İsrail devletinin Gazze’de Filistin halkına yönelik saldırıları olanca hızıyla ve vahşetiyle sürüyor. Adeta soykırım düzeyine ulaşan katliam Ekim ayından bu yana kesintisiz devam ediyor. Gazze tamamen yerle bir edildi. BM verilerine göre öldürülen insan sayısı 40 bine yaklaşırken yaralananların sayısı da 90 bine ulaşmış vaziyette. Enkaz altındaki cesetlerin henüz çıkartılamamış olması nedeniyle bu sayıların daha fazla olabileceği söyleniyor. Öldürülenlerin en az 13 bininin çocuk olduğu açıklandı. İsrail yardım konvoylarını da engellediğinden Gazze’de yaşayan Filistinliler büyük bir sefalet içerisindeler, yüz binlerce Filistinli her şeyini bırakıp göç etmek zorunda kaldı. En temel ihtiyaç maddelerine bile ulaşılamıyor, hastaneler çalışmıyor, yaralılar tedavi edilemiyor, çocuklar açlıktan ölüyor. Gazze nüfusunun yarısından fazlası küçük bir alana yani Refah bölgesine sığınmış durumda ve buradaki çadırlara bomba yağdırıp yüzlerce insanı katleden İsrail’in bu bölgeye kara saldırısı başlatması durumunda insani krizin nasıl büyüyeceğini tahmin etmek zor değil.
Bu sınırsız vahşet sürerken, katliamcı İsrail devletinin en büyük destekçisi olan ABD’nin başkanı Biden 31 Mayısta sözde bir ateşkes planı duyurdu. Bu sözde planın asıl olarak İsrail tarafından teklif edildiğini açıklayan Biden’ın çağrısının ardından 11 Haziranda BM Güvenlik Konseyi ABD’nin sunduğu teklifin Rusya’nın çekimser oyuyla birlikte onaylandığını ilan etti. Kararda ilk aşamada rehine ve mahkûm takasının gerçekleştirileceği ve kısa süreli bir ateşkes ilan edileceği, ikinci aşamada “kalıcı olarak düşmanlıkların sona erdirileceği” ve İsrail’in Gazze’den çekileceği, üçüncü aşamada ise Gazze’nin yeniden inşasının söz konusu olacağı ifade edildi.
Hamas 13 Haziranda yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmeyi kabul etmesi halinde plana evet diyeceğini beyan ederken, ABD yetkilileri Hamas’ın “bazıları kabul edilemez olan” çok sayıda değişiklik önerisinde bulunduğunu (ki bu doğru değildir), Hamas’ın “artık pazarlığa son verme zamanının geldiğini” söylemişlerdir. Ayrıca ABD’yle birlikte Katar ve Mısır’ın da arabuluculuk yapacağını ifade etmişlerdir. Tüm bu açıklamalar, duyurular vb. sürerken İsrail tarafından ise ateşkes planına dair hiçbir resmî açıklama yapılmadı. Bilakis İsrail Refah’ı bombalamaya devam etti. İsrail, yardım konvoylarının geçişine olanak tanımak için gündüzleri geçerli olacak olan bir “taktiksel ara” kararı açıklasa ve Netanyahu 17 Haziranda savaş kabinesini feshettiğini beyan etse de sahada hiçbir şey değişmiyor ve saldırılar olanca hızıyla sürüyor.
ABD’nin ortaya koyduğu bu sözde ateşkes planının ve BM kararının fiiliyatta hiçbir anlamı olmadığı, İsrail-Filistin tarihini az çok bilen herkes için izahtan varestedir. Bu türden hiçbir planın İsrail’i durduramayacağı hepimizin malûmudur. Nitekim Netanyahu’nun son sözleri İsrail’in gerçek niyetini ifşa etmektedir: “Amacımız Hamas’ı yok etmek ve bunu elde edene kadar savaşa devam edeceğiz.” Zaten İsrail yetkilileri de savaşın 2024 yılı sonuna kadar süreceğini duyurdular.
Bu sözde ateşkes planı, daha önceki pek çokları gibi, ABD ve İsrail’in bölgeye dönük asıl planlarının hayata geçirilmesi sürecinde, artan uluslararası tepkiyi biraz dindirmek, zaman kazanmak ve gerçek niyetlerin üzerini örtmek amacı taşımaktadır. Bu listeye, seçim sürecine girmekte olan Biden’ın elini güçlendirmek istemesi de dâhil edilebilir. O sebeple de bu tür ateşkes planlarından bir şey beklenmemelidir. BM ve pek çok ülke İsrail’e bir an önce ateşkes ilan etmesi ve insani yardıma izin vermesi gerektiğini söylese de, İsrail bu cılız uyarılara kulak asmadığı gibi, saldırıların dozunu arttırmaya devam etmekte ve savaşı Lübnan’a genişletme planları yapmaktadır.
Ateşkes planı Gazze’deki savaşı durduramaz
Her ne kadar BM onayladığını açıklasa da ABD’nin ortaya attığı bu ateşkes planının asıl amacının Gazze’de süregiden İsrail saldırılarını ve katliamı durdurmak olmadığı açıktır. Zaten içerdiği maddeler de niyetin bu olmadığını açık etmektedir. Örneğin sözde ateşkes planının ilk aşamasında karşılıklı rehine takasından ve/veya İsrail hapishanelerinde bulunan bazı Filistinli mahkûmların salıverilmesinden bahsedilmektedir. Ancak Filistin tarafının haklı olarak dile getirdiği gibi İsrail hemen her gün onlarca Filistinliyi çeşitli bahanelerle zindanlara atmaktadır. Son günlerde alınan diyelim ki yüz mahkûmun bırakılması, içeride binlerce Filistinli siyasi mahkûmun bulunduğu hatırlandığında pek bir şey ifade etmeyecektir. Planın ikinci aşamasında yer alan “kalıcı olarak düşmanlıkların sona erdirileceği” ifadesi ise özellikle muğlak bırakılmıştır ve kastedilenin Hamas’ın ve diğer Filistinli direniş gruplarının kolunun kanadının kırılması olduğu açıktır. Yani İsrail “terörizmle mücadele ediyorum, kendimi koruyorum” diye istediğini yapabilecek ama Filistinliler buna karşılık veremeyecektir. Yoksa ortada “karşılıklı düşmanlık” değil, İsrail’in bilinçli olarak yürüttüğü bir katliam ve onyıllara dayanan bir zulüm vardır.
Yine ikinci aşamada İsrail’in Gazze’den çekileceği ifadesi geçmekte ama bunun koşullarından ve ne şekilde olacağından hiç bahsedilmemektedir. Türkiye dâhil olmak üzere bazı ülkeler ABD’den İsrail’in yeniden katliamlara girişmeyeceğine dair garanti vermesini istediklerinde ABD’nin cevabı kuru bir “söz veriyoruz” olmuştur. Yani ortada ne ABD’nin ne de İsrail’in verdiği bir garanti bulunuyor. Diğer bir husus da ateşkes sonrası Gazze’nin siyasi statüsünün ne olacağıdır. İkili görüşmelerde ABD’nin ifadeleri Gazze’nin yönetiminin bir daha Hamas’a bırakılmayacağı ve Mahmut Abbas’a yani El Fetih’e verileceği yönündedir. Bunun pratikte işleyip işlemeyeceği ya da mümkün olup olmayacağı ayrı bir konudur. Ama işbirlikçi El Fetih yönetimi bu plana çoktan yatmış durumdadır. Şimdiye kadar Gazze’deki katliama güçlü bir karşı duruş sergilememesi de bununla ilişkilendirilebilir. Kapalı kapılar ardında konuşulan bu plana dair Hamas da şunları önermiştir; Gazze’de ne Hamas ne de El Fetih olsun ve bir teknokrat hükümet kurulsun, Hamas FKÖ’ye alınsın ve 1,5 yıl sonra da seçimler yapılsın, Gazze’de direnen silahlı güçler Filistin “devletinin” resmi ordusuna katılsın. Hamas’ın ateşkes planına hayır demeyip bu önerileri getirmesinde Türkiye’nin de ciddi rolü olduğu söylenmektedir.
Planın belki de tek inandırıcı kısmı, üçüncü aşama denilen Gazze’nin yeniden inşası maddesidir. Türkiye dâhil olmak üzere pek çok ülke, son derece kârlı gördükleri bu kısım için pastadan pay kapmaya soyunmuş durumdadır.
Sözde ateşkes planının ABD ve İsrail tarafından hazırlanmış olduğu anlaşılan bu maddeleri, ortada bir iyi niyetin bulunmadığını göstermektedir. Türkiye ve diğer arabuluculuğa soyunan bölge güçleri ise kendi nüfuzlarını arttırmanın peşindedirler. Köşeye sıkışmış Hamas da kendisini yok olmaktan veya iyice etkisiz hale gelmekten kurtaracak bir plan için uğraşmaktadır. 80’li yıllarda radikal bir programla ortaya çıkan ve özellikle Gazze’de ciddi biçimde güç kazanan Hamas, ezilen Filistin halkının çıkarlarını temsil etmekten çok uzaktır. Batılı güçler tarafından desteklenen El Fetih’in karşısında İran başta olmak üzere Batı karşıtı kamp tarafından desteklenen Hamas, yıllarca Gazze’yi adeta bir tek parti rejimi altında yönetmiş ve Filistin davasına da zarar vermiştir. Unutulmamalıdır ki, tıpkı El Fetih gibi o da bir burjuva harekettir ve her iki burjuva gücün de Filistinli emekçilerin çıkarlarını savunmak gibi bir kaygıları bulunmamaktadır. Dolayısıyla sözde ateşkes planına Hamas’ın önerdiği maddeler eklense bile Filistin halkının yararına bir çözümden yahut savaşın, katliamların sona ermesinden söz etmek mümkün değildir. Zaten mevcut koşullarda ABD-İsrail ikilisinin Hamas’ın önerilerini kabul etmesi de beklenmemelidir. Bir anlamda tüm taraflar ateşkes planının “karşı taraf taş koyduğu için hayata geçmediği” algısını yaratmaya uğraşmaktadırlar. Bu arada İsrail her zamanki gibi kendi planlarını hayata geçirmeye devam etmektedir.
Öte yandan, henüz ortada gerçek bir ateşkes söz konusu olmasa da Gazze’de “savaştan sonra” ne olacağı konusu tartışılmaya başlanmıştır. İsrail’i destekleyen Batılı ülkeler, İsrail ordusunun Gazze’den çekilmesi sonrasında ve Gazze’nin yeniden inşası sürecinin öncesinde çokuluslu bir gücün burada görev almasını ve içinde Hamas’ın yer almadığı bir yerel yönetimin işbaşına gelmesini savunuyorlar. Bu çokuluslu gücün içinde BM’nin yanı sıra Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerine bağlı askerlerin yer almasını öneriyorlar. Bazı Batılı güçler ve diğer pek çok ülke ise, bunun mümkün olabilmesi için evvela “iki devletli çözüm” planının tanınması ve hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Türkiye de bu ülkelerden birisidir. Türkiye bir şekilde Gazze’de ve Filistin sorununun emperyalist çözümünde rol almaya heveslidir ve bu yolla bölgedeki prestijini arttırmayı ummaktadır. Batı ise Hamas’ın tasfiye edilmesinde veya evcilleştirilmesinde Türkiye’den faydalanmak niyetindedir.
İsrail sözde ateşkes planı hakkında resmi bir beyanda bulunmuş olmasa da hem ateşkes planı hem de “savaş sonrası” konusunda İsrail içinden çeşitli açıklamalar gelmektedir. Bu açıklamaların çoğu, savaş kabinesine bakan vermiş ve Netanyahu’yu destekleyen faşist ve sağ partilerden gelmektedir. Bu faşist ve gerici partiler, Netanyahu’nun Filistinlilere ve Hamas’a daha acımasız davranmasını, Batı’dan ve uluslararası kamuoyundan gelen basınçlara boyun eğmemesini istemektedirler. Zaten kabinede yer alan bakanlardan ikisi, Netanyahu’nun ateşkes planını kabul etmesi halinde kabineden çekileceklerini açıklamışlardı. Netanyahu, içerden gelen bu baskıyı dağıtmak adına, 17 Haziranda, Hamas saldırısından sonra kurduğu altı üyeli savaş kabinesini feshettiğini, ama kabineden bazı isimlerle danışma toplantılarını yapmaya devam edeceğini, Gazze’de işlerinin henüz bitmediğini açıklamıştır.
Nitekim Netanyahu’nun savaş kabinesini dağıtması, İsrail’in Gazze’deki saldırılarına devam etmesini engellememiştir. Orduya kumanda eden çeşitli üst düzey yetkililer de sahada bir şeyin değişmediğini ve operasyonların siyasi gelişmelerden etkilenmediğini ifade etmişlerdir. İsrail’in “taktiksel ara” kararını da bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. ABD’nin ve BM’nin sözde ateşkes planı ve uluslararası kamuoyunun baskısı karşısında, en azından bir şeyler yapıyor görünmek isteyen ve barışa asıl engel olan tarafın Hamas olarak görülmesini isteyen İsrail, bu “taktiksel ara” kararıyla ortamı biraz yatıştırmaya ve zaman kazanmaya çalışmaktadır. Ancak bu “taktiksel ara”nın, BM’nin yardım konvoylarının geçişine sınırlı oranda olanak sağlaması dışında bir sonucu olmayacağı açıktır. Gazze katliamı devam etmektedir.
Gazze’deki katliam emperyalist savaşın parçasıdır
Filistin sorunuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da defaatle vurguladığımız gibi, bugün Gazze’de yürüyen savaş küresel emperyalist kapışmanın bir parçasıdır ve her türlü hamle de bu bağlamda ele alınmalıdır. Ortadoğu ABD için özel bir yere sahiptir. Ortadoğu’da zayıflayan nüfuzunu yeniden güçlendirmek isteyen ABD’nin stratejik hedefi bölgede ABD-Batı yanlısı rejimlerin işbaşında olmasıdır. Bu bağlamda İran ABD’nin temel önceliğidir. Çünkü iktidardaki ABD karşıtı molla rejimi kendisine bağlı veya desteklediği güçlerle ABD-İsrail’e kafa tutmakta, Rusya-Çin kampının çıkarlarına uygun hareket etmektedir. Ne Afganistan ve Irak’ın işgali ne de Suriye’de bir emperyalist kapışmaya girişilmesi yeterli olmuştur. Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi geleneksel olarak Batı yanlısı diyebileceğimiz ülkelerin varlığı da bölgedeki artan İran-Rusya-Çin etkisinin önünü kesmeye yetmemiştir. Üstelik süreç içerisinde Rusya ve Çin’in yaptığı hamleler ve ABD’nin küresel hegemonyasının zayıflamış olması, bahsi geçen müttefiklerin de yeri geldiğinde ABD planlarına aykırı hareket etmesinin önünü açmıştır.
Bu bağlamda ABD’nin bölgeye dönük planlarını hayata geçirebilmek açısından İran’daki molla rejiminin devrilmesi ve/veya İran’ın Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Gazze’deki etkisinin kırılması son derece önemlidir. Bu da Gazze’de Hamas’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın, Suriye, Irak ve Yemen’de İran’a bağlı güçlerin dize getirilmesi anlamına gelmektedir.
Hal böyle olunca ABD’nin (ve Batı’nın) bölgedeki en güvenilir ve sağlam ileri karakolu olan İsrail’in varlığının güçlendirilmesi ve diğer müttefik Arap ülkeleriyle (Mısır, Ürdün, Körfez ülkeleri) arasını bozabilecek niteliğe sahip olan ve İsrail’in durumunun pekişmesinin önünde engel olarak görülen Filistin sorununun bir biçimde çözülmesi (!) daha elzem hale gelmiştir. Devam eden Üçüncü Dünya Savaşı, küresel hegemonya krizi ve tarihsel sistem krizi koşullarında bu biçimin ne olduğu da İsrail’in Gazze’de giriştiği katliamdan belli olmaktadır. ABD’nin ve çok sayıda Avrupa devletinin desteğini arkasına alan İsrail, Filistin halkını yok ederek, sürerek ve Filistinli direniş güçlerini de bir daha kafalarını kaldıramayacak hale getirerek bu sorundan kurtulmak istemektedir.
İşbirlikçi El Fetih yönetimi sayesinde Batı Şeria’yı istediği noktaya çoktan getirmiş olan İsrail, Gazze’nin de Batı Şeria’dakine benzer bir statüye getirilmesi ve Hamas’ın ya yok edilmesi ya da El Fetih gibi evcilleştirilmesi için her şeyi yapmaktadır. Çünkü Hamas, İran (ve arka planda da Rusya ve Çin) tarafından desteklenip manipüle edilebilmekte, ayrıca Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’de diğer Filistinli direniş güçleri de varlıklarını devam ettirebilmektedirler. Gerek İsrail’in gerekse de parçası olduğu ABD’nin planları açısından, Gazze-Hamas sorununun her ne pahasına olursa olsun çözülmek istenmesi bundandır.
Ancak Gazze-Hamas sorununun sadece orada “hal yoluna” koyulamayacağını düşünen ve derdi Gazze-Hamas’la sınırlı olmayan ABD-İsrail ikilisi, savaşı Lübnan’a yani Hizbullah’a doğru genişletmek için yoğun bir hazırlık içindedirler. ABD-İsrail bu amaçla bir yandan Hizbullah’ı savaşa kışkırtmakta diğer yandan İran’a işe karışmaması için her türlü gözdağını vermektedirler. İsrail’in ikide bir Suriye’deki İran üslerine, Lübnan’da Hizbullah’a saldırılar düzenlemesi bundandır. Göründüğü kadarıyla Körfez ülkeleri de Hizbullah’ın gücünün kırılması planını desteklemektedirler. Ancak böylesi bir savaşın başlaması tüm Ortadoğu’da savaşın alevlerinin korkunç derecede harlanması anlamına gelebilir. İran için İsrail’in Lübnan-Hizbullah’a saldırması, bir İran-İsrail savaşı riskini arttırır. İran’daki molla rejiminin devrilmesini isteyen geniş cephe açısından (AB, ABD, İsrail, Körfez ülkeleri, Ürdün, Mısır gibi) İran’ın altından kalkamayacağı bir savaşın içine çekilmesi arzu edilir bir şeydir. Kısacası Ortadoğu’da yürüyen emperyalist savaşın bir anda çok daha geniş ve kanlı bir boyuta sıçraması mümkündür.
Bu noktada vurgulamak gerekir ki, ABD’nin zaman zaman sanki sürecin dışındaymış ve tüm yaşananların asıl sorumlusu kendisi değilmiş gibi üstten konuşması, güya arabulmaya ve savaşın alevlerini soğutmaya çalışması kimseyi yanıltmamalıdır. ABD’nin derdi savaşın büyümesini engellemek değil aksine her ne yolla ve her ne pahasına olursa olsun Ortadoğu’da ABD-Batı karşıtı ve Rusya-Çin yanlısı güçleri bertaraf etmektir. Daha önceki dünya savaşlarından farklı biçimler altında ilerleyen ve büyük güçlerin yenişememesi yüzünden uzadıkça uzayan Üçüncü Dünya Savaşında temponun zaman zaman düşmesi, tarafların bir sonraki saldırı veya hamle için hazırlık yapması, bir cephe kapanmadan yeni cephelerin açılması, arada diplomasinin devreye girmesi kafaları karıştırmamalıdır. Çürüyen kapitalizmin pençesinde inleyen dünyamızda ve Ortadoğu’da söz konusu olan uzun yıllara yayılmış kanlı bir savaş dönemidir.
ABD’nin küresel rakipleri Rusya ve Çin’in durumu da farklı değildir. Onların da derdi barış değil, hegemonyası sarsılmış ABD’yi iyice geriletmek ve boşalan alanlarda kendi nüfuzlarını tesis etmektir. Dolayısıyla Ortadoğu’da yürüyen savaştan ve Gazze’deki katliamdan bahsederken Rusya ve Çin’i işin dışında tutmak mümkün değildir. Rusya-Çin ikilisinin Ortadoğu’daki en önemli müttefikleri İran ve ona bağlı güçlerdir. Hamas’ın da bu güçlerden biri olduğunu unutmamak gerekir. Hamas’ın geçen yılın Ekim ayında İsrail’e düzenlediği saldırıyı değerlendirirken bu husus da hesaba katılmalıdır. Özellikle de Suriye üzerinden doğrudan sahada yerini almış olan Rusya, yeri geldiğinde savaşı kızıştırmak için çeşitli hamleler yapmaktan geri durmamaktadır. Bu nedenle de açıkça ifade etmek gerekir ki ne ABD ne de Rusya-Çin kampının Ortadoğu’da barışı sağlamak veya Filistin halkının kurtuluşunu sağlamak gibi bir niyeti bulunmaktadır. Zaman zaman kimi burjuva yorumcuların yahut gazetecilerin kullandığı “kontrollü gerilim” kavramı veya büyük güçlerin Ortadoğu’daki savaşın tansiyonunu en azından “şimdilik” düşürmek istedikleri yönündeki ifadeler gerçeği yansıtmamaktadır. Savaşı çıkartan ve sürdüren, yani savaşın asıl tarafları bu büyük emperyalist güçlerdir. Niyetleri de gerilimi azaltmak değil, her ne pahasına olursa olsun hedeflerine ulaşmaktır. Afganistan’ın işgaliyle başlayan süreçte savaşın kaç ülkeye yayıldığı ve kaç milyon insanın acımasızca öldürüldüğü hatırlandığında mesele daha iyi anlaşılacaktır.
Sonuç olarak, gerek ABD-BM’nin sözde ateşkes planının ve İsrail’in “taktiksel ara” kararının gerekse de kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlıkların, Gazze’de adeta soykırım boyutuna ulaşan katliamı durdurmayacağı ortadadır. Gazze’de Filistin halkı can vermeye ve sefaletin pençesinde kıvranmaya devam ederken sahnelenen bu tiyatro ve ikiyüzlü diplomasi de bir kez daha göstermektedir ki Filistin halkının kurtuluşunu sağlayacak olan ne El Fetih ne Hamas ne de ABD, Rusya veya İran, Türkiye gibi güçlerdir. Filistin halkının kurtuluşu yürüyen kanlı emperyalist savaşın durdurulmasına bağlıdır. ABD ve İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede işçi ve emekçilerin, gençlerin düzenledikleri kitlesel protestolar izlenmesi gereken yolu göstermektedir. Tarihsel bir kriz içinde debelenen kapitalist-emperyalist sistemin yıkılması hem süregiden emperyalist savaşın sonlandırılması hem de insanlığın ve dünyanın mahvolmaktan kurtulmasının yegâne yoludur.
link: Kerem Dağlı, ABD’nin Gazze Ateşkes Planı Aldatmacadır, 29 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8299
Dünyaya Barış İşçilerle Gelecek!
Kürde Zulümde Devlet-DEDAŞ İşbirliği