, Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barışa elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk rençperleri ve ameleleri birleşerek kendi şuramızı kuralım. Bizim Sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus amelesi zalim Çar’ı devirerek kendi hükümetlerini kurdular, biz de birleşerek kendi hükümetimizi kuralım. Lenin ve ordusu bizi destekliyor” diye seslenen Ermeni temsilcisi Muradof Paşa şahittir.
1904 ve 1905 yıllarında Japon denizinde savaştan yana zerre kadar çıkarları olmayan ama militarist Meiji iktidarının ve zalim Rus Çarı’nın doymak bilmez hırslarının kurbanı olarak birbirini boğazlayan zavallı Japon ve Rus asker çocuklar şahittir.
1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşında ölen milyonlar şahittir.
1917 8 Martında Dünya Emekçi Kadınlar gününde, Petrograd sokaklarında, ellerinde kızıl bayraklarıyla “Ekmek” diye başladıkları günden “Kahrolsun Otokrasi”yle çıkan Rus işçi sınıfının kadınları şahittir.
Şubat devriminde Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler burjuvaziye güvenip iktidarı teslim etmekteyken “Tüm İktidar Sovyetlere” diye bağıran Bolşevikler şahittir.
Ekim 1917’den sonra üretim araçlarına sahip olan işçiler şahittir.
Ekim 1917’den sonra topraklara el koyan köylüler şahittir.
Ekim 1917’den sonra kendi kaderleri için söz hakkı kazanan uluslar şahittir.
Ekim 1917’den sonra savaşı, o kahrolası savaşı artık sürdüremeyen zalim, egemen emperyalistler şahittir.
Ekim 1917’den sonra eşitlik ve kurtuluş yolunda dev adımlar atan kadınlar şahittir.
Ve o ki devrimin lideri, “bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim” diyen ve o örgütü bizzat inşa eden Lenin şahittir ki;
BU DÜNYADA
AYAKLAR
BAŞ OLDU!
Mücadelenin Halkası Olalım
Esenyurt’tan bir mağaza işçisi
“Bir sakallı varmış orda, başa geçmiş. Başa geçer geçmez de, savaş bitecek demiş. Ve savaş da bitmiş işte… Başka işler de görmüş o sakallı: ‘bundan böyle zengin de yok, fakir de…’ demiş. Herkes birmiş Rusya’da… Bütün tımar ve hasları alıp bölüştürmüş, saraylardan dışarı dehlemiş bütün prenslerle paşaları.” Benden Selam Söyle Anadolu’ya romanında, Anadolu’da savaşmaktan bitap düşmüş bir asker söylüyordu bunları sevinç içerisinde.
Bundan yüz yıl önce Rusya’da zalim despotik Çarlık yıkılmış ve ardından da sadece 8 ay içinde işçi sınıfı iktidarı almıştı. İşçi sınıfını Lenin önderliğinde iktidara taşıyan Bolşevikler, emperyalist savaştan çekilmiş, bu savaşın işçi sınıfının savaşı olmadığını tüm dünyaya ilan etmişlerdi.
Lenin’e göre “Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, darkafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir…” Yine Lenin “Kapitalist sömürü ve cinayet dünyasının karşısına, proleter barış ve halkların birliği dünyasının yığınlarını çıkartınız” demişti.
Rusya’da işçi sınıfı için savaş sona ermiş, bu topraklarda yaşayan halklar kendi geleceğini tayin hakkını ellerine almıştı. Özel mülkiyet ortadan kaldırılmıştı, üretimi ne kadar yapacaklarına artık işçiler kurdukları sovvetlerde karar veriyordu. İşçi sınıfı tarihin akışını nasıl değiştirdiğini ortaya koymuştu.
Egemen sınıflar telaş içindelerdi. Kızıl fırtına, dünyada zamanın ruhunu değiştirmişti ve egemenleri kendi iktidarlarının işçiler tarafından alaşağı edilme korkusu sarmıştı. Onlar kendi ülkelerinin işçilerini yıllardan beri kandırmış ve fakirlik, yokluk içinde yaşamalarını sağlamış, kendi savaşları için milyonlarca insanın ölmesine neden olmuşlardı.
Bugün de dünyamız 100 yıl öncesinden farklı değil. Hatta fazlası var eksiği yok. Burjuvazi kendi çıkarları temelinde insanlığı yok oluşa sürüklüyor ve işçi sınıfını kandırıyor. Ortadoğu’da savaş olanca hızıyla sürüyor, Asya-Pasifik’te sıcak savaşın başlamasına ramak kalmış durumda. Ortadoğu’daki savaştan kaçan binlerce insan yollarda denizlerde boğularak ölüyor. Açlık ve yoksulluk giderek artıyor, tüm dünyada ülkeler bütçelerini silahlanmaya ayırıyorlar, devletler birbirlerini nükleer silahlarla tehdit ediyorlar, Avrupa’nın göbeğinde bombalar patlıyor; çevre sorunu büyüyor, işsizlik artıyor, faşizm-ırkçılık tüm dünyada yükseliyor, otoriter rejimler yayılıyor.
Dünyayı kapitalist sistem bu hale getirmiştir. Ya bu sistemi tümden ortadan kaldıracağız ya da bu sistem dünyanın ve insanlığın yok oluşuna neden olacaktır. Biz işçi sınıfının öncüleri Ekim Devrimini, Lenin’i, Bolşevizmi çok iyi kavrayacağız. Gerekli dersleri tekrar tekrar çıkartıp işçi sınıfının uluslararası mücadelesinin halkaları olacağız. İşte o zaman yeni Ekimler bu halkalar sayesinde tüm dünyayı saracak.
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!
İstanbul’dan MT okuru öğrenciler
“sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir”
“bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir”
Atilla İlhan’ın da şiirinde anlattığı gibi, karşıtıyla yüklüdür her şey. Tartışılmaz zannedilen mükemmellikler, içinde saklar kusurları… Berrak sular bile yağlı çamurlardan kopup gelir. Yanlışlar ve doğrular, gerçekler ve yalanlar var eder birbirini. Ve elbet aydınlık da karanlığın içinden doğup çıkagelecektir, korkmayıp ışık çekirdeklerini ekenler var olduğu sürece!
İçinden geçtiğimiz süreci sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Eğer böyle bir yanlışı yaparsak hiçbir zaman aydınlığa çıkılacağına ihtimal verilmeyen kör bir karanlık görürüz. Evet, gerçekten de bugün dünyada kapitalizmin karanlığı hüküm sürüyor. Göz bebeklerimizi kanatan bir karanlık! Savaşlarda yerle bir olan kentler, göç yollarında kıyıya vuran çocuk bedenleri, açlık, sefalet, şiddet, baskı, nefret, karamsarlık, umutsuz kitleler, alabildiğine çürümüşlük… Ancak içinden geçtiğimiz bu karanlık süreç dünyada ilk kez yaşanmıyor. Tarih boyunca nice bitmez zannedilen karanlık süreçler olmuş ve hepsi de sonlanmıştır. Tıpkı Rusya’da 1917’de olduğu gibi…
Büyük baskılara rağmen başta Lenin olmak üzere Bolşeviklerin uzun yıllar boyunca yürüttüğü sabırlı çalışmalar, nihayet meyvesini vermişti. Rus işçi sınıfı 1917’de yani tam 100 yıl önce, Bolşeviklerin önderliğinde bir devrim gerçekleştirerek iktidarı ele geçirdi. Hem de savaşın, yoksulluğun, ölümün hüküm sürdüğü Çarlık Rusya’sında! Halklar hapishanesi olarak anılan Çarlık Rusya’sında! 100 yıl önce yakılan bu ateş sadece o günleri aydınlığa çıkarmakla kalmadı, bugün bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin sabırla ve inatla sürdürdükleri mücadele, zor dönemlerde aldıkları tutumlar bu gün bizlerin nasıl mücadele edeceği konusunda yol gösterici olmaya devam ediyor.
Bizler, tarih bilinci edinmeye çalışan gençleriz, Marksist Tutum okurlarıyız! İnanıyoruz ki karanlık aydınlığa dönecektir. Ancak günü kendiliğindenliğe terk etmek yok! Yüreğimizde ve bilincimizde kuşku ve korkuya yer yok! Koşulları ve ona uygun görevleri kavrayıp yerine getirirsek ışık çekirdeklerini ekebiliriz. Şairin dediği gibi, dünyayı sarsan büyük sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir. Bizler de şanlı Ekim Devriminin tüm derslerini bilincimize nakşedip sınıfımızın içerisinde sabırla ve inatla mücadele etmeye devam edeceğiz. Geçmişin deneyimlerini pusula edinip, yüzyıllardır hayal edilen ve uğruna mücadele edilen o yaşanılası dünyayı var etmek için canla başla çalışacağız. Selam olsun bir asırlık ezgiye, selam olsun şanlı Ekim Devrimine! Ve yeni Ekimlere…
Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!
Kocaeli’den metal işçileri
Tarihte çok önemli ve belirleyici dönemeç noktaları vardır. İşte 1917 Ekim Devrimi de işçi sınıfının sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde böyle bir dönemeç noktasıdır ve çok önemli bir kazanımdır. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. İşçi sınıfının can yakan sorunlarına devrimci tarzda çözümler getiren, Lenin önderliğinde Bolşevik Parti oldu. Böyle bir önderlikle tarihte ilk defa horlanan ve sömürülen kitleler siyasal iktidarı ele almış ve sömürüyü ortadan kaldırmaya girişmişti. İşçi sınıfı hem üreten hem de yöneten olmuştu.
Despotik Rus Çarlığı, ezilen ve sömürülen işçi-emekçi halka türlü türlü acılar yaşatmıştı. Açlık, yoksulluk ve emperyalist savaş kısırdöngüsü içinde kitleler bunalırken, egemen despotlar saraylarında sefahat içinde yaşıyorlardı. Sınıf devrimcileri olan Bolşevikler, en karanlık dönemlerde bile sınıfın devrimci gücüne inanarak bitmek bilmeyen bir sabır ve inatla işçi sınıfının can yakıcı sorunlarının çözümünü, devrime, kurtuluşa giden yolu göstermişti.
Kapitalizm çürüdü, miadını çoktan doldurdu. Bu çürümenin sonucunda ise kapitalizmin krizlerinin derinleştiği, emperyalist savaşın kızıştığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan göç ettirildiği, açlığın ve yoksulluğun arttığı karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler işçi-emekçi halkların örgütlü isyanından korktuğundan otoriter ve baskıcı burjuva yönetimleri işbaşına getiriyorlar. Baskı ve korku iklimi hâkim kılınmaya çalışılıyor. Ama korkunun ecele faydası yok! Kapitalizm insanlığa gelecek vaat etmiyor, vaat ettiği tek şey çürüme, açlık ve ölüm. Bu nedenle dünyanın çeşitli emperyalist ülkelerinde kapitalizme karşı öfke mayalanıyor.
Aradan bir asır geçmesine rağmen Ekim Devrimi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Kapitalizm kitlelere umutsuzluk, karamsarlık ve çıkışsızlık pompalıyor. Oysa umutsuzluğa yer yok, karamsarlığa yer yok! Lenin de inatla Marksist fikirlerin takipçisi olmuş ve sosyalist mücadeleyi sekteye uğratacak, yoldan saptıracak siyasal düşünce ve eğilimlere prim vermemiştir. Biz sınıf devrimcileri insanın insanı sömürmediği, sınırların ve sınıfların olmadığı, savaşların olmadığı, insanca yaşayabileceğimiz bir dünya istiyoruz. Böylesi bir dünya mümkün. Kapitalizmi alaşağı edecek kudret devrimci işçi sınıfının ellerinde yükselecektir. Kapitalizmin üzerine karabasan gibi çöken korkulu rüyası budur! Kapitalizm er ya da geç tarihin çöp sepetine gidecek.
Ekim Devrimini 100. Yılında Coşkuyla Selamlıyoruz
Esenyurt’tan bir grup kadın tekstil işçisi
Bizler tekstilde çalışan kadın işçiler olarak Ekim Devriminin 100. yılını coşkuyla selamlıyoruz. Bizler ancak bilinçli ve örgütlü işçiler olduktan sonra Ekim Devriminin önemini ve tarihini öğrendik. Bugün tek adam-tek parti rejiminin dayatıldığı, baskıların alabildiğine arttığı bir süreçten geçmekteyiz. Fakat tarih gösteriyor ki örgütlü işçiler asla karamsarlığa düşmezler. İşçiler 100 yıl önce Çarlığı yıkarak kendi iktidarlarını kurdular. Birinci Dünya Savaşında milyonlarca insan kapitalistlerin çıkarları uğruna öldü. Tüm olumsuzluklara rağmen işçiler mücadele etmekten geri durmadılar. Askerler savaşı bırakıp işçilerin yanında saf tuttular.
Kapitalistlere korku salan işçi devrimi savaşı durdurdu. Ekim Devrimini hayata geçiren Rus işçileri de bizim gibi işçilerdi. Aslında işçiler örgütlendiklerinde çok büyük bir güç oluyorlar. Ekim Devrimi bunun büyük bir örneğidir. İşçiler kendi tarihlerini yeni öğrenmeye başladığında, işçilerin yaptığı devrim hayal gibi geliyor. Biz de yeni öğrenmeye başladığımızda hayal gibi geliyordu. Fakat devrimci mücadeleyi hayatımızın her alanında hissetmeye başlayınca bu düşünceler kaybolup gidiyor. Biz işçiler umudumuzu günden güne yeşertmeliyiz. Ekim Devriminden aldığımız inançla, azimle, kararlılıkla mücadele ediyoruz. Kapitalizmi tarihin çöp sepetine atacak olan işçi sınıfının örgütlü gücüdür. İyi ki devrimci mücadeleyle tanışmışız. Biz kadın işçiler mücadelede en önde olmalıyız. Çocuklarımıza onurlu bir yaşam bırakmak bizlerin boynunun borcudur. Kız çocuklarının daha özgür yaşayacağı ve erkek egemenliğinin olmadığı bir dünya bırakmak bizlerin elinde. Yaşasın Ekim Devrimi!
Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!
Esenyurt’tan bir grup metal işçisi
1990’lı yıllarda sosyalizmin çöktüğü ve kapitalizmin zafer kazandığı ilan edildi. Artık savaşlar olmayacaktı. Dünyaya barış gelmişti. Ekonomik krizler olmayacaktı. İnsanların bütün temel sorunları çözülecekti. Kimse işsiz kalmayacak, herkesin barınacak bir yeri olacak, açlıktan kimse ölmeyecek, çıkarılan iklim yasaları vs. ile doğa korunacaktı… Kapitalizmin egemenlik kurmadığı, kapitalist ilişkilerin girmediği bir karış toprak kalmamıştı artık. Kapitalizm tam anlamıyla küresel bir sistem olmuştu ve güya insanlığın tüm sorunları çözülecekti. Burjuva ideologlar ve burjuva medya kitlelere bunları empoze ediyordu.
Ve yıl 2017. Şu an dünyaya baktığımızda gördüğümüz tablo hiç de anlatılanlara benzemiyor. Artık savaş olmayacak demişlerdi fakat her gün biraz daha büyüyen Ortadoğu eksenli emperyalist paylaşım savaşı binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaşadığı toprakları terk edip gelecek umuduyla göç yollarında ölüm-kalım mücadelesi vermesine yol açtı. Her gün binlerce insan bir parça yiyecek, bir yudum su bulamadığı için açlıktan ölüyor. Her geçen gün işsizler ordusuna binlerce insan katılıyor ve her gün sokakta yaşamaya mahkûm edilen insan sayısı artıyor. Milyonlarca insan açlığa, yoksulluğa mahkûm edilirken, çalışanların ücretleri düşürülüp çalışma saatleri uzatılırken, işçi-emekçilerin kazanılmış hakları dünyanın her yerinde saldırıya uğrarken, dünyayı yaşanmaz hale getirenler, sermaye sahipleri dolarlarına dolar katmaya, kârlarını artırmaya devam ediyorlar. Tüm insanlık artık refaha kavuşacak demişlerdi! Milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yalan söylemişlerdi, yalan söylemeye de devam ediyorlar.
Kapitalizmin içine sürüklendiği sistem krizi tüm insanlığı yok oluşa sürüklerken, emperyalist hiyerarşideki hegemonya krizi savaşın daha da derinleşeceğini gösteriyor. Dünyada otoriter ve baskıcı rejimler iktidar olurken, insanlığı çürümüş kapitalist düzene mahkûm etmek istiyorlar. Burjuva ideologlar, yazarlar, siyasetçiler istedikleri kadar allayıp pullayıp kapitalizmin insanlık tarihinin en iyi sistemi olduğunu söylese de, insanlığın büyük bir çoğunluğu yaşadığı hayattan rahatsız ve bir şeylerin değişmesini istiyor. Kapitalizmin yarattığı toplumsal çelişkiler her gün biraz daha derinleşirken, toplumun büyük bir kısmında öfke de büyüyor. Özellikle genç işçi-emekçiler arasında kapitalist ideologların öldü dedikleri sosyalist, devrimci, Marksist fikirlere yönelim eskisine göre daha fazla artıyor. Dünyanın birçok yerinde kitleler sokaklara çıkıyor, saldırılar karşısında grevlerle, direnişlerle sistemin yarattığı olumsuzluklara karşı mücadele ediyor. Sistemin yaratmış olduğu krizin faturasını ödemeyeceğini haykırıyor.
Yüzyıl önce de sistem kriz içindeydi. Krizden çıkmak ve dünyayı yeniden paylaşmak için emperyalist devletler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının sakat kalmasına neden olan bir paylaşım savaşına tutuşmuşlardı. 1914 yılında başlayan savaş, 1917 Ekim Devriminden sonra son bulmak zorunda kaldı. Zorunda kaldı çünkü burjuvaların, kapitalistlerin hiç beklemedikleri bir zamanda Rusya gibi Çarlıkla yönetilen geri bir ülkede işçiler kendi iktidarlarını kurmuşlardı. Kendi ülkelerinde de işçilerin ayaklanmasından ve iktidarı ele almasından korkan burjuvalar savaşa son vermek zorunda kaldılar. Öyle ya, ayaktakımı olarak gördükleri, köle gibi çalıştırdıkları işçiler nasıl iktidar olurdu? Evet, işçiler Lenin önderliğinde kurulan Bolşevik Partide örgütlenip sovyetlere dayanan kendi iktidarlarını kurdular. Sistemin yarattığı ve derinleştirdiği toplumsal çelişkilerin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk devrime dönüştü. Bolşevikler tarafından doğru zamanda sabırla, azimle ve karalılıkla örgütlenen işçi-emekçi kitlelerin öfkesi, Rusya’da işçi sınıfının iktidarıyla sonuçlandı. İşçilerin iktidara gelmesiyle savaş durdurulmuş, ezilen halklara özgürlüğü verilmiş, egemen sınıfların kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar ifşa edilmiş, topraksız köylülere toprak dağıtılmış, işyeri komiteleri aracılığıyla işçiler hem üretmeye hem de yönetmeye başlamıştır. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyerek kendi iktidar organlarını yaratmışlardır.
Bugün içinden geçtiğimiz dönemde toplumsal çelişkiler yüzyıl öncesine göre çok daha artmış durumda. Kapitalizm insanlığa iyi bir gelecek umudu vermiyor. Savaş, ölüm, açlık, yoksulluk, sefalet, baskılar, şiddet, işsizlik, umutsuzluk vs. dışında insanlara hiçbir şey vaat etmiyor. İnsanca bir yaşam için, insanlığın geleceği için tek çözüm kapitalist sistemin tüm kurumlarıyla birlikte yıkılıp tarihin çöp sepetine atılmasıdır. Nasıl mı? Dönüp tarihimize, geçmişimize bakarak, Ekim’den dersler çıkartarak, oradan almamız gereken deneyimleri alarak ve yolumuza devam ederek.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma yolunda önemli deneyimlerle dolu olan Ekim Devrimi, işçi iktidarı, sosyalist ve komünist toplum mücadelesi için tarihsel bir kilometre taşıdır. Ve insanlığın geleceği için devrimci mücadele bir zorunluluktur. Geleceğin toplumu için mücadele edenler, kendi sınıf tarihinden ve deneyimlerinden yararlanarak yol almak istiyorsa, bugüne yüzyıl öncesinden ışığını ulaştıran Ekim Devrimine ve ona öncülük eden Bolşeviklerin mücadele deneyimlerine sahip çıkmalı, bu deneyimlerin ışığında yol almalı, kitleleri devrimci mücadeleye çekebilmelidir.
Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor
Kocaeli’den bir kadın metal işçisi
Tarihte hangi mücadele kolay ulaştı zafere? Bundan 100 yıl önce bütün zorluklara rağmen zafere ulaşan Ekim Devrimi, bugün hâlâ bizim yüreğimize umut, burjuvazinin yüreğine korku salıyor. Tarihte ilk defa işçiler örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Yirminci yüzyılın başında tüm dünya savaşla sarsılıyordu. O savaşın ortasında kapitalistlerin yıkılmaz denilen kan ve zulüm iktidarının bir halkası zincirinden koparılmış, parçalanmıştı. Tarihin gidişatı değişmiş, işçi sınıfı gücünü göstermişti. Ekim Devrimi bizlere büyük bir miras bıraktı.
Ekim Devrimi insanlığa gösterdi ki yeni bir dünya kurmak mümkündür ve bunun temelleri mevcuttur. Önemli olan sınıf bilinçli işçilerin bu temelin üzerine sağlam bir bina örebilmesidir. İnsanın insanı sömürmediği bir dünyadır özlemimiz. Elbette ki işimiz çok kolay değil ama zaten hünerimiz de burada ortaya çıkmalıdır. Ne diyordu işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet;
“Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama
Bu iş biraz daha zor
Zor ama
Yapı yükseliyor, yükseliyor”
Ekim Devrimi insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının ellerinde olduğunu kanıtlamış şanlı bir zaferdir. Zamanın koşullarını düşünecek olursak bugünkü şartlara göre belki de daha zordu mücadele. Çünkü yaşanan her şey ilk kez tecrübe ediliyordu. Biz yeni kuşak işçiler o kıymetli deneyimleri derinden kavramaya çalışmalıyız. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı yanı başımızda sürüyor, başımızdan geçecek felâketleri bizlere gösteriyor. Yeni Ekim Devrimlerinin mayalandığı süreçler de yine başlamış bulunuyor. Yani tarih bizi göreve çağırıyor. İnsanlığı, doğayı, dünyayı yok olmaktan kurtarmak, üreten, var eden biz işçilerin ellerindedir. Yeter ki geçmişimize sahip çıkıp onun ışığında ilerleyelim.
Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!
Kocaeli’den MT okuru bir işçi
Ekim devrimi bu yıl 100. yılını geride bırakıyor. Bundan 100 yıl önce işçi sınıfı neleri başarabildiğini dosta düşmana gösterdi. Bu devrim işçi sınıfının tarihteki en büyük zaferidir. Bolşeviklerin önderliğinde işçiler, sovyetlerde örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Bu devrim biz işçiler için muazzam dersler içeriyor. O gün olduğu gibi bugün de işçi sınıfına ışık tutuyor.
Bugün kapitalizmin dizginsiz sömürü çarkları işçileri sefalete, açlığa ve iş cinayetlerine sürüklüyor. Uzayıp giden iş saatleri, emperyalist paylaşım savaşları, göçe maruz kalan milyonlarca mültecinin durumu kapitalizmin yarattığı sorunlardan sadece bazılarıdır. Bir yanda muazzam bir zenginlik birikirken bir yandan da yoksulluk alıp başını gitmiş durumda. Dünyanın dört bir yanında yükselen faşizm ve ırkçılık, her geçen gün artan savaş çığırtkanlığı, yaşanılası dünyamızı yaşanılmaz hale getirmiş durumda. Durum şimdilik iç karartıcı görünse de bu böyle devam edecek diye bir şey yok!
Nitekim bundan 100 yıl önce de durum bundan çok farklı değildi. Emperyalist savaş, ağır yaşam koşulları ve daha nice sorun o günlerde de vardı. Savaşı ve sömürüyü kabul etmeyen Rusya işçi sınıfı, Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde 1917 Ekiminde devrimi gerçekleştirerek savaşa ve sömürüye son vermişlerdi. Bu devrim bizler için bu yüzden büyük öneme sahiptir. Devrim özlemiyle mücadele edenlere, bu yolda ilerleyen biz işçi sınıfına yeni Ekim Devrimleri uzak değildir. Kapitalizme ve sömürüye karşı 2000’li yıllardan başlayıp günümüze kadar dünyanın farklı yerlerinde patlak veren isyanlar bunun göstergesidir. Dünyanın dört bir yanında kapitalizme ve sömürüye karşı hoşnutsuzluk giderek artıyor. Sömüren ve sömürülen sınıflar olduğu sürece de bu hoşnutsuzluk böyle devam edecek. Ama bu hoşnutsuzluk kendiliğinden insanlığın başındaki kapitalizm denen bu beladan kurtaramaz bizi. Ekim Devrimi ve ondan önceki sınıf mücadeleleri bize gösteriyor ki örgütlü olan ayakta kalır. Bu yüzden bundan 100 yıl önceki örgütlü işçilerin izlerini sürmeliyiz ve deneyimlerinden dersler çıkartıp yolumuza devam etmeliyiz. Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara! Selam olsun yeni Ekimleri yaratacaklara! Bu uğurda mücadeleyi örgütlemeye devam edelim. Yeni Ekimleri yaratmak için dünya işçi sınıfı mücadelesine bir tuğla da biz koyalım.
Ekim Devrimi 100 Yaşında
Gebze’den bir metal işçisi
İnsanlık tarihinde çok büyük değişimlerin yaşandığı dönemler olmuştur. Eski toplumsal yapılar yıkılmış, yerine yeni toplumsal sistemler gelmiştir. Her toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilenler, yoksullar ve işçi sınıfı için ise çok daha önemli olan bir dönem yaşanmıştır: Ekim Devrimi. Büyük Ekim Devrimi gelecek kuşaklar için önemli bir çağı başlattı. Bugün 100. yılını kutladığımız Ekim Devriminin mimarı olan Rusya işçi sınıfı, onlara önderlik eden Lenin ve Bolşevik Parti büyük bir saygıyı hak ediyorlar.
Rus çarlığının zorbalığı altında ezilen kitleler, fabrikalarda ağır şartlarda çalışan işçiler ve baskı altındaki sosyalistler Rus çarlığı şahsında dünya kapitalizmine çok ağır bir ders verdiler. İlk kez tarihte büyük değişikliğe yol açacak bir sınıfın, işçi sınıfının devrimci zaferi söz konusuydu. İşçi sınıfı artık tarih sahnesine güçlü bir giriş yapmıştı. Savaşı bitiren, üretimin gerçek sahibi olan işçi sınıfına yönetme imkânı sunan ve dünya işçilerine umut olan Ekim Devrimi, geleceğin sosyalizmle şekilleneceğini kanıtlamıştır.
Tarihte en büyük devrimi başlatan Rusya işçi sınıfı devrimi kolay yapmadı. 1917 yılına gelene kadar Rusya’da işçiler ve devrimci öncüler çok büyük zorlukları göğüslediler. Pek çok kez ayaklanma gerçekleştirdiler, büyük yenilgiler yaşadıkları gibi kazanımlar ve deneyimler de biriktirdiler. Koyu bir gericilik döneminin içinden geçen Rus işçileri kanlı I. Dünya Savaşının içinde kapitalizmi alaşağı etmeyi başardılar.
Bugün dünya çok daha kötü ve karanlık süreçlerin içine yuvarlanıyor. 3. Dünya Savaşı insanlığa yeniden büyük acılar yaşatıyor. Böyle bir zamanda kapitalistler en çok Marksizmden ve Lenin’den korkuyor. Bizlere gelene kadar insanlık büyük acılar yaşadı, yaşıyor. Rus işçileri de gericiliği yaşadı ama sınıfsız ve sömürüsüz dünya için umudunu hiç yitirmedi. Bizlere düşen görev Ekim Devriminden aldığımız ilhamla sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele etmeyi sürdürmektir.
100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu
Gebze’den bir kadın işçi
İnsanlığın kurtuluşunun bir gün gerçekleşeceğine inanan emekçi bir kadınım. Ekim Devriminin biz mücadeleci işçilere ne denli mühim bir miras bıraktığını, içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız çürümüş kapitalist bataklığa baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz. 100 yıl önce, işçi sınıfının öncülüğünde insanlık yeni bir dünyanın ayak seslerini duydu. Olmaz denilen oldu, değişmez denilen değişti, ayaklar baş oldu. Bugün ise karanlığın içinde yüreğimizde taşıdığımız umudun yol göstericisi oldu.
Evet, bugün zor ve karanlık günlerden geçiyoruz. Emekçi kitleler yoksulluk yetmezmiş gibi savaşın kurbanı oluyorlar. Zihinler köreltiliyor, gerçekler karartılıyor, maruz kaldığımız yaşamın sorgulanması istenmiyor. Haksızlıklar çığ gibi büyüyor. Bir avuç asalağı bir fiskesiyle darmadağın edecek milyonlarca insan tek başına olduklarını düşünerek ses çıkarmıyor. Oysa tek başına olmadığımızın, güçlü olduğumuzun kanıtıdır Ekim Devrimi. Ekim Devrimi işçi sınıfının örgütlü gücüyle başka bir dünyanın hayal olmadığını göstermiştir bizlere. Kapitalist dünyanın şaşakaldığı, korkudan tir tir titrediği bu muhteşem kalkışma gelecekte yine tekrarlanacaktır elbet. Yolumuz zorlu ve engebeli. Ama bu bizi yıldırmayacak, azimle ilerlemeye devam edeceğiz.
link: okurlarımızdan, Okurlarımızdan: Ekim Devrimine Selam Olsun!, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6028
100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu
İnsanlığın kurtuluşunun bir gün gerçekleşeceğine inanan emekçi bir kadınım. Ekim Devriminin biz mücadeleci işçilere ne denli mühim bir miras bıraktığını, içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız çürümüş kapitalist bataklığa baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz. 100 yıl önce, işçi sınıfının öncülüğünde insanlık yeni bir dünyanın ayak seslerini duydu. Olmaz denilen oldu, değişmez denilen değişti, ayaklar baş oldu. Bugün ise karanlığın içinde yüreğimizde taşıdığımız umudun yol göstericisi oldu.
Evet, bugün zor ve karanlık günlerden geçiyoruz. Emekçi kitleler yoksulluk yetmezmiş gibi savaşın kurbanı oluyorlar. Zihinler köreltiliyor, gerçekler karartılıyor, maruz kaldığımız yaşamın sorgulanması istenmiyor. Haksızlıklar çığ gibi büyüyor. Bir avuç asalağı bir fiskesiyle darmadağın edecek milyonlarca insan tek başına olduklarını düşünerek ses çıkarmıyor. Oysa tek başına olmadığımızın, güçlü olduğumuzun kanıtıdır Ekim Devrimi. Ekim Devrimi işçi sınıfının örgütlü gücüyle başka bir dünyanın hayal olmadığını göstermiştir bizlere. Kapitalist dünyanın şaşakaldığı, korkudan tir tir titrediği bu muhteşem kalkışma gelecekte yine tekrarlanacaktır elbet. Yolumuz zorlu ve engebeli. Ama bu bizi yıldırmayacak, azimle ilerlemeye devam edeceğiz.
link: Gebze’den bir kadın işçi, 100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6019
Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!
Ekim devrimi bu yıl 100. yılını geride bırakıyor. Bundan 100 yıl önce işçi sınıfı neleri başarabildiğini dosta düşmana gösterdi. Bu devrim işçi sınıfının tarihteki en büyük zaferidir. Bolşeviklerin önderliğinde işçiler, sovyetlerde örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Bu devrim biz işçiler için muazzam dersler içeriyor. O gün olduğu gibi bugün de işçi sınıfına ışık tutuyor.
Bugün kapitalizmin dizginsiz sömürü çarkları işçileri sefalete, açlığa ve iş cinayetlerine sürüklüyor. Uzayıp giden iş saatleri, emperyalist paylaşım savaşları, göçe maruz kalan milyonlarca mültecinin durumu kapitalizmin yarattığı sorunlardan sadece bazılarıdır. Bir yanda muazzam bir zenginlik birikirken bir yandan da yoksulluk alıp başını gitmiş durumda. Dünyanın dört bir yanında yükselen faşizm ve ırkçılık, her geçen gün artan savaş çığırtkanlığı, yaşanılası dünyamızı yaşanılmaz hale getirmiş durumda. Durum şimdilik iç karartıcı görünse de bu böyle devam edecek diye bir şey yok!
Nitekim bundan 100 yıl önce de durum bundan çok farklı değildi. Emperyalist savaş, ağır yaşam koşulları ve daha nice sorun o günlerde de vardı. Savaşı ve sömürüyü kabul etmeyen Rusya işçi sınıfı, Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde 1917 Ekiminde devrimi gerçekleştirerek savaşa ve sömürüye son vermişlerdi. Bu devrim bizler için bu yüzden büyük öneme sahiptir. Devrim özlemiyle mücadele edenlere, bu yolda ilerleyen biz işçi sınıfına yeni Ekim Devrimleri uzak değildir. Kapitalizme ve sömürüye karşı 2000’li yıllardan başlayıp günümüze kadar dünyanın farklı yerlerinde patlak veren isyanlar bunun göstergesidir. Dünyanın dört bir yanında kapitalizme ve sömürüye karşı hoşnutsuzluk giderek artıyor. Sömüren ve sömürülen sınıflar olduğu sürece de bu hoşnutsuzluk böyle devam edecek. Ama bu hoşnutsuzluk kendiliğinden insanlığın başındaki kapitalizm denen bu beladan kurtaramaz bizi. Ekim Devrimi ve ondan önceki sınıf mücadeleleri bize gösteriyor ki örgütlü olan ayakta kalır. Bu yüzden bundan 100 yıl önceki örgütlü işçilerin izlerini sürmeliyiz ve deneyimlerinden dersler çıkartıp yolumuza devam etmeliyiz. Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara! Selam olsun yeni Ekimleri yaratacaklara! Bu uğurda mücadeleyi örgütlemeye devam edelim. Yeni Ekimleri yaratmak için dünya işçi sınıfı mücadelesine bir tuğla da biz koyalım.
link: Kocaeli’den MT okuru bir işçi , Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6027
Ekim Devrimi 100 Yaşında
İnsanlık tarihinde çok büyük değişimlerin yaşandığı dönemler olmuştur. Eski toplumsal yapılar yıkılmış, yerine yeni toplumsal sistemler gelmiştir. Her toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilenler, yoksullar ve işçi sınıfı için ise çok daha önemli olan bir dönem yaşanmıştır: Ekim Devrimi. Büyük Ekim Devrimi gelecek kuşaklar için önemli bir çağı başlattı. Bugün 100. yılını kutladığımız Ekim Devriminin mimarı olan Rusya işçi sınıfı, onlara önderlik eden Lenin ve Bolşevik Parti büyük bir saygıyı hak ediyorlar.
Rus çarlığının zorbalığı altında ezilen kitleler, fabrikalarda ağır şartlarda çalışan işçiler ve baskı altındaki sosyalistler Rus çarlığı şahsında dünya kapitalizmine çok ağır bir ders verdiler. İlk kez tarihte büyük değişikliğe yol açacak bir sınıfın, işçi sınıfının devrimci zaferi söz konusuydu. İşçi sınıfı artık tarih sahnesine güçlü bir giriş yapmıştı. Savaşı bitiren, üretimin gerçek sahibi olan işçi sınıfına yönetme imkânı sunan ve dünya işçilerine umut olan Ekim Devrimi, geleceğin sosyalizmle şekilleneceğini kanıtlamıştır.
Tarihte en büyük devrimi başlatan Rusya işçi sınıfı devrimi kolay yapmadı. 1917 yılına gelene kadar Rusya’da işçiler ve devrimci öncüler çok büyük zorlukları göğüslediler. Pek çok kez ayaklanma gerçekleştirdiler, büyük yenilgiler yaşadıkları gibi kazanımlar ve deneyimler de biriktirdiler. Koyu bir gericilik döneminin içinden geçen Rus işçileri kanlı I. Dünya Savaşının içinde kapitalizmi alaşağı etmeyi başardılar.
Bugün dünya çok daha kötü ve karanlık süreçlerin içine yuvarlanıyor. 3. Dünya Savaşı insanlığa yeniden büyük acılar yaşatıyor. Böyle bir zamanda kapitalistler en çok Marksizmden ve Lenin’den korkuyor. Bizlere gelene kadar insanlık büyük acılar yaşadı, yaşıyor. Rus işçileri de gericiliği yaşadı ama sınıfsız ve sömürüsüz dünya için umudunu hiç yitirmedi. Bizlere düşen görev Ekim Devriminden aldığımız ilhamla sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele etmeyi sürdürmektir.
link: Gebze’den bir metal işçisi, Ekim Devrimi 100 Yaşında, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6025
Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Tutmaya Devam Ediyor
OHAL’in kalıcılaştığı, KHK’ların hüküm sürdüğü, baskıların arttığı, sömürünün korkunç hale geldiği, iş kazalarında ölümlerin arttığı, çözüm sürecinin yalan olduğu, milletvekillerinin, gazetecilerin, aydınların, eğitmenlerin cezaevlerine atıldığı, kadınlara ve çocuklara yönelik tacizin, tecavüzün, şiddetin arttığı, milliyetçiliğin kışkırtıldığı, Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı saldırıların yaygınlaştığı, üçüncü dünya savaşının giderek kızıştığı bir dönemden geçiyoruz. Yani zor ve karanlık günlerden geçiyoruz.
Türkiye’de de başka ülkelerde de durum parlak değil. Bu korkunç tabloyu kapitalizm yaratıyor. Türkiye’de ve dünyada insanlar yaşayamaz hale geliyor. Emperyalist ülkeler rekabet ve savaşla nüfuz alanlarını büyütmeye çalışıyorlar. Savaş bölgelerinde onların adına savaşacak silahlı grupların önünü açıyorlar. Bu savaşlarda yüz binlerce insan egemenlerin kârı uğruna ölüyor, ülkelerini terk etmek zorunda kalıyor. Fakat tarih gösteriyor ki tüm bunları yaratan kapitalizm mutlak değildir. Kapitalizmin ve bize yaşattığı sorunların nasıl ortadan kaldırılacağını zamanında işçi sınıfı devrim yaparak göstermiştir.
Bundan tam 100 yıl önce, yani 1917’de, Rusya işçi sınıfı baskıcı Çarlık düzenini yıkmış, ardından Lenin’in önderliğinde kendi iktidarını kurmuştu. Ekim Devrimi, 1914’te patlak veren ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan I. Dünya Savaşına son vermişti. Rusya’nın işçileri ve köylüleri o güne kadar sırtlarında taşıdıkları egemenleri alaşağı etmişlerdi. İnsanın insanı sömürmediği, açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya kurmanın tohumlarını ekmişlerdi. Lenin ve Bolşevik Parti işçi sınıfına, kan emicilere ebediyen boyun eğmek zorunda kalmamak için nasıl örgütlenmesi gerektiğini göstermişti.
Elbet bugün yaşadığımız karanlık ve zor günler de bitecektir. Her daim yüzümüzü işçi sınıfının mücadele tarihine çevireceğiz, ders çıkaracağız ve geleceğe hazırlanacağız. Üzerinden yüz yıl geçen Ekim Devriminin haklılığı bugün daha berrak biçimde açığa çıkıyor. Kapitalist çürümenin geldiği boyut ortadayken kurtuluşun yolunun işçi devriminde olduğu gün gibi ortadadır. Ekim Devriminin sönmeyen ateşi işçi sınıfının mücadelesine ışık tutuyor. Zalim burjuvaziye de korku salıyor. Umudumuzu hep diri ve canlı tutalım. Örgütlü ve bilinçli olmak bunu gerektirir.
Selam Olsun 100. Yılında Ekim Devrimine!
link: Esenyurt’tan bir kadın işçi, Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Tutmaya Devam Ediyor, 29 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5913
Atı Alan Üsküdar’ı Geçti mi?
16 Nisanda yapılan referandumun sonuçları daha resmi olarak yayınlanmadan, iktidar cenahının yangından mal kaçırır gibi yaptığı açıklamaların nedeni çok geçmeden anlaşıldı. Aylardır yapılan baskılar, yıldırma operasyonları kazanmalarına yetmemişti. Bütün baskılara rağmen toplum Erdoğan ve AKP iktidarının gemi iyice azıya alacağını gösteren bu başkanlık dayatmasına sandıkta çok açık bir şekilde “HAYIR” demişti. Ama devlet AKP iktidarının emrindeydi. Bu nedenle devletin tüm olanaklarıyla dediğim dedik, çaldığım düdük düzeni kurmaya çalışanlar her türden manevraya hazırlanmışlardı. Geçtiğimiz iki ay boyunca sandıktan “evet” çıkarmak için neler yapılmadı ki? “HAYIR” diyeceğini açıklayanlar “terörist” ilan edildi. “Hayır” çalışması yapanlar saldırıya uğradı, tehdit edildi. Eylem ve etkinliklerine izin verilmedi, afişleri söküldü. Üniversite hocaları, öğretmenler, binlerce kamu çalışanı uydurma gerekçelerle, yalan, dolanla görevlerinden atıldı. Gazeteciler tutuklandı. Sesini çıkaranın tepesine çullanıldı.
Hele doğu ve güneydoğu illerinde yapılanlara bakıldığında nasıl bir lanete tebelleş edildiğimizi daha iyi anlamaktayız. 7 Haziran sonrası yapılanlar yetmemişti. 16 Nisan referandumuna kadar da Kürt halkının siyasi temsilcilerine yönelik saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar devam etti. Bu illerden yüz binlerce insan göç ettirildi. Seçim günü 40 hanelik köy ve mezralara varıncaya dek tüm bölge kolluk güçleriyle ablukaya alındı. AKP iktidarı o sandıklarda “evet” demeyenin hesabını görmenin hazırlığını yapmıştı. Kimsenin yeri boş bırakılmadı. AKP her türden demografik değişikliği ince hesaplarla yaptı. CHP ve HDP’nin sandık görevlilerine ve müşahitlerinin çoğuna uydurma gerekçelerle sandık başında görev yaptırmadı. Tehdit, şantaj, şiddet, baskı, gözaltı ve tutuklamalar takip edilemez hale geldi. Doğu ve güneydoğu dışında başta İstanbul gibi büyük kentlerdeki sandık başlarında bile AKP’nin sandık görevlileri bulundukları yerlerin çoğunda terör estirdiler. Muhalif sandık görevlilerini tehdit edenler hatta dövenler oldu.
Referanduma kadar da tüm televizyonlar, gazeteler, bilboardlar, yollar, barkovizyonlar, sokaklar Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın resimlerinden geçilmez oldu. AKP iktidarı sayesinde kasalarını doldurup zenginleşen müteahhitler gökdelen inşaatlarına onların dev posterlerini astılar. Yeni sağlık sistemi sayesinde sülük gibi insanlara yapışmış olan özel hastane sahipleri yeni yeni her yerde yükselen hastane inşaatlarına onların dev posterlerini astılar. Sözün özü, içimiz dışımız Erdoğan ve şürekâsının istilasına uğradı. Her yerde konuştular, hep konuştular. Toplu açılıştan bizim başımız döndü. Onlar aynı yerleri yeniden yeniden açmaktan vazgeçmediler. Ve daha neler neler…
Lakin AKP, 16 Nisan referandumunu, emir kullarından müteşekkil Yüksek Seçim Kurulunun son andaki mahir manevrasıyla ve tüm hilelerle kazanmış göründü. Daha sandıkların sayımı tamamlanmadan “atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi Erdoğan. Ama kazın ayağı öyle değildi. Atı çaldıklarını ve hakeza Üsküdar’ı da geçemediklerini hepimiz gördük. Modern sanayi kentlerimizin, işçi sınıfının kalbinin attığı kentlerimizin surlarını aşamadılar. 80 milyonluk bir ülkenin “HAYIR” diyen çoğunluğunu sandık sonuçlarına razı etmek için “1-0 da 5-0 da birdir” diyenlere, dün iki artı iki dört değildir dediklerini ve Türkiye’nin %51’den büyük olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bu referandum oyunu böyle bitmedi, bitmez. Eğer örgütlenir ve mücadele edersek AKP’nin ve devletin senaryosunu yazdığı, kendi oyuncuları ile oynadığı bu film gişe yapmaz, bu oyun tutmaz. Biz “HAYIR” diyenler toplumun çoğunluğuyuz ve bu referandum sonuçlarını kabul etmiyoruz.
Referanduma kadar işçi ve emekçiler için hazırladıkları lanetli planlarını sandıklara saklayanlar şimdi baltalarını çıkarıyorlar. İşten çıkarmalar başladı. Daha bir hafta geçmeden fabrikalardan çıkış listeleri açıklanmaya başladı. Kamu işçilerinin yeni sözleşme dönemi başladı. AKP’nin sendikacıları, “evet” versinler diye türlü vaat ve yalanla ikna etmeye çalıştıkları işçilerin mücadele etmesini engellemek için her türden tezgâhı kurmaya, dolap çevirmeye devam edeceklerdir. Ama gerçekler ve doğrular inatçıdır. Eninde sonunda üzerlerindeki bütün balçığı sıyırıp ortaya çıkmaktadırlar. İşçi sınıfının mücadele etmeye hazırlanma zamanıdır. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe sayılı günler kaldı. Önümüz 1 MAYIS. Şimdi birlik olmak, gerçekleri görüp mücadeleye hazırlanmak gerek. Bu faşist gidişata dur demek için “HAYIR” diyen milyonlarız. Biz bitti demeden bu kavga bitmez.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi, Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi. Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say. Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü, Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü. Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet. Boynundan esaret bağını parçala, kes, at! Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat. (Yaşar Nezihe Hanım'ın 1 Mayıs şiirinden. Amele Cemiyeti üyesi Yaşar Nezihe Hanım, ilk 1 Mayıs şiirini yazan kadın şairdir.)
Yaşasın İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü!
Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!
link: Tuzla’dan bir öğretmen, Atı Alan Üsküdar’ı Geçti mi?, 27 Nisan 2017, https://marksist.net/node/5622
Bolşevikler ve Lenin
Çocukluğun uzun sürme şansının pek olmadığı bir zamanda ve toplumda (özellikle işçi sınıfı ailelerinde bu böyleydi), Bolşeviklerin örgütünün kalbi olan profesyonel devrimcilerin “çelik çekirdeği” tümüyle işçi ve öğrenci gençlerden oluşmuştu.
Asla geriye bakmaksızın kendilerini işçi mücadelesine adamak üzere, politik ve kolektif olan dışında tüm kariyer olanaklarını ve amaçları reddedenler 20 yaşın altındaki insanlardı. Partiye 25 yaşında katılan taşbaskıcı Mihail Tomski parti dışında geçen militan yıllarına rağmen diğerlerinden ayrılır. Aslında onun yaşına erdiklerinde diğerlerinin büyük bölümü gerilerinde tam zamanlı politik mücadeleyle geçen uzun yıllar bırakmışlardı.
Ukrayna’da zengin bir burjuva ailenin oğlu olan öğrenci Piatakov 20 yaşında Bolşevik olmuştu. Daha önce anarşist bir militandı. Kamenev olarak bilinen öğrenci Rosenfeld partiye 19 yaşında katılmıştı, aynı makine işçisi Schmidt ve mekanik ustası Ivan Nikitiç Smirnov gibi. Makine işçisi Bakayev 18 yaşında katılmıştı, tıpkı öğrenci olan Buharin ve Krestinski ve kunduracı Kaganoviç gibi. Büro işçisi Zinovyev ve makine işçileri Serebriakov ve Lutovinov 17 yaşında Bolşeviklerdi. Sverdlov, tıpkı liseli Kibişev gibi 16 yaşında katıldığı sırada, bir eczacının yanında çalışıyordu. Kunduracı Drobnis ve liseli Smilga partiye 15 yaşında katıldı, Piatnitski 14 yaşında.
Bu genç insanlar daha ergenlik çağını geride bırakmadan eski üyeler, kadrolar durumundaydılar. 17 yaşındaki Sverdlov, Sormovo sosyal-demokrat örgütünün başındaydı ve onu teşhis etmeye uğraşan Çarlık polisi ona “Ufaklık” lakabını takmıştı; Sokolnikov 18’indeydi ve Moskova mahallelerinden birinin sorumlusuydu. Zinovyev çoktandır Petrograd’ın önde gelen Bolşeviklerinden biri olarak tanınıyordu ve daha sonra 24 yaşında Merkez Komitede yerini aldığında Proleter’in editörüydü. Kamenev Londra’da delegeyken 22 yaşındaydı, Sverdlov Tammerfors Kongresinde 20, Serebriakov, örgütleyici ve Rusya yeraltı örgütlerinin 20 delegesinden biri olarak 1914’te Prag’da bulunduğunda 24.
Bu genç insanlar, grevler ve devrimci hareketin gidişatına denk düşen dalgalar halinde birbiri ardına gelmişlerdi. Yaşı daha büyük olanlar 1898 civarında militan faaliyete katılmışlar ve daha 1903’te Bolşevik olmuşlardı; onlardan sonra 1905-1907 döneminin kuşağı geldi; son olarak üçüncü dalga 1911-12’de katıldı.
Bu insanların yaşamı yıllar süren hapislik, yeraltı faaliyeti, mahkûmiyetler, sınırdışı edilmeler, sürgünlerden oluşuyordu. 1882’de doğan Piatnitski harekete 1896’da katıldı, 1902’de tutuklandı, kaçtı, tekrar Iskracı örgütlenmeye katıldı ve sonra da yurtdışına çıktı. 1905’e kadar yurtdışı örgütünde çalıştı, o yıl tekrar Rusya’ya döndü, 1906’ya kadar Odessa örgütünde, sonra 1906 ile 1908 arasında da Moskova’da mücadele etti. Tutuklandı, kaçtı ve Almanya’ya gitti, 1915’e kadar orada partinin teknik yönetiminde önemli işler yaptı. Bu dönemde bir meslek öğrendi, elektrikçilik mesleğini. 1915’te illegal olarak Rusya’ya döndüğünde bir fabrikada çalışmaya başladı ve yeniden tutuklandı, sınırdışı edildi.
Daha çarpıcı olan başka yaşam öyküleri de var: Serge Mraçkovski ana-babasının politik mahkûmiyeti sırasında hapishanede doğdu, çocukluğunu orada geçirdi, ta ki daha sonra yetişkin olduğunda bu sefer kendi hesabına oraya tekrar dönene kadar; 1917’de 37 yaşında olan Tomski, on yıllık hapislik ve sınırdışını geride bırakmıştı; Vladimir Milyutin sekiz kez tutuklanmıştı, beş kez hapis cezası almış ve iki kez de sınırdışı edilmişti; Drobnis hapiste altı yıl geçirdi ve üç kez ölüm cezasına çarptırıldı.
Bu insanlar önüne geçilemez bir moral güce sahiplerdi: Tüm varlıklarını adamışlardı, ancak bu yolla genç beyinlerinin ışığını saçan tüm olanakları ifade edebileceklerine inanmışlardı. 19 yaşında yeraltına geçen, parti tarafından kuzeyde Kostrona’daki işçileri örgütlemeye gönderilen Sverdlov bir arkadaşına şöyle yazıyordu: “Bazen Nijni-Novgorod’u özlüyorum, ama uzakta olduğuma nihayetinde memnunum, çünkü orada kanatlarımı gerçekte şimdi olduğunu düşündüğüm kadar açamayacaktım. Novgorod’da nasıl çalışılması gerektiğini öğrendim ve böylece buraya geride belli bir deneyimle geldim; burada enerjimi yönlendirebileceğim büyük bir eylem alanı var.”
Gericilik döneminde Urallar’daki yeraltı örgütlenmesinin canlı ruhu Preobrajenski tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Avukatı Kerenski ona yöneltilen suçlamaları inkâr etmeye kalktığında, ayağa fırlayıp Kerenski’yi reddederek, fikirlerine sahip çıkmış ve devrimci faaliyetinin sorumluluğunu üstlenmişti. Belirtmeye gerek yok, hapse mahkûm oldu.
Ancak devrimden sonradır ki, parti 18 yaşından beri profesyonel devrimci olan bu adamın birinci sınıf bir ekonomist olduğunu keşfetti. Bu insanlar teorik çalışmalar yapıyorlardı ve Ukrayna’da 1918’de takip altındayken Spengler hakkında bir deneme yazan Piatakov gibi, Buharin gibi seçkin entelektüellerdi.
O kadar parlak olmasa da diğerleri de her fırsatta teorik çalışma yapıyorlardı, zira parti bir okul olarak tarif edildiğinde bu hiç de lafın gelişi bir şey değildi. Birçok durumda insanlar ancak partide okuma yazma öğreniyorlardı ve her üye etrafındaki gruptan sorumlu bir eğitmen oluyordu, grup da onunla tartışma içinde öğreniyordu.
Bolşevizmin düşmanları bazen partiyi sosyoloji kulübüne çeviriyormuş gibi görünen bu kitap düşkünlüğüyle alay etmekten hoşlanırlar, ama Prag Kongresi bilfiil, Longjumeau’daki kadro okulunda Lenin’in 45 dersini dinleyen ve tartışan birkaç düzine üyenin oluşumuyla hazırlandı; bu derslerin 30’u politik ekonomi üzerineydi, 10’u tarım sorununa, Rus Partisinin tarihine, Batı’da işçi hareketinin tarihine, hukuk, edebiyat, gazetecilik tekniklerine ayrılmıştı.
Elbette mesele tüm Bolşeviklerin büyük bilim insanları olması meselesi değildi, ama kültürleri onları kitlelerin ortalama düzeyinin hayli üzerine çıkarıyordu ve kendi saflarında yüzyılın en parlak beyinlerinden bazıları yer alıyordu. Şüphe yok ki, parti üyelerini yüksek bir düzeye çıkarmıştı ve profesyonel devrimcilerin taraflı yorumcular tarafından sıkça resmedilen henüz adı konmamış bürokratlarla en küçük bir benzerlikleri yoktu.
Onları iyi tanıyan ve o hayatı paylaşan Troçki, her ne kadar o sırada bir Bolşevik değildiyse de, onlar hakkında şunları yazmıştı:
“Devrimci kuşağın gençliği işçi hareketinin gençliği ile çakışır. On sekiz ile otuz yaş arası insanların çağıydı. Bu yaşın üstündeki devrimciler parmakla sayılırdı ve yaşlı görünürlerdi. Kariyerizmden henüz tümüyle uzak olan hareket, geleceğe duyulan inanç ve bunun getirdiği fedakârlık ruhu temelinde varlığını sürüyordu.
“Henüz rutin yoktu, yerleşik formüller yoktu, teatral jestler yoktu, hazırlop hitabet numaraları yoktu. Yükselen yüce duygular utangaç ve sakardı. “Komite”, “parti” gibi kelimeler henüz yeniydi, bir bahar tazeliği havası taşıyorlardı ve gençler için cezbedici ve harekete geçirici bir yankı yapıyorlardı.
“Harekete katılan herkes birkaç ay içinde hapis ve ardından sürgünün kendilerini beklediğini biliyordu. Tutuklanmadan önce mümkün olduğunca uzun süre faaliyette kalmak; jandarmaların karşısında sağlam durmak; tutuklanan yoldaşlara mümkün olduğunca yardımcı olmak; hapiste mümkün olduğu kadar çok kitap okumak; sürgünden mümkün en kısa sürede yurtdışına kaçmak; orada akıl-irfan kazanmak; sonra da Rusya’da devrimci faaliyete tekrar dönmek onur konusuydu.”
Bolşeviklerin zaferlerini ve hepsinden önemlisi de, önce yavaş sonra çok hızlı biçimde, partinin sınıfa entegre olabilmesini ve ona liderlik edebilmesini sağlayan, Buharin’in partinin ikinci halkası dediği ve devrim döneminde partinin antenleri ve kaldıraçları olan insanları, devrimci işçileri, sendikaların ve parti komitelerinin örgütçülerini, direniş odaklarını, inisiyatif merkezlerini, yenilmez eğiticileri ve canlı ruhları kazanmalarını başka hiçbir şeyin daha iyi açıklayamayacağı kesindir.
Tarih çoğu kez bu kişilerin isimlerini neredeyse unutmuştur; Lenin onlardan “Kaivrov tipi” kadrolar diye söz eder, onu 1917’de bir süre saklayan ve onun tam güvenine sahip kişiye göndermede bulunarak. Onların varlığı düşünülmeden Bolşevik “mucize” anlaşılamaz.
Bolşevik Partinin ne olduğunun tarifi, onu kuran ve ölene kadar ona liderlik eden adamı tarife girişmeden eksik kalır. Muhakkak ki Lenin bir ölçüde kendisini partiyle özdeşleştirmişti. Bütün bunlara rağmen Lenin aynı zamanda bundan farklı olarak da görülmelidir.
Öncelikle, Lenin kendi kuşağından kalma neredeyse tek kişiydi, kıdemlisi olan Plehanov, akranı olan Martov önde gelen Menşevikler oldular.
İlk dönemki yardımcıları Bogdanov ve Krassin daha sonra ayrıldılar. Prag Kongresi döneminde en yakın çalışma arkadaşları içinde en yaşlı olanlar Zinovyev, Kamenev, Sverdlov ve Nogin 30’un altındaydılar. Lenin’in kendisi 42 yaşındaydı ve Bolşevikler arasında Iskra dönemi öncesi kuşağından, yani Marksizmin öncüleri kuşağından kalan tek kişiydi. Bolşevik çekirdeği oluşturan gençler her şeyden önce onun öğrencileriydiler.
Burası Lenin’in entelektüel yeteneklerine, kültürüne, çalışma gücüne, muhakemesinin canlılığına, analizlerinin nüfuz gücüne ve öngörüsünün derinliğine dair bir değerlendirilmeye girişmenin yeri değildir. Basitçe özetleyecek olursak, tarihsel aracın, yani partinin gerekliliğine inanan Lenin, tüm bu dönem boyunca kitle hareketinin gelişme perspektiflerine ve sunduğu verilere dayanarak, kendi analizlerinin ve sezgilerinin sağlamlığına olağanüstü bir güvenle, onun inşasına ve güçlendirilmesine yoğunlaşmıştır.
İdeolojik anlaşmazlıkların kaçınılmaz olduğuna derinden inanmış olan Lenin Krassin’e şöyle yazmıştı: “Merkez Komite içinde ya da onun temsilcileri arasında tam bir birlik olmasını beklemek bir ütopyadır.” İkna etmek için mücadele ederdi, haklı olduğundan emindi, politik gelişmelerin onu haklı çıkaracağından da emindi.
Bir yenilgi aldığında da bunu gayet tasasızca kabullenirdi, bunu sadece geçici bir durum olarak görürdü, tıpkı devrim arifesinde yapılan 1905 Kongresinde Komitetçiki (Komiteciler) karşısında aldığı yenilgide olduğu gibi. Devrimin bu Komitetçiki’nin rutinini süpürüp atacağını biliyordu. Aynı yılın sonunda üyelerin partinin yeniden birleştirilmesi meselesindeki basıncına boyun eğdi, ancak bunun için erken olduğu fikrindeydi. Yine de, bu olurken, hasarın sınırlı kalmasını sağlamak üzere, tüm çabasını birleşmiş partide Merkez Komitesi seçiminin eğilimlerin orantılı temsiline göre yapılmasına hasretti.
1906 ve 1910 arasında kendi hizbindeki muhalifleri ikna etmek için çabalarını arttırdı ve sonunda ayrılma konusunda inisiyatifi onlara bıraktı. 1910’da Dobravinski tarafından savunulan uzlaşmacıların politikasını sineye çekti, zira Dobravinski’yi değerli bir yoldaş olarak görüyor ve pratiğin onu hızlı biçimde ikna edeceğini umut ediyordu.
Temel nitelikte gördüğü sorunlarda tavizsiz olan Lenin –örneğin, illegal çalışma onun gözünde politik faaliyetin devrimci karakterinin mihenk taşlarından biriydi– gereklilik doğduğunda geri çekilirdi, üstelik sadece çoğunluktayken değil, ısrarcı olduğu disiplin konusunda doğru bir örnek sergilemek için azınlıkta olduğunda da bunu yapardı. Amacı kendisinin haklı olduğunu ispatlamak değil, sınıf mücadelesine müdahale etmesini sağlayacak aracı yaratmak ve söylemekten hoşlandığı gibi “milyonlar ölçeğinde” tarihsel olarak haklı olmaktı. Fraksiyonunu, yani yıllar içinde dikkatle denenip sınanmış kişileri bir arada tutmak için nasıl beklemesi gerektiğini ve hatta taviz vermesi gerektiğini biliyordu, ama hiçbir zaman şov yapma sevdasına kapılmadı, ne de hasımları temel noktaları sorgulamaya başladıklarında her şeye yeni baştan başlamakta tereddüt etti.
İdeolojik ya da taktik anlaşmazlıkta daima açıları keskinleştirir, çelişkileri uca götürür, zıtlıkları sivriltir, muarızının bakış açısını şematize eder hatta karikatürleştirirdi. Bunlar, uzlaşmaya değil kazanmaya, rakibin düşünce sürecini bozmaya, ihtilafı herkesin kolay anlayacağı temel öncüllere yöneltmeye dönük mücadele yöntemleriydi.
Ama kavgaya tutuştuklarıyla, ortak çalışma içinde işbirliğini muhafaza etme ihtiyacını asla gözden kaçırmazdı. Savaş sırasında devlet sorununda Buharin’le anlaşmazlık içinde iken, henüz hiçbiri yeterince incelenmemiş noktalardaki anlaşmazlıkları şiddetlendirmemek için ondan bu konuda yazmamasını istemişti.
Daima tartıştı, bazen çubuğu büktü, ama asla ikna etme hedefinden vazgeçmedi, çünkü ancak ve ancak bu şekilde –aleyhindekilerin söylemiş oldukları ve halen söyledikleri her ne olursa olsun– zaferlerini elde etti ve onun elleriyle inşa edilmiş ve onun tarafından seçilip eğitilmiş kişilerden oluşan fraksiyonunun tartışmasız lideri haline geldi.
Bu ona tümüyle normal görünüyordu ve yoldaşlar arasındaki kavgalardan endişelenenlere hiç rahatsızlık duymadan şöyle diyordu: “Bırakın duygusal olanlar ah vah etsinler: Yine münakaşa! Yine iç ayrışma! Yine polemik! Bizim cevabımız şudur: yeni ve sürekli yenilenen mücadeleler olmadan hiçbir devrimci sosyal-demokrat şekillenmemiştir.”
Yoldaşları üzerindeki otoritesi –muazzam bir otorite– bir papazın ya da bir subayın otoritesi değildi, dürüstlüğüne, idrakine hayran olunan, bilgisi ve deneyimi takdir edilen, yakın tarih üzerindeki damgası ölçülebilen ve kendi hizbinin ve partinin açıkça kurucusu olan bir öğretmen ve yol arkadaşının, bir ustanın, bir yaşlının –ona teklifsizce İhtiyar derlerdi– otoritesiydi.
Etkisi fikirlerinin gücüne kuvvetine, mücadeleci mizacına ve polemikçi yeteneğine dayanıyordu, katı disipline ya da riayete değil. Krassin’den Buharin’e dek yoldaşlarının gösterecekleri gibi, Lenin’e karşı muhalefet başlatmak onlar için ruh dünyalarında korkunç bir dram olmuştur. Buna rağmen muhalefet ettiler, çünkü bu bir ödevdi, “devrimcinin ilk ödevi” demişti kişinin kendi liderlerini eleştirme ödevidir; öğrenciler yanlış yaptığını düşündüklerinde onun görüşlerine karşı mücadele etmeye cesaret etmezlerse kendilerini ustalarını hak etmiş sayamazlardı.
Ayrıca bir devrimci parti robotlarla kurulamaz. Buharin’e, sadece disiplinli aptalları muhafaza etmek üzere, pek disiplinli olmadıkları gerekçesiyle zeki insanlar dışlanırsa parti mahvolur diye yazarken bunu biliyordu. Bu nedenledir ki partinin ve 1905’ten itibaren de fraksiyonun tarihi, Lenin’in uzun ve sabırlı çalışma pahasına zaferle çıktığı bir ideolojik ihtilaflar serisidir.
Bu bakımdan Lenin’i kendi fraksiyonundan ayırmak zordur; görüş birliğine, büyük sorunlar üzerine olduğu kadar geçici taktik sorunlar üzerine de hakikaten sürekli tartışmanın sonucunda varılmıştır.
Üstelik, şüphe yoktur ki, Zinovyev, Stalin, Kamenev, Sverdlov, Preobrajenski, Buharin gibi çok değişik unsurları, zıt kişilikleri, çelişik eğilimler taşıyan kişileri bir araya getirebilen şey, fikir alanındaki mücadele yoluyla Lenin’in becerisidir, ki bu da onun örgütsel çalışmasının başarısını kesin biçimde açıklar. Bolşeviklerin istediği ve başardığı “çelik çekirdek”, Deutscher’in deyişiyle “müthiş proletarya”dan olduğu kadar, böylesi bir parti inşa yolunu tutan adamın beyninden doğmuştur.
Ama tam bu nokta Lenin’in yalnızlığını da açıklar. Sonunda partide hiç kimse onun yeteneklerinin düzeyine çıkmayacaktır. Yardımcıları ve öğrencileri olacaktır, çalışma arkadaşları ve yoldaşları olacaktır, ama yalnızca Troçki’de –belki tam da kişiliği 1917’den önce Bolşevik olmamasını ve Lenin’in hegemonyasını tanımamasını açıklar– eşitler düzeyinde bir yol arkadaşı bulacaktır.
Lenin’i eski Bolşevikler arasında yeri doldurulamaz yapan tam da buydu, hatta Preobrajenski’nin dediği gibi, o “dümendeki adam olmaktan ziyade, kitleyi bir arada tutan çimento” idi.
Zira partinin zaferlerinin, onun “Marksist sağlamlığı” kadar “taktik esnekliğinden” dolayı olduğu konusunda eğer Buharin’le hem fikir olunacaksa, ki bu eski Bolşeviklerin görüşüydü, şu da kabul edilmelidir ki, her iki bakımdan da esinleyici olan yalnızca Lenin’di ve kendi kusurları temelinde eğitilen ve Lenin’le kavgaya tutuşan o Bolşevikler zamanla bunu kabullenmişlerdi.
Ama “milyonlar” tarafından yapılmakta olan tarihe onu balıklama daldıran devrimci dönem, belki de onun başarılı çalışmasını sürdürebilecek olanların kuşağını yetiştirmesini sağlayacak zamanı ona bırakmadı. Her halükârda Lenin’in ölümüne kadarki parti tarihinin akla getirdiği hipotez budur. Ölümü, özü gereği dogmalara karşı olan bu düşünceden “Leninizm” dogmasının doğmasına fırsat sunmuştur, bu dogma da nihayetinde onun yaratmayı başardığı “Bolşevik” ruhun yerini almıştır.
Çeviri: Marksist Tutum, Şubat 2017
link: Pierre Broue, Bolşevikler ve Lenin, 2 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5502
Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar
Tarihsel bir kriz içinde debelenen kapitalizm, kendisiyle birlikte tüm toplumu çürütmekte ve insani değerleri hiçleştirmektedir. Öyle ki bu çürüme giderek toplumun geleceği olan çocuklarda dahi en aşırı şekillerde tezahür etmektedir. Örneğin bir çocuk büyüyünce idamı geri getireceğini söyleyebiliyor. Çocukluğumuzda muhtemelen hepimiz “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuyla karşılaşmışızdır. Bu soruya verilen cevaplar genellikle “doktor olup insanların hayatını kurtarmak istiyorum, mühendis ya da öğretmen olmak istiyorum…” şeklindeydi. Bugün ise çocuklardan aldığımız cevaplar iktidarın kindar bir nesil yetiştirme politikalarının nasıl bir etkisi olduğunu acı bir şekilde gösteriyor. Bu soruya karşılık küçük bir kız çocuğunun dilinden şu sözler dökülüyor: “Darbecileri idam ile yargılamak istiyorum. Bunun için de Cumhurbaşkanı olup idamı getirmek istiyorum.” Olağan koşullarda bir çocuğun gelecek tahayyülünün insanların ölmediği, arkadaşlarıyla kardeşçe yaşadığı bir dünya olması gerekir. Bunun tam tersi örnekler mevcut durumun ciddiyetini göstermesi açısından önemlidir.
Evet, kapitalizm çürürken toplumu çürütmekle kalmıyor, insanlığın geleceğini, yeni bir toplum yaratma umudunu da çürütmeye azami derecede gayret ediyor. Hiç durmadan toplumu yapay bir şekilde kutuplaştırmaya çalışan, birbirlerine karşı düşmanlaştırmaya gayret gösteren iktidar, böylece mevcut durumunu sağlamlaştırmaya, iktidarını baki kılmaya çalışıyor. Her ne kadar iktidar toplumu kindarlaştıran politikalarıyla, zorbalığıyla saldırıyor olsa da gardımızı düşürmüş değiliz. Bu sadece bir savunma pozisyonu değil, aynı zamanda iyi olan her şeye karşı yapılan saldırılara bir karşı saldırımızdır. Işığıdır Marksizmin yolumuzu aydınlatan ve yılmaz devrimcilerin ayak izleridir yürüdüğümüz yol.
Ocak ayında kaybettiğimiz devrimci Marksist önderlerimiz, Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı birer yıldız gibi yolumuzu aydınlatıyor ve mücadelenin onurlu bir yaşam demek olduğunu tekrar tekrar bilince çıkartmamızı sağlıyor. Burjuvazi onları bedenen aramızdan almış olabilir fakat onların mücadelesine olan inançları ve insanlığın kurtuluşu için verdikleri kavga devam ediyor. Liebknecht, son yazısında dile getirdiği sözlerinde tam da bunu ifade etmiş: “Biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!” Hava ne kadar kararırsa kararsın yolumuzu aydınlatan yıldızlara selam olsun…
link: Tuzla’dan bir öğrenci, Çürüyen Kapitalizm ve Parlayacak Yıldızlar, 1 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5479
Ocak’ın Kardelenlerine
Karla kaplı kış bahçelerinde Her Ocak ayında, fırtınanın tam ortasında Dört kardelen karların arasından göğe uzanır Boyunları toprağa bakar Toprak ananın bağrında yatan nice tomurcuklara seslenirler Seslenişlerinde bir heyecan, Seslenişlerinde güneşin hasreti... Aynı gövdede iki kardelenden biri haykırıyor: “Vardım, varım, varolacağım!” Aynı gövdedeki diğer kardelen “Her şeye rağmen” diyor, “Bugün yenilenler yarın zafer kazanacaklardır”. Bir tanesi var ki bu kardelenlerden Çiçekleri geniş mi geniş kubbemsi Ve beyazlığı karlardan bile göz kamaştırıcı Toprağa eğilmiş başı, yapraklarıyla yarınları anlatıyor “Çok az olmamız felâket değil, milyonlar bizimle olacak." Ve bir diğeri henüz gelişmemiş diğerleri gibi Gövdesi ince, narin Yaprakları cansız Daha gencecik bir fidan daha körpe Haykırıyor hırçın fırtınaların arasından Karadeniz’i hatırlatıyor her şafak söktüğünde... Mevsim zemheri Toprak ananın üstü karla kaplı Tomurcuklar baharı düşlüyor Güneşin sıcaklığını düşlüyor Güneş ısıtırsa toprağı çıkacaklar yerin üstüne Rengârenk çiçek açacaklar Öyle ki bütün çiçekler yedi renge boyayacak toprağı... Yakındır güneşin doğması Yakındır sıcaklığının artması Bahar gelecektir Aylardan Ocak Günlerden 15, Günlerden 21, Günlerden 28, Dört kardelen toprağın altındaki tomurcuklara müjdeliyor baharı Zifiri karanlığı aydınlatırcasına...
link: Ankara’dan genç bir işçi, Ocak’ın Kardelenlerine, 25 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5469
Ekim’in 100. Yılına Merhaba!
Kapitalizmin krizi derinleştikçe işçi sınıfına yönelik saldırılar da derinleşiyor. Zenginler zenginleştikçe, işçi sınıfı olarak yoksullaşıyoruz. Patronlar sınıfı ekonomik krizi işçi sınıfının sırtına yüklüyor. Ve bunu yaparken bir yandan da Türk-Kürt düşmanlığı yaratarak işçi sınıfının bir araya gelmesini engelliyor. Çünkü daha önce yaşadıkları örneklerden iyi biliyorlar ki, işçi sınıfı birleşip örgütlenirse patronlar sınıfının mezarını kazabilir... İşçilerse kendi sınıflarının gücünün farkında değiller. Artan işsizlik, ücretlerin düşüklüğü, bitmeyen mesailer ve geçim sıkıntısından başka bir şey düşünemeyen işçiler yeni yılda umudunu piyangoya, iyi niyetli dileklere bağlıyor. Ancak umut ne piyangoda ne de “umarım her şey güzel olur” gibi gönülde kalan dileklerde.
1917’de Rusya’da işçiler iktidarı aldılar. 100 yıl öncesinde de işçiler ağır koşullarda çalışıyorlardı. İşgünü bugünkü gibi 12-14 saati buluyor, cepheden asker tabutları geliyordu. Ancak işçiler yıllarca mücadele ederek, boyun eğmeyerek saldırıları artan Çarlığı yıktılar. Üreten eller yönetir duruma geldi. Anlatılan tam da bizim hikâyemiz. İşçi sınıfının umudu 100 yıl öncesinde saklı. 1917 Ekim Devrimi zifiri karanlıkta yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. O yüzden bu yeni yılda 1917 Ekim Devriminin bilinciyle, Ekim Devrimini yaratanların izinden yeni bir mücadele yılına girelim. Sınırsız, sınıfsız, savaşsız bir dünya için umudumuzu ve inancımızı bileyerek omuz omuza mücadeleyi büyütelim. Çünkü umut tarih bilinciyle donanmış örgütlü işçilerin ellerinde, yüreklerinde... Gelin Nazım’ın dizelerinde söylediği güzel günleri birlikte yaratalım.
“beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.”
link: MT okuru bir işçi, Ekim’in 100. Yılına Merhaba!, 5 Ocak 2017, https://marksist.net/node/5452
Yeni Ekimlere
Kapitalist sistemin krizi derinleştikçe egemen sınıf daha da saldırganlaşıyor. İnsanlığı bir yok oluşun içerisine sürüklüyor. Teknolojinin ve üretim araçlarının gelişmesi, iddia edildiği gibi kapitalist sistemin krizini aşmasına olanak sağlamıyor. Aksine bu durum krizi daha fazla tetikliyor. Kriz, derin ve sancılı olarak kendini dışa vuruyor.
Sistem kendi yarattığı krizi aşabilmek için dünyayı karanlığa, insanlığı ise yıkım ve ölüme sürüklüyor. Kapitalistler krizden çıkabilmenin yolunu dünyayı yeniden paylaşmakta arıyorlar. Daha fazla kâr, enerji, nüfuz ve pazar alanlarına hâkim olmak istiyorlar. Savaş bütçeleri toplamda yüz milyarlarca doları buluyor. Kitleler milliyetçilikle, faşizan söylemlerle kutuplaştırılıp düşmanlaştırılıyor. Milliyetçi-şoven kampanyalar eşliğinde iklim değişiyor. Otoriter ve baskıcı yönetimlerin önü açılıyor, polis devleti uygulamaları gündelik hayatın bir parçası haline getiriliyor. Despotik faşizan eğilimler hızla yükselişe geçerek, karanlık, umutsuzluk hâkim oluyor. Kapitalizmin tarihine baktığımızda böyle dönemlerin büyük emperyalist savaşlarla yol aldığını görüyoruz ve bugün de kriz ve emperyalist savaş döneminden geçiyoruz. Günümüzde de burjuvazi geçmişte olduğu gibi içerisinde olduğu sistem krizinden çıkabilmek için yeni bir emperyalist savaşı körüklüyor.
Egemenlerin en korktuğu şey ezilenlerin ve sömürülenlerin bu zulme baş kaldırmasıdır. Bunu engellemek için her türlü yol ve yöntemle kitleleri baskı altında tutmaya, egemenliklerini korumaya çalışıyorlar. Korku ve umutsuzluk imparatorluğunu daim kılmak için bütün propaganda aygıtlarını en etkin şekilde kullanıyorlar. Ama bu çabaları korktukları şeyin başlarına gelmesini engelleyemez. Tarih bize bu karanlıklar imparatorluğunu yıkabilecek bir güç olduğunu, bunun da tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı olduğunu gösteriyor.
1917 Ekim Devrimi, emperyalist savaşın alevleri içerisinde doğdu. Rusya işçi sınıfı tüm ezilen halklara umut vererek karanlığı yırttı, insanlığa aydınlık bir gökyüzünü gösterdi. Emperyalist savaş Ekim Devrimiyle sonlanmış ve egemen sınıfı korku içerisinde bırakmıştı. O güne kadar Rus Çarlığının zulmü altında inim inim inleyen halklar nefes almış ve geleceği birlikte var etme mücadelesine girişmişlerdi. Bu, emekçi kitlelerde muazzam bir enerji, aydınlanma, dönüşüm anlamına geliyordu.
Tarihin ilk muzaffer işçi devrimi, tüm dünya işçilerinin umudu oldu. Bolşevikler, Marksizmin ilkelerinden, enternasyonalizmden ödün vermemiş, milliyetçiliğe ve halklar arasında düşmanlığa giden yolları kapatmak için mücadele vermişlerdi. 1919’da, daha Rusya’da iç savaş sürerken Komünist Enternasyonal kurulmuş ve birçok ülkeden komünist delegeler kongreye katılmıştı. Enternasyonal, “Komünist Parti, işçi sınıfının bir parçasıdır; en ileri, en bilinçli ve bu nedenle en devrimci kesimidir” diyor ve işçi sınıfının öncülerini proleter devrimleri tüm dünyaya yaymaya çağırıyordu. Bolşevikler bunun için büyük bir uğraş veriyorlardı. Hedef insanlığı yok oluşa sürükleyen kapitalizmi yerle yeksan etmek, tüm dünyada insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldırmak, özgürlüğe giden yolu açmaktı.
Engels, Marx’ın mezarı başında yaptığı konuşmada Marx için bilimin, tarihi harekete geçiren bir güç, devrimci bir güç olduğunu dile getirmişti. Sınıflar arasındaki mücadeleyi tanımlayan ve işçi sınıfının bilimi olan Marksizm, yalnızca bir fikir değil tarihin akışını değiştirecek devrimci bir fikir, devrimci bir güçtür. Lenin’in ve Bolşeviklerin önderliğinde Marksizm, hayatı değiştirdi, tarih nehrinin yatağını değiştirdi. İşçi sınıfının iktidarı sovyetlerle hayat buldu. Sınıfın öncüsü olan Bolşevik Parti ve onun lideri Lenin olmasaydı, onlar Marksizmin yolundan yürümeselerdi, tarihin akışı değişmezdi.
Tarihsel ilerlemenin önündeki en büyük engel olan kapitalizm yıkılmadıkça, dünya ve insanlık kriz-savaş sarmalından çıkamayacak ve gittikçe çürüyecektir. Bu karanlığı yırtmak için ileri atılmak ve 1917 Ekim Devriminin derslerini kuşanıp yeni Ekimler yaratmak boynumuzun borcudur.
link: Gebze’den MT okuru bir işçi, Yeni Ekimlere, 25 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5405
Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar
Ek | Boyut |
---|---|
dmay.pdf | 1.26 MB |
Kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan otoriterleşme ve emperyalist savaş koşulları, işçi sınıfı devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının mücadele tarihindeki ilham verici örnekleri hatırlamak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının devrimci önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
link: Elif Çağlı, Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar, 28 Haziran 2016, https://marksist.net/node/8090
Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!
1 Mayıs... Burjuvaziyi yeryüzünden söküp atmak üzere insanlığın son kavgasına atılan proletaryanın, kızıl bayrağını göklere çıkardığı mücadele günü olan 1 Mayıs! Sömürüye, zulme, açlığa ve yoksulluğa karşı dünyanın her köşesinden birlik, dayanışma ve kardeşlik çağrılarının yükseldiği şanlı gün!
Yıl 1856... Avustralyalı işçiler, ağır çalışma koşulları ve uzun iş saatlerine karşı 8 saatlik işgünü talebiyle mücadeleye giriştiler. 21 Nisan günü gerçekleştirdikleri bir günlük iş bırakma eylemi, sonrasında bütün dünyanın işçilerini sarıp sarmalayacak bir yangının kıvılcımı oldu.
Avustralya’da başlayan bu mücadele, büyük işçi kitlelerini ateşlemiş, 8 saatlik işgünü istemi Avrupa ve Amerika işçilerinin de temel mücadele talebi olmuştu.
16-17 saatlere varan çalışma sürelerinin ve ağır yaşam koşullarının altında ezilen Amerikalı işçiler şöyle haykırıyorlardı: “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” Mitingler ve grev dalgalarıyla sarsılan Amerika’da, 1886 yılının 1 Mayısı genel grev günü olarak kararlaştırıldı.
Yaklaşık yarım milyon işçinin katıldığı grev ve gösteriler, 1 Mayısı takip eden günlere de yayıldı. 3 Mayısta da devam eden gösterilere saldıran polis, 6 işçiyi katletti, onlarcasını yaraladı. Ertesi gün, katliamı protesto etmek ve taleplerini yinelemek isteyen kitleler, işçi önderlerinin çağrısıyla Haymarket Meydanı’nda büyük bir miting gerçekleştirmek için toplandılar.
Mitingin sonlarına doğru, polis işçilerin etrafını sarmaya başladı ve alanda bir bomba patlatıldı. Saldırıya geçen polis, kitlelere kurşunlar yağdırmaya başladı. 6 polisin, 10 işçinin öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı bu korkunç tezgâhtan işçi önderleri sorumlu tutuldu. İşçi sınıfına yönelik azgınca bir saldırıya geçen burjuvazi, 7 işçi önderini idama mahkûm etti. 3’ünün cezası hapis cezasına çevrildi, 4’ü idam edildi.
Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen işçi sınıfı, Avustralyalı ve Amerikalı sınıf kardeşlerinin yaktığı ateşi harlandırarak büyütmeye devam edecekti. 1889’da ise II. Enternasyonal 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü, uluslararası gösteri günü olarak kabul etti.
Dünyanın her yanında işçiler, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta alanlara akarken, Türkiye’de işçiler ilk kitlesel 1 Mayıs’ı 1976’da DİSK öncülüğünde Taksim Meydanı’nda kutladı.
1977’de ise yaklaşık 500 bin işçinin katıldığı çok daha coşkulu ve kitlesel bir miting yapıldı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarına doğru alanda silah sesleri duyuldu. Burjuvazi, tıpkı 1886’da Amerika’da ve işçi sınıfı her ayağa kalktığında yaptığı gibi uğursuz rolünü oynuyordu.
Kanlı ‘77 1 Mayıs’ında, Türkiye’de yükselen sınıf hareketinin gidişatından korkan Türk burjuvazisinin giriştiği katliam sonucunda 37 sınıf kardeşimiz ölmüş, onlarcası yaralanmıştı. Burjuvazi işçi sınıfının sesini boğmaya çalışmıştı, ancak açlık ve yoksulluk altında inleyen işçi kitlelerinin haykırışlarının yeniden yükselmesini engelleyemeyecekti. Bu sömürü düzeni var oldukça, işçi sınıfı kavgasını vermeye devam edecekti.
“Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.” 1 Mayıs, proletaryanın onun amansız düşmanına, burjuvaziye karşı verdiği savaşın bir tohumudur. İşçi sınıfı, bu tohumu yeşertecek, kapitalizmi kökünden söküp atacak ve yerine sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya kuracak. Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın Sosyalizm!
link: İstanbul’dan Marksist Tutumcu gençler, Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!, 29 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5062
Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği ve içinden geçtiğimiz bu yıllarda, kapitalizmin tarihsel krizi ve yeni bir emperyalist savaş içinde olan dünyamızda insanlık yıkımlara ve kıyımlara uğruyor. Teknoloji ve üretim gelişiyor ve büyüyor. Fakat emperyalizm çağında olan kapitalist sistemin derinleşen krizi, gelişen büyüyen teknolojiye ve üretime rağmen insanoğlunu açlık, yoksulluk ve savaşlarla kıyımlardan geçiriyor.
İnsanlık ne yazık ki ilk kez bir dünya savaşıyla karşı karşıya değil. Kapitalist sistem emperyalizm aşamasının başlangıcı olan yirminci yüzyıl başlarında, yani bundan 100 yıl önce, birinci paylaşım savaşını başlatmıştı. Bu açıdan her iki asır da benzerlik gösteriyor. Fakat şu an için bazı ayrımları da özellikle belirtmekte fayda var.
Yirminci yüzyılın başları, savaşın yanı sıra işçi sınıfı hareketinin de güçlü olduğu, devrimlerin gerçekleştiği bir dönemdi. Şüphesiz büyük yıkımlar, savaş koşulları kitlelerin isyanlarına, devrimci durumlara zemin hazırlar. Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, büyük acıların yaşanmasına sebep olan emperyalist savaş, ebette ki bir sonuç doğuracaktı. Fakat sonucun nasıl şekilleneceğini belirleyen, zaferin ya da yenilginin belirleyicisi, nihai olarak öznel faktördür. Lenin’in de dediği gibi “kritik an geldiğinde tarihe yön verecek olan önderliktir”.
Sınıfımızın tarihinde devrimci liderlerin rolü, devrimlerin gelişiminde ya da gerileyişinde belirleyici olmuştur. Özellikle o dönemde yaşamış olan ve büyük roller üstlenen Lenin’in, Rosa ve Karl Liebknecht’in, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının dört yıl içinde (1919-1924) peşpeşe ölmeleri gidişat üzerinde doğrudan etkili olmuştur. Lenin de, Rosalar da, Suphi ve yoldaşları da Marksizmin ışığında, dünya devrimini savunan ve bu uğurda canlarını ortaya koyan devrimci önderlerdir. Onlar bizim örnek alarak mücadelemizde yaşattığımız devrimci önderlerimizdir.
Teori ve pratiği ile işçi sınıfının tarihsel önderlerinden biri olan Lenin, Bolşevik Partinin ve Komünist Enternasyonalin kurucusudur. Bugün dahi hâlâ tartışılan konulara dair devrimci teorileri güncelliğini koruyarak bizlere yol göstermeye devam ediyor. Devrimci tutkusuyla kurduğu Bolşevik Parti sayesinde sınıfımızın büyük zaferi gerçekleşti. Diğer taraftan bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu Alman devrimi için canları pahasına mücadele eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht... Özellikle 2. Enternasyonalin önderliğini üstlenen fakat burjuvaziyle işbirliği yapan Alman Sosyal Demokrat Partisi ile savaş halindeydiler. Kitlelere bu yozlaşmışlığı göstermeye çalışırken yazdıkları yazıları bugün de önemini sürdürüyor. Almanya’da devrimci sınıf mücadelesinin sembolleri haline gelen Rosa ve Liebknecht’in katledilmesi üzerine Alman devrimi başsız kaldı ve yenildi. Bunun sonucu aslında dünya devriminin yenilgisi oldu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli ise Sovyet Rusya’nın yanı başındaki topraklarda, savaşlardan dolayı yorgun ve umut arayan Anadolu halkını doğrudan etkiledi. Mustafa Suphi ve yoldaşları devrim dalgasını Anadolu’ya taşımak istemişlerdi. Fakat kirli hesaplar güden Kemalist burjuvazi, Suphi ve yoldaşlarını Karadeniz’in karanlık sularında boğdurtarak katletti. Böylece devrim dalgasının Anadolu’da kabarmasının önüne geçilmiş oldu.
Sınıfımızın en çetin kavga dönemlerinde kilit roller üstlenmiş ve sosyalizm bayrağını en yükseklere taşımış devrimci önderlerimize sahip çıkmanın ve onların yapmaya çalıştığı şeyi, uluslararası anlamda devrimci partinin inşasını yani Enternasyonali kurmanın önemini unutmamalıyız. Marksizmin özü olan Enternasyonal, dünya işçi sınıfının kurtuluşudur. İşte şu an içinde olduğumuz dönem ve koşulları hesaba katarak, devrimci önderlerimizin hayatlarını adadıkları dünya proleter devrimi için var gücümüzle mücadele etmek zorundayız. Emperyalist savaşa son verip, sosyalizm bayrağını yükseltecek olan bizleriz. Bunun içindir ki Lenin’in, Rosa’nın, Liebknecht’in ve Onbeşlerin mücadelesi bizim geleneğimiz olmalıdır. Soğuk ve sancılı mücadele dönemlerinde onların yaktığı meşale hem yolumuzu aydınlatmalı hem de kavgamızda yüreğimizdeki ateşi daha da alazlandırmalıdır.
Ölmediler onlar, ölmezler ki
Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar
Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde
Gecelerde yıldız yıldız tutuşan
Unutma söz etmek yok gözyaşlarından
Yaylar şimdi daha güçle gerildi
Yarın adına göğüs göğüs kuşandık gecede
Gecede en yenilmez güç bizde gönendi
Ölüler koştular ordu ordu dağlardan
Ölüler ansızın içimizde dirildi.
(Perulu şair Luis Nieto)
link: Marksist Tutumcu bir öğrenci, Gecede Tutuşan Yıldızdı Onlar, 29 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4876