Sayfalar
Lenin


Tarihin önünde dimdik duruyordu Keskin çekik gözleri Kızıl kızıl parıldıyor dostça selamlıyordu bakan yüzleri Sahne onundu artık Sabırla örmüştü öfkesini Zamanı gelmişti artık Zorbaların saltanatına karşı dövüşecekti, dövüştü! Tarihsel sürecin yaşayan şahidi Vaktinde çıktı sahneye Korkusu yoktu! Korkak olanla işi yoktu. Çelik, bükülmez, direngen Ustasından almıştı suyunu!

link: Ankara’dan bir işçi, Lenin, 28 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6583
Okurlarımızdan: 1 Mayıs Mücadeleyi Büyütme Günüdür!


Aydınlıkları Yaratmak İçin 1 Mayıs’a
Kartal’dan bir kadın işçi
On binlerce yıl önce insanoğlu acımasız doğa koşulları karşısında çok güçsüzdü. El ele vererek doğa karşısında güçlü hale geldi. Vahşi hayvanlara, doğal afetlere, açlığa, kıtlığa, soğuğa karşı örgütlenerek, yardımlaşarak, dayanışarak neslinin devam etmesini sağladı.
Yaşadığımız yüzyılda insanlık hâlâ çok büyük sorunlarla ve felâketlerle karşı karşıya. Hem de insan eliyle yaratılan felâketlerle. Birçok bölgede süregiden çatışmalarda ve savaşlarda, bunların doğrudan ve dolaylı sonucu olarak her yıl bir milyondan fazla insanın hayatını kaybettiğini belirtmek bile bu felâketlerin boyutunu anlatmaya yetiyor. Açlıktan, yoksulluktan kıvranan milyarlarca insanı, salgın hastalıklarla kırılanları; işsizlik, yalnızlık, geleceksizlik tehdidi altında psikolojisi bozulan milyonları; AİDS, kanser gibi sistemin yarattığı hastalıklardan yaşamı zehir olan milyonlarca insanı saymaya kalktığımızda kapitalizmin yaşamlarımızı katlanılmaz hale getirdiğini görürüz.
Tüm dünyada baskıcı rejimlerin yükselişte olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sermaye sınıfı, dünyanın her tarafında işçi ve emekçi kitleleri daha fazla sömürmek için her türlü baskıcı planı hayata geçirmeye çalışıyor. Sermaye sınıfının yönettiği kapitalist sistem, küresel bir krizin içinden geçiyor ve bunun acısını tüm insanlık çekiyor. Üçüncü Dünya Savaşının alevleri tüm dünyayı giderek daha fazla sarıyor.
Dünyanın her tarafında emek gücünden başka hiçbir geçim kaynağı olmayan bizim gibi işçi kardeşlerimiz için yaşam, her gün daha fazla katlanılmaz hale geliyor. İster nedenini anlasın ister anlamasın işçi kardeşlerimiz yaşadıkları koşullardan, yaşadıkları hayattan mutlu değiller. Dünyanın hiçbir yerinde işçiler kendilerini güvencede hissetmiyorlar artık!
Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da tüm sorunlar daha da katmerli bir şekilde yaşanıyor. Biz de yaşadığımız topraklarda her gün biraz daha fazla karanlığı yaşıyoruz. Sorunlar saymakla bitmiyor. Koşullar giderek zorlaşıyor, baskı giderek artıyor, yaşananlar giderek dayanılmaz bir hal alıyor. Sorunlardan bıktığı için kendini yakan, canına kıyan insanlar giderek artıyor.
Peki, ne olacak, böyle mi devam edecek, sorunlar giderek büyüyecek mi?
Aslında dünyanın her tarafında sorunlar büyüyor, yaşam katlanılmaz hale geliyor ama insanlar da yaşadıklarını sessiz sedasız kabul etmiyorlar elbette. Dünyanın birçok yerinde işçi sınıfı 80’li yıllardan bu yana olmadığı kadar mücadele vermeye başlamış durumda. Geçtiğimiz Mart ayından Nisan ayına kadar ABD’de birçok eyalette on binlerce öğretmenin grevleri, Nisan ayında Fransa’da demiryolu işçilerinin grevleri ve bu greve destek verip 60 kampüste dersleri boykot eden öğrencileri hatırlamak işçi sınıfının susmadığını gösterecektir bize.
İşçiler bir kere birbirlerine güvenmeye başladıklarında, ortak davranmayı görev bilirler. Bugün milyonlarca işçi yaşanan sorunun bilincinde olmayabilir. Onları bir çırpıda kolayca ikna da edemeyebiliriz, ama birbirimize güvenmemiz gerektiğini kavratabiliriz.
Birbirine güvenen işçiler birbirlerinin sorunlarına daha fazla duyarlı olur. Sadece kendi çocukları için değil birbiri için de mücadeleye atılır. Geçmişte nasıl ki tek bir insanın doğa karşısında ayakta kalması imkânsızken, bugün de sömürücü sermaye sınıfı karşısında bir işçi tek başına kaldığında paçavra gibi kullanılıp atılmaktan kurtulamaz. O yüzden mücadele için daha fazla bilenmeliyiz, mücadele geleneğini yaşatmalı, mücadele günlerinin anlamını bilmeyen işçi kardeşlerimize kavratmak için uğraşmalıyız.
Önümüzde, sınıfımızın birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs var. İçinden geçtiğimiz zorlu günlerde bir mücadele tarihimiz olduğunu, insan gibi yaşamak için tek çaremizin mücadele etmek olduğunu, mücadele etmek için de birlik olmak, örgütlü olmak gerektiğini işçi kardeşlerimize kavratmamız gerekiyor.
1 Mayıs, ezilen işçilerin kendilerini sömürenlere karşı mücadele bayrağı açtıklarında istediklerinin çok daha fazlasını koparabileceğini, ancak örgütlü olduklarında bir güç haline gelebileceklerini bize hatırlatır. İşçi sınıfı 1 Mayıs’a sahip çıkacaktır ve er ya da geç kapitalist sömürüye karşı ayağa kalkacaktır.
Bu karanlık günler elbet bir gün geçecektir. Ama aydınlığı kendi ellerimizle yaratırsak karanlıklar korkudan titreyerek ayaklarımızın altında ezilecektir.
Umudu ve Mücadeleyi Büyütmek İçin 1 Mayıs’a
Pendik’ten bir kadın işçi
Dünya çapında bir sistem krizi ve ona eşlik eden bir emperyalist paylaşım savaşı yürüyor. Bunun bir sonucu olarak tüm dünyada otoriter ve militarist eğilimler artıyor. Anti-demokratik uygulamalar ve baskılar artıyor. Türkiye’de de siyasi iktidar iki yıla yakın bir süredir sürdürdüğü OHAL’le birlikte iktidarını mutlaklaştıracak adımları atmaya devam ediyor. Bunun için de devlet baskısını sınırsızca kullanıyor. Kendisine karşı küçük bir muhalif sese bile tahammül edemiyor. Her gün ortalama 6 kişi sosyal medya paylaşımı nedeniyle gözaltına alınıyor. On binlerce öğrenci şu anda cezaevinde bulunuyor ya da tutuksuz yargılanıyor. Gazeteciler tutuklanıyor, akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırılıyor. Grevler yasaklanıyor. Her gün ortalama dört işçi iş kazalarında hayatını kaybediyor. Kadına şiddet ve taciz artıyor. OHAL’in haksız, hukuksuz uygulamalarına yönelik protesto hakkının kullanımı bizzat OHAL gerekçesiyle engelleniyor. 1 Mayıs’ı işte böylesi ağır baskı ve yasaklar altında karşılıyoruz!
1 Mayıs, dünya işçi sınıfının kapitalist sömürüye, haksız savaşlara, militarizme karşı verdiği mücadelenin ifadesidir. 1 Mayıs’ta işçiler, dünyanın dört bir köşesinde aynı günde eyleme geçerek yüz yıldan uzun süredir dünya ölçeğinde yaşayan bir geleneğe bağlanıyorlar. Bugün sınıf bilincine sahip işçiler olarak bu geleneğe sahip çıkmak, içinden geçtiğimiz gericilik döneminde her zamankinden daha büyük önem taşıyor ve bizlere sorumluluk yüklüyor. 1 Mayıs gibi mücadele günleri işçi ve emekçi kitlelerin bilinç düzeyinde bir sıçrama yaratabilmek bakımından sınıf devrimcilerine önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu açıdan birleşik ve kitlesel bir 1 Mayıs, bugün emekçilere güç ve moral verecektir. Yan yana gelen, omuz omuza veren işçi ve emekçiler yalnızlık duygusunu yırtıp birliğin ve dayanışmanın coşkusunu yaşayacaklar.
İçinden geçtiğimiz bu karanlık tabloya boyun eğmeyip 1 Mayıs alanında yerimizi almak hepimizin boynunun borcudur. Zalimin yüreği kendisi için, zalime direnenin yüreği tüm insanlık için çarpar. İçinden geçtiğimiz karanlığa, savaşlara ve sömürüye karşı işçilerin dayanışmasını ve taleplerimiz için mücadeleyi büyütelim.
1 Mayıs’ta Mücadelemize Sahip Çıkalım!
Tuzla’dan bir MT okuru
1800’lü yıllar işçi sınıfının çalışma koşullarının çok ağır olduğu yıllardı. Günde 14-16 saat çalıştırılan, insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkûm edilen, yoksulluk ve sefalet içinde hayatta kalma mücadelesi veren işçiler, işgününü 12 saate düşürebilmek için mücadeleye atıldığında burjuvazi kuyruğuna basılmış kedi misali saldırganlaşmıştı. İşçilerin mücadelesi çoğu yerde kanla bastırılmaya çalışıldı. Burjuvazinin entrika ve dalavereleri, karalama kampanyaları, işçileri bölme, mücadeleyi engelleme çabaları sonuç vermediğinde kanlı katliamlar, idamlar sökün etti. Baskılara rağmen bu mücadele büyüdü ve işçi sınıfını ulus ötesi bir dayanışmaya sürükledi. 1 Mayıs mücadelesi işçi sınıfının genel çıkarlarının ifadesi idi. Onun mücadelesini tek bayrak altında topladı. 12 saatlik işgünü mücadelesinden 8 saatlik işgünü mücadelesine doğru yol alınırken bu mücadele bir kıtadan öbürüne büyüdü, güçlendi.
Avustralyalı işçiler 1856 yılında 8 saatlik işgünü talebiyle iş bırakarak greve çıkmışlardı. Düzenledikleri gösterileri bir işçi bayramına dönüştürmek istediler. Onlardan yıllar sonra mücadele bayrağını Amerikan işçi sınıfı devraldı. Amerikalı işçiler “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” sloganı ile 1 Mayıs 1886’da genel greve çıktılar. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü haline gelen 1 Mayıs’ı yaratan 1 Mayıs 1886’daki bu mücadele, Amerikan burjuvazisinin işçi sınıfından ölesiye korktuğunu da gösterdi.
Türkiye’de de egemenlerin 1 Mayıs korkusu tarihsel bir korkudur. Egemenler, işçi sınıfının 1 Mayıs’a kitlesel katılımını önlemek üzere korku atmosferi yaratma, baskı ve tutuklamalarla öncü, devrimci unsurları sınıftan koparma çabalarından vazgeçmediler. Çünkü o gün işçi sınıfının mücadele günüdür, işçi sınıfının enternasyonal eylem günüdür. Uzun yıllar yasaklı kalan 1 Mayıs, 1976 yılında DİSK’in öncülüğünde Taksim’de gerçekleştirilen bir mitingle ilk kez alanlarda kutlandı. Bu miting yüz bin işçinin meydana indiği, “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!” pankartının açıldığı, marşların, şarkıların söylendiği, mücadele sloganlarının atıldığı görkemli bir eyleme dönüşmüştü. Ertesi yıl yapılan Taksim Meydanı’ndaki 1 Mayıs mitingi çok daha büyük bir başkaldırının ifadesiydi. Büyük bir coşku ve kitleselliğin, birlik ve dayanışma ruhunun hâkim olduğu miting burjuvazinin kanlı saldırısıyla gölgelense de sınıf mücadelesi durdurulamadı. Burjuvazi ancak 12 Eylül faşist rejimi ile işçi hareketini baskı altına alarak önünü kesebildi.
12 Eylül’den sonra da 1 Mayıs’lar, işçi ve emekçilerin, yoksulların kadın, erkek omuz omuza kitlesel bir şekilde alanlara aktığı mitinglerle kutlandı, baskı ve zorlamalara rağmen kapalı salonlardan çıkıp açık alan miting ve gösterilerine dönüştü. Mücadele, dayanışma ve birliğin simgeleştiği bir gün haline gelen 1 Mayıs burjuvazinin ideolojik saldırılarından da fazlasıyla nasibini almıştır. Bu günü tarihsel anlamından koparmak isteyen, sıradan bir “tatil”, “piknik” gününe dönüştürmek için çırpınan burjuva devletler, bu konuda ellerine geçen her fırsatı değerlendiriyorlar. Ancak bu girişimler büyük oranda boşa çıkarılmış, burjuvazinin hevesi kursağında bırakılmıştır. İşçi sınıfının ve sınıf örgütlerinin 1 Mayıs gününün tarihsel geçmişle bağları ve gerçek özü konusundaki ısrarlı çaba ve mücadeleleri sayesinde 1990’da 107 devlette 1 Mayıs günü resmi tatil ilan edilmiştir.
1 Mayıs’ın tarihsel özünü ve içeriğini boşaltmak, işçi sınıfının bu günü bağımsız bir mücadele bayrağına dönüştürmesini engellemek üzere sömürücülerin ayak oyunlarından en çarpıcı olanı İtalya ve Almanya’da yaşananlardır. İki faşist lider, Mussolini ve Hitler 1 Mayıs’ın yaratacağı ruh halinden korktukları için, 1 Mayıs’ı sınıf mücadelesinden koparmak üzere harekete geçerek kendi 1 Mayıslarını organize ettiler. Faşist rejime bağlı korporatist sendikalar eliyle düzenledikleri “1 Mayıs” gösterilerini kendi propagandalarının kürsüleri haline getirdiler.
Bugün de pek çok ülkede otoriter rejimler işbaşında ve faşizm yükseliyor. Burjuvazi işçi sınıfını bölme, örgütlülüklerini dağıtma, iktidarının kullanışlı araçları haline gelmiş sendikalar aracılığıyla işçilerin bilincini bulandırmaya yönelik çabalarına hız veriyor. Tüm bu çabaları boşa çıkarmak için bu mücadele gününün özüne sahip çıkmak ve mücadeleyi güçlendirmek zorundayız.
1 Mayıs günü işçilerin birçok ülkede meydanlara aktığı, ağır çalışma koşullarına tepki gösterdiği, uzayıp giden iş saatlerini kısaltmak için mücadele ettiği, baskı ve yasaklara karşı mücadele bayrağını dalgalandırdığı ortak bir gündür. İşçi sınıfının enternasyonal dayanışmasının, birlikte mücadelesinin simgesidir. O yüzden 1 Mayıslarda yapılan eylem ve gösteriler kitleselleştikçe işçi sınıfının moralini yükseltmiş, onun kendine güvenini arttırmıştır. Bugün de içinden geçtiğimiz süreçte 1 Mayıs’ta mücadele bayrağına sahip çıkmak, bu bayrağı bize teslim edenlere borcumuz, gelecek kuşaklara karşı da görevimizdir.
Kahrolsun burjuva düzen, Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm!
Yaşasın İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü!
Genç İşçiler 1 Mayıs’a Sahip Çıkıyor
Gebze’den bir petrokimya işçisi
Kapitalist tekeller kârlarını katlamak için yaşamımızı gittikçe çekilmez bir hale getiriyorlar. Bu düzen, yoksulluğu, kötü çalışma koşullarını, işsizliği, güvencesiz bir yaşamı her geçen gün işçilere daha fazla dayatıyor. Bizleri, yaşlısıyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, diniyle, ulusuyla ayırt etmeden sömürüyor. Biz işçi sınıfının gençlerinden de sonunda işsiz kalacağımız ya da düşük ücretlere çalışacağımız gerçeğini saklamak için türlü boş hayallerin peşine düşmemizi istiyor. Çıkışsızlığa, umutsuzluğa mahkûm olacaklarını ve bu psikolojiyle kötü çalışma koşullarına ve düşük ücretlere boyun eğeceklerini bilmeden sermaye düzeninin yalanlarına kanan genç işçiler, bireysel kurtuluş hikâyelerinin peşine düşüyorlar. Sermayenin egemen olduğu medya ve eğitim kurumları işçi sınıfının içinde bulunduğu kötü yaşam koşullarının ancak sermaye düzenine biat ederek aşılacağını ve aynı gemide olduğumuz yalanlarını her gün tekrarlıyorlar.
Egemenlerin iyi bir yaşam için sundukları reçete ise, işçi gençler arasında rekabet ve kıskançlık. Birlik, dayanışma gibi değerler gereksiz, faydasız düşünceler olarak gösteriliyor. Bu şekilde parçalanan ve körleştirilen zihinler, adaletsizlikten, yoksulluktan, haksızlıklardan kurtuluşun, iyi bir doktor, mühendis, mimar olunca mümkün olacağını düşünüyorlar. Bu tarz aldatıcı kurtuluş reçetelerine inanan genç işçilerin sayısı az değildir. Elbette bu gibi bireysel kurtuluş düşüncelerini genç kardeşlerimiz kendi başlarına edinmiyorlar. Onları sınıf gerçeklerinden uzak tutmak isteyen egemenler her türlü yalan ve baskı mekanizmasını kullanıyorlar. Egemenlerin hesaba katmadığı şey ise tek çıkış yolu gibi gösterilen “yırtma” hayallerinin işçi gençlere hayır getirmeyeceğini ve böyle giderse ellerinde kalan şeyin umutsuzluktan başka bir şey olmayacağını anlatmak için büyük bir kararlılıkla öne atılan örgütlü ve bilinçli işçilerin varlığıdır.
Çıkışsızlıktan bunalan gençleri bireysel arzuların tuzağına iten egemenler, daha önce yenildikleri gibi bugün de yenilmeye mahkûmdurlar. Bugün anne ve babalarımızın çalışma koşullarının, dolayısıyla yaşam koşullarının kötü olmasının tek sorumlusunun sermaye düzeni olduğunu tüm işçi sınıfına haykırmak için alanlara çıkma sırası bizdedir. İşçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ta sermaye düzeninin ikiyüzlülüğünü teşhir etmek, kötü çalışma koşullarına, düşük ücretlere, savaşlara, faşizme ve her türlü adaletsizliğe dur demek için gençliğimizin ateşini alanlara taşıyacağız. Örgütlü işçi hareketi içinde biz de genç işçiler olarak yerimizi almalıyız. Anne ve babalarımızın sorunları, bizim de sorunlarımızdır. Bizler şimdiden haklarımıza sahip çıkmazsak gelecekte büyüklerimizden daha kötü yaşam koşullarına sahip olacağız. Alanlara çıkıp 1 Mayıs’a sahip çıkmak ve sermayenin tüm oyunlarına göğüs germek, geçmişte olduğu gibi bugün de sınıfın dinamik gücü olan biz işçi gençlere de düşmektedir. Adalete, eşitliğe, barış dolu yarınlara da sahip çıkıyoruz. Alanlara coşkuyu taşımak ve işçi önderlerinin yaktığı meşaleleri devralmak için haydi genç işçiler 1 Mayıs’a sahip çıkalım!
Gençler Haydi 1 Mayıs’a!
Gebze’den bir metal işçisi
İşçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs yaklaşıyor. Doğayı ve insanı hiçe sayan bu kahrolası kapitalist sisteme karşı kinimizi, öfkemizi, mücadele ruhumuzu biliyoruz. Tüm coşkumuzla sınıf kardeşlerimizle bir arada haykırmanın günü 1 Mayıs. Yaşadığımız topraklarda ve dünyada işçi sınıfı ve işçi sınıfının gençleri, bu 1 Mayıs’ı kapitalizmin yapısal krizinin, Üçüncü Dünya Savaşının etkilerinin arttığı, otoriter ve totaliter rejimlerin yükseldiği bir tarih sahnesinde karşılıyor. Kapitalist sistem topyekûn bunalıma sürüklendikçe kapitalistler arasındaki rekabet daha da azgınlaşıyor ve şiddetleniyor. Dünyanın her yerinde ücretler düşüyor, iş saatleri uzuyor, yoksulluk ve baskılar artıyor. Kapitalist kâr düzeni bir avuç zengin asalak insanın servetinin milyarlarca işçi ve emekçi insanın zenginliğinden daha fazla olduğu bir adaletsizliği yaratıyor.
İşçi sınıfının dünya genelindeki örgütsüzlüğü, patronlar sınıfına istediği gibi at koşturacağı, işçileri pervasızca sömüreceği bir ortam sunuyor. Zorlu mücadelelerle elde edilen haklar bir bir elimizden alınıyor. Otoriterleşme eğilimi güçleniyor, kitlelerin bilinçleri zehirleniyor, kitleler sistemin bekasını savunur pozisyona sürükleniyor. Sağlık, eğitim, ulaşım gibi kamu hizmetlerinden zaten kısıtlı biçimde yararlanabilen işçi sınıfının gençleri bir de muhalif oldukları için üniversitelerden atılıyor veya hapsediliyor. Bu sistem patronlar sınıfı için cennetken, işçi sınıfı için yeryüzünü cehenneme dönüştürüyor. Bu gidişatın önüne geçebilmenin tek yolu işçi sınıfının örgütlenmesi ve ayağa kalkmasıdır. Önümüzdeki 1 Mayıs işçi sınıfı ve onun gençleri için bir fırsattır. Zalimlerin zulümleri arttıkça ezilenlerin de kini ve öfkesi artıyor. Bu kin ve öfkeyi birlik, dayanışma ve mücadeleyle hep birlikte alanlara taşımalıyız. Kapitalist sistemi yıkıp geçeceğimizi, yerine sınıfsız sömürüsüz bir dünya kuracağımızı alanlarda hep beraber haykıralım!

link: Marksist Tutum, Okurlarımızdan: 1 Mayıs Mücadeleyi Büyütme Günüdür!, 30 Nisan 2018, https://marksist.net/node/6316
Nasıl Unutalım Sizleri!


Bazı aylar vardır, kimi anlamlarla bütünleşmiştir adeta. Yaşananlar, yaşattırılanlar, belleğimizde bir bir sıralanırlar. Haziran günleri, Şubat Devrimi, Ekim Devrimi… Peki ya Ocak ayı bizler için ne ifade eder? Yılın ilk ayını mı yoksa kış mevsimini mi sadece? Daima birer yıldız gibi parlayacak olanlarımız, güneşe gömdüğümüz işçi sınıfının önderlerini hatırlatır. Ocak ayı onlar ile özdeşleşmiştir. Başta Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve yoldaşları ve daha nicelerinin acısını ve öfkesini tekrar tekrar duyduğumuz ay.
28 Kânunusani ise Türkiye işçi sınıfının devrimci mücadelesinde unutmayacağımız ve her zaman öfkemizi diri tutacak olan bir gündür. Sınıfımızın tarihinde kanlı bir sayfa olarak yer edinen 1921 Ocağında Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı burjuvazi tarafından katledildiler. Karadeniz sularında, Trabzon açıklarında boğdurularak bizlerden kopartıldıkları o kanlı tarih. İşçi sınıfının ozanlarından Nâzım Hikmet şiirinde “28 Kânunusaniyi unutma!” diyerek bize tarihin sınıfların mücadelesi olduğunu hatırlatıyor. O günü ve yaşatılanlardan ne anlamamız gerektiğini şu dizelerle aktarıyor:
Kanunisani 28 Karadeniz Burjuvazi Biz On beş kasap çengelinde sallanan On beş kesik baş Yoldaş Bunların sen İsimlerini aklında tutma Fakat 28 Kanunisaniyi unutma!
Burjuvazi o gün sizleri aramızdan ayırdı. Unutturmaya çalıştı ve hâlâ çalışıyor. Fakat nasıl unutalım ki sizleri, hayatınızı sömürüsüz bir dünya kurmak yolunda feda etmişken? Mücadelenin neferleri olarak kavgamızda sizler hep yaşayacak, yüreğimizin en derinliklerinde olacaksınız.

link: Pendik’ten bir işçi, Nasıl Unutalım Sizleri!, 27 Şubat 2018, https://marksist.net/node/6232
Öğretmenimiz Ekim Devrimi


Marksist Tutumcu öğretmenler olarak insanlık tarihinin en büyük öğretmenlerinden biri olan Ekim Devriminin dersine girdik. Bu sefer sıralarda oturan bizdik. Kürsüde konuya son derece hâkim olan öğretmenimiz, Ekim Devrimi, derse günümüzden başlayarak giriş yaptı ve aynen şöyle dedi:
Krizin her geçen gün derinleştiği, emperyalist savaş yüzünden kitleler halinde insanların katledildiği, dünyanın birçok bölgesinde açlık, hastalık, denizlerde imdat çığlıklarının yükseldiği, kitlelerin milliyetçi ve otoriter liderlerce faşizmin kıskacına çekilmeye çalışıldığı bir zamanda yaşamaktasınız.
Burjuva siyasetinin ikiyüzlü yapısı gereği, kapitalist düzende dostlar aniden düşman, düşmanlar birden bire dost olabiliyor. Bolluk yaşanması gereken bir çağda hemen hemen her gün sefalet görüntüleriyle karşılaşıyorsunuz. Topluma burjuva ahlâkın dayatıldığı bu zaman diliminde tecavüzler, ihanetler, sahte, ruhsuz ilişkiler hâkim…
Basiretsiz, kifayetsiz muhterislerin toplum yönetiminde önemli mevkilere geldiği; talan, rüşvet ve emek sömürüsüyle zenginleşen asalak patronların tüm zenginliklerinizi gasp ettiği; bilimin ve bilcümle üretim araçlarının savaş, kâr, para, iktidar ve her türlü gericilik için kullanıldığı çürümüş bir kapitalizmin emperyalist yozluğunda yaşamaktasınız.
Peki, bu duruma kim, kimler dur diyebilir? Kimler bu cendereden insanlığı kurtarabilir? Meselâ yaşanan bu insafsız kanlı savaşı hangi güç durdurabilir? İnsanlığı bu zalim egemenlerin elinden hangi yöntemle kimler alabilir? Tarihte var mıdır ki örneği? Vardır.
Herkes şahittir. İşçi sınıfı tarihi şahittir. Dost ve düşman şahittir. Ağır, çelik, kara toplarıyla Avrora şahittir.
Saltanatının sonsuza kadar süreceğini düşünen ve bunu hiç utanmadan söyleyen Çariçe Aleksandra Fyodorovna şahittir.
İşçileri 9 Ocak 1905’te çok güvendiği Çar’a yakarışa götüren ve işçilerin eline sözümona Çar babanın ikonlarını tutuşturan ve o Kanlı Pazar gününde Çar’ın kurşunlarından kaçarak kurtulan Papaz Gapon şahittir.
Karşısında toplanan Kürt ve Türk halklarının Erzincan Sovyeti Temsilcilerine işçi devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkilerini anlattıktan sonra, “Türkler, Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barışa elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk rençperleri ve ameleleri birleşerek kendi şuramızı kuralım. Bizim Sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus amelesi zalim Çar’ı devirerek kendi hükümetlerini kurdular, biz de birleşerek kendi hükümetimizi kuralım. Lenin ve ordusu bizi destekliyor” diye seslenen Ermeni temsilcisi Muradof Paşa şahittir.
1904 ve 1905 yıllarında Japon denizinde savaştan yana zerre kadar çıkarları olmayan ama militarist Meiji iktidarının ve zalim Rus Çarı’nın doymak bilmez hırslarının kurbanı olarak birbirini boğazlayan zavallı Japon ve Rus asker çocuklar şahittir.
1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşında ölen milyonlar şahittir.
1917 8 Martında Dünya Emekçi Kadınlar gününde, Petrograd sokaklarında, ellerinde kızıl bayraklarıyla “Ekmek” diye başladıkları günden “Kahrolsun Otokrasi”yle çıkan Rus işçi sınıfının kadınları şahittir.
Şubat devriminde Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler burjuvaziye güvenip iktidarı teslim etmekteyken “Tüm İktidar Sovyetlere” diye bağıran Bolşevikler şahittir.
Ekim 1917’den sonra üretim araçlarına sahip olan işçiler şahittir.
Ekim 1917’den sonra topraklara el koyan köylüler şahittir.
Ekim 1917’den sonra kendi kaderleri için söz hakkı kazanan uluslar şahittir.
Ekim 1917’den sonra savaşı, o kahrolası savaşı artık sürdüremeyen zalim, egemen emperyalistler şahittir.
Ekim 1917’den sonra eşitlik ve kurtuluş yolunda dev adımlar atan kadınlar şahittir.
Ve o ki devrimin lideri, “bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim” diyen ve o örgütü bizzat inşa eden Lenin şahittir ki;
BU DÜNYADA
AYAKLAR
BAŞ OLDU!

link: Marksist Tutumcu öğretmenler, Öğretmenimiz Ekim Devrimi, 6 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6097
Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!


“sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir”
“bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir”
Atilla İlhan’ın da şiirinde anlattığı gibi, karşıtıyla yüklüdür her şey. Tartışılmaz zannedilen mükemmellikler, içinde saklar kusurları… Berrak sular bile yağlı çamurlardan kopup gelir. Yanlışlar ve doğrular, gerçekler ve yalanlar var eder birbirini. Ve elbet aydınlık da karanlığın içinden doğup çıkagelecektir, korkmayıp ışık çekirdeklerini ekenler var olduğu sürece!
İçinden geçtiğimiz süreci sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Eğer böyle bir yanlışı yaparsak hiçbir zaman aydınlığa çıkılacağına ihtimal verilmeyen kör bir karanlık görürüz. Evet, gerçekten de bugün dünyada kapitalizmin karanlığı hüküm sürüyor. Göz bebeklerimizi kanatan bir karanlık! Savaşlarda yerle bir olan kentler, göç yollarında kıyıya vuran çocuk bedenleri, açlık, sefalet, şiddet, baskı, nefret, karamsarlık, umutsuz kitleler, alabildiğine çürümüşlük… Ancak içinden geçtiğimiz bu karanlık süreç dünyada ilk kez yaşanmıyor. Tarih boyunca nice bitmez zannedilen karanlık süreçler olmuş ve hepsi de sonlanmıştır. Tıpkı Rusya’da 1917’de olduğu gibi…
Büyük baskılara rağmen başta Lenin olmak üzere Bolşeviklerin uzun yıllar boyunca yürüttüğü sabırlı çalışmalar, nihayet meyvesini vermişti. Rus işçi sınıfı 1917’de yani tam 100 yıl önce, Bolşeviklerin önderliğinde bir devrim gerçekleştirerek iktidarı ele geçirdi. Hem de savaşın, yoksulluğun, ölümün hüküm sürdüğü Çarlık Rusya’sında! Halklar hapishanesi olarak anılan Çarlık Rusya’sında! 100 yıl önce yakılan bu ateş sadece o günleri aydınlığa çıkarmakla kalmadı, bugün bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin sabırla ve inatla sürdürdükleri mücadele, zor dönemlerde aldıkları tutumlar bu gün bizlerin nasıl mücadele edeceği konusunda yol gösterici olmaya devam ediyor.
Bizler, tarih bilinci edinmeye çalışan gençleriz, Marksist Tutum okurlarıyız! İnanıyoruz ki karanlık aydınlığa dönecektir. Ancak günü kendiliğindenliğe terk etmek yok! Yüreğimizde ve bilincimizde kuşku ve korkuya yer yok! Koşulları ve ona uygun görevleri kavrayıp yerine getirirsek ışık çekirdeklerini ekebiliriz. Şairin dediği gibi, dünyayı sarsan büyük sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir. Bizler de şanlı Ekim Devriminin tüm derslerini bilincimize nakşedip sınıfımızın içerisinde sabırla ve inatla mücadele etmeye devam edeceğiz. Geçmişin deneyimlerini pusula edinip, yüzyıllardır hayal edilen ve uğruna mücadele edilen o yaşanılası dünyayı var etmek için canla başla çalışacağız. Selam olsun bir asırlık ezgiye, selam olsun şanlı Ekim Devrimine! Ve yeni Ekimlere…

link: İstanbul’dan MT okuru öğrenciler, Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!, 27 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6076
Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!


Tarihte çok önemli ve belirleyici dönemeç noktaları vardır. İşte 1917 Ekim Devrimi de işçi sınıfının sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde böyle bir dönemeç noktasıdır ve çok önemli bir kazanımdır. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. İşçi sınıfının can yakan sorunlarına devrimci tarzda çözümler getiren, Lenin önderliğinde Bolşevik Parti oldu. Böyle bir önderlikle tarihte ilk defa horlanan ve sömürülen kitleler siyasal iktidarı ele almış ve sömürüyü ortadan kaldırmaya girişmişti. İşçi sınıfı hem üreten hem de yöneten olmuştu.
Despotik Rus Çarlığı, ezilen ve sömürülen işçi-emekçi halka türlü türlü acılar yaşatmıştı. Açlık, yoksulluk ve emperyalist savaş kısırdöngüsü içinde kitleler bunalırken, egemen despotlar saraylarında sefahat içinde yaşıyorlardı. Sınıf devrimcileri olan Bolşevikler, en karanlık dönemlerde bile sınıfın devrimci gücüne inanarak bitmek bilmeyen bir sabır ve inatla işçi sınıfının can yakıcı sorunlarının çözümünü, devrime, kurtuluşa giden yolu göstermişti.
Kapitalizm çürüdü, miadını çoktan doldurdu. Bu çürümenin sonucunda ise kapitalizmin krizlerinin derinleştiği, emperyalist savaşın kızıştığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan göç ettirildiği, açlığın ve yoksulluğun arttığı karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler işçi-emekçi halkların örgütlü isyanından korktuğundan otoriter ve baskıcı burjuva yönetimleri işbaşına getiriyorlar. Baskı ve korku iklimi hâkim kılınmaya çalışılıyor. Ama korkunun ecele faydası yok! Kapitalizm insanlığa gelecek vaat etmiyor, vaat ettiği tek şey çürüme, açlık ve ölüm. Bu nedenle dünyanın çeşitli emperyalist ülkelerinde kapitalizme karşı öfke mayalanıyor.
Aradan bir asır geçmesine rağmen Ekim Devrimi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Kapitalizm kitlelere umutsuzluk, karamsarlık ve çıkışsızlık pompalıyor. Oysa umutsuzluğa yer yok, karamsarlığa yer yok! Lenin de inatla Marksist fikirlerin takipçisi olmuş ve sosyalist mücadeleyi sekteye uğratacak, yoldan saptıracak siyasal düşünce ve eğilimlere prim vermemiştir. Biz sınıf devrimcileri insanın insanı sömürmediği, sınırların ve sınıfların olmadığı, savaşların olmadığı, insanca yaşayabileceğimiz bir dünya istiyoruz. Böylesi bir dünya mümkün. Kapitalizmi alaşağı edecek kudret devrimci işçi sınıfının ellerinde yükselecektir. Kapitalizmin üzerine karabasan gibi çöken korkulu rüyası budur! Kapitalizm er ya da geç tarihin çöp sepetine gidecek.

link: Kocaeli’den metal işçileri, Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!, 19 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6058
Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!


1990’lı yıllarda sosyalizmin çöktüğü ve kapitalizmin zafer kazandığı ilan edildi. Artık savaşlar olmayacaktı. Dünyaya barış gelmişti. Ekonomik krizler olmayacaktı. İnsanların bütün temel sorunları çözülecekti. Kimse işsiz kalmayacak, herkesin barınacak bir yeri olacak, açlıktan kimse ölmeyecek, çıkarılan iklim yasaları vs. ile doğa korunacaktı… Kapitalizmin egemenlik kurmadığı, kapitalist ilişkilerin girmediği bir karış toprak kalmamıştı artık. Kapitalizm tam anlamıyla küresel bir sistem olmuştu ve güya insanlığın tüm sorunları çözülecekti. Burjuva ideologlar ve burjuva medya kitlelere bunları empoze ediyordu.
Ve yıl 2017. Şu an dünyaya baktığımızda gördüğümüz tablo hiç de anlatılanlara benzemiyor. Artık savaş olmayacak demişlerdi fakat her gün biraz daha büyüyen Ortadoğu eksenli emperyalist paylaşım savaşı binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaşadığı toprakları terk edip gelecek umuduyla göç yollarında ölüm-kalım mücadelesi vermesine yol açtı. Her gün binlerce insan bir parça yiyecek, bir yudum su bulamadığı için açlıktan ölüyor. Her geçen gün işsizler ordusuna binlerce insan katılıyor ve her gün sokakta yaşamaya mahkûm edilen insan sayısı artıyor. Milyonlarca insan açlığa, yoksulluğa mahkûm edilirken, çalışanların ücretleri düşürülüp çalışma saatleri uzatılırken, işçi-emekçilerin kazanılmış hakları dünyanın her yerinde saldırıya uğrarken, dünyayı yaşanmaz hale getirenler, sermaye sahipleri dolarlarına dolar katmaya, kârlarını artırmaya devam ediyorlar. Tüm insanlık artık refaha kavuşacak demişlerdi! Milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yalan söylemişlerdi, yalan söylemeye de devam ediyorlar.
Kapitalizmin içine sürüklendiği sistem krizi tüm insanlığı yok oluşa sürüklerken, emperyalist hiyerarşideki hegemonya krizi savaşın daha da derinleşeceğini gösteriyor. Dünyada otoriter ve baskıcı rejimler iktidar olurken, insanlığı çürümüş kapitalist düzene mahkûm etmek istiyorlar. Burjuva ideologlar, yazarlar, siyasetçiler istedikleri kadar allayıp pullayıp kapitalizmin insanlık tarihinin en iyi sistemi olduğunu söylese de, insanlığın büyük bir çoğunluğu yaşadığı hayattan rahatsız ve bir şeylerin değişmesini istiyor. Kapitalizmin yarattığı toplumsal çelişkiler her gün biraz daha derinleşirken, toplumun büyük bir kısmında öfke de büyüyor. Özellikle genç işçi-emekçiler arasında kapitalist ideologların öldü dedikleri sosyalist, devrimci, Marksist fikirlere yönelim eskisine göre daha fazla artıyor. Dünyanın birçok yerinde kitleler sokaklara çıkıyor, saldırılar karşısında grevlerle, direnişlerle sistemin yarattığı olumsuzluklara karşı mücadele ediyor. Sistemin yaratmış olduğu krizin faturasını ödemeyeceğini haykırıyor.
Yüzyıl önce de sistem kriz içindeydi. Krizden çıkmak ve dünyayı yeniden paylaşmak için emperyalist devletler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının sakat kalmasına neden olan bir paylaşım savaşına tutuşmuşlardı. 1914 yılında başlayan savaş, 1917 Ekim Devriminden sonra son bulmak zorunda kaldı. Zorunda kaldı çünkü burjuvaların, kapitalistlerin hiç beklemedikleri bir zamanda Rusya gibi Çarlıkla yönetilen geri bir ülkede işçiler kendi iktidarlarını kurmuşlardı. Kendi ülkelerinde de işçilerin ayaklanmasından ve iktidarı ele almasından korkan burjuvalar savaşa son vermek zorunda kaldılar. Öyle ya, ayaktakımı olarak gördükleri, köle gibi çalıştırdıkları işçiler nasıl iktidar olurdu? Evet, işçiler Lenin önderliğinde kurulan Bolşevik Partide örgütlenip sovyetlere dayanan kendi iktidarlarını kurdular. Sistemin yarattığı ve derinleştirdiği toplumsal çelişkilerin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk devrime dönüştü. Bolşevikler tarafından doğru zamanda sabırla, azimle ve karalılıkla örgütlenen işçi-emekçi kitlelerin öfkesi, Rusya’da işçi sınıfının iktidarıyla sonuçlandı. İşçilerin iktidara gelmesiyle savaş durdurulmuş, ezilen halklara özgürlüğü verilmiş, egemen sınıfların kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar ifşa edilmiş, topraksız köylülere toprak dağıtılmış, işyeri komiteleri aracılığıyla işçiler hem üretmeye hem de yönetmeye başlamıştır. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyerek kendi iktidar organlarını yaratmışlardır.
Bugün içinden geçtiğimiz dönemde toplumsal çelişkiler yüzyıl öncesine göre çok daha artmış durumda. Kapitalizm insanlığa iyi bir gelecek umudu vermiyor. Savaş, ölüm, açlık, yoksulluk, sefalet, baskılar, şiddet, işsizlik, umutsuzluk vs. dışında insanlara hiçbir şey vaat etmiyor. İnsanca bir yaşam için, insanlığın geleceği için tek çözüm kapitalist sistemin tüm kurumlarıyla birlikte yıkılıp tarihin çöp sepetine atılmasıdır. Nasıl mı? Dönüp tarihimize, geçmişimize bakarak, Ekim’den dersler çıkartarak, oradan almamız gereken deneyimleri alarak ve yolumuza devam ederek.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma yolunda önemli deneyimlerle dolu olan Ekim Devrimi, işçi iktidarı, sosyalist ve komünist toplum mücadelesi için tarihsel bir kilometre taşıdır. Ve insanlığın geleceği için devrimci mücadele bir zorunluluktur. Geleceğin toplumu için mücadele edenler, kendi sınıf tarihinden ve deneyimlerinden yararlanarak yol almak istiyorsa, bugüne yüzyıl öncesinden ışığını ulaştıran Ekim Devrimine ve ona öncülük eden Bolşeviklerin mücadele deneyimlerine sahip çıkmalı, bu deneyimlerin ışığında yol almalı, kitleleri devrimci mücadeleye çekebilmelidir.

link: Esenyurt’tan bir grup metal işçisi, Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!, 14 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6044
Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor


Tarihte hangi mücadele kolay ulaştı zafere? Bundan 100 yıl önce bütün zorluklara rağmen zafere ulaşan Ekim Devrimi, bugün hâlâ bizim yüreğimize umut, burjuvazinin yüreğine korku salıyor. Tarihte ilk defa işçiler örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Yirminci yüzyılın başında tüm dünya savaşla sarsılıyordu. O savaşın ortasında kapitalistlerin yıkılmaz denilen kan ve zulüm iktidarının bir halkası zincirinden koparılmış, parçalanmıştı. Tarihin gidişatı değişmiş, işçi sınıfı gücünü göstermişti. Ekim Devrimi bizlere büyük bir miras bıraktı.
Ekim Devrimi insanlığa gösterdi ki yeni bir dünya kurmak mümkündür ve bunun temelleri mevcuttur. Önemli olan sınıf bilinçli işçilerin bu temelin üzerine sağlam bir bina örebilmesidir. İnsanın insanı sömürmediği bir dünyadır özlemimiz. Elbette ki işimiz çok kolay değil ama zaten hünerimiz de burada ortaya çıkmalıdır. Ne diyordu işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet;
“Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama
Bu iş biraz daha zor
Zor ama
Yapı yükseliyor, yükseliyor”
Ekim Devrimi insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının ellerinde olduğunu kanıtlamış şanlı bir zaferdir. Zamanın koşullarını düşünecek olursak bugünkü şartlara göre belki de daha zordu mücadele. Çünkü yaşanan her şey ilk kez tecrübe ediliyordu. Biz yeni kuşak işçiler o kıymetli deneyimleri derinden kavramaya çalışmalıyız. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı yanı başımızda sürüyor, başımızdan geçecek felâketleri bizlere gösteriyor. Yeni Ekim Devrimlerinin mayalandığı süreçler de yine başlamış bulunuyor. Yani tarih bizi göreve çağırıyor. İnsanlığı, doğayı, dünyayı yok olmaktan kurtarmak, üreten, var eden biz işçilerin ellerindedir. Yeter ki geçmişimize sahip çıkıp onun ışığında ilerleyelim.

link: Kocaeli’den bir kadın metal işçisi, Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor, 11 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6034
Okurlarımızdan: Ekim Devrimine Selam Olsun!


Lenin’e
Ankara’dan bir işçi
işte orada az ilerde, kürsüde alnı geniş, sakallı çenesi hafif öne çıkık çekik gözlü, yumruğu sıkılı kendinden emin duran paltosu kızıl kurdeleli gür sesiyle haykıran işte orada Lenin iktidarı sovyetlere veriyor toprağı köylüye yarenleri çepeçevre sarmış etrafını gururlanıyorlar ve meydan okuyorlar burjuvaziye parıldıyor işçinin gözünde umut dinliyorlar önderlerini coşuyorlar bu ne cüret, bu ne heyecan şaşkın dünya şaşkın dünyanın bütün çakalları ve Nazım Usta’nın dizeleri geliyor aklıma atıfta bulunuyor önderimize “bahar geldi çocuklar çıkın kırlara çiçeklenin çocuklar çiçeklenin güneş bütün varlığıyla tezahür etti güneşlenin çocuklar güneşlenin” Şan olsun 100. yılında Ekim Devrimine! Şan olsun onun izinde yürüyenlere!
Ekim Devrimi!
MT okuru bir sağlık işçisi
Kanlı bir pazardı tohumları serpildi İşçinin, emekçinin kanlarıyla sulandı Kollar sıvandı, yumruklar da sıkıldı Koca bir devrim adımları atıldı. Kadını çocuğuyla zulme dur demek için Bir yürüyüş başladı ezilmiş halklar ile Canlar dişe takıldı, direnişler başladı O nasırlı ellerde özgürlükler taşındı. Ekmek, barış, özgürlük direnişin adıydı Lenin’in öncülüğü, yoldaşların gücüydü Karanlıklara doğdu sosyalizmin güneşi Aydınlattı halkları, kapitalizmi yıktı. Büyük bir umut oldu dünyadaki halklara İnsanlığın kalbine ektiği tohumlarla Devrim ateşi yakıp kavurdu zalimleri Işık oldu bizlere yüz yıllık tarihiyle.
Biz Yolumuzda Yürüyeceğiz
Gazi Mahallesi’nden MT okuru lise öğrencileri
Dünyada pek çok sorun var ve bunların hiçbiri basit sorunlar değil. Bu sorunları tek bir sınıf çözebilir, o da devrimci işçi sınıfıdır. Bu sorunların kaynağı olan kapitalizmi yıkmazsak eğer; savaş, işsizlik, yoksulluk, açlık, sömürü ve kadına yönelik şiddet asla son bulmayacak. Biz adaletin, eşitliğin, huzurun ve barışın olduğu bir dünya istiyoruz. 100 sene önce Rusya’da böyle bir dünyayı inşa etmek için çok büyük bir adım atıldı. Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde işçiler Ekim Devrimini yaptı. Bizler devrimi bütün dünyada yapmalıyız. Bizler tarihten ders alırsak ve daha bilinçli olursak, kapitalizmi tüm dünyada yok edip sosyalizmi kurabiliriz. Tabii ki bunun için mücadele etmemiz gerekir. Aynı Rusya’da işçilerin kapitalizme boyun eğmeyip savaştıkları gibi!
Ekim Devrimi bize güçlü olduğumuzu hatırlatıyor. İşçilerin kadınıyla erkeğiyle neler yapabileceğini gösterdi. Tabii biz bu yoldayken karşımıza yine zorluklar çıkacak, bizi durdurmak isteyenler olacak. Bize inanmayanlar ve bizi dinlemeyenler çıkacak. Ama Marx’ın da dediği gibi; sen yolunda yürü, bırak ne derlerse desinler!
Yolumuzu Açanlara Selam Olsun
Ankara'dan MT okuru bir işçi
100. yılında Ekim Devrimini hatırlamak işçi sınıfı açısından her zamankinden daha çok önem kazanmaktadır. Sınıflı toplumlar tarihinin en büyük olaylarından biri olan Ekim Devrimi, 20. yüzyılın tarihini değiştirmiştir.
Ekim Devrimi biz işçilere de eşsiz deneyimlerle dolu bir miras bıraktı. Bolşeviklerin sıkılı bir yumruk gibi yaşamlarımıza girip yüreğimizin en kıymetli yerinde taht kurmaları bizi hem onurlandırıyor, hem de gururlandırıyor. Bu yolda nice kadın, erkek, genç, yaşlı insan yaşamını yitirdi, büyük acılar ve çileler çekti. Onların tarihsel mirasını şeref ve onurumuzla savunuyoruz.
21. yüzyılın devrimcileri olarak, bu nehirden beslenen ve bizlere pırıl pırıl suyu içiren devrimci Marksist önderlere de şükran borçluyuz. Elif Çağlı, Mehmet Sinan ve yoldaşlarının izinde ve kızıl bayrakları altında mücadele etmenin gururunu yaşıyoruz.
Selam olsun tarihin yiğitlerine...
Öğretmenimiz Ekim Devrimi
Marksist Tutumcu öğretmenler
Marksist Tutumcu öğretmenler olarak insanlık tarihinin en büyük öğretmenlerinden biri olan Ekim Devriminin dersine girdik. Bu sefer sıralarda oturan bizdik. Kürsüde konuya son derece hâkim olan öğretmenimiz, Ekim Devrimi, derse günümüzden başlayarak giriş yaptı ve aynen şöyle dedi:
Krizin her geçen gün derinleştiği, emperyalist savaş yüzünden kitleler halinde insanların katledildiği, dünyanın birçok bölgesinde açlık, hastalık, denizlerde imdat çığlıklarının yükseldiği, kitlelerin milliyetçi ve otoriter liderlerce faşizmin kıskacına çekilmeye çalışıldığı bir zamanda yaşamaktasınız.
Burjuva siyasetinin ikiyüzlü yapısı gereği, kapitalist düzende dostlar aniden düşman, düşmanlar birden bire dost olabiliyor. Bolluk yaşanması gereken bir çağda hemen hemen her gün sefalet görüntüleriyle karşılaşıyorsunuz. Topluma burjuva ahlâkın dayatıldığı bu zaman diliminde tecavüzler, ihanetler, sahte, ruhsuz ilişkiler hâkim…
Basiretsiz, kifayetsiz muhterislerin toplum yönetiminde önemli mevkilere geldiği; talan, rüşvet ve emek sömürüsüyle zenginleşen asalak patronların tüm zenginliklerinizi gasp ettiği; bilimin ve bilcümle üretim araçlarının savaş, kâr, para, iktidar ve her türlü gericilik için kullanıldığı çürümüş bir kapitalizmin emperyalist yozluğunda yaşamaktasınız.
Peki, bu duruma kim, kimler dur diyebilir? Kimler bu cendereden insanlığı kurtarabilir? Meselâ yaşanan bu insafsız kanlı savaşı hangi güç durdurabilir? İnsanlığı bu zalim egemenlerin elinden hangi yöntemle kimler alabilir? Tarihte var mıdır ki örneği? Vardır.
Herkes şahittir. İşçi sınıfı tarihi şahittir. Dost ve düşman şahittir. Ağır, çelik, kara toplarıyla Avrora şahittir.
Saltanatının sonsuza kadar süreceğini düşünen ve bunu hiç utanmadan söyleyen Çariçe Aleksandra Fyodorovna şahittir.
İşçileri 9 Ocak 1905’te çok güvendiği Çar’a yakarışa götüren ve işçilerin eline sözümona Çar babanın ikonlarını tutuşturan ve o Kanlı Pazar gününde Çar’ın kurşunlarından kaçarak kurtulan Papaz Gapon şahittir.
Karşısında toplanan Kürt ve Türk halklarının Erzincan Sovyeti Temsilcilerine işçi devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkilerini anlattıktan sonra, “Türkler, Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barışa elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk rençperleri ve ameleleri birleşerek kendi şuramızı kuralım. Bizim Sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus amelesi zalim Çar’ı devirerek kendi hükümetlerini kurdular, biz de birleşerek kendi hükümetimizi kuralım. Lenin ve ordusu bizi destekliyor” diye seslenen Ermeni temsilcisi Muradof Paşa şahittir.
1904 ve 1905 yıllarında Japon denizinde savaştan yana zerre kadar çıkarları olmayan ama militarist Meiji iktidarının ve zalim Rus Çarı’nın doymak bilmez hırslarının kurbanı olarak birbirini boğazlayan zavallı Japon ve Rus asker çocuklar şahittir.
1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşında ölen milyonlar şahittir.
1917 8 Martında Dünya Emekçi Kadınlar gününde, Petrograd sokaklarında, ellerinde kızıl bayraklarıyla “Ekmek” diye başladıkları günden “Kahrolsun Otokrasi”yle çıkan Rus işçi sınıfının kadınları şahittir.
Şubat devriminde Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler burjuvaziye güvenip iktidarı teslim etmekteyken “Tüm İktidar Sovyetlere” diye bağıran Bolşevikler şahittir.
Ekim 1917’den sonra üretim araçlarına sahip olan işçiler şahittir.
Ekim 1917’den sonra topraklara el koyan köylüler şahittir.
Ekim 1917’den sonra kendi kaderleri için söz hakkı kazanan uluslar şahittir.
Ekim 1917’den sonra savaşı, o kahrolası savaşı artık sürdüremeyen zalim, egemen emperyalistler şahittir.
Ekim 1917’den sonra eşitlik ve kurtuluş yolunda dev adımlar atan kadınlar şahittir.
Ve o ki devrimin lideri, “bana bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst ederim” diyen ve o örgütü bizzat inşa eden Lenin şahittir ki;
BU DÜNYADA
AYAKLAR
BAŞ OLDU!
Mücadelenin Halkası Olalım
Esenyurt’tan bir mağaza işçisi
“Bir sakallı varmış orda, başa geçmiş. Başa geçer geçmez de, savaş bitecek demiş. Ve savaş da bitmiş işte… Başka işler de görmüş o sakallı: ‘bundan böyle zengin de yok, fakir de…’ demiş. Herkes birmiş Rusya’da… Bütün tımar ve hasları alıp bölüştürmüş, saraylardan dışarı dehlemiş bütün prenslerle paşaları.” Benden Selam Söyle Anadolu’ya romanında, Anadolu’da savaşmaktan bitap düşmüş bir asker söylüyordu bunları sevinç içerisinde.
Bundan yüz yıl önce Rusya’da zalim despotik Çarlık yıkılmış ve ardından da sadece 8 ay içinde işçi sınıfı iktidarı almıştı. İşçi sınıfını Lenin önderliğinde iktidara taşıyan Bolşevikler, emperyalist savaştan çekilmiş, bu savaşın işçi sınıfının savaşı olmadığını tüm dünyaya ilan etmişlerdi.
Lenin’e göre “Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, darkafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir…” Yine Lenin “Kapitalist sömürü ve cinayet dünyasının karşısına, proleter barış ve halkların birliği dünyasının yığınlarını çıkartınız” demişti.
Rusya’da işçi sınıfı için savaş sona ermiş, bu topraklarda yaşayan halklar kendi geleceğini tayin hakkını ellerine almıştı. Özel mülkiyet ortadan kaldırılmıştı, üretimi ne kadar yapacaklarına artık işçiler kurdukları sovvetlerde karar veriyordu. İşçi sınıfı tarihin akışını nasıl değiştirdiğini ortaya koymuştu.
Egemen sınıflar telaş içindelerdi. Kızıl fırtına, dünyada zamanın ruhunu değiştirmişti ve egemenleri kendi iktidarlarının işçiler tarafından alaşağı edilme korkusu sarmıştı. Onlar kendi ülkelerinin işçilerini yıllardan beri kandırmış ve fakirlik, yokluk içinde yaşamalarını sağlamış, kendi savaşları için milyonlarca insanın ölmesine neden olmuşlardı.
Bugün de dünyamız 100 yıl öncesinden farklı değil. Hatta fazlası var eksiği yok. Burjuvazi kendi çıkarları temelinde insanlığı yok oluşa sürüklüyor ve işçi sınıfını kandırıyor. Ortadoğu’da savaş olanca hızıyla sürüyor, Asya-Pasifik’te sıcak savaşın başlamasına ramak kalmış durumda. Ortadoğu’daki savaştan kaçan binlerce insan yollarda denizlerde boğularak ölüyor. Açlık ve yoksulluk giderek artıyor, tüm dünyada ülkeler bütçelerini silahlanmaya ayırıyorlar, devletler birbirlerini nükleer silahlarla tehdit ediyorlar, Avrupa’nın göbeğinde bombalar patlıyor; çevre sorunu büyüyor, işsizlik artıyor, faşizm-ırkçılık tüm dünyada yükseliyor, otoriter rejimler yayılıyor.
Dünyayı kapitalist sistem bu hale getirmiştir. Ya bu sistemi tümden ortadan kaldıracağız ya da bu sistem dünyanın ve insanlığın yok oluşuna neden olacaktır. Biz işçi sınıfının öncüleri Ekim Devrimini, Lenin’i, Bolşevizmi çok iyi kavrayacağız. Gerekli dersleri tekrar tekrar çıkartıp işçi sınıfının uluslararası mücadelesinin halkaları olacağız. İşte o zaman yeni Ekimler bu halkalar sayesinde tüm dünyayı saracak.
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
Selam Olsun Yolumuza Işık Tutanlara!
İstanbul’dan MT okuru öğrenciler
“sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir”
“bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir”
Atilla İlhan’ın da şiirinde anlattığı gibi, karşıtıyla yüklüdür her şey. Tartışılmaz zannedilen mükemmellikler, içinde saklar kusurları… Berrak sular bile yağlı çamurlardan kopup gelir. Yanlışlar ve doğrular, gerçekler ve yalanlar var eder birbirini. Ve elbet aydınlık da karanlığın içinden doğup çıkagelecektir, korkmayıp ışık çekirdeklerini ekenler var olduğu sürece!
İçinden geçtiğimiz süreci sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Eğer böyle bir yanlışı yaparsak hiçbir zaman aydınlığa çıkılacağına ihtimal verilmeyen kör bir karanlık görürüz. Evet, gerçekten de bugün dünyada kapitalizmin karanlığı hüküm sürüyor. Göz bebeklerimizi kanatan bir karanlık! Savaşlarda yerle bir olan kentler, göç yollarında kıyıya vuran çocuk bedenleri, açlık, sefalet, şiddet, baskı, nefret, karamsarlık, umutsuz kitleler, alabildiğine çürümüşlük… Ancak içinden geçtiğimiz bu karanlık süreç dünyada ilk kez yaşanmıyor. Tarih boyunca nice bitmez zannedilen karanlık süreçler olmuş ve hepsi de sonlanmıştır. Tıpkı Rusya’da 1917’de olduğu gibi…
Büyük baskılara rağmen başta Lenin olmak üzere Bolşeviklerin uzun yıllar boyunca yürüttüğü sabırlı çalışmalar, nihayet meyvesini vermişti. Rus işçi sınıfı 1917’de yani tam 100 yıl önce, Bolşeviklerin önderliğinde bir devrim gerçekleştirerek iktidarı ele geçirdi. Hem de savaşın, yoksulluğun, ölümün hüküm sürdüğü Çarlık Rusya’sında! Halklar hapishanesi olarak anılan Çarlık Rusya’sında! 100 yıl önce yakılan bu ateş sadece o günleri aydınlığa çıkarmakla kalmadı, bugün bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin sabırla ve inatla sürdürdükleri mücadele, zor dönemlerde aldıkları tutumlar bu gün bizlerin nasıl mücadele edeceği konusunda yol gösterici olmaya devam ediyor.
Bizler, tarih bilinci edinmeye çalışan gençleriz, Marksist Tutum okurlarıyız! İnanıyoruz ki karanlık aydınlığa dönecektir. Ancak günü kendiliğindenliğe terk etmek yok! Yüreğimizde ve bilincimizde kuşku ve korkuya yer yok! Koşulları ve ona uygun görevleri kavrayıp yerine getirirsek ışık çekirdeklerini ekebiliriz. Şairin dediği gibi, dünyayı sarsan büyük sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir. Bizler de şanlı Ekim Devriminin tüm derslerini bilincimize nakşedip sınıfımızın içerisinde sabırla ve inatla mücadele etmeye devam edeceğiz. Geçmişin deneyimlerini pusula edinip, yüzyıllardır hayal edilen ve uğruna mücadele edilen o yaşanılası dünyayı var etmek için canla başla çalışacağız. Selam olsun bir asırlık ezgiye, selam olsun şanlı Ekim Devrimine! Ve yeni Ekimlere…
Ekim Devrimi Sınıf Devrimcilerine Yol Gösteriyor!
Kocaeli’den metal işçileri
Tarihte çok önemli ve belirleyici dönemeç noktaları vardır. İşte 1917 Ekim Devrimi de işçi sınıfının sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde böyle bir dönemeç noktasıdır ve çok önemli bir kazanımdır. Hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. İşçi sınıfının can yakan sorunlarına devrimci tarzda çözümler getiren, Lenin önderliğinde Bolşevik Parti oldu. Böyle bir önderlikle tarihte ilk defa horlanan ve sömürülen kitleler siyasal iktidarı ele almış ve sömürüyü ortadan kaldırmaya girişmişti. İşçi sınıfı hem üreten hem de yöneten olmuştu.
Despotik Rus Çarlığı, ezilen ve sömürülen işçi-emekçi halka türlü türlü acılar yaşatmıştı. Açlık, yoksulluk ve emperyalist savaş kısırdöngüsü içinde kitleler bunalırken, egemen despotlar saraylarında sefahat içinde yaşıyorlardı. Sınıf devrimcileri olan Bolşevikler, en karanlık dönemlerde bile sınıfın devrimci gücüne inanarak bitmek bilmeyen bir sabır ve inatla işçi sınıfının can yakıcı sorunlarının çözümünü, devrime, kurtuluşa giden yolu göstermişti.
Kapitalizm çürüdü, miadını çoktan doldurdu. Bu çürümenin sonucunda ise kapitalizmin krizlerinin derinleştiği, emperyalist savaşın kızıştığı, milyonlarca insanın yerinden yurdundan göç ettirildiği, açlığın ve yoksulluğun arttığı karanlık bir dönemden geçiyoruz. Egemenler işçi-emekçi halkların örgütlü isyanından korktuğundan otoriter ve baskıcı burjuva yönetimleri işbaşına getiriyorlar. Baskı ve korku iklimi hâkim kılınmaya çalışılıyor. Ama korkunun ecele faydası yok! Kapitalizm insanlığa gelecek vaat etmiyor, vaat ettiği tek şey çürüme, açlık ve ölüm. Bu nedenle dünyanın çeşitli emperyalist ülkelerinde kapitalizme karşı öfke mayalanıyor.
Aradan bir asır geçmesine rağmen Ekim Devrimi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Kapitalizm kitlelere umutsuzluk, karamsarlık ve çıkışsızlık pompalıyor. Oysa umutsuzluğa yer yok, karamsarlığa yer yok! Lenin de inatla Marksist fikirlerin takipçisi olmuş ve sosyalist mücadeleyi sekteye uğratacak, yoldan saptıracak siyasal düşünce ve eğilimlere prim vermemiştir. Biz sınıf devrimcileri insanın insanı sömürmediği, sınırların ve sınıfların olmadığı, savaşların olmadığı, insanca yaşayabileceğimiz bir dünya istiyoruz. Böylesi bir dünya mümkün. Kapitalizmi alaşağı edecek kudret devrimci işçi sınıfının ellerinde yükselecektir. Kapitalizmin üzerine karabasan gibi çöken korkulu rüyası budur! Kapitalizm er ya da geç tarihin çöp sepetine gidecek.
Ekim Devrimini 100. Yılında Coşkuyla Selamlıyoruz
Esenyurt’tan bir grup kadın tekstil işçisi
Bizler tekstilde çalışan kadın işçiler olarak Ekim Devriminin 100. yılını coşkuyla selamlıyoruz. Bizler ancak bilinçli ve örgütlü işçiler olduktan sonra Ekim Devriminin önemini ve tarihini öğrendik. Bugün tek adam-tek parti rejiminin dayatıldığı, baskıların alabildiğine arttığı bir süreçten geçmekteyiz. Fakat tarih gösteriyor ki örgütlü işçiler asla karamsarlığa düşmezler. İşçiler 100 yıl önce Çarlığı yıkarak kendi iktidarlarını kurdular. Birinci Dünya Savaşında milyonlarca insan kapitalistlerin çıkarları uğruna öldü. Tüm olumsuzluklara rağmen işçiler mücadele etmekten geri durmadılar. Askerler savaşı bırakıp işçilerin yanında saf tuttular.
Kapitalistlere korku salan işçi devrimi savaşı durdurdu. Ekim Devrimini hayata geçiren Rus işçileri de bizim gibi işçilerdi. Aslında işçiler örgütlendiklerinde çok büyük bir güç oluyorlar. Ekim Devrimi bunun büyük bir örneğidir. İşçiler kendi tarihlerini yeni öğrenmeye başladığında, işçilerin yaptığı devrim hayal gibi geliyor. Biz de yeni öğrenmeye başladığımızda hayal gibi geliyordu. Fakat devrimci mücadeleyi hayatımızın her alanında hissetmeye başlayınca bu düşünceler kaybolup gidiyor. Biz işçiler umudumuzu günden güne yeşertmeliyiz. Ekim Devriminden aldığımız inançla, azimle, kararlılıkla mücadele ediyoruz. Kapitalizmi tarihin çöp sepetine atacak olan işçi sınıfının örgütlü gücüdür. İyi ki devrimci mücadeleyle tanışmışız. Biz kadın işçiler mücadelede en önde olmalıyız. Çocuklarımıza onurlu bir yaşam bırakmak bizlerin boynunun borcudur. Kız çocuklarının daha özgür yaşayacağı ve erkek egemenliğinin olmadığı bir dünya bırakmak bizlerin elinde. Yaşasın Ekim Devrimi!
Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!
Esenyurt’tan bir grup metal işçisi
1990’lı yıllarda sosyalizmin çöktüğü ve kapitalizmin zafer kazandığı ilan edildi. Artık savaşlar olmayacaktı. Dünyaya barış gelmişti. Ekonomik krizler olmayacaktı. İnsanların bütün temel sorunları çözülecekti. Kimse işsiz kalmayacak, herkesin barınacak bir yeri olacak, açlıktan kimse ölmeyecek, çıkarılan iklim yasaları vs. ile doğa korunacaktı… Kapitalizmin egemenlik kurmadığı, kapitalist ilişkilerin girmediği bir karış toprak kalmamıştı artık. Kapitalizm tam anlamıyla küresel bir sistem olmuştu ve güya insanlığın tüm sorunları çözülecekti. Burjuva ideologlar ve burjuva medya kitlelere bunları empoze ediyordu.
Ve yıl 2017. Şu an dünyaya baktığımızda gördüğümüz tablo hiç de anlatılanlara benzemiyor. Artık savaş olmayacak demişlerdi fakat her gün biraz daha büyüyen Ortadoğu eksenli emperyalist paylaşım savaşı binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaşadığı toprakları terk edip gelecek umuduyla göç yollarında ölüm-kalım mücadelesi vermesine yol açtı. Her gün binlerce insan bir parça yiyecek, bir yudum su bulamadığı için açlıktan ölüyor. Her geçen gün işsizler ordusuna binlerce insan katılıyor ve her gün sokakta yaşamaya mahkûm edilen insan sayısı artıyor. Milyonlarca insan açlığa, yoksulluğa mahkûm edilirken, çalışanların ücretleri düşürülüp çalışma saatleri uzatılırken, işçi-emekçilerin kazanılmış hakları dünyanın her yerinde saldırıya uğrarken, dünyayı yaşanmaz hale getirenler, sermaye sahipleri dolarlarına dolar katmaya, kârlarını artırmaya devam ediyorlar. Tüm insanlık artık refaha kavuşacak demişlerdi! Milyonlarca insanın gözünün içine baka baka yalan söylemişlerdi, yalan söylemeye de devam ediyorlar.
Kapitalizmin içine sürüklendiği sistem krizi tüm insanlığı yok oluşa sürüklerken, emperyalist hiyerarşideki hegemonya krizi savaşın daha da derinleşeceğini gösteriyor. Dünyada otoriter ve baskıcı rejimler iktidar olurken, insanlığı çürümüş kapitalist düzene mahkûm etmek istiyorlar. Burjuva ideologlar, yazarlar, siyasetçiler istedikleri kadar allayıp pullayıp kapitalizmin insanlık tarihinin en iyi sistemi olduğunu söylese de, insanlığın büyük bir çoğunluğu yaşadığı hayattan rahatsız ve bir şeylerin değişmesini istiyor. Kapitalizmin yarattığı toplumsal çelişkiler her gün biraz daha derinleşirken, toplumun büyük bir kısmında öfke de büyüyor. Özellikle genç işçi-emekçiler arasında kapitalist ideologların öldü dedikleri sosyalist, devrimci, Marksist fikirlere yönelim eskisine göre daha fazla artıyor. Dünyanın birçok yerinde kitleler sokaklara çıkıyor, saldırılar karşısında grevlerle, direnişlerle sistemin yarattığı olumsuzluklara karşı mücadele ediyor. Sistemin yaratmış olduğu krizin faturasını ödemeyeceğini haykırıyor.
Yüzyıl önce de sistem kriz içindeydi. Krizden çıkmak ve dünyayı yeniden paylaşmak için emperyalist devletler milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının sakat kalmasına neden olan bir paylaşım savaşına tutuşmuşlardı. 1914 yılında başlayan savaş, 1917 Ekim Devriminden sonra son bulmak zorunda kaldı. Zorunda kaldı çünkü burjuvaların, kapitalistlerin hiç beklemedikleri bir zamanda Rusya gibi Çarlıkla yönetilen geri bir ülkede işçiler kendi iktidarlarını kurmuşlardı. Kendi ülkelerinde de işçilerin ayaklanmasından ve iktidarı ele almasından korkan burjuvalar savaşa son vermek zorunda kaldılar. Öyle ya, ayaktakımı olarak gördükleri, köle gibi çalıştırdıkları işçiler nasıl iktidar olurdu? Evet, işçiler Lenin önderliğinde kurulan Bolşevik Partide örgütlenip sovyetlere dayanan kendi iktidarlarını kurdular. Sistemin yarattığı ve derinleştirdiği toplumsal çelişkilerin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluk devrime dönüştü. Bolşevikler tarafından doğru zamanda sabırla, azimle ve karalılıkla örgütlenen işçi-emekçi kitlelerin öfkesi, Rusya’da işçi sınıfının iktidarıyla sonuçlandı. İşçilerin iktidara gelmesiyle savaş durdurulmuş, ezilen halklara özgürlüğü verilmiş, egemen sınıfların kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar ifşa edilmiş, topraksız köylülere toprak dağıtılmış, işyeri komiteleri aracılığıyla işçiler hem üretmeye hem de yönetmeye başlamıştır. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız diyerek kendi iktidar organlarını yaratmışlardır.
Bugün içinden geçtiğimiz dönemde toplumsal çelişkiler yüzyıl öncesine göre çok daha artmış durumda. Kapitalizm insanlığa iyi bir gelecek umudu vermiyor. Savaş, ölüm, açlık, yoksulluk, sefalet, baskılar, şiddet, işsizlik, umutsuzluk vs. dışında insanlara hiçbir şey vaat etmiyor. İnsanca bir yaşam için, insanlığın geleceği için tek çözüm kapitalist sistemin tüm kurumlarıyla birlikte yıkılıp tarihin çöp sepetine atılmasıdır. Nasıl mı? Dönüp tarihimize, geçmişimize bakarak, Ekim’den dersler çıkartarak, oradan almamız gereken deneyimleri alarak ve yolumuza devam ederek.
Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma yolunda önemli deneyimlerle dolu olan Ekim Devrimi, işçi iktidarı, sosyalist ve komünist toplum mücadelesi için tarihsel bir kilometre taşıdır. Ve insanlığın geleceği için devrimci mücadele bir zorunluluktur. Geleceğin toplumu için mücadele edenler, kendi sınıf tarihinden ve deneyimlerinden yararlanarak yol almak istiyorsa, bugüne yüzyıl öncesinden ışığını ulaştıran Ekim Devrimine ve ona öncülük eden Bolşeviklerin mücadele deneyimlerine sahip çıkmalı, bu deneyimlerin ışığında yol almalı, kitleleri devrimci mücadeleye çekebilmelidir.
Şanlı Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Saçıyor
Kocaeli’den bir kadın metal işçisi
Tarihte hangi mücadele kolay ulaştı zafere? Bundan 100 yıl önce bütün zorluklara rağmen zafere ulaşan Ekim Devrimi, bugün hâlâ bizim yüreğimize umut, burjuvazinin yüreğine korku salıyor. Tarihte ilk defa işçiler örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Yirminci yüzyılın başında tüm dünya savaşla sarsılıyordu. O savaşın ortasında kapitalistlerin yıkılmaz denilen kan ve zulüm iktidarının bir halkası zincirinden koparılmış, parçalanmıştı. Tarihin gidişatı değişmiş, işçi sınıfı gücünü göstermişti. Ekim Devrimi bizlere büyük bir miras bıraktı.
Ekim Devrimi insanlığa gösterdi ki yeni bir dünya kurmak mümkündür ve bunun temelleri mevcuttur. Önemli olan sınıf bilinçli işçilerin bu temelin üzerine sağlam bir bina örebilmesidir. İnsanın insanı sömürmediği bir dünyadır özlemimiz. Elbette ki işimiz çok kolay değil ama zaten hünerimiz de burada ortaya çıkmalıdır. Ne diyordu işçi sınıfının şairi Nazım Hikmet;
“Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama
Bu iş biraz daha zor
Zor ama
Yapı yükseliyor, yükseliyor”
Ekim Devrimi insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının ellerinde olduğunu kanıtlamış şanlı bir zaferdir. Zamanın koşullarını düşünecek olursak bugünkü şartlara göre belki de daha zordu mücadele. Çünkü yaşanan her şey ilk kez tecrübe ediliyordu. Biz yeni kuşak işçiler o kıymetli deneyimleri derinden kavramaya çalışmalıyız. Bugün Üçüncü Dünya Savaşı yanı başımızda sürüyor, başımızdan geçecek felâketleri bizlere gösteriyor. Yeni Ekim Devrimlerinin mayalandığı süreçler de yine başlamış bulunuyor. Yani tarih bizi göreve çağırıyor. İnsanlığı, doğayı, dünyayı yok olmaktan kurtarmak, üreten, var eden biz işçilerin ellerindedir. Yeter ki geçmişimize sahip çıkıp onun ışığında ilerleyelim.
Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!
Kocaeli’den MT okuru bir işçi
Ekim devrimi bu yıl 100. yılını geride bırakıyor. Bundan 100 yıl önce işçi sınıfı neleri başarabildiğini dosta düşmana gösterdi. Bu devrim işçi sınıfının tarihteki en büyük zaferidir. Bolşeviklerin önderliğinde işçiler, sovyetlerde örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Bu devrim biz işçiler için muazzam dersler içeriyor. O gün olduğu gibi bugün de işçi sınıfına ışık tutuyor.
Bugün kapitalizmin dizginsiz sömürü çarkları işçileri sefalete, açlığa ve iş cinayetlerine sürüklüyor. Uzayıp giden iş saatleri, emperyalist paylaşım savaşları, göçe maruz kalan milyonlarca mültecinin durumu kapitalizmin yarattığı sorunlardan sadece bazılarıdır. Bir yanda muazzam bir zenginlik birikirken bir yandan da yoksulluk alıp başını gitmiş durumda. Dünyanın dört bir yanında yükselen faşizm ve ırkçılık, her geçen gün artan savaş çığırtkanlığı, yaşanılası dünyamızı yaşanılmaz hale getirmiş durumda. Durum şimdilik iç karartıcı görünse de bu böyle devam edecek diye bir şey yok!
Nitekim bundan 100 yıl önce de durum bundan çok farklı değildi. Emperyalist savaş, ağır yaşam koşulları ve daha nice sorun o günlerde de vardı. Savaşı ve sömürüyü kabul etmeyen Rusya işçi sınıfı, Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde 1917 Ekiminde devrimi gerçekleştirerek savaşa ve sömürüye son vermişlerdi. Bu devrim bizler için bu yüzden büyük öneme sahiptir. Devrim özlemiyle mücadele edenlere, bu yolda ilerleyen biz işçi sınıfına yeni Ekim Devrimleri uzak değildir. Kapitalizme ve sömürüye karşı 2000’li yıllardan başlayıp günümüze kadar dünyanın farklı yerlerinde patlak veren isyanlar bunun göstergesidir. Dünyanın dört bir yanında kapitalizme ve sömürüye karşı hoşnutsuzluk giderek artıyor. Sömüren ve sömürülen sınıflar olduğu sürece de bu hoşnutsuzluk böyle devam edecek. Ama bu hoşnutsuzluk kendiliğinden insanlığın başındaki kapitalizm denen bu beladan kurtaramaz bizi. Ekim Devrimi ve ondan önceki sınıf mücadeleleri bize gösteriyor ki örgütlü olan ayakta kalır. Bu yüzden bundan 100 yıl önceki örgütlü işçilerin izlerini sürmeliyiz ve deneyimlerinden dersler çıkartıp yolumuza devam etmeliyiz. Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara! Selam olsun yeni Ekimleri yaratacaklara! Bu uğurda mücadeleyi örgütlemeye devam edelim. Yeni Ekimleri yaratmak için dünya işçi sınıfı mücadelesine bir tuğla da biz koyalım.
Ekim Devrimi 100 Yaşında
Gebze’den bir metal işçisi
İnsanlık tarihinde çok büyük değişimlerin yaşandığı dönemler olmuştur. Eski toplumsal yapılar yıkılmış, yerine yeni toplumsal sistemler gelmiştir. Her toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilenler, yoksullar ve işçi sınıfı için ise çok daha önemli olan bir dönem yaşanmıştır: Ekim Devrimi. Büyük Ekim Devrimi gelecek kuşaklar için önemli bir çağı başlattı. Bugün 100. yılını kutladığımız Ekim Devriminin mimarı olan Rusya işçi sınıfı, onlara önderlik eden Lenin ve Bolşevik Parti büyük bir saygıyı hak ediyorlar.
Rus çarlığının zorbalığı altında ezilen kitleler, fabrikalarda ağır şartlarda çalışan işçiler ve baskı altındaki sosyalistler Rus çarlığı şahsında dünya kapitalizmine çok ağır bir ders verdiler. İlk kez tarihte büyük değişikliğe yol açacak bir sınıfın, işçi sınıfının devrimci zaferi söz konusuydu. İşçi sınıfı artık tarih sahnesine güçlü bir giriş yapmıştı. Savaşı bitiren, üretimin gerçek sahibi olan işçi sınıfına yönetme imkânı sunan ve dünya işçilerine umut olan Ekim Devrimi, geleceğin sosyalizmle şekilleneceğini kanıtlamıştır.
Tarihte en büyük devrimi başlatan Rusya işçi sınıfı devrimi kolay yapmadı. 1917 yılına gelene kadar Rusya’da işçiler ve devrimci öncüler çok büyük zorlukları göğüslediler. Pek çok kez ayaklanma gerçekleştirdiler, büyük yenilgiler yaşadıkları gibi kazanımlar ve deneyimler de biriktirdiler. Koyu bir gericilik döneminin içinden geçen Rus işçileri kanlı I. Dünya Savaşının içinde kapitalizmi alaşağı etmeyi başardılar.
Bugün dünya çok daha kötü ve karanlık süreçlerin içine yuvarlanıyor. 3. Dünya Savaşı insanlığa yeniden büyük acılar yaşatıyor. Böyle bir zamanda kapitalistler en çok Marksizmden ve Lenin’den korkuyor. Bizlere gelene kadar insanlık büyük acılar yaşadı, yaşıyor. Rus işçileri de gericiliği yaşadı ama sınıfsız ve sömürüsüz dünya için umudunu hiç yitirmedi. Bizlere düşen görev Ekim Devriminden aldığımız ilhamla sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele etmeyi sürdürmektir.
100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu
Gebze’den bir kadın işçi
İnsanlığın kurtuluşunun bir gün gerçekleşeceğine inanan emekçi bir kadınım. Ekim Devriminin biz mücadeleci işçilere ne denli mühim bir miras bıraktığını, içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız çürümüş kapitalist bataklığa baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz. 100 yıl önce, işçi sınıfının öncülüğünde insanlık yeni bir dünyanın ayak seslerini duydu. Olmaz denilen oldu, değişmez denilen değişti, ayaklar baş oldu. Bugün ise karanlığın içinde yüreğimizde taşıdığımız umudun yol göstericisi oldu.
Evet, bugün zor ve karanlık günlerden geçiyoruz. Emekçi kitleler yoksulluk yetmezmiş gibi savaşın kurbanı oluyorlar. Zihinler köreltiliyor, gerçekler karartılıyor, maruz kaldığımız yaşamın sorgulanması istenmiyor. Haksızlıklar çığ gibi büyüyor. Bir avuç asalağı bir fiskesiyle darmadağın edecek milyonlarca insan tek başına olduklarını düşünerek ses çıkarmıyor. Oysa tek başına olmadığımızın, güçlü olduğumuzun kanıtıdır Ekim Devrimi. Ekim Devrimi işçi sınıfının örgütlü gücüyle başka bir dünyanın hayal olmadığını göstermiştir bizlere. Kapitalist dünyanın şaşakaldığı, korkudan tir tir titrediği bu muhteşem kalkışma gelecekte yine tekrarlanacaktır elbet. Yolumuz zorlu ve engebeli. Ama bu bizi yıldırmayacak, azimle ilerlemeye devam edeceğiz.

link: okurlarımızdan, Okurlarımızdan: Ekim Devrimine Selam Olsun!, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6028
100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu


İnsanlığın kurtuluşunun bir gün gerçekleşeceğine inanan emekçi bir kadınım. Ekim Devriminin biz mücadeleci işçilere ne denli mühim bir miras bıraktığını, içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız çürümüş kapitalist bataklığa baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz. 100 yıl önce, işçi sınıfının öncülüğünde insanlık yeni bir dünyanın ayak seslerini duydu. Olmaz denilen oldu, değişmez denilen değişti, ayaklar baş oldu. Bugün ise karanlığın içinde yüreğimizde taşıdığımız umudun yol göstericisi oldu.
Evet, bugün zor ve karanlık günlerden geçiyoruz. Emekçi kitleler yoksulluk yetmezmiş gibi savaşın kurbanı oluyorlar. Zihinler köreltiliyor, gerçekler karartılıyor, maruz kaldığımız yaşamın sorgulanması istenmiyor. Haksızlıklar çığ gibi büyüyor. Bir avuç asalağı bir fiskesiyle darmadağın edecek milyonlarca insan tek başına olduklarını düşünerek ses çıkarmıyor. Oysa tek başına olmadığımızın, güçlü olduğumuzun kanıtıdır Ekim Devrimi. Ekim Devrimi işçi sınıfının örgütlü gücüyle başka bir dünyanın hayal olmadığını göstermiştir bizlere. Kapitalist dünyanın şaşakaldığı, korkudan tir tir titrediği bu muhteşem kalkışma gelecekte yine tekrarlanacaktır elbet. Yolumuz zorlu ve engebeli. Ama bu bizi yıldırmayacak, azimle ilerlemeye devam edeceğiz.

link: Gebze’den bir kadın işçi, 100 Yıl Önce Ayaklar Baş Oldu, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6019
Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!


Ekim devrimi bu yıl 100. yılını geride bırakıyor. Bundan 100 yıl önce işçi sınıfı neleri başarabildiğini dosta düşmana gösterdi. Bu devrim işçi sınıfının tarihteki en büyük zaferidir. Bolşeviklerin önderliğinde işçiler, sovyetlerde örgütlenerek iktidarı ellerine aldılar. Bu devrim biz işçiler için muazzam dersler içeriyor. O gün olduğu gibi bugün de işçi sınıfına ışık tutuyor.
Bugün kapitalizmin dizginsiz sömürü çarkları işçileri sefalete, açlığa ve iş cinayetlerine sürüklüyor. Uzayıp giden iş saatleri, emperyalist paylaşım savaşları, göçe maruz kalan milyonlarca mültecinin durumu kapitalizmin yarattığı sorunlardan sadece bazılarıdır. Bir yanda muazzam bir zenginlik birikirken bir yandan da yoksulluk alıp başını gitmiş durumda. Dünyanın dört bir yanında yükselen faşizm ve ırkçılık, her geçen gün artan savaş çığırtkanlığı, yaşanılası dünyamızı yaşanılmaz hale getirmiş durumda. Durum şimdilik iç karartıcı görünse de bu böyle devam edecek diye bir şey yok!
Nitekim bundan 100 yıl önce de durum bundan çok farklı değildi. Emperyalist savaş, ağır yaşam koşulları ve daha nice sorun o günlerde de vardı. Savaşı ve sömürüyü kabul etmeyen Rusya işçi sınıfı, Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde 1917 Ekiminde devrimi gerçekleştirerek savaşa ve sömürüye son vermişlerdi. Bu devrim bizler için bu yüzden büyük öneme sahiptir. Devrim özlemiyle mücadele edenlere, bu yolda ilerleyen biz işçi sınıfına yeni Ekim Devrimleri uzak değildir. Kapitalizme ve sömürüye karşı 2000’li yıllardan başlayıp günümüze kadar dünyanın farklı yerlerinde patlak veren isyanlar bunun göstergesidir. Dünyanın dört bir yanında kapitalizme ve sömürüye karşı hoşnutsuzluk giderek artıyor. Sömüren ve sömürülen sınıflar olduğu sürece de bu hoşnutsuzluk böyle devam edecek. Ama bu hoşnutsuzluk kendiliğinden insanlığın başındaki kapitalizm denen bu beladan kurtaramaz bizi. Ekim Devrimi ve ondan önceki sınıf mücadeleleri bize gösteriyor ki örgütlü olan ayakta kalır. Bu yüzden bundan 100 yıl önceki örgütlü işçilerin izlerini sürmeliyiz ve deneyimlerinden dersler çıkartıp yolumuza devam etmeliyiz. Selam olsun Ekim Devrimini yaratanlara! Selam olsun yeni Ekimleri yaratacaklara! Bu uğurda mücadeleyi örgütlemeye devam edelim. Yeni Ekimleri yaratmak için dünya işçi sınıfı mücadelesine bir tuğla da biz koyalım.

link: Kocaeli’den MT okuru bir işçi , Ekim Devrimi 100. Yılında İşçi Sınıfına Umut Olmaya Devam Ediyor!, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6027
Ekim Devrimi 100 Yaşında


İnsanlık tarihinde çok büyük değişimlerin yaşandığı dönemler olmuştur. Eski toplumsal yapılar yıkılmış, yerine yeni toplumsal sistemler gelmiştir. Her toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilenler, yoksullar ve işçi sınıfı için ise çok daha önemli olan bir dönem yaşanmıştır: Ekim Devrimi. Büyük Ekim Devrimi gelecek kuşaklar için önemli bir çağı başlattı. Bugün 100. yılını kutladığımız Ekim Devriminin mimarı olan Rusya işçi sınıfı, onlara önderlik eden Lenin ve Bolşevik Parti büyük bir saygıyı hak ediyorlar.
Rus çarlığının zorbalığı altında ezilen kitleler, fabrikalarda ağır şartlarda çalışan işçiler ve baskı altındaki sosyalistler Rus çarlığı şahsında dünya kapitalizmine çok ağır bir ders verdiler. İlk kez tarihte büyük değişikliğe yol açacak bir sınıfın, işçi sınıfının devrimci zaferi söz konusuydu. İşçi sınıfı artık tarih sahnesine güçlü bir giriş yapmıştı. Savaşı bitiren, üretimin gerçek sahibi olan işçi sınıfına yönetme imkânı sunan ve dünya işçilerine umut olan Ekim Devrimi, geleceğin sosyalizmle şekilleneceğini kanıtlamıştır.
Tarihte en büyük devrimi başlatan Rusya işçi sınıfı devrimi kolay yapmadı. 1917 yılına gelene kadar Rusya’da işçiler ve devrimci öncüler çok büyük zorlukları göğüslediler. Pek çok kez ayaklanma gerçekleştirdiler, büyük yenilgiler yaşadıkları gibi kazanımlar ve deneyimler de biriktirdiler. Koyu bir gericilik döneminin içinden geçen Rus işçileri kanlı I. Dünya Savaşının içinde kapitalizmi alaşağı etmeyi başardılar.
Bugün dünya çok daha kötü ve karanlık süreçlerin içine yuvarlanıyor. 3. Dünya Savaşı insanlığa yeniden büyük acılar yaşatıyor. Böyle bir zamanda kapitalistler en çok Marksizmden ve Lenin’den korkuyor. Bizlere gelene kadar insanlık büyük acılar yaşadı, yaşıyor. Rus işçileri de gericiliği yaşadı ama sınıfsız ve sömürüsüz dünya için umudunu hiç yitirmedi. Bizlere düşen görev Ekim Devriminden aldığımız ilhamla sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için mücadele etmeyi sürdürmektir.

link: Gebze’den bir metal işçisi, Ekim Devrimi 100 Yaşında, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6025
Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Tutmaya Devam Ediyor


OHAL’in kalıcılaştığı, KHK’ların hüküm sürdüğü, baskıların arttığı, sömürünün korkunç hale geldiği, iş kazalarında ölümlerin arttığı, çözüm sürecinin yalan olduğu, milletvekillerinin, gazetecilerin, aydınların, eğitmenlerin cezaevlerine atıldığı, kadınlara ve çocuklara yönelik tacizin, tecavüzün, şiddetin arttığı, milliyetçiliğin kışkırtıldığı, Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı saldırıların yaygınlaştığı, üçüncü dünya savaşının giderek kızıştığı bir dönemden geçiyoruz. Yani zor ve karanlık günlerden geçiyoruz.
Türkiye’de de başka ülkelerde de durum parlak değil. Bu korkunç tabloyu kapitalizm yaratıyor. Türkiye’de ve dünyada insanlar yaşayamaz hale geliyor. Emperyalist ülkeler rekabet ve savaşla nüfuz alanlarını büyütmeye çalışıyorlar. Savaş bölgelerinde onların adına savaşacak silahlı grupların önünü açıyorlar. Bu savaşlarda yüz binlerce insan egemenlerin kârı uğruna ölüyor, ülkelerini terk etmek zorunda kalıyor. Fakat tarih gösteriyor ki tüm bunları yaratan kapitalizm mutlak değildir. Kapitalizmin ve bize yaşattığı sorunların nasıl ortadan kaldırılacağını zamanında işçi sınıfı devrim yaparak göstermiştir.
Bundan tam 100 yıl önce, yani 1917’de, Rusya işçi sınıfı baskıcı Çarlık düzenini yıkmış, ardından Lenin’in önderliğinde kendi iktidarını kurmuştu. Ekim Devrimi, 1914’te patlak veren ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan I. Dünya Savaşına son vermişti. Rusya’nın işçileri ve köylüleri o güne kadar sırtlarında taşıdıkları egemenleri alaşağı etmişlerdi. İnsanın insanı sömürmediği, açlığın ve yoksulluğun olmadığı bir dünya kurmanın tohumlarını ekmişlerdi. Lenin ve Bolşevik Parti işçi sınıfına, kan emicilere ebediyen boyun eğmek zorunda kalmamak için nasıl örgütlenmesi gerektiğini göstermişti.
Elbet bugün yaşadığımız karanlık ve zor günler de bitecektir. Her daim yüzümüzü işçi sınıfının mücadele tarihine çevireceğiz, ders çıkaracağız ve geleceğe hazırlanacağız. Üzerinden yüz yıl geçen Ekim Devriminin haklılığı bugün daha berrak biçimde açığa çıkıyor. Kapitalist çürümenin geldiği boyut ortadayken kurtuluşun yolunun işçi devriminde olduğu gün gibi ortadadır. Ekim Devriminin sönmeyen ateşi işçi sınıfının mücadelesine ışık tutuyor. Zalim burjuvaziye de korku salıyor. Umudumuzu hep diri ve canlı tutalım. Örgütlü ve bilinçli olmak bunu gerektirir.
Selam Olsun 100. Yılında Ekim Devrimine!

link: Esenyurt’tan bir kadın işçi, Ekim Devrimi 100. Yılında Işık Tutmaya Devam Ediyor, 29 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5913
Atı Alan Üsküdar’ı Geçti mi?


16 Nisanda yapılan referandumun sonuçları daha resmi olarak yayınlanmadan, iktidar cenahının yangından mal kaçırır gibi yaptığı açıklamaların nedeni çok geçmeden anlaşıldı. Aylardır yapılan baskılar, yıldırma operasyonları kazanmalarına yetmemişti. Bütün baskılara rağmen toplum Erdoğan ve AKP iktidarının gemi iyice azıya alacağını gösteren bu başkanlık dayatmasına sandıkta çok açık bir şekilde “HAYIR” demişti. Ama devlet AKP iktidarının emrindeydi. Bu nedenle devletin tüm olanaklarıyla dediğim dedik, çaldığım düdük düzeni kurmaya çalışanlar her türden manevraya hazırlanmışlardı. Geçtiğimiz iki ay boyunca sandıktan “evet” çıkarmak için neler yapılmadı ki? “HAYIR” diyeceğini açıklayanlar “terörist” ilan edildi. “Hayır” çalışması yapanlar saldırıya uğradı, tehdit edildi. Eylem ve etkinliklerine izin verilmedi, afişleri söküldü. Üniversite hocaları, öğretmenler, binlerce kamu çalışanı uydurma gerekçelerle, yalan, dolanla görevlerinden atıldı. Gazeteciler tutuklandı. Sesini çıkaranın tepesine çullanıldı.
Hele doğu ve güneydoğu illerinde yapılanlara bakıldığında nasıl bir lanete tebelleş edildiğimizi daha iyi anlamaktayız. 7 Haziran sonrası yapılanlar yetmemişti. 16 Nisan referandumuna kadar da Kürt halkının siyasi temsilcilerine yönelik saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar devam etti. Bu illerden yüz binlerce insan göç ettirildi. Seçim günü 40 hanelik köy ve mezralara varıncaya dek tüm bölge kolluk güçleriyle ablukaya alındı. AKP iktidarı o sandıklarda “evet” demeyenin hesabını görmenin hazırlığını yapmıştı. Kimsenin yeri boş bırakılmadı. AKP her türden demografik değişikliği ince hesaplarla yaptı. CHP ve HDP’nin sandık görevlilerine ve müşahitlerinin çoğuna uydurma gerekçelerle sandık başında görev yaptırmadı. Tehdit, şantaj, şiddet, baskı, gözaltı ve tutuklamalar takip edilemez hale geldi. Doğu ve güneydoğu dışında başta İstanbul gibi büyük kentlerdeki sandık başlarında bile AKP’nin sandık görevlileri bulundukları yerlerin çoğunda terör estirdiler. Muhalif sandık görevlilerini tehdit edenler hatta dövenler oldu.
Referanduma kadar da tüm televizyonlar, gazeteler, bilboardlar, yollar, barkovizyonlar, sokaklar Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın resimlerinden geçilmez oldu. AKP iktidarı sayesinde kasalarını doldurup zenginleşen müteahhitler gökdelen inşaatlarına onların dev posterlerini astılar. Yeni sağlık sistemi sayesinde sülük gibi insanlara yapışmış olan özel hastane sahipleri yeni yeni her yerde yükselen hastane inşaatlarına onların dev posterlerini astılar. Sözün özü, içimiz dışımız Erdoğan ve şürekâsının istilasına uğradı. Her yerde konuştular, hep konuştular. Toplu açılıştan bizim başımız döndü. Onlar aynı yerleri yeniden yeniden açmaktan vazgeçmediler. Ve daha neler neler…
Lakin AKP, 16 Nisan referandumunu, emir kullarından müteşekkil Yüksek Seçim Kurulunun son andaki mahir manevrasıyla ve tüm hilelerle kazanmış göründü. Daha sandıkların sayımı tamamlanmadan “atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi Erdoğan. Ama kazın ayağı öyle değildi. Atı çaldıklarını ve hakeza Üsküdar’ı da geçemediklerini hepimiz gördük. Modern sanayi kentlerimizin, işçi sınıfının kalbinin attığı kentlerimizin surlarını aşamadılar. 80 milyonluk bir ülkenin “HAYIR” diyen çoğunluğunu sandık sonuçlarına razı etmek için “1-0 da 5-0 da birdir” diyenlere, dün iki artı iki dört değildir dediklerini ve Türkiye’nin %51’den büyük olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Bu referandum oyunu böyle bitmedi, bitmez. Eğer örgütlenir ve mücadele edersek AKP’nin ve devletin senaryosunu yazdığı, kendi oyuncuları ile oynadığı bu film gişe yapmaz, bu oyun tutmaz. Biz “HAYIR” diyenler toplumun çoğunluğuyuz ve bu referandum sonuçlarını kabul etmiyoruz.
Referanduma kadar işçi ve emekçiler için hazırladıkları lanetli planlarını sandıklara saklayanlar şimdi baltalarını çıkarıyorlar. İşten çıkarmalar başladı. Daha bir hafta geçmeden fabrikalardan çıkış listeleri açıklanmaya başladı. Kamu işçilerinin yeni sözleşme dönemi başladı. AKP’nin sendikacıları, “evet” versinler diye türlü vaat ve yalanla ikna etmeye çalıştıkları işçilerin mücadele etmesini engellemek için her türden tezgâhı kurmaya, dolap çevirmeye devam edeceklerdir. Ama gerçekler ve doğrular inatçıdır. Eninde sonunda üzerlerindeki bütün balçığı sıyırıp ortaya çıkmaktadırlar. İşçi sınıfının mücadele etmeye hazırlanma zamanıdır. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe sayılı günler kaldı. Önümüz 1 MAYIS. Şimdi birlik olmak, gerçekleri görüp mücadeleye hazırlanmak gerek. Bu faşist gidişata dur demek için “HAYIR” diyen milyonlarız. Biz bitti demeden bu kavga bitmez.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi, Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi. Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say. Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü, Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü. Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet. Boynundan esaret bağını parçala, kes, at! Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat. (Yaşar Nezihe Hanım'ın 1 Mayıs şiirinden. Amele Cemiyeti üyesi Yaşar Nezihe Hanım, ilk 1 Mayıs şiirini yazan kadın şairdir.)
Yaşasın İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü!
Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!

link: Tuzla’dan bir öğretmen, Atı Alan Üsküdar’ı Geçti mi?, 27 Nisan 2017, https://marksist.net/node/5622
Bolşevikler ve Lenin


Çocukluğun uzun sürme şansının pek olmadığı bir zamanda ve toplumda (özellikle işçi sınıfı ailelerinde bu böyleydi), Bolşeviklerin örgütünün kalbi olan profesyonel devrimcilerin “çelik çekirdeği” tümüyle işçi ve öğrenci gençlerden oluşmuştu.
Asla geriye bakmaksızın kendilerini işçi mücadelesine adamak üzere, politik ve kolektif olan dışında tüm kariyer olanaklarını ve amaçları reddedenler 20 yaşın altındaki insanlardı. Partiye 25 yaşında katılan taşbaskıcı Mihail Tomski parti dışında geçen militan yıllarına rağmen diğerlerinden ayrılır. Aslında onun yaşına erdiklerinde diğerlerinin büyük bölümü gerilerinde tam zamanlı politik mücadeleyle geçen uzun yıllar bırakmışlardı.
Ukrayna’da zengin bir burjuva ailenin oğlu olan öğrenci Piatakov 20 yaşında Bolşevik olmuştu. Daha önce anarşist bir militandı. Kamenev olarak bilinen öğrenci Rosenfeld partiye 19 yaşında katılmıştı, aynı makine işçisi Schmidt ve mekanik ustası Ivan Nikitiç Smirnov gibi. Makine işçisi Bakayev 18 yaşında katılmıştı, tıpkı öğrenci olan Buharin ve Krestinski ve kunduracı Kaganoviç gibi. Büro işçisi Zinovyev ve makine işçileri Serebriakov ve Lutovinov 17 yaşında Bolşeviklerdi. Sverdlov, tıpkı liseli Kibişev gibi 16 yaşında katıldığı sırada, bir eczacının yanında çalışıyordu. Kunduracı Drobnis ve liseli Smilga partiye 15 yaşında katıldı, Piatnitski 14 yaşında.
Bu genç insanlar daha ergenlik çağını geride bırakmadan eski üyeler, kadrolar durumundaydılar. 17 yaşındaki Sverdlov, Sormovo sosyal-demokrat örgütünün başındaydı ve onu teşhis etmeye uğraşan Çarlık polisi ona “Ufaklık” lakabını takmıştı; Sokolnikov 18’indeydi ve Moskova mahallelerinden birinin sorumlusuydu. Zinovyev çoktandır Petrograd’ın önde gelen Bolşeviklerinden biri olarak tanınıyordu ve daha sonra 24 yaşında Merkez Komitede yerini aldığında Proleter’in editörüydü. Kamenev Londra’da delegeyken 22 yaşındaydı, Sverdlov Tammerfors Kongresinde 20, Serebriakov, örgütleyici ve Rusya yeraltı örgütlerinin 20 delegesinden biri olarak 1914’te Prag’da bulunduğunda 24.
Bu genç insanlar, grevler ve devrimci hareketin gidişatına denk düşen dalgalar halinde birbiri ardına gelmişlerdi. Yaşı daha büyük olanlar 1898 civarında militan faaliyete katılmışlar ve daha 1903’te Bolşevik olmuşlardı; onlardan sonra 1905-1907 döneminin kuşağı geldi; son olarak üçüncü dalga 1911-12’de katıldı.
Bu insanların yaşamı yıllar süren hapislik, yeraltı faaliyeti, mahkûmiyetler, sınırdışı edilmeler, sürgünlerden oluşuyordu. 1882’de doğan Piatnitski harekete 1896’da katıldı, 1902’de tutuklandı, kaçtı, tekrar Iskracı örgütlenmeye katıldı ve sonra da yurtdışına çıktı. 1905’e kadar yurtdışı örgütünde çalıştı, o yıl tekrar Rusya’ya döndü, 1906’ya kadar Odessa örgütünde, sonra 1906 ile 1908 arasında da Moskova’da mücadele etti. Tutuklandı, kaçtı ve Almanya’ya gitti, 1915’e kadar orada partinin teknik yönetiminde önemli işler yaptı. Bu dönemde bir meslek öğrendi, elektrikçilik mesleğini. 1915’te illegal olarak Rusya’ya döndüğünde bir fabrikada çalışmaya başladı ve yeniden tutuklandı, sınırdışı edildi.
Daha çarpıcı olan başka yaşam öyküleri de var: Serge Mraçkovski ana-babasının politik mahkûmiyeti sırasında hapishanede doğdu, çocukluğunu orada geçirdi, ta ki daha sonra yetişkin olduğunda bu sefer kendi hesabına oraya tekrar dönene kadar; 1917’de 37 yaşında olan Tomski, on yıllık hapislik ve sınırdışını geride bırakmıştı; Vladimir Milyutin sekiz kez tutuklanmıştı, beş kez hapis cezası almış ve iki kez de sınırdışı edilmişti; Drobnis hapiste altı yıl geçirdi ve üç kez ölüm cezasına çarptırıldı.
Bu insanlar önüne geçilemez bir moral güce sahiplerdi: Tüm varlıklarını adamışlardı, ancak bu yolla genç beyinlerinin ışığını saçan tüm olanakları ifade edebileceklerine inanmışlardı. 19 yaşında yeraltına geçen, parti tarafından kuzeyde Kostrona’daki işçileri örgütlemeye gönderilen Sverdlov bir arkadaşına şöyle yazıyordu: “Bazen Nijni-Novgorod’u özlüyorum, ama uzakta olduğuma nihayetinde memnunum, çünkü orada kanatlarımı gerçekte şimdi olduğunu düşündüğüm kadar açamayacaktım. Novgorod’da nasıl çalışılması gerektiğini öğrendim ve böylece buraya geride belli bir deneyimle geldim; burada enerjimi yönlendirebileceğim büyük bir eylem alanı var.”
Gericilik döneminde Urallar’daki yeraltı örgütlenmesinin canlı ruhu Preobrajenski tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Avukatı Kerenski ona yöneltilen suçlamaları inkâr etmeye kalktığında, ayağa fırlayıp Kerenski’yi reddederek, fikirlerine sahip çıkmış ve devrimci faaliyetinin sorumluluğunu üstlenmişti. Belirtmeye gerek yok, hapse mahkûm oldu.
Ancak devrimden sonradır ki, parti 18 yaşından beri profesyonel devrimci olan bu adamın birinci sınıf bir ekonomist olduğunu keşfetti. Bu insanlar teorik çalışmalar yapıyorlardı ve Ukrayna’da 1918’de takip altındayken Spengler hakkında bir deneme yazan Piatakov gibi, Buharin gibi seçkin entelektüellerdi.
O kadar parlak olmasa da diğerleri de her fırsatta teorik çalışma yapıyorlardı, zira parti bir okul olarak tarif edildiğinde bu hiç de lafın gelişi bir şey değildi. Birçok durumda insanlar ancak partide okuma yazma öğreniyorlardı ve her üye etrafındaki gruptan sorumlu bir eğitmen oluyordu, grup da onunla tartışma içinde öğreniyordu.
Bolşevizmin düşmanları bazen partiyi sosyoloji kulübüne çeviriyormuş gibi görünen bu kitap düşkünlüğüyle alay etmekten hoşlanırlar, ama Prag Kongresi bilfiil, Longjumeau’daki kadro okulunda Lenin’in 45 dersini dinleyen ve tartışan birkaç düzine üyenin oluşumuyla hazırlandı; bu derslerin 30’u politik ekonomi üzerineydi, 10’u tarım sorununa, Rus Partisinin tarihine, Batı’da işçi hareketinin tarihine, hukuk, edebiyat, gazetecilik tekniklerine ayrılmıştı.
Elbette mesele tüm Bolşeviklerin büyük bilim insanları olması meselesi değildi, ama kültürleri onları kitlelerin ortalama düzeyinin hayli üzerine çıkarıyordu ve kendi saflarında yüzyılın en parlak beyinlerinden bazıları yer alıyordu. Şüphe yok ki, parti üyelerini yüksek bir düzeye çıkarmıştı ve profesyonel devrimcilerin taraflı yorumcular tarafından sıkça resmedilen henüz adı konmamış bürokratlarla en küçük bir benzerlikleri yoktu.
Onları iyi tanıyan ve o hayatı paylaşan Troçki, her ne kadar o sırada bir Bolşevik değildiyse de, onlar hakkında şunları yazmıştı:
“Devrimci kuşağın gençliği işçi hareketinin gençliği ile çakışır. On sekiz ile otuz yaş arası insanların çağıydı. Bu yaşın üstündeki devrimciler parmakla sayılırdı ve yaşlı görünürlerdi. Kariyerizmden henüz tümüyle uzak olan hareket, geleceğe duyulan inanç ve bunun getirdiği fedakârlık ruhu temelinde varlığını sürüyordu.
“Henüz rutin yoktu, yerleşik formüller yoktu, teatral jestler yoktu, hazırlop hitabet numaraları yoktu. Yükselen yüce duygular utangaç ve sakardı. “Komite”, “parti” gibi kelimeler henüz yeniydi, bir bahar tazeliği havası taşıyorlardı ve gençler için cezbedici ve harekete geçirici bir yankı yapıyorlardı.
“Harekete katılan herkes birkaç ay içinde hapis ve ardından sürgünün kendilerini beklediğini biliyordu. Tutuklanmadan önce mümkün olduğunca uzun süre faaliyette kalmak; jandarmaların karşısında sağlam durmak; tutuklanan yoldaşlara mümkün olduğunca yardımcı olmak; hapiste mümkün olduğu kadar çok kitap okumak; sürgünden mümkün en kısa sürede yurtdışına kaçmak; orada akıl-irfan kazanmak; sonra da Rusya’da devrimci faaliyete tekrar dönmek onur konusuydu.”
Bolşeviklerin zaferlerini ve hepsinden önemlisi de, önce yavaş sonra çok hızlı biçimde, partinin sınıfa entegre olabilmesini ve ona liderlik edebilmesini sağlayan, Buharin’in partinin ikinci halkası dediği ve devrim döneminde partinin antenleri ve kaldıraçları olan insanları, devrimci işçileri, sendikaların ve parti komitelerinin örgütçülerini, direniş odaklarını, inisiyatif merkezlerini, yenilmez eğiticileri ve canlı ruhları kazanmalarını başka hiçbir şeyin daha iyi açıklayamayacağı kesindir.
Tarih çoğu kez bu kişilerin isimlerini neredeyse unutmuştur; Lenin onlardan “Kaivrov tipi” kadrolar diye söz eder, onu 1917’de bir süre saklayan ve onun tam güvenine sahip kişiye göndermede bulunarak. Onların varlığı düşünülmeden Bolşevik “mucize” anlaşılamaz.
Bolşevik Partinin ne olduğunun tarifi, onu kuran ve ölene kadar ona liderlik eden adamı tarife girişmeden eksik kalır. Muhakkak ki Lenin bir ölçüde kendisini partiyle özdeşleştirmişti. Bütün bunlara rağmen Lenin aynı zamanda bundan farklı olarak da görülmelidir.
Öncelikle, Lenin kendi kuşağından kalma neredeyse tek kişiydi, kıdemlisi olan Plehanov, akranı olan Martov önde gelen Menşevikler oldular.
İlk dönemki yardımcıları Bogdanov ve Krassin daha sonra ayrıldılar. Prag Kongresi döneminde en yakın çalışma arkadaşları içinde en yaşlı olanlar Zinovyev, Kamenev, Sverdlov ve Nogin 30’un altındaydılar. Lenin’in kendisi 42 yaşındaydı ve Bolşevikler arasında Iskra dönemi öncesi kuşağından, yani Marksizmin öncüleri kuşağından kalan tek kişiydi. Bolşevik çekirdeği oluşturan gençler her şeyden önce onun öğrencileriydiler.
Burası Lenin’in entelektüel yeteneklerine, kültürüne, çalışma gücüne, muhakemesinin canlılığına, analizlerinin nüfuz gücüne ve öngörüsünün derinliğine dair bir değerlendirilmeye girişmenin yeri değildir. Basitçe özetleyecek olursak, tarihsel aracın, yani partinin gerekliliğine inanan Lenin, tüm bu dönem boyunca kitle hareketinin gelişme perspektiflerine ve sunduğu verilere dayanarak, kendi analizlerinin ve sezgilerinin sağlamlığına olağanüstü bir güvenle, onun inşasına ve güçlendirilmesine yoğunlaşmıştır.
İdeolojik anlaşmazlıkların kaçınılmaz olduğuna derinden inanmış olan Lenin Krassin’e şöyle yazmıştı: “Merkez Komite içinde ya da onun temsilcileri arasında tam bir birlik olmasını beklemek bir ütopyadır.” İkna etmek için mücadele ederdi, haklı olduğundan emindi, politik gelişmelerin onu haklı çıkaracağından da emindi.
Bir yenilgi aldığında da bunu gayet tasasızca kabullenirdi, bunu sadece geçici bir durum olarak görürdü, tıpkı devrim arifesinde yapılan 1905 Kongresinde Komitetçiki (Komiteciler) karşısında aldığı yenilgide olduğu gibi. Devrimin bu Komitetçiki’nin rutinini süpürüp atacağını biliyordu. Aynı yılın sonunda üyelerin partinin yeniden birleştirilmesi meselesindeki basıncına boyun eğdi, ancak bunun için erken olduğu fikrindeydi. Yine de, bu olurken, hasarın sınırlı kalmasını sağlamak üzere, tüm çabasını birleşmiş partide Merkez Komitesi seçiminin eğilimlerin orantılı temsiline göre yapılmasına hasretti.
1906 ve 1910 arasında kendi hizbindeki muhalifleri ikna etmek için çabalarını arttırdı ve sonunda ayrılma konusunda inisiyatifi onlara bıraktı. 1910’da Dobravinski tarafından savunulan uzlaşmacıların politikasını sineye çekti, zira Dobravinski’yi değerli bir yoldaş olarak görüyor ve pratiğin onu hızlı biçimde ikna edeceğini umut ediyordu.
Temel nitelikte gördüğü sorunlarda tavizsiz olan Lenin –örneğin, illegal çalışma onun gözünde politik faaliyetin devrimci karakterinin mihenk taşlarından biriydi– gereklilik doğduğunda geri çekilirdi, üstelik sadece çoğunluktayken değil, ısrarcı olduğu disiplin konusunda doğru bir örnek sergilemek için azınlıkta olduğunda da bunu yapardı. Amacı kendisinin haklı olduğunu ispatlamak değil, sınıf mücadelesine müdahale etmesini sağlayacak aracı yaratmak ve söylemekten hoşlandığı gibi “milyonlar ölçeğinde” tarihsel olarak haklı olmaktı. Fraksiyonunu, yani yıllar içinde dikkatle denenip sınanmış kişileri bir arada tutmak için nasıl beklemesi gerektiğini ve hatta taviz vermesi gerektiğini biliyordu, ama hiçbir zaman şov yapma sevdasına kapılmadı, ne de hasımları temel noktaları sorgulamaya başladıklarında her şeye yeni baştan başlamakta tereddüt etti.
İdeolojik ya da taktik anlaşmazlıkta daima açıları keskinleştirir, çelişkileri uca götürür, zıtlıkları sivriltir, muarızının bakış açısını şematize eder hatta karikatürleştirirdi. Bunlar, uzlaşmaya değil kazanmaya, rakibin düşünce sürecini bozmaya, ihtilafı herkesin kolay anlayacağı temel öncüllere yöneltmeye dönük mücadele yöntemleriydi.
Ama kavgaya tutuştuklarıyla, ortak çalışma içinde işbirliğini muhafaza etme ihtiyacını asla gözden kaçırmazdı. Savaş sırasında devlet sorununda Buharin’le anlaşmazlık içinde iken, henüz hiçbiri yeterince incelenmemiş noktalardaki anlaşmazlıkları şiddetlendirmemek için ondan bu konuda yazmamasını istemişti.
Daima tartıştı, bazen çubuğu büktü, ama asla ikna etme hedefinden vazgeçmedi, çünkü ancak ve ancak bu şekilde –aleyhindekilerin söylemiş oldukları ve halen söyledikleri her ne olursa olsun– zaferlerini elde etti ve onun elleriyle inşa edilmiş ve onun tarafından seçilip eğitilmiş kişilerden oluşan fraksiyonunun tartışmasız lideri haline geldi.
Bu ona tümüyle normal görünüyordu ve yoldaşlar arasındaki kavgalardan endişelenenlere hiç rahatsızlık duymadan şöyle diyordu: “Bırakın duygusal olanlar ah vah etsinler: Yine münakaşa! Yine iç ayrışma! Yine polemik! Bizim cevabımız şudur: yeni ve sürekli yenilenen mücadeleler olmadan hiçbir devrimci sosyal-demokrat şekillenmemiştir.”
Yoldaşları üzerindeki otoritesi –muazzam bir otorite– bir papazın ya da bir subayın otoritesi değildi, dürüstlüğüne, idrakine hayran olunan, bilgisi ve deneyimi takdir edilen, yakın tarih üzerindeki damgası ölçülebilen ve kendi hizbinin ve partinin açıkça kurucusu olan bir öğretmen ve yol arkadaşının, bir ustanın, bir yaşlının –ona teklifsizce İhtiyar derlerdi– otoritesiydi.
Etkisi fikirlerinin gücüne kuvvetine, mücadeleci mizacına ve polemikçi yeteneğine dayanıyordu, katı disipline ya da riayete değil. Krassin’den Buharin’e dek yoldaşlarının gösterecekleri gibi, Lenin’e karşı muhalefet başlatmak onlar için ruh dünyalarında korkunç bir dram olmuştur. Buna rağmen muhalefet ettiler, çünkü bu bir ödevdi, “devrimcinin ilk ödevi” demişti kişinin kendi liderlerini eleştirme ödevidir; öğrenciler yanlış yaptığını düşündüklerinde onun görüşlerine karşı mücadele etmeye cesaret etmezlerse kendilerini ustalarını hak etmiş sayamazlardı.
Ayrıca bir devrimci parti robotlarla kurulamaz. Buharin’e, sadece disiplinli aptalları muhafaza etmek üzere, pek disiplinli olmadıkları gerekçesiyle zeki insanlar dışlanırsa parti mahvolur diye yazarken bunu biliyordu. Bu nedenledir ki partinin ve 1905’ten itibaren de fraksiyonun tarihi, Lenin’in uzun ve sabırlı çalışma pahasına zaferle çıktığı bir ideolojik ihtilaflar serisidir.
Bu bakımdan Lenin’i kendi fraksiyonundan ayırmak zordur; görüş birliğine, büyük sorunlar üzerine olduğu kadar geçici taktik sorunlar üzerine de hakikaten sürekli tartışmanın sonucunda varılmıştır.
Üstelik, şüphe yoktur ki, Zinovyev, Stalin, Kamenev, Sverdlov, Preobrajenski, Buharin gibi çok değişik unsurları, zıt kişilikleri, çelişik eğilimler taşıyan kişileri bir araya getirebilen şey, fikir alanındaki mücadele yoluyla Lenin’in becerisidir, ki bu da onun örgütsel çalışmasının başarısını kesin biçimde açıklar. Bolşeviklerin istediği ve başardığı “çelik çekirdek”, Deutscher’in deyişiyle “müthiş proletarya”dan olduğu kadar, böylesi bir parti inşa yolunu tutan adamın beyninden doğmuştur.
Ama tam bu nokta Lenin’in yalnızlığını da açıklar. Sonunda partide hiç kimse onun yeteneklerinin düzeyine çıkmayacaktır. Yardımcıları ve öğrencileri olacaktır, çalışma arkadaşları ve yoldaşları olacaktır, ama yalnızca Troçki’de –belki tam da kişiliği 1917’den önce Bolşevik olmamasını ve Lenin’in hegemonyasını tanımamasını açıklar– eşitler düzeyinde bir yol arkadaşı bulacaktır.
Lenin’i eski Bolşevikler arasında yeri doldurulamaz yapan tam da buydu, hatta Preobrajenski’nin dediği gibi, o “dümendeki adam olmaktan ziyade, kitleyi bir arada tutan çimento” idi.
Zira partinin zaferlerinin, onun “Marksist sağlamlığı” kadar “taktik esnekliğinden” dolayı olduğu konusunda eğer Buharin’le hem fikir olunacaksa, ki bu eski Bolşeviklerin görüşüydü, şu da kabul edilmelidir ki, her iki bakımdan da esinleyici olan yalnızca Lenin’di ve kendi kusurları temelinde eğitilen ve Lenin’le kavgaya tutuşan o Bolşevikler zamanla bunu kabullenmişlerdi.
Ama “milyonlar” tarafından yapılmakta olan tarihe onu balıklama daldıran devrimci dönem, belki de onun başarılı çalışmasını sürdürebilecek olanların kuşağını yetiştirmesini sağlayacak zamanı ona bırakmadı. Her halükârda Lenin’in ölümüne kadarki parti tarihinin akla getirdiği hipotez budur. Ölümü, özü gereği dogmalara karşı olan bu düşünceden “Leninizm” dogmasının doğmasına fırsat sunmuştur, bu dogma da nihayetinde onun yaratmayı başardığı “Bolşevik” ruhun yerini almıştır.
Çeviri: Marksist Tutum, Şubat 2017

link: Pierre Broue, Bolşevikler ve Lenin, 2 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5502